ruzgardasavrulanyaprak
-13 (nihilist)
dördüncü nesil silik 2 takipçi 10.80 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    bir kadının kasıklarında ağlamak

    1.
  1. öncesinde bir sevişme olsun ya da olmasın, tatmak istediğim duygu. kendisiyle çırılçıplak bir yatakta uzanıp da birbirimize gelene kadar ne kadar çok insan müsveddesi ile kartşılaştığımızdan bahsedip de sonrasında ağlamak. sessizce ama. kimseyi üzmeden. gecenin karanlığını bozmadan. meleklerin izleyebileceği bu tensel şöleni kötüye kullanmadan.
    tek bir damla gözyaşım göz pınarlarımdan çıkıp da o perinin göbek bölgesinden kasıklarına ulaşsın diye. ben gözlerimi kapayıp da cenneti görmek isterken o peri de bir eliyle saçlarımı okşayıp diğer eliyle de yüzüme dokunsun diye.

    silsin gözyaşımı. ve bana bin yıldır sorulan o soruyu sorsun, "sen ağlıyor musun?" ben ise bin yıldır verilen o cevabı vereyim; "gözüme bir şey kaçtı da."

    oysa o an gözüme kaçan şey koca bir hayattır. geçmişimdir. geleceğim. bugünümdür. anılardır gözüme kaçan ve gerçek bir insana denk gelene kadar hırpalanan ruhumun bekaretini koruması adına binlerce kez tecavüze uğramasının hikayesidir. susayım sonra. kalbimin ritmi sol baldırında atsın o perinin. annemin rahmine duyduğum özlemi bir perinin kasıklarında ağlayarak gidereyim. ve gideyim ben.

    sonsuz huzuru tatma adına ölümüm, bir ölümsüzün bedeninde ölsün. ve ben sevdiğim, öldüğümde sana gömüleyim.
    27 ...
  2. ruzgardasavrulanyaprak in veda hutbesi

    1.
  3. evet. benim veda hutbem. ömrümün son demlerine mi yaklaşıyorum bilmiyorum ama yazmak istedim. o yüzden de böyle bir başlık seçtim. biliyorum, birazdan bir kaç hoşgörü sahibi müslüman atlayacak. müslümanlıkla dalga geçtiğimi iddaa edecek kendince. falan fişmekan.

    derdim o değil. derdim başka. yaklaşın şöyle yanıma. açın kulaklarınızı. bunları belki çok duydunuz. ama ilk defa hayatına aksettirmiş birisinden duyacaksınız;

    "biliyorum, ömrüm boş vaadlerin miladını beklemekle geçti dostlarım. arkadaşlarım. sevgili yazarlar. ama hiçbir zaman sırf mutlu olma adına istemediğim bir işte çalışmadım. istemediğim bir okula gitmedim.
    sırf beyaz bir gelinlik/şık bir damatlık giyme adına evlenmedim.

    sırf, belki mutlu olurum ümidiyle insanları biraz daha alttan alamadım. alamazdım. hoşgörü, kibir, sevgi, sadakatsizlik... her şey karşıtıyla varken, ben de böyle oldum işte.
    şu an gördüğünüz gibi. çünkü, bir kere bile tanrı'nın affedeciliğinden ümidimi kesemedim. kesmeyi çok denedim. ama olmadı. hep tıkandı yollarım. tüm uçurumlar tanrı'ya çıktı. o yüzden de korkmadan atladım aşağı.

    aşık oldum. sevdim. bağırdım. ağladım. tüm insani duygular benim içindi. o yüzden de hepsini yaşamak için koştum. ve bağırdım;

    "sıradaki gelsin!"

    bunlar benim son sözlerim insanlık. ömrüm; dönüşü olmayan bir yola giriyor. hissedebiliyorum bunu. çünkü, artık kaybetmekten korktuğum hiçbir şey yok. eskiden ölümden korkardım. annemin ölmesini düşünmek bile canımı acıtırdı.
    eskiden insanmışım demek ki. peki ya şimdi? iç organları alınmış bir kadavrayım.
    hayatım üryan bir şekilde karşınızda. ibret alasınız diye.

    asla asaletinizi kaybetmeyin insanlık. asla hem de! bir sohbete selamla başlayın. korkmayın. bir şey kaybetmezsiniz. sevin. sevilin. korkmayın; sevmekle-sevilmekle hiçbir şey kaybedilmiyor. tanrı'yı buluyorsunuz sonunda. ölümlü olanlar sayesinde ölümsüz olanı anlıyorsunuz.
    ve her acı sizi siz yapıyoruz. varlığınızın taşları hüzünden, kederden oluşuyor. siz; her mutsuzluğunuzda biraz daha büyüyorsunuz.

    elinize bir gelincik alın. ve ufalayın. varlığınızı ve hayatı o gelinciğin uçuşan parçalarında görün. kendinizce tasvir edin sevdiğinizin en basit hareketini. anlamlar yükleyin her şeye. bir günlüğüne kör olarak yaşayın hayatı. çiçeklere dokunun. suya. havaya...
    herkesi ve her şeyi anlamak adına herkes ve her şey olun.

    ama sakın bir insan yaratmaya kalkmayın. bir insan yaratmaya kalkışmanın sonunda delirmektir.

    sizler aklınızla kalın."
    4 ...
  4. aşk ile allah a yürümek

    1.
  5. öyle ağır aksak değil. yunus gibi. mevlana gibi. abdülkadir geylani hazretleri gibi. ibrahim peygamber gibi. musa gibi . isa gibi.
    yürümek. o'na giden yolda, o sonsuz olan varlığa giden yolda her şeye göğüs gererek yürümek. sonunda o'nun olacağını bilerek. sonunda o'nun olacağını ve o'nun her yaraya merhem olacağını bilerek.

    yarattıkları insan olmanın erdemine ulaşamazken allah'ı anlamaya çalışıp da anlayarak. kendinden yola çıkıp da en nihayetinde kendine vararak.

    kendi kendinin dünyası olarak. kendi kendinin cenneti. cehennemi...

    bin kere kovulsak da cennetten, bin kere tövbe ederek. gerekirse yalvararak. salya-sümük ağlamadan ama. asil bir şekilde allah'a yürümek. her zaman samimi olarak. içten olarak. yürekten.
    4 ...
  6. ruhu ibneleşmişler yüreği erkeklere karşı

    1.
  7. her yerde bunlar. namustan anladıkları tek şey; zar. lan senin zar dediğin soğanda da var. bir boka yaramıyor.
    3 ...
  8. 31 çekip sözlüğe attırmak

    1.
  9. sözlükle birlikte aynı anda porno sitelerden birisi açıkken, bir anda içeri başka bir insanın girmesi yüzünden, porno siteyi kapayayım derken sözlük sayfasını açıp da üzerine attırmak.
    sadece bir anlık refleks. tüm suç "ben osbir çekeceğim" dediğinz halde içeri bodoslama dalan dallama ev arkadaşın da.
    2 ...
  10. atatürk ün insan olduğunu bir belgeselle anlamak

    1.
  11. yurdum aydınının evrini tamamlamasının somut kanıtı. mustafa filminin galasından çıkan her büyük baş devlet insanı aynen şu cümleyi dillendiriyor;

    "atatürk'ün insani vasıfları gösterilmiş. atatürk insan olarak lanse edilmiş."

    bu söylemde bulunan tüm insan(cık)lara sesleniyorum;

    "o kadar çok ekmeğini yediniz ki atatürk'ün. o büyük komutanın bir insan olduğunu unuttunuz bilinçli olarak. kocatepe'de batanniyeye sarılıp da üşüdüğünü, izmir'i aldığında rakı içerek hüzünlendiğini, sanat müziği sevdalısı olduğunu, gününün bir çoğunu kitap okuyarak geçirdiğini, tarihe özel ilgi duyduğunu ve en önemlisi gerçek bir beyefendi olduğunu öyle bir bilinçli olarak unuttunuz ki lan leş sürüsü?

    şimdi de kalkıp bir belgeselle atatürk insanmış diyorsunuz utanmadan. azıcık saygınız olsa o büyük komutana, azıcık sevginiz olsa o müthiş tarihi şahsiyete, bir belgesellik olmaz sizin kolpa ve fason inançlarınızın söylemleri."
    5 ...
  12. hayatini duygularini inkar ederek geciren insan

    1.
  13. her yerde bunlar. belki ben. belki sen. belki de o... olduğunun dışında gözüküp de dikkat çekmeye çalışan bir hastalıklı ruh. haksız mı? bazen. ama çoğu kez haklı. çünkü, insanlar kandırıyorlar. ve kandırılıyorlar. en önemlisi ise insanlar oynuyorlar.

    provasız bir oyun. ve müthiş oyunculuklar. tanrı; özel locasından alkışlıyordur 7 milyarı. alkışlayıp imreniyordur başarılarımıza.
    olduğumuzdan farklı görünüşümüze. aşk yok diyerek aşkı inkar edişimize. oysa birisi bize dokunsun diye yalvarabilecek konumda olmamıza.

    öpüşmenin kötü bir şey olduğundan dem vurup da bir kez öpüşmeden ahkam kesmenin saçmalığına alkış tutuyordur tanrı. o da tutmasa da ben tutarım. avuçlarım kanayana kadar alkışlarım her birinizi. çünkü; sizler alkışa layıksınız. kendi duygularınızı inkar ederek koca bir hayat geçirdiğiniz için alkışa layıksınız. tebrik ederim her birinizi.
    5 ...
  14. ask bir cenaze merasimidir

    1.
  15. bu yüzden de sükunet gerekir. bu yüzden de sadelik ister. saygı ister. sevgi ister. her şartta ve her koşulda teslimiyet ister aşk.
    üç-beş hayal kırıklığından sonra "ben aşka inanmıyorum" insan(cık)larını istemez aşk. o kadar vasat ve basit değidlir zira. aşk kutsaldır. kutsal olduğu için de iki kişi birbirini sevmemelidir. iki kişi birbirine tapmalıdır.
    tanrı anlayacaktır bu tapınmanın nedenini. anlamazsa eğer, anlayamazsa tanrı bu tapınmanın nedenini; tanrı, tanrı değildir.

    aşkta gömülmelidir her şey. her şey nasıl ki masum bir bakışla, sıcak bir gülümsemeyle başlıyorsa, bir şeyler bittiğinde, bir aşk bittiğinde de aynı durum gerçekleşmelidir.
    incitmeler hasıraltı edilmeli, acılar saklanmalı, kötü sözler yutulmalıdır.

    aşk; hakkını vererek yaşanmalıdır. bitecekse eğer, hakkını vererek bitirilmelidir.

    aş;, kişinin ruhuna yakışanı giymesidir.
    2 ...
  16. kendi sinirlarini mayinlamis insanlar

    1.
  17. bir adam tanıdım. bir sonbahar günü, elindeki kitabı benim montumun yan cebime zorla sokan bir adam. vasat mutlulukların ve vasat ilişkilerin mutsuzluktan, ilişkisizlikten daha beter ve berbat bir duygu olduğuna inanan bir adam.
    bir valiz dolusu kitap ile yollara düşen modern çağın peygamberi. tanrısı yok ama. kendine ait doktrinleri olan bir adam. insanların mayın döşeli sınırlarını ihlal edip de her seferinde yaralanan bir adam. ama asla ve asla ölmeyen. öldürülemeyen.

    bir insanın her şeyi kaybetse dahi aklını planlı kullanarak peygamber olabileceğin iddaa eden modern bir deli. hayatın sırrını çözmüş bir insan. ak düşmüş saçlarını değirmenlerde ağartmamış bir canlı.
    mutlu olma adına her şeyi deneyen, kelimeleri cebinde olan, zamandan ve mekandan münezzeh bir canlı.

    tanıdım kendisini. yıllarca hem de. modern çağın modern hastalıklarına karşı antibiyotiğini zhninde taşıyan birisi. kariyer, hırs, akademik statüler... hepsini kendi özgürlüğü için heba eden bir adam. bu yüzden de okuduğu okullardan alacağı diplomaları okullara hediye eden bir deli. gerçek bir deli ama. zihnindeki düşüncelere yetişemeyen bir insan.
    poker oynarken dahi aynı anda binlerce olsalığı zihninden geçiren bir makine.

    ama duyguları ölmemiş bir makine. her zaman aşık olmak için bir mucizenin derdinde olan, vasat olmamak uğruna her şeyi heba edebilen bir adam. kendine bir dünya yaratıp da o dünyanın her şeyi olan adam.

    yokluktan mutluluk yaratabilen tanıdığım tek überinsan!

    sınırları mayınlarla döşeli insanları kendi sınırlarının dışına itebilen bir güç. kendi sınırlarını geçemeyen, ve kendi sınırları içerisine diğer insanların gelmesini istemeyen aciz ve çaresiz insan(cık)lara hayatta tek kutsal şeyin hayatın ta kendisi olduğunu binlerce kez söyleyen bir masal anlatıcısı.

    tanıdım işte böyle bir adam. montumun yan cebine koyduğu isimsiz ve içi bomboş kitapta hiçbir şey yoktu. anlamıştım mantığını.

    hiçbir ses, sessizlikten daha güzel olamazdı. itiraf edilmemiş hiçbir aşk, itiraf edilmiş hiçbir aşktan daha değersiz olamazdı.
    dünyanın en muhteşem tabloları dahi beyaz bir tuval kadar güzel olamazdı. yaratılmamış olan yaratılandan binlerce kat üstündü. fakat bu üstünlüğü teyid etmek için yaratmak. ve yaşamak gerekliydi.
    o yüzden de bana bomboş bir kitap vermişti. kendi hikayemi kendim yazmam için. kendi varoluşumu anlamlandırmak için. kendi mutsuzluklarımı hayatımdaki diğer insanlara miras bırakmamam için.

    gerçek bir insan.

    kendisi şimdilerde o mayın döşeli alanda yaşamayı yeğliyor. çünkü biliyor; vasat olan her şey mide bulandırıcıdır. hayat ve insan muhteşem bir varlıksa eğer, bizlere düşen muhteşem yaşamak. ve muhteşem ölmektir.
    1 ...
  18. mutsuzluktan olmek uzere olan birine asik olmak

    1.
  19. suni tenefüstür.

    siz tanımazsınız o kadını. ben de tanımazdım. ölmezden önce. size bu satırları araf'tan yazıyorum. cennetin dibinden.
    bir gece yarisi sol baldırıma iki bıçak darbesi alıp da ıslak ve karanlık bir sokakta can çekişirken ben, beni hotel odasına götüren o meleği bilmezsiniz.

    gözlerinin altı mosmor, elleri çatlak, sigarası her daim yanan, vücudu da yer çekimine karşı koyamamış, duygularını ve iç organlarını bir çok aşkta ya da tek bir aşkta kaybetmiş, ya da hibe etmiş bir melek.
    gözlerindeki ışık asla sönmeyen ama. sönmesine izin vermeyen bir kutsallık abidesi.

    beni odasındaki yuatağa uzatıp da sol baldırımı pansuman ettiğinde kendine ait kokusunu içime çekerken biliyordum. kendisine aşık olacağımı.
    kendisine tapacağımı hissedebiliyordum. bilincim gitmek üzereydi. gözlerim kararıyor. kalbim sıkışıyordu: en son gördüğüm tavandaki aynada, o meleğin sırt dekoltesiydi. sonrası bembeyaz...

    kendime geldiğimde hangi gündü? ya da günün hangi saatiydi? güneş ne taraftaydı? bilmiyordum. bildiğim tek şey; sol baldırımda ince bir sızı ve karşımdaki sallanan sandalyede ayak ayak üstüne atıp da sol elinin bileğini hafifçe kırarak sigara içen bir melek.
    benden yaşça büyük olmasına karşın benimle aynı hayal kırıklıklarına sahip bir beden. benim gibi iç organları un ufak edilip de tekrar bedenine doldurulmuş bir ruh.

    gülümsüyordu. dudaklarını aralayıp konuştu, "aç olduğunu tahmin ettim. 2 gündür sadece sayıkladın. tanıdık bir doktor vardı. onu çağırdım. bacağına dikiş attı. otuz dört dikiş. bir kaç iğne yaptı. bir kaç antibiyotik verdi. sadece uyudun 2 gün boyunca. bir kaç kez ateşin yükseldi. ama uyudun rahatça. sen kıpırdama. ben kahvaltını yatağa getireyim."

    masallar gerçek olamazlar. hem hangi masal gerçek ki? hangi gerçekten bir masal üretilebilir ki? ben gerçek miyim ki? masal tadında bir varoluşum olsun.
    yutkundum. boğazımdan hayat geçiyordu. karşımda ise bir peri. çiçekli eteği hotel odasının zeminini süpürürken gözlerine bakamıyordum. benim mahkumiyetim gözlerdi. bakarsam eğer esir olacaktım. ve sol yanaktaki gamzeye gömülecektim.

    baktım. ve defin işlemleri başladı. aşk, bir cenaze töreniydi!

    salisenin binde birlik bir zaman dilimine sığdı bu bakış. anladım. geçmişim olmayacaktı. sadece ve sadece geleceğim olacaktı. gerçek ismimi unuttum. "bulut" dedim kendime. "bulut, bildiğin her şeyi unut."
    hava açıktı. kahvaltılıklardan biraz atıştırıp da dışarı çıktık. en yakın parktaki bankta yan yana oturduğumuzda sokuldu yanıma. istediği neydi? bir evlat segisi mi? yoksa bir erkek sevgisi mi? saygısı mı?
    peki benim istediğim neydi? bir anne sevgisi mi? gerçek bir kadın mı? dişi mi? bana, erkekliğimi sonuna kadar hissettirecek bir canlı mı?

    sol göğsü sağ pazuma değdiğinde rahatlama hissettim bedenimde. kafasını omzuma koyduğunda gözlerini yummuştu. kuş sesleri eşlik ediyordu bu eşsiz manzaraya. ve ben asaleti düşünüyordum. ayrılıklarda, savaşlarda yok sayılan, ortaya konulamayan, mutsuzken bir anlığına anımsanılsa hiçbir şeye kıyılamayacak asalet duygusunu düşünüyordum. bir de annemi. bir de babamı. kendisini bir et yığını olarak varsaydığım canlıyı.

    zaman geçiyordu. biz duruyorduk. camdan bir fanusun içerisindeydik. neydi bizi birleştiren. geçmiş mi? gelecek mi? aşk mı? sevgi mi? saygı mı? asalet mi? gurur mu?
    hiçbiri.

    bizi birleştiren acılarımızdı. yaralarımızdı. o yüzden de ilk önce yaralarımız denk gelmişti. örtüşmüştü. daha sonra da o günün gecesinde, üçüncü sınıf bir hotel odasında bedenlerimiz. tavandaki aynada birbirimize bakıyorduk. oysa yanyanaydık. keşke yanaydık. aşkın ateşiyle.
    oysa hiçbir cehennem küle çeviremezdi o an bizi. öylece izliyorduk kendimizi. çırtılçıplaktık. elele tutuşup, tavandaki aynadan kendilerini izleyen iki ruh. iki beden.

    sadece baktık. sadece dinledik. bir kere bile dönüp de birbirimize tek bir soru sormadık. birbirimize rastlaşana kadar ne çok acılar çektiğimzden, ne kadar hırpalandığımızdan, insanların kötü olduğundan, hayatın acımasızlığından bahsetmedik.
    sadece dinledik. yeterince gürültü vardı evrende. bir de bize gerek yoktu.

    saatler ilerledikçe içerisi soğuyordu. o yüzden de bana sırtını döndüğünde o peri, dizlerimi dizlerinin arkasına gömüp, kalçarlarını kapladım. bir elim başının altındayken. diğer elim belindeydi. kafamı boynuna gömüp de kokusunu yuttum. içimde hissettim ilk defa. aşkı, sevgiyi, saygıyı. ve tanrı'yı...

    herkesi ve her şeyi içerimde hissettim. bir geceleğine. yüksek dozda aşk alıp da mutlu ölmek için, bu geceki kırmızı şaraplarımıza bilerek zehir koydum. mezarımız, tavanında ayna olan, ve güneşi sabah ilk gören oda olan bu hotel odası olacaktı. ve biz mutlu ölecektik. hepsi bu...

    galiba öldük. ve kendimizi hayata gömdük.
    20 ...
  20. uludag sozluk evcil bir hayvandir

    1.
  21. az önce gelişmeler bölümünde gördüğüm benzetme. "nasıl ki evcil hayvanınızı en güzel mamalarla besliyorsanız burasını da en güzel yazılarınızla donatın."

    şimdi sorarım size; hangi hayvan ama? labrador cinsi bir köpek midir uludağ sözlük? yoksa her daim tırnaklarını geçirmek için bekleyen nankör bir kedi mi?

    bu sözlükten tek şey öğrendim ey ahali; moderatörler, yazarlar... burada bahsi geçen kutsallıkların hiçbiri aslında hiç kimsenin kutsalı değil.
    bunu şöyle düşünün; kendinizi ifade etmeye çalıştıkça batmak gibi bir şey. ya da kendi doğrularınızı sonuna kadar destekleme uğruna binlerce doğruyu ve gerçeği kaçırma, ıskalama durumu.

    uludağ sözlük bir evcil hayvan mıdır bilemem ama eğer ki uludağ sözlük bir hayvansa, hoşgörüsü olmayan, karşıt düşüncedeki bir yazarın düşüncesine düşünceyle değil de kişisel hakaretle karşılık veren, siyaseti sağcılık-solculuk oyunu sanan, sporu sadece fanatizmden-holiganlıktan ibaret sana insan görünümündeki canlılar ne oluyor?
    3 ...
  22. tanrinin alter egosunu ortaya cikarmak

    1.
  23. bir çoğuna göre koca bir göt isteyen, kimilerine göre koca bir yürek isteyen eylem. bana göre ise sadece ve sadece her şeyden ümidi kesen bünyenin çok rahat dile getirebileceği söylemlerin toplamı. ya da eylemlerin. artık adını siz koyun.

    bir çocuk hayal edin. sürekli sizi ifrit eden bir çocuk. ebeveyni sizsiniz. ve asla kendisiyle ilgilenmiyorsunuz. her akşam eve gelip de çocuğunuzla biraz vakit geçirmek yerine saçma-sapan tv dizileri izliyorsunuz.
    bir çocuk hayal edin. sizin çocuğunuz. kendi kanınızdan, kendi canınızdan bir varlık. onunla az bir şey ilgilenmek varken, kendisine küçük bi jest yapmak varken siz onu görmezlikten geliyorsunuz. sonrasında o çocuk ergen olduğunda ne yapacak?

    terkedecek. basıp gidecek. beynindeki baba hayali, sadece ve sadece hayal kırıklığından ibaret olduğu için de asla acımayacak. asla sevmeyecek. asla sevilmeyi beklemeyecek. bir ucu bir başkasında olan hiçbir duyguya ehemmiyet vermeyecek.
    çünkü bilecek. bilecek ki, tüm kutsal duygular aynı kuyuya inen delileri bağlayan bir halattır. bazıları sevdikleriyle ölür. bazıları ise sevdiğini öldürür.

    o yüzden tahrik edecek. gerekirse teşhir. tanrı'nın gerçek yüzünü ortaya çıkaracak. insanlığın meydanında bağıracak;

    "cennet de yalan cehennem de. benim beynim paramparça. midem kan dolu. zihnim düşünmekten çatlamak üzere. gece, sabaha "kaç. ben geliyorum" derken insancıklar yüz bininci rüyalarında. ben her şeyi vakti zamanında gerçekleştirmek isterken geç kalınmışlıklarımın babası kim?

    muhatabım kim lan benim? hayatım bu konuma geldiyse ben mi başardım bunu? ey götler! ey leş sürüsü! şu sikik hayatım intihar etmek ya da seri katil omak arasında sıkışıp kalmışsa eğer, bu sıkışmışlık benim ruhuma dayanılmaz acılar veriyorsa bu kimin suçu? benim mi?

    sanmıyorum!

    bu sırada alter egosu ortaya çıkacak tanrı'nın bendeki tüm insanı hırslar onda olduğunda, onda gördüğüm an yüzüne tüküreceğim kendisinin. ve ekleyeceğim;

    "sen de yalanmışsın lan!"
    3 ...
  24. sirat koprusunden gecerken tacize ugrayacaklar

    1.
  25. başını ben çekeceğim bu insanların. zebaniler, iyilik melekleri, tanrı, şeytan... her biri anlam veremeyecek anlamsızlıklarla süslü hayatımı koca bir leşe çevirdiğim için.
    anlam aramanın anlamsızlığında kavrulacak her biri. kıldan ince kılıçtan keskin köprü de herkes aşağı düşmemek için çabalarken, herkes aşağı düşüp de cehenneme gitmemek için çabalarken, tanrı'nın ismi üzerine yenmin ediyorum ki o gün tiz kahkahalar savurarak bırakacağım kendimi boşluğa. yüzümde cehennem ateşinin o müthiş yakıcılığını hissederken bağıracağım sesim yettiğince;

    "varedilmiş en kutsal duygu boşluktur. kaybetmektir her şeyi. gerçek özgürlük de budur. gerçek olan her duygu da. atlasanıza aşağı. yüzünüzde rüzgarı hissetsenize. bir kereliğine çocukluğunuzdaki o müthiş yıllara dönüp, trenden kafanızı dışarı uzatırcasına dışarı uzatsanıza kafalarınızı.
    ey insanlık! bir kereliğine hiçbir şeye ve hiçbir yere ait olmamanın tadına varsanıza. buradan ötesi yok. başka bir varoluş yok. yıllardır, beş milyon yıldır anlatılan hikaye gerçeğe dönüştü. hadi hep beraber atlasanıza aşağıya. bir kereliğine de sizler tanrı'yı bir sınava tabii tutsanıza."

    cevap gelmez kalabalıklardan. biliyorum. çünkü hiç gelmedi. ben ise o sonsuz düşüşüme devam edeyim. arada bir sırt üstü giderken cehenneme, arada bir de yüzüstü ineyim. annemin silueti geçsin gözlerimden. tek bir damla yaş düşsün göz pınarlarımdan. babam gelsin aklıma. kulaç atayım boşlukta. aşık olduğum/olamadığım tüm kadınlar gelsin aklıma. boşlukta, son sürat koşayım. bu acelemi anlayamasın tanrı. beni, benden başka hiçbir canlı çözemesin. cevabı olmayan bir denklem olarak devam edeyim sırat köprüsünden cehenneme doğru gerçekleşen bungi jumpingime.
    belimde halat olmasın. ruhumda halat olmasın. yutkunmalarım artsın. ben eksileyim. birer birer üzerimdekilerden arınayım. ilk önce kefenimden. daha sonra ise içerimde varolduğunu iddaa ettiğim vasat ve klişe inanışlardan. inançsızlıklardan. tanrı baksın bana aşağıdan bir yerlerden. ya da yukarıdan. acısın halime. acımasın ya da.

    ben hep bağırayım ama. kollarımı iki yana açıp, sırt üstü, son sürat aşağı doğru düşerken saçlarım yüzüme bulaşsın. kelimeler ise dilime. ben varoluşa dolanayım. varoluş ise boşluğa.

    öleyim be bir kereliğine. ruhum, bedenim, zihnim, hayallerim, insanlar... her şey de benimle birlikte olsun. sırat köprüsünde 26 milyar tacizci olsun. katrilyonlarca melek. sayısı hesaplanamyacak kadar zebani. cinler. şeytan. tanrı...

    evrende varolmuş ve varolabilecek, sırat köprüsünden geçmesi beklenen herkes ver her şey beni izlesin. ben cehenneme düştüğümde bu lanet yaşam büyüsü son bulsun. tanrı infilak etsin. birileri peşim sıra bir şeyler fırlatsın. bir kaçı lisedeyken yazdığım şiir kitabını fırlatsın. bir kaçı ise elektro gitarımı. david bowie cdlerimi unutmasınlar ama. gegen die wand filminin dvdsini. bir kaçı ise bir zamanlar insan olabileceğime inanan annemin fotoğrafını göndersin.

    yalvarırım bu iyiliği yapın bana. o meleğin siluetine bakayım son kez. gönderin annemin fotoğrafını. sonrasında gözlerimi yumup, sonsuz bir dinginlikle cehenneme çakılayım. gürültüm tanrı'yı sağır etsin. artık, ne bir kelimelik sevgi cümlesi duyabilsin. ne de saygı.
    0 ...
  26. sürekli basıp gitmekten bahsedip oturan insanlar

    1.
  27. her yerde bunlar. hepinizsiniz. ta ortaokul günlerinden başlayıp da ömrünüzün şu anına kadar şu yazıyı okuyan herkes! sürekli gitmekten bahsedersiniz. sürekli farklı düşünen ve farklı yaşayan insanlara hayranlıkla geçer ömrünüz.
    fakat bir adım atmazsınız olduğunuz yerden. zamanı sonsuz sanırsınız. mutluluğu ise sizin ayağınıza gelecek kadar asaletsiz bir duygu.

    kimsiniz siz? kimsiniz de bu cüretle hareket ediyorsunuz? oysa her biriniz sakat olarak yaratılmış olabilirdiniz. bacaklarınız olmayabilirdi. ya da kollarınız. ya da gözleriniz kör olarak dünyaya getirilmiş olabilirdiniz.
    tanrı'nın ismi üzerine yemin ediyorum ki işte o zaman ömrünüz bir metre koşmanın, bir çift gamzeyi görmek, bir çiçeğe dokunmanın arzusuyla yanıp tutuşmayla geçerdi.

    ama nerede? sizler, bahanesi olan sizler. her şeyi kamufle eden sizler. yedi milyar kalabalık. yedi milyarınızı toplasak. ya da çarpsak, bir tane "ben" eder misiniz lan?
    kendimi dev aynasında görmüyorum. ki aynaları paramparça edeli çok olmadı. bir tane ben eder misiniz hepiniz? tanrı'yı da katın isterseniz bu matematiksel işleme. ben eder misiniz hepiniz? ben edip de mutlu olmak adına, mutluluk için her şeyi yapmayı/yapabilmeyi göze alabilir misiniz?

    kaçınız, hiç bilmediği bir şehire gidip de o şehirde kayboldu tek başına? ya da sevdiği insanla? kaçınız bir ilişkiyi strateji oyununa çevirmeyip de, karşı tarafın tepkisini merak etmeden, karşıdan bir şey beklemeden elinden gelen her şeyi yaptı?
    kimsiniz siz? ey insanlık! kimsiniz siz? benim vahiylerim bunlar. biliyorum. deli saçması gibi geliyor size. ama tanrı'm yok.
    kendi vahiylerim bunlar. hiçbir yazarın, hiçbir kutsal kitabın etkisinde kalmadan, beynimi paralayıp da ortaya koyduğum düşüncelerim.

    ölümü ruhumda hissettiğim gün öldüm ben. ve kendimi hayata gömdüm. işte o günden beridir tohum bırakıyorum evrene. işte o sabahtan beri canım acıyor.
    yüzlerinize bakıyorum sokaklarda. istemediğiniz işlere giderken, yüzlerinizi görüyorum belediye otobüslerinde. sevmediğiniz insanların boktan anılarına gülerken siz, benim midem bulanıyor. hemen lavaboya koşuyorum. kusmalarım sizin eseriniz. varlığımın bu boyuta gelmesi sizin eseriniz.

    biliyorum. şimdi bir kaçınız bu yazdıklarıma doğru diyecek. hak verecek bana. ama herkes bildiği hayatı yaşamaya devam edecek. oysa...
    oysası da yok aslında. vazgeçtim her birinizin insan olabilme ihtimalinden. hala neden sizlerle aynı havayı soluyorum. açıkçası onu da bilmiyorum. iç organları alınmış bir süs hayvanı olarak hayal edin beni. isterseniz çöpe atın. isterseniz salon duvarınıza asın.
    4 ...
  28. tüm canlıları öldürüp tanrıyla başbaşa kalmak

    1.
  29. ah bir yapabilsem.

    sadece insanları değil. hayvanları değil. sadece bitkileri değil. bakterilere varana kadar. evrende varolan her şeyi öldürüp de sadece tanrı'yla başbaşa kalmak.
    o zaman gözükür mü acaba bana? o zaman mutluluk denen şeyin bi gramını lütfeder mi o koca götlü bunak? haketmeyen milyarlarca yavşağa sunduğu, sunduğunu sandığı huzurun bi gramını sunar mı bana?

    ve cevap verme lütfunda bulunur mu? "sor" der mi bana? "şimdiye kadar merak ettiğin her şeyi sor. mideni ve kalbini rahatsız eden her şeyi."

    tüm canlılar öldürülmüş olduğu için de o leş kokusundan rahatsız olur mu? tıkamaya çalışır mı burnunu? eğer ki o pis kokudan rahatsız olup da burnunu tıkamaya çalışırsa sert bir tokat atarım tanrı'nın yüzüne. somut tokat olmaz bu. soyut olur. kulağının dibinde bağırırım;

    "yıllardır, beş milyon yıldır bu leşin kokusuna alışık olan sen illa benim tüm canlıları öldürmemi mi bekledin? oysa ne çok beklemiştim seni. senin herkesi ve her şeyi öldürmeni. hatanı anlayıp da zararın yarısından dönmeni. ne çok beklemiştim senin olan bir şeyi. beklemiştim, gelsin diyordum sessizce. hiçbir şeyin ve hiç kimsenin gelmeyeceğini hissettiğimde ben gittim bu kez. dünyanın neden bu kadar büyük, insan denen canlının ise neden bu kadar küçük olduğunu hissettiğim için gittim.

    evimi terkettim. okuduğum okullardan aldığım diplomaları yaktım. tüm kutsal mekanlara kustum. senin olan her şeyi hiçe çevirdim. gel ki sen ateistsin. anlamazsın bunu. anlayamazsın. senin tanrı'n yok.
    kendimi bitiremedim ama. yetenklerimi ve zihnimi yok etmek için, kendimi kendi düşüncelerime gömmek için çabaladım. kan kustum. duvarlara tutunarak yürüdüm. insanlık, dedim çoğu kez. ölüyorum ben. lütfen yardım edin bana.
    genç bir kıza gittim. sana aşık oldum dedim. güldü. biliyorum. bu bir soru cümlesi değildi. yine de kendimce bekledim. ki benim tek hatam beklemek oldu ey koca götlü bunak. anlıyor musun beni? ben hep bekledim. çocukluk yıllarımda beklediğim babamdı. annemi, beni ve kız kardeşimi terkedip giden babam. et yığını olan o adam!
    babam sendin. babam; tanrı'mdı. senin somut halin terketti bizi. başladı hayal kırıklığım. sonra bir kız bekledim. genç bir kız. söyleyemediğim cümleleri anlasın diye. gözlerime bakıp, "evet. sen osun" diyebilecek bir kız.

    olmadı. en nihayetinde seni bekledim. seni ve senin mucizeni. o da olmadı. o kadar meşguldün ki sen. o kadar yoğundun ki be!
    bir tarafta tecavüzler, yalanlar, aldatmalar... gökyüzünde sen. o kadar boktan bir film dönüyordu ki yeryüzünde sen bundan sadistçe keyif alıyordun.
    hayat; hardcore bir porno filmdi, ey koca götlü bunak! sen ise tahtında oturup da mastürbasyon yapıyordun.

    bana denk geldiğinde ereksiyonun bitti. tahrik olamadın benim yaşantımla. sen ne dediysen ben tersini yaptım. yanlıştı çalışma stilin. metodun leş gibiydi. anlamadın beni. ben sen anladım. ama sen beni anlamadın. o yüzden tüm canlıları öldürdüm. o yüzden de yalnız kaldım. o yüzden de aslında seni de öldürdüm. şimdi bir sen varsın. bir de ben. ben kendimi de öldürerek seni öldürüyorum.

    hoşça kal.
    4 ...
  30. tanrı ve insan arasındaki ilişki

    1.
  31. yaratılışın temeline tanrı'yı yerleştirdiğimizde gerçekleşen durum. bir çok insan için tanrı; aidiyet hissidir. geceleri kendilerini dinleyen bir varlık tanrı. kimileri için de zor durumda kendilerine ruhsal yardımda bulunan sonsuz bir enerji.

    peki ya benim için tanrı?

    koca bir hayal kırıklığı!

    sınırlı aklımla sınırsızı anlama derdinde değilim. ve asla bir gün küfrettiğim şeylere benzemeyeceğim. o gün gelirse eğer, o günün geleceğini ruhumda hissedersem son veriririm varlığıma.
    kulak zarıma yerleştirdiğim gibi glock'u tetiğe asılırım.
    ne bu tarafta bıraktıklarım umrumda olur ne de beni öbür tarafta bekleyenler. her iki tarafta da kendimi ifade edebilecek çok cümlem var.

    yeter ki anlamak isteyin beni. yeter ki bir kereliğine tanrı anlamak istesin beni. bir kereliğine seviyeme çıksın. ve desin ki; "basit bir insandaki insani hırsların hepsi bende." ve sonra eklesin. kabul etsin şu gerçeği;
    "evreni ve insanları yaratmakla hata ettim. deney kapsülü elimde patladı. big bang!"

    tanrı, yüksek sesle bağırsın;

    "şu muhteşem varoluştaki tek hatam; insanlar!"

    işte o vakit sonsuza kadar secde edeyim kendisine. ağlama duvarı olmaksızın ağlayayım karşısında. aramızda dini görevli olmadan tüm günahlarımı ifade edeyim. cezamı tanrı değil. ben belirleyeyim. "cehennem" diyeyim sessizce. "ne taraftaysa söyleyin."

    peki ya tanrı'nın insana bakış açısı? ya da tanrı artık bakabiliyor mu insanlara? insanların leş gibi kokması tanrı'yı rahatsız etmiyor mu?
    nerdesiniz lan yedi milyarınız? yedi milyar ucube. nerdesiniz? kalplerini kırdıklarınızla ne zaman yüzleşeceksiniz? haklarını yediklerinizle nasıl hesaplaşacaksınız? sizi karşılıksız sevenlere ettiğiniz ihanetleri nasıl tutarlı göstereceksiniz?

    yedi milyarınız çeyrek insan etmez lan sizin. defolusunuz hepiniz. defolun.
    2 ...
  32. tanrinin yarattigi en iyi varligin insan olmasi

    1.
  33. dün gece bir tanıdık bayanın evindeyim. kendimizce sohbet ediyoruz. televizyon yok. internet yok. bir teras katında, çok sevimli bir evde çaylarımızdan yudumlar çekip sohbet ediyoruz. okumaktan bahsediyoruz. düşünmekten. daha doğrusu insanların artık düşünmemesinden. birbirimizi etkileme derdinde olmadığımız için de gayet rahatız. kendimizi kastığımız yok. bi ara bayan arkadaşın telefonu çalıyor. ve kendisi konuşmaya başlıyor. konuştuğu kişi bir erkek. belli.

    terasa çıkmak istiyorum. el işareti ile dur diyor kendisi. konuştukça konuşuyor. bir erkek arkadaşı hafta sonu için yaşadığı şehire gelecekmiş. ve tüm hafta sonunu beraber geçireceklermiş. bir şekilde çocuk gelmemiş/gelememiş. bizimkisi başlıyor kendince verip veriştirmeye. çocuğa, yerine göre hakaret ediyor. yerine göre ise iltifatta bulunuyor. yaklaşık yarım saatlik bir konuşma sonrasında göz göze geliyoruz hanım kızımızla. suskunluğumu anlıyor.

    bazı insanların suskunluğu asalettendir, bazılarının ki ise yalancı olduklarından.

    asil miyim, yalancı mıyım bilemiyorum ama.

    kendisi benden bir cümle beklerken, gecenin o anında yapıştırıyorum cümlemi. "sen de kadın müsveddesisin" diyorum. afallıyor bu. bir anlık irkilmeden sonra "nasıl?" diyor. en azından merak ediyor bu tepkimin nedenini.

    "sen bu çocuktan hoşlanıyor musun?" diyorum. "bu çocuğa karşı bir şeyler hissediyor musun?"
    hiç sektirmeden "evet" diyor. ben de hiç sektirmeden karşılık veriyorum; "yalan söylüyorsun."

    bir anda ortam geriliyor. neredeyse birbirimizi boğazlayacağız. "bak" diyorum sakince. "sevdiğinden bahsediyorsun, saygı duyduğundan, o insana karşı güzel şeyler hissettiğinden. ama iş icraata geldiği an, iş eyleme dökmeye geldiği an bin yıldır uygulanan klişelerle hareket ediyorsun. bin yıldır söylenen bahanelerin ardına saklanıyorsun. hala ve hala bu huyunu erdem olarak görüyorsun. hatanı kabul etmediğin gibi bir de üste çıkmanın derdindesin..."

    bir anda lafımı kesip sesini yükseltiyor.

    "ama bu benim yanıma ilk gelmek istediğinde ben gelme dedim. şimdi de ben gel diyorum. kendisi bir şeyleri bahane gösterip gelmiyor."

    ikilinin ayrı ayrı şehirlerde yaşadıkları malum. vay be diyorum sessizce. ben yıllarca don kişotluk yapmışım. fakat insanların derdine bak. ben, 28 yılımı piç etmişim orospu yürekler uğruna. insanlara bak. insanlara bak ve insan olup olmadıklarına karar ver.

    çayımı tazelemesini rica ediyorum arkadaştan. gece saat 3 gibi. eve gitmem lazım. canım sıkılıyor. bakıyorum ki kadın müsveddeleri her yerde. erkek müsveddeleri her yerde. insanlık, insan olmaktan çıkmış. insanlık müsvedde olarak çöpe atılmayı bekliyor.
    insanlık, tanrı'nın insan eskizi. "daha iyisini yapabilirdi tanrı" diyorum sessizce. arkadaş mutfaktan soruyor;

    "neyin daha iyisini?"

    "insanın" diyorum. "tanrı bizi daha iyi yaratabilirdi. baksana ne kadar hırs var içerimizde. baksana kendine. baksana sevdiğin erkeğe. hep bir rövanş alma derdindeyiz insanlık olarak. hep bir mücadele."

    karşılık vermiyor. çaylarımızı içip de karanlığı dinliyoruz. epey bir müddet sonra "uykum geldi" diyor arkadaşım. evde tek yatak var. ve kendisi hasta. aşırı derecede karnı ağrıyıp midesi bulanıyor. kendisini öylece bırakıp gitmek de istemiyorum.

    "buyur geç yatağına" diyorum. gülümsüyor. "peki ya sen?" diyor. "ben koltukta uyurum" diyorum. kıvrılıyorum koltuğa. masa lambasını kafamın üzerinde bir yerlere monte ediyorum.
    bayan arkadaş da uyumak için yatağına geçiyor. "iyi geceler" diyor. "sana da iyi geceler ve güzel düşler" diyorum. battaniyeyi dizlerime alıp da kucağımdaki kitabı açtığımda şu cümleler karşıma çıkıyor;

    "alimler ne derse desin, yalnızca bir günah vardır evrende. tek bir günah. o da hırsızlıktır. onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir... bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. hile yaptığın zaman, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı, çalmış olursun. çalmaktan daha kötü bir suç yoktur. yukarıda bir yerde bir tanrı varsa umarım benim vasat günahlarımdan çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur."

    kitabı göğsüme bastırıp, deliksiz bir uyku çekiyorum.
    5 ...
  34. para karşılığı cinsel ilişkiye girmek

    1.
  35. sadece cinsellikle yeterli olsa iyi, para karşılığı dinsel ilişkiye de giriliyordu bir zamanlar. ortaçağ karanlığıydı. keşke o zamanlar yaşasaydım. keşke o zamanlar yaşayıp da cenneti toptan alsaydım. tüm insanlık cehenneme gitseydi. ben de cennetteki hurilere tecavüz edip allak bullak etseydim tanrı'nın planlarını. bozsaydım, tanrı'nın tanrılık oyununu. hem tanrı dediğin ne? etobur ve koca bir bunak değil mi ki?

    insanların aidiyet hissi yarattı tanrı'yı. ama ben artık ait değilim hiçbir yere ve hiçbir şeye. hiçbir şeye de inanmıyorum. ama asilim. asaletimden asla taviz vermem. asla hem de!

    pis giyinmenin ve bakımsızlığın farklılık olarak algılandığı bir zaman diliminde yapılması gereken her şeyi yaparım. ama siyasetle ilgilenmem. insan eli değmiş ve insanların yorumladığı hiçbir kavram umrumda olmaz.

    aşki, sevgi, saygı, sadakat... tüm bu kavramlar uyumazdan önce yetişkinlere anlatılan masalllara dönüştü. kül kedisi benim. ve saat 12'yi geçeli çok oldu. o yüzden de hiçbir şeye ve hiçbirinize inanmıyorum. üstüne basa basa bağırıyorum. leşsiniz siz. hepiniz. yedi milyarınız.

    sizler ki bu durumun aksini ıspatlayana kadar da bu doğrumdan asla vazgeçmeyeceğim. ne uğruna savaşabileceğiniz bir değeriniz var, ne de uğrunda gerekirse ölebileceğiniz bir inancınız.

    sizler gösteriş budalası sürüsünüz. sizler, cinsel ilişkilerini bile para karşılığı yapan koca koca penis, gepgeniş vajinalarsınız. başka da bir şey değil!
    6 ...
  36. kendine hiç dokunmamış kadın

    1.
  37. kendi sınırlarına hapsolmuş, şehveti ve arzulamayı-arzulanmayı günah sayan, şehveti ve arzulamayı-arzulanmayı ayıp sanan bir kadın hayal edin. ömrü sevgi ve sadakat ekseninde dönen fakat bir kereliğine kendi sınırlarını bile aşamayan bir kadın. ve o kadının sevgiden bahsetmesi. saygıdan bahsetmesi. tüm bu kavramlar hakkında ahkam kesmesi.

    sorarım kendisine;

    "ey göt, neredeydin bunca yıl? birileri bir gram sevgi uğruna tanrıyı inkar ederken sen nereledeydin? bu hayata ne verdin de karşılığını alamadın? kaç kere sevişirken seviştiğin erkeğin kulağına ağıza alınmayacak sözler söyledin? kaç kere seviştikten sonra bir erkeğin göğsünde çırılçıplak uyudun da gelmiş burada sevgiden bahsedersin? bir erkeğin, bir kadının kasıklarında ağlaması sana irrite edici gelir? kaç erkeği her anlamda tatmin ettin de o erkek de senin kasıklarında ağlayıp da teşekkür etti sana?"

    cevap verin lan bana. alayınız toplansın ve bana cevap verin. kendini kadın sana herkes. hepiniz. cevip verin bana. ne accountlarınız umrumda. ne de bu sanal cennette oynadığınız evcilik oyunları.
    hiçbiriniz de umrumda değilsiniz. ne birinizi tanımak istiyorum. ne birinizle dost olmak. ne de birinizle arkadaşlık yapmak.

    sizler ki hala ortaçağ karanlığına hapsolmuş sürüsünüz. sizden ne bekleyebilirim ki. sizler ki kendilerine dokunmaktan korkan cesaretsiz asalaklarsınız!

    yine de vereceğiniz bir cevap varsa verin. hatta isterseniz o cevabı satın. alacak param var.
    6 ...
  38. bir kadinla cinsel munasebet sonrasi uyumak

    1.
  39. dikkat edin, sevişmek demiyorum. evren üzerinde sevişilecek tek bir canlı gösterin bana. cinsiyetim erkek. evren üzerinde sevişilecek ve sevişildikten sonra sarılıp da uyunulacak tek bir dişi gösterin bana. gösterin ki ben de inanayım kendisine.
    ben ki somut olarak göremediğim tanrı'dan vazgeçtim. ben ki somut olarak hissedemediğim ruhumdan vazgeçtim defalarca. kendimi astım. bileklerimi kestim. şakağıma namluyu dayadım.

    bana bir somut kanıt ey insanlık! insan olduğunu varsayan budalalar sürüsü. leşsiniz hepiniz. tüm toplum. yedi milyarınız. ellerimi ağızlarınıza geçirip de her birinizin ağzını paramparça etmek isterdim.
    bir zamanlar öfkemin odak noktası tanrı'ydı. sonra bir gece tanrı'yı gördüm rüyamda. evdeki en değerli bibloyu kıran bir çocuk gibiydi. ya da bakkala ekmek almak için gönderilip, cebindeki parayı düşüren bir çocuk.

    kafasını eğdi. ne soracağımı bildiği için cevap verdi;

    "üzgünüm. benim tahminimin çok dışına çıktı insanların insansızlıkları!"

    tanrı'nın leşisiniz hepiniz. öldü tanrı. sayenizde öldü ama. çünkü sizler kutsallıkları yok ettiniz. seviştiklten sonra birbirinize sırtlarınızı dönüp de uyudunuz. çünkü sizler, sevişme(k) duygusunu sikişme(k) eylemine çevirdiniz.

    sizler çürüttünüz. benden başladınız işe. leş gibiyim. kalbim leş gibi kokuyor. ruhum leş gibi kokuyor. varlığım leş gibi. yazdıklarım leş gibi. gittiğim ve gördüğüm her ortam leş gibi. en ulu ve en kutsallarınız leş gibi.
    sizler leşsiniz. ve işin daha vahim tarafı şu; leş yiyici olanlar da sizlersiniz.

    hadi yesenize beni. yok etsenize. sizler ki hazım sorunu yaşamayan bakterilersiniz. linç edin lan beni.

    gücün yeterse yok edin beni. alayınız ytl hesabıyla 50 ykr etmez.
    6 ...
  40. yuz seklini bozmadan aglayabilme yetenegi

    1.
  41. her zaman ve her şartta kendi asaletini kaybetmeyen kişilere hayran olmuşumdur. örneğin, kurşuna dizilen bir devrimcinin af dilmemesi. ve vazgeçmemesi inandığı şeylerden.
    ya da dinini değiştirmesi için kızgın kumlarda sürüklenen bir arapın inancından taviz vermemesi. ya da...

    hep imrenmişimdir kendilerine. ve hayal etmişimdir. o insanların canları yanarken, kendilerine işkence yapılırken ağladıklarını.
    ama öyle salya sümük değil. bağıra bağıra değil. yüz şekillerini bozmadan. bir inci tanesi göz pınarlarından çıkıp da yanaklarından süzülüp toprağa karışırcasına. kimseyi haberdar etmeden. sağ gözden akan yaşı sol göz görmeden gerçekleşen bir duygu boşalımı.

    artık o kadar zor ki yüz şeklini bozmadan ağlayan bir insana denk gelmek. rastlaşmak. herkes acılarını birbiriyle yarıştırır oldu. herkes gerçek özgürlüğü olan yalnızlıktan şikayetçi olur oldu. herkes etobur oldu. insan eti bağımlısı..

    oysa şimdi? peki ya şimdi? insanlık; anlamsız ve manasız bir yarış içerisinde. incinmek ve incitmek erdem sayılıyor. ve her ortamda dışarı salınıyor kişiye özel ve kişiye özerk olması gerekenler.

    tüm bu saçma-sapan varoluş silsilesinde ben kendimi yerleştirebileceğim bir şey arıyorum. dinsel bir inanış. sofistike bir inanış.
    söz veriyorum her birinize. yedi milyarınıza. ellerimden ve ayaklarımdan zincirlerle bağlayıp da aynı anda bedenimi bölseniz de ağlamayacağım. ağlasam bile yüzümün şeklini bozmayacağım.

    toprağın, suyun, güneşin ve ateşin üzerine yemin ederim. içniz rahat olsun.
    4 ...
  42. iki ucu boklu ask

    1.
  43. ne kadınlar tanıdım zaten yoktular diyen şair müsveddesi kimdi harbiden? birisi bulup da koysun önüme. ölüyse mezarından çıkarsın. diriyse de getirsin karşıma. bağırarak tecavüz edeyim kendisine.
    ne kadınlar sevmiş de, zaten yokmuşlar.

    laynnnnnnn diye bağırırım ben her daim. çığlıklarım içimde müebbet hapse mahkumdur. hiçbiriniz duyamazsınız. ömrünü bir şeyler uğrunda heba edip de geriye dönüp baktığı an, ömrünü heba ettiği şeyin koskoca bir çirkeflik ve yalan olduğu gören bir kişiyim ben.
    o yüzden de inandıklarım, inanamadıklarımın mirasıdır. biliyorum, acı kader olamaz. ve yine biliyorum, her an her salise birileri tecavüze uğruyor. ihanete. yalanla kanmdırılıyor... her an ve her salise bir şeyler heba ediliyor.

    ve aşk! o kutsal duygu. filmlerde, şarkılarda, romanlarda anlatılan. yere göğe sığdırılamayan aşk! ey aşk. heyt aşk! çek kılıcını. ben burdayım. karşında. en iyi hamleni yap!
    tutamıyorum seni. iki ucu boklu bir değneksin zira sen. hissedebiliyorum seni. ama hangi ölümlünün bedenine koymaya çalışıyorsam seni, senden iğrenmem ve vazgeçmem bir saniyeye sığıyor.

    yıllar önce yaşlı bir dostum sormuştu bana. bir sabah, aynı bankta uyandığımızda. gözlerimizi ovmadan; "sevgi" demişti. "inanır mısın sevgiye?"

    hiç beklemeden cevap vermiştim ben de:

    "sevgiden ve aşktan nefret etmek için bir insana hissettiklerini söylediğinde takındığı tavır bile her şeyden nefret etmeyee yeterliyken nasıl inanayım ben sevgiye? hem bilmiyorsun ama ilk sevdiğim kızın ismi sevgi'ydi. inanmıştım ona. hem de hiçbir şeye inanmadığım kadar. ona inandığım kadar tanrı'ya inansaydım şimdi şu bankta değil de cennettte olurdum."

    susmuştuk. sadece aşk değil. tüm kavramlar ve olgular iki ucu boklu bir değneğe döçnüşmüştü. o yüzden de hayatı yaşamaya karar vermiştik. en ortasından yaklamaya çalışıp da. kimseyi incitmeden. sevmeden. sevilmeden. insanlara kanmadan. yalnız kalma adına.
    ama biliyorduk. insanlık yalnız olmamıza bile izin vermeyecekti. aşık olacaktılar bize. arkadaş olacaktılar. dost...

    insanlık, gerçek özgürlüğümüzü gururuna ve onuruna yediremeyecekti. oysa biz her şeyi yiyebiliyorduk artık. hazmedemeyeceğimiz hiçbir şey yoktu. hayatı çğnemeden yutuyordum. 17 yaşımda. her şeyin karşısında olduğum o yıllarda. her şeyin sonsuz olduğunu sandığım o soğuk gecelerde. çiğnemeden yutuyordum her şeyi. ve kusuyordum karanlık bir gecede. bir sokağa.

    sokak köpekleri yiyordu içerimden çıkan her şeyi. aşkı da ayaz bir kış gecesinde adını hatırlayamadığım bir sokağa kustum. kalbimle birlikte. kendisini kim yedi bilmiyorum.
    2 ...
  44. yalniz ve mutsuz bir kadinin asaleti

    1.
  45. hep bir kadın tablosu hayal ederim zihnimde. her hangi bir kadını, her hangi bir kalıba sokmaksızın. içimden geldiği gibi.
    onların mutsuz olmasını istemeden. ama bilirim ki istemekle olmuyor hiçbir şey. hatta istemek başarmanın yarısı derler ya, yalan!
    istemek; hayal kırıklığına uğramanın ilk etabıdır. o yüzden mutsuz ve yalnız bir hemcins hayal ederim. benimle hemcins değil. doğayla hemcins. tabiatla hemcins. evrenle hemcins.

    baksanıza çevrenize. baksanıza topluma. bu kadar acıyı rahmi olmayan bir varlık doğurabilir mi? o yüzden de tabiat dişidir. sırf bu kadar acıyı doğurup, bi bu kadarına da gebe olduğu için.

    bir gün, bir kitap bulmuştum lunaparkta. balerinin eteğinde. bir gece yarısı. lunapark kapanmak üzereyken. ve ben kendi içsel acılarımı somut acılarla yer değiştirmeye çaşlışırken. sadece bir kitap. harflerin ve kelimelerin anlamlı-anlamsız kombinasyonlarından oluşan bir kitap.
    içerisinde bir gül vardı. kurutulmuş ve özenle yerleştirilmiş bir gül. kitabın ortasındaydı. o gece balerin döndükçe ağladığımı bilirim. o kitabı göğsüme bastırıp da dakikalarca ağlamak. insanlar zevk çığlığı atarken, gürültüye getirip de ağlamak.

    işte o gece başlamıştı bir kadının yalnızken ve mutsuzken asaletini korumasının ne kadar zor olduğunun ıspatı. aslında bir kadından ziyade bir insanın yalnızken ve mutsuzken asaletinin tecavüze uğraması gerekiyordu o gece.
    gittiğim en yakın meyhanede oturdum en dibe. sırtımı döndüm insanlara. bi duble rakı söyledim. biraz badem. az bir şey de yoğurt ve kavun. bir sigara yakıp da rakımdan ilk yudumu çektiğimde bir el hissettim sağ omuzumda. okumak için ilk sayfasını açtığım kitabı kapayıp bıraktım masaya.
    yüzümü arkaya çevirdiğimde masumiyetini onlarca boyayla kamufle etmeye çalışan bir melek gördüm.
    yalnızken ve mutsuzken asaletini kaybetmeyen bir melek. gülümsedi bana. gülümsedim. karşıma geçip oturdu. "merhaba" dedi. sesi geceyi incitmeyecek kadar naifti. kelimeler, dudaklarını yalayıp da dışarı çıkıyordu. sol yanağında bir çukur vardı. gülümsediğinde ortaya çıkan bir çukur.

    "işte!!!" diye bağırdım içimden. "öldüğümde gömüleceğim yer burası işte." heyecanlandığımı hissettmiş olacak ki sol elimi tutup, sağ bacağına götürdü masanın altından. çektim elimi. istediğim et değildi. en lezzzetli ve en yağsız etin kilosu kasaplarda 12 milyondu o zamanlar. ve ben vejeteryandım. insan eti bağımlılığım, izlemekle sınırlıydı.
    kafamı eğdim. garson çocuk gelip karşımdaki periye vişne-votka verdiğinde ben de biliyordum ki o kadehte votka yoktu. vişne suyuydu içtiği. vişne suyuyla sarhoş olacaktı o gece. ama bilmiyordu. benim rakı kadehimdeki de rakı değil suydu.
    ben de su ile sarhoş olacaktım. oysa gerek yoktu içkilere. hayatla sarhoş olabilirdik. ama nerde o hoşgörü? nerede o müsamaha?

    bir kadın hayal edin. sabahın ilerleyen saatlerinde günlük gazetelerini almış, bir çay bahçesinde, ya da bir sahil kasabasında kahvesinden yudumlar çekiyor. arada bir sigarasının dumanını gökyüzüne gönderirken ozon tabakasındaki deliğin büyümesine katkı sağlıyor.
    saçları uçuşuyor hafifçe. rüzgar, pileli eteğini aralamaya çalıştıkça, o peri, o kutsal varlık eliyle düzeltiyor eteğini. karşı geliyor doğaya.

    göreniniz oldu mu böyle bir kadın? ben görmedim. göreceğimi de sanmıyorum.

    sonrasında bir gürültü ile aynı noktaya baktığımızda iki kişinin birbirinie bağırdını gördük. iki koca adam birbirine ana-avrat düz gidiyorlardı. olayın nedeni aşktı. olayın nedeni; vişne suyuyla sarhoş olma yetisine ulaşabilmiş bir bedenin paylaşılamamasıydı. olayın nedeni, kemiksiz 40 kilogram gelebilecek, kemiğiyle birlikte yaklaşık 60 kilogram gelebilecek bir bedendi.
    ruhu yoktu. ruhunu ilk cinsel ilişkisizliğinde kaybetmişti. aşk adı altında bekaretini bir insan müsveddesine sunduğunda bilmezdi ki insanlarla hayvanların tek ortak özelliğinin çiğ süt emmiş olması.

    kalktım oturduğum yerden. omuzumdaki el tutmaya çalışıyordu beni. kavga eden ikilinin arasında yavaşça sıyrıldım. insanlar bana bakmıyorlardı. peri peşimden geliyordu. gördüğüm ilk garsonun mendil cebine yüklü bir miktar para sıkıştırıp kendimi dışarı attığımda hayat denen varoluş sisteminde mantık aramanın ve bu mantık arama esnasında mantıksızlığı bulmanın sorunuyla karşılaştığım o geceyi hatırladım.
    yatmadan önce annemin başucuma koyduğu ballı sütü içip de evi terkettiğim o günü. hayatı renkli ekrandan izlemek yerine yaşamak istediğim o geceyi. ve sonrasında ruhumu kaybedişimi. insanların yalnızken ve mutsuzken asaletlerini kaybedişlerine bin kez tanıklık edişimi.

    ben hep hatırladım. unutmadığım tüm siluetler hayalet olup da rüyalarımı işgal etti. ve ben toprakları işgal edilmiş, kendi ülkesinde bir parya olarak yaşadım hayatı. yalnızken ve mutsuzken asaletimi kaybetmemek adına.
    6 ...
  46. mutluluğu başkalarına bağlı sanan insan

    1.
  47. ömrüm, çile çeken keşişlerin ömrüyle bedel. ve yaşım yirmi sekiz. geçmişle bugün arasında sıkılıp kalmış bir ruh benimkisi. biraz öfkeli. biraz somurtkan. biraz masum. biraz cesur. biraz da insan..

    nasıl ki her şeyi bir sancıyla başladıysa tanrı da evreni varederken büyük sancılar çekti. eminim bundan. nasıl ki, her hareketimizden sonra neler olacağını bilmediğimiz için binlerce olasılıkla yaşıyorsak hayatı ve düşündüklerimizin bir çoğunu yapamıyorsak tanrı da trilyonlarca olasılıklardan bunu başardı. bu varoluşu varedebildi.
    istediği an olduracak olan ancak bu kadar oldurabildi. ötesi yok.

    limit biziz. limit benim. ben her şeyi kendimden bilirim. ama kendimi bilmem. kimliğimi yakalı çok oldu. hiçbir resmi kurumla tek bi alakam yok.
    mutlu olmak adına denemediğim kalmadı. banklarda yattım. pezevenklerle arkadaş oldum. dinci takıldım. camiye, kiliseye, havraya gidip de saatlerce dua ettim. ağladım. bağırdım.
    bir gece kovuldum ilahi mekanlardan. bir cuma namazı sonrası, kucağımda onlarca ayakkabı ile linç edilmek istendim, dinin temeli hoşgörüye dayalı olan insancıklar tarafından.

    insanların inançları ve o inançlarından vazgeçme bedeli bir çift kösele yayakkabı ile eş değerdi. bu yüzden de sordum. en hassas noktalardandı sorularım; "dinini kaç liraya değiştirirsin?" ya da "kendi cinsiyetinden bi insanla kaç liraya sevişirsin?"

    herkesin bir bedeli vardı. bunu kendimce ıspat ettim. bir çocuğunun karşılığını verip seviştim. orgazlarım kulak tırmaladığında bir kadın hayal ettim.
    gazete bayisinden bir kaç gazete alıp da bir çay bahçesinde kahvesini yudumlayıp, gazetelere göz atan, arada bir de sigarasından uzun soluklar çeken bir kadın. rüzgarın saçlarını uçuşturduğu bir melek.

    ömrüm; bu ütopik canlıyı aramakla geçti. yoktu böyle birisi. toplum, böyle bir varlığın varolmasına izin vermiyordu. bu yüzden de vazgeçtim aramaktan. bir zamanlar kollarımı açarak yürürken, şimdi ellerim ceplerimde.
    biliyorum; mutluluğun arifesi yok. biliyorum; mutluluk yok. biliyorum; bazı şeylerin adı var sadece. ama kendisi yok.
    aşk gibi. sevgi gibi. huzur. ve tanrı gibi!

    biliyorum. ve ben biliyorum dedikçe öğrenebileceğim her şeyi bilinçli olarak öldürüyorum. yalnızken asla ve asla mutlu olamayan ruhum, bir başka bedendeki mutluluğun sancılarını çekerken, yine biliyorum ben.
    yalnızken mutlu olamayan başka bir bedenle mutlu olunmaz ki.

    işte bu sırada vazgeçiyorum. aşktan. sevgiden. saygıdan. ve tanrı'dan!

    ve bildiği tek şey hiçbir şey bilmediği olan o bunağa tecavüz etmek istiyorum.
    9 ...
  48. tanrının sıkıntıdan patlamış mısır olması

    1.
  49. biliyorum. tanrı popcorn değil. ama hayat porn movie. ondan eminim. neyse, konumuza geçelim. can sıkıntısının ne menem bi bok olduğunu insan denen her canlı çok iyi biliyor tabii.
    hatta bazen bu durum o kadar iç karartıcı bir duruma geliyor ki, insan varlığının dünyasal boyutundaki ekranına bilinçli olarak "the end" yazıp seyircilere siktir çekiyor.
    amacı yeni bi varoluş silsilesinde vücut bulmak. öyle bi varoluş varsa tabi ki.

    uzun lafın kısası. tanrı can sıkıntısından patladı. bir çok bilim adamı ve filozof ise bu duruma big bang dedi.

    yalan!

    kendi içsel sıkıntılarımdan biliyorum. bunun bilimle ya da varoluşla bi alakası yok. tanrı obur bi bakteriydi. koca evreni yutmuştu. yine de doymuyordu. fakat bi müddet sonra pişman oldu. kendi varlığının pişmanlığıydı bu. o kadar çok düşündü ki, patladı tanrı. gümmmmm.

    sonrasında bizler varolduk. dünya varoldu. evren varoldu.

    insanlar, insan olduklarını iddaa edip de evlerde yaşadılar. işlere gittiler. dünya döndü. tanrı ise şaştı kaldı. izlediği ve sonunu bildiği film boktanlaşmaya başladı.

    tanrı hatasını anladı aslında. ama kendi egosu yüzünden vazgeçemedi oynadığı yaratıcılık oyunundan. yine koca bir gümmmm.

    tanrı, hesap vereceği kendi tanrısı olmadığı için de ne adil olabildi. ne de asil. o yüzden de hiç kimsenin ne adil olmasını beklerim. ne de asil.

    çünkü; ben tanrı gibiyim. o'nun nurundan bir parçayım!
    3 ...
  50. yasasin fasizm

    1.
  51. bir çok faşist bünyenin dillendirmek isteyip de dillendiremediği slogan. ne sağcıyım ne solcu. ne dinciyim ne ateist. hiçbir siyasi ideolojiye güvenmeyip hiçbir siyasi ve dini doktrini sevmiyorum. her biri midemi bulandırırken, en çok midemi bulandıranlar ise sığ ve dar kalıplı olanlar. eğer ki bir gün bir siyasi ideolojim olursa-oluşursa işte o gün bu dünyanın altını üstüne getirmezsem kahpe olayım.

    yine de bu slogana karşı ben de bağırıyorum;

    kahrolsun faşizm!
    4 ...
  52. sosyallesme adi altinda asosyallesen nesil

    1.
  53. gelin elimize vicdanımıza koyalım. cem yılmaz'ın vicdanını varsaydığı yerde değilse tabii vicdanımız. ve bir kereliğine düşünelim bir şeyleri.
    örneğin, kitap okumakla başlayalım. bir insanın günde 2-3 saat kitap okuduğunu varsayalım. o muhteşem ve büyülü dünyadan bu boktan sanal dünyaya inişini resmedelim zihinimizde.

    ya da her gün saatlerce internette takılan bir insan hayal edelim. aşkı da, seksi de, sevgiyi, saygıyı da bu sanal cennette arayan o budalayı hayal edelim. sosyalleşmek adı altında dışarıdaki dünyada neler kaçırmış olduğundan habersiz o canlıyı. ve o canlının hezeyanınını.

    ya da aşırı derecede müzik tutkunu bir insan düşünelim. o insanın elinde avucunda olan her şeyi müziğe yatırışı ve sonrasında farkında olmasa da bir şeyler beklemesi.

    ben size baştan söyleyeyim. bir çok şey gibi aşırı sosyalleşme hevesinin de hiçbir getirisi yok. hatta götürüsü var. ki bu öyle bir götürü ki, dışarıdaki hayat ile bireyin kendi içsel hayatı arasında koca uçurumların oluşması. ve hiçbir şekilde o uçurumlardan diğer tarafa geçilememesi. diğer taraftakilerin de bu tarafa geçememesi.

    modern çağ, ucubeler doğurdu. gerçek ucubeler ama. her şeyi mükemmelleştirmeye çalışmanın ürünü oldu toptan deliren insanlığın durumu. bu durum o kadar can sıkıcı bir hal aldı ki, yaklaşık elli yıldır televizyonun çiğnediği tüm insani değerleri, internet 10 yılda yuttu.
    geriye ne kaldı? hiçbir şey. spor yapmayıp, iddaa oynayan, ya da playstation oynayan , kavga etmeyip sanal oyunlar oynayan, gerçek hayatta varlığı kutsal olup da hayatını sanal cennetlerde harcayan koca bir nesil.

    sosyalleşmek isterken asosyalin allahı olan bir nesil. bu durum kimsenin suçu değil ama. ta ilkokuldan başlayıp da "aman kızım/oğlum insanlar kötü. sakın onlara güvenme" diyen ebeveynlerden başlayıp da bizleri de kapsayan bir kutsallıkları öğütme aşaması bu.

    geriye ne kalacak? koca bir sıfır. bir gün, cinsel kimlik karmaşasına da girecek insanlık. herkes transseksüel olup da allak bullak edecek zihinleri. işte o gün, anlamı kalmayacak bu evrenin. dünyanın. kıyametin bi manası olmayacak.

    tabii bizden önce godoman godoşlar dünyanın ve ekolojik sistemin amına koymaya devam etmezlerse.
    2 ...
  54. ya ben aslinda hayata kiziyorum

    ?.
  55. şu an piyasada dönen recep ivedik'li turkcell reklamlarının sonuncusu. klasik turkcell avantajları demeci ile başlıyor. fakat açıkçası bu avantajların yanında turkcell'in çok boktan durumları da var. örneğin; siz kampüscelliyseniz babanızı aradığınızda dakika başı en aşağı 5 kontörünüz gidiyor. şaka gibi ama gerçek bu. ya da bana böyle bir tarife uygulanıyor.

    neyse işte. işin, yani bu reklamın güzel tarafına gecelek olursak, recep'in tavrı gerçekten çok iyi. bedava mesajda dahi kısaltmalar kullanan nesile kızıyor. gerçekten kızıyor ama. şimdi bir kaç aklıevvel diyebilir, kısaltmanın amacı zamandan kazanmak. ama yanlış. bu saçmalığı yıllar önce bir üstad belirtmişti. şöyle demişti; "yürüyen merdivenlerde bile yürüyen insanlar var!"

    recep ivedik'in durumu daha trajik. çünkü, kimse kendisini ciddiye almıyormuş gibi davranıyor. oysa herkes işin ciddiyetinde. recep, millete reklam ayağına ayarları saydırdıktan sonra, titrek bir sesle son noktayı koyuyor.

    "ya ben aslında hayat kızgınım!"

    şimdi sıra bende. recep ivedik'i benim rol modelim yapan ibne kızlar. orospu erkekler. sevdiğine bir mesaj çekerken noktalama işareti kullanmaktan aciz dil yavşakları, binlerce bedava dakikası olup da anne ve babasına aramayan leş yiyiciler, insan olduğum için utanmama vesile olan herkes ve her şey; hepinize koca bir siktir çekiyorum. ruhunuz orospu olmuş da haberiniz yok!
    4 ...
  56. zamanda kırılmalar yaşayan bir ruhun sabiti

    1.
  57. geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalmış ruhun beyni çatlamak üzereyken tek bir ana, insana, hayvana, nesneye, inanç silsilesine takılıp kalamama durumu.
    benim durumum.
    ancak filmlerde ve dizilerde canlı ve kanlı halini görebildiğimiz, gerçek hayatta olması imkansız gibi gözüküp de aslında varolan durum.

    uğruna ölebileceğim bir şey bulamadığım gün asla ve asla intihar etmeyeceğimi hissedip de küfretmiştim tanrı'ya. gün doğmaya yüz tutarken bir sabah. ben pokerde kaybetmiş, yaşlı annemin evine dönerken, ilk hayal kırıklığımın üzerinden üç gün doğumu geçmiş, sokak köpekleri benden korkarken, yaşadığım şehir ve üzerinde taşıdığı her beden uyurken kafamı gökyüzüne dikip de son ses dillendirmiştim;

    "senin tanrı'nın koca götünü sikeyim!"

    duymamıştı beni. ne gelecekte, ne geçmişte takılıp kalabileceğim, her anımsayışımda mutlu olabileceğim, insan olduğum için kerndisine teşekkür edebileceğim bir yaratıcı görememiştim.
    aslında erken bulmuştum ben tanrı'yı. fakat erken kaybetmiştim. tedavim mümkün değildi. gittiğim psikologlar, saçma-sapan sakinleştiriciler yazmışlardı. uyku hapları...
    oysa ben yaşamak istiyordum. o yüzden de uyumuyordum yıllardır. gözlerim kan çanağıydı. ellerim titrek. sesim titrek. ruhum titrek...
    dünya, ayaklarımın altından her an çekilecek bir halı gibiydi. ve ben dönüyordum. başım dönüyordu. dünya dönüyordu.

    bilmiyordu galileo, yuvarlak olan her şeydi. kavramlar. duygular. insanlar... her şey başladığı yere geliyordu. her şey başladığı yere gelmeliydi.
    yoksa bitiyordu. sonsuzluk son buluyordu. tanrı son buluyordu. cennet hayal oluyordu. cehennem ise koca bir ütopya.
    ve ben bir sabit arıyordum. tanrı'yı arıyordum. annemi arıyordum. babamı arıyordum. dişimi arıyordum. eşimi... her telefon yüzüme kapanıyordu.
    tanrının adresi yoktu. kendisini arayabileceğim bir cep numarası yoktu. yüzü yoktu. kulakları yoktu. gözleri yoktu. ağzı yoktu. burnu yoktu. elleri yoktu tanrı'nın. ayakları yoktu... belki de tanrı yoktu!

    bu olasılığın gerçekliği midemi paramparça ettiğinde, bir kış gecesi yoğun bakıma alındım. delirdiğimi sandı herkes. doktorlar, annem. ve et yığını olan babam!
    herkes delirdiğimi sandı. delirmemiştim. sadece tek muhatap olabileceğim varlığın da olmaması ihtimali kan kusmama neden olmuştu.
    kalbimi kusmama neden olmuştu.
    ben kime hesap soracaktım. bu dünyada cehennemi yaşarken, cenneti kimden isteyecektim. bu dünyada canımı acıtanların ağzılarına ellerimi geçirip de tüm bedenleri yırtmak istememin muhatabı kim olacaktı?

    dünya dönüyordu. ben dönüyordum. bir trenle istanbul'dan ankara'ya. annemin evine. bu soğuk şehire. bürokrasinin kendisine tecavüz ettiği bu şahane şehire. belki denizi yoktu. ama acısı çoktu. istanbul gibi fahişeydi bu şehir de. her fahişe gibi sadıktı ama. sevdiği erkeği sırtından bıçaklamıyordu. aşka değer veriyordu. sevgiye değer veriyordu. saygıya değer veriyordu.
    hor kullanmıyordu hiçbir şeyi.

    ama ben hor kullanmaya başlamıştım. her şeyi! bedenimden başlamıştım. sol dirseğimde kurşun izi. sırtımda tanrı'nın yüzü, kalbimin üzerinde ise annemin resminin dövmesi vardı.
    sağ baldırımda ise döner bıçağı yarası. 34 dikiş atılmış bir kesik. saçlarım uzun ve siyahtı. gözlerim ise akları kırmızı, siyahları boz.
    ben dönüyordum bir yaz tatili annemin yanına. bu soğuk şehire. sabitim yoktu. okyanusun ortasında bir dubaydı ruhum. zil zurna sarhoş bir bedendi ruhum. alkolü bırakmıştım oysa. sarhoş olmayı başaramadığım gün hayatımdan çıkarmıştım alkolü.

    "hayat" diyordum gittiğim barlara. meyhanelere. pavyonlara. "hayat" diyordum, barmenlere. barmedlere. garsonlara. bana "bir şey içer misiniz? bir isteğiniz var mı?" diyen herkesten hayat istiyordum. "bir kadeh hayat getir."
    ve sessizce ekliyordum.

    "lütfen sek olsun!"

    sonrasında döndüm. dokuz saatlik bir tren yolculuğu sonrasında. annem sarıldı bana. babam ise her zaman ki gibi gözlerini kaçırdı gözlerimden. küçük kız kardeşim ağladı boynuma sarıldığında. neden böyle olmuştum ben? neden, bir sabit bulamadığım için paramparça olmuştu ruhum? kimdim, ve nerede yaşıyordum?
    cevap yoktu. cevap çoktu. ama dillendirecek güç yoktu.

    mutluluk oyunu oynanan bir akşam yemeği sonrası herkes odasına çekildi. annem geldi yatağıma oturdu. bir sigara çekti benim sigara paketimden. ilk nefesin dumanını boşluğa gönderip ekledi.

    "kansermişim. en fazla 3 ay ömrüm kalmış"

    durdu dünuya. dönen her şey yerinde kaldı. tanrı, hayali kumandasındaki "pause" tuşuna bastı. bir uğuldama hissettim. tiz bir çığlık. ruhumdaki kristal vazo yere düştü. ve her şey paramparça oldu.
    nefes alışverişim düzensizleştiğinde, bir şeyler söyleyecektim ki, annem çıktı odamdan. yine geç kalmıştım. oysa bir cümle aramıştım o boşlukta. hani gidenlere kalması gerektiğini tutarlı gösterebilecek ve kaldıracak o cümlelerden birisi.
    olmadı. bulamadım.

    gitti annem. azgın bir boğa gibi dolandım evin içerisinde. voltalar attım odamda. saatlerce. sabitim yoktu hala. uğruna ölebileceğim bir şey yoktu. çekyatı klaldırıp altındaki urganı aldım. sessiz adımlarla banyoya gittim. uyumaya başlamıştı ev halkı. güneş doğmaya yüz tutmuştu. özenli bir şekilde urganı tavanda bi yerlerde iliştirdim. ayaklarımı destekli bir yere koyup da ilmeği boynuma geçirdim. az klamıştı. tanrı'ya düello teklif edecektim on dakika sonra. tanrı'nın tanrısının götüne küfredecektim yüzüne karşı.

    "bekle" dedim tanrı'ya. "on dakikaya kalmaz yanındayım."

    bıraktım kendimi. nefesim kesilmeye başladı. canım acıyordu. hayatım bir film şeridi gibi gözlerimden geçmiyordu. ben hayattan bir film gibi geçiyordum.
    bacaklarımın arasında sıcaklık hissediyordum. bedenim, içerisindeki tüm pislikleri dışarı atıyordu. ben de ruhumu dışarı atıyordum. tanrı'ya emaneti olan ruhumu fazla hırplamadan iade etmekti amacım.
    boğazım acıyordu. canım yanıyordu. gözlerimden yaşlar geliyordu. ellerim boşlukta bir sabit arıyordu hala. sıcak bir el bulmanın derdindeydi ruhum!

    yoktu ama. hiç varolmamıştı bana uzanacak sıcak ve küçük bir el!

    dünya dönmeye başlamıştı. azrail'i görüyordum. elinde tırpanı yoktu. gülüyordu. anlamıyordum gülüşünün nedenini. ta ki boynumdaki urgan kopup da ben banyonun zeminine çakılana kadar.

    çıkan ses yüzünden banyoya ilk ve tek gelen annem oldu. gördü beni. boynumda urgan, bacaklarımın arası ıslak. gözlerim yaşlı.
    4 ...
  58. bir erkegin omrunu bir kadin icin harcamasi

    1.
  59. sadece filmlerde ve romanlarda olan bir durum gibi gözükse de var böyle insanlar. yıllar önce tanımıştım bir tanesini. evi ilk terkettiğim yıl olan 98'in kış aylarından birisinde.
    bir bodrum katında poker oynarken tanışmıştım kendisiyle. çok üşüdüğüm için paltosunu vermişti bana. kendi paltomun üzerine giymiştim. o gece, o bodrum katına polis baskını olduğu için, apar topar götürülmüştük karakola. nezarette yedi kişiydik. birbirimize bakıyorduk. konuşamasak da anlıyorduk. anladığımızı sanıyorduk.

    güneş doğmaya yüz tuttuğunda uyudu diğer beş kişi. biz kaldık. dışarıda polisler vardı. bizi her şeyden koruyan maaşlı erdem sahipleri.
    salındık dışarı. 2 saat sonra. insanlar işlerine gidiyordu. dosyalarımız ise savcılığa. hakkımızda dava açılmayacağını biliyorduk. onun için de bir çay ocağına gittik. simitlerimizi aldık. iki çay söyledik. güneşi karşımıza aldık. göğsümüze saplansın diye.

    çaylarımızdan birer yudum çekip simitlerimizden birer ısırık aldığımızda ağzını açtı, yaşlı dostum;

    "bir ömür benimkisi. bir kadının uğrunda harcanmış koca bir ömür. altmış yedi yıllık bir ömür. içerisinde bir kez ibadet yok. içerisinde bir kez şükretmek yok. iyilik ve kötülük adına varolan her şey var. kumar oynamak, içki içmek... kimsesiz çocuklara yardım etmek, yaşlılara yardım etmek... her şey var bu koca ömürde. fakat hiçbir zaman değişmeyen tek bir sabit var; aşk!"

    susuyoruz. lokmalarımızı yutup, birer sigara yakıyoruz. ilk nefes boğazımı yakıyor. ikincisi ise nefesimizi açıyor. yaşlı dostum çayından bir udum daha içip devam ediyor;

    "varlığımın veya yokluğumun bir anlamı olmalı mı bilmiyorum ama ben anlamsızlıkları yeğliyorum. sevdim. karşılık beklemeden. sevdiğim kadın benim olsun istemeden. sadece sevdim. o meleğin gölgesi gibi. bi kaç kez açıldım kendisine. açıldım dediysem, öyle ilan ı aşk değil. hafif bi tebessüm. bi kaç iltifat.
    gerisi gelmedi. babası olacak domuz yüzünden başkasıyla evlendi. iki çocuğu oldu. bi oğlan bi kız. beni de evermeye çalıştı anamlar. olmadı. vicdanım el vermedi. kalbimde başka biri varken, yatağımı başkasıyla paylaşmayı onuruma yediremedim. yıllar sonra öldü kocası. meğerse akciğer kanseriymiş. bizim melek kaldı ortada. kocasının parasıyla mutlu-mesut yaşadı. kızı öğretmen oldu. oğlu ise doktor. ben de bu süre zarfında sadece yaşadım. tadıp tadabileceğim her duyguyu tattım. bıçaklandım. ihbar edildim. yoğun bakıma alındım. unuttum. unutuldum. annemi özledim. babama küfrettim... sadece yaşadım. bi kaç kez bilerek o meleğin pazar alışverişi torbalarını taşıdım. galiba tanımadı beni. bir kaç kez de bir parkın bankında oturduk. havaların serinlediğinden bahsettik. bu kışın sert geçeceğinden. ömrüm, o meleğin ömrüne endeksliydi."

    susuyoruz tekrar. aslında söylenecek o kadar çok şey var ki. göğsümü yarsa birisi. o kadar çok çığlık çıkar ki. sabahın o kendine has soğukluğunda titriyorum. yaşlı dostumun gözleri gülüyor. yeni bir çay söyleyip de sigarasını küllükte düzelttiğinde gözlerimin en dibine bakıyor;

    "bir gün tam beni tanıyacak gibi oldu. bilerek değiştirdim yollarımı. buluştuğumuz parka gitmedim. beraber beslediğimiz güvercinleri öksüz bıraktım. bozamamazdım bu büyüyü. tanrı böyle istiyordu. bunu bozamazdım. oysa neler bozmamıştım ki. kendi bedenimden başlayıp, koca evreni alt üst etmiştim. ama bu aşkı bozamıyordum. o yüzden de benle buluşmaya geldiği bir pazar sabahı sarhoş bir orospu çocuğu, sabahın altısında ezmiş meleğimi."

    tiz bir ses duyuyorum o an karşı kaldırımda. genç bir kız çocuğu yüksek bir binanın tepesini gösteriyor. oraya bakıyoruz yaşlı dostumla. başka bir genç, aşağı atlıyor. iki saniyede bedeni çakılıyor kaldırıma.
    seviniyorum masumca. insanlar, uğruna intihar edebilecekleri kutsallıklarına kavuştukları için huzur doluyor kalbime. yaşlı dostuma dönüyorum. o da mutlu. her halinden belli. kendi intiharını altmış yedi yıla sığdırdığı için mutlu. elime dokunuyor hafifçe. bu kez fısıldıyor;

    "islam inancında, öldükten sonra en sık sorulacak soru şuymuş; ömrünü nerede harcadın? ben cevabımı cebimde götüreceğim öbür tarafa. ömrüm; bir meleğin, bir aşkın uğrunda heba oldu. peki ya insanlığın ömrü?"

    kalkıyoruz çay ocağından. birbirimizin sırtına dokunuyoruz kalabalıklaşmaya başlayan caddede. karşı kaldırımdaki cesedi kaldırıyor sağlık ekipleri. arkamı döndüğümde yaşlı dostumu göremiyorum. paltomun yakalarını kaldırıp da hayata karıştığımda, ömrümü heba edeileceğim bir kutsallık arıyorum. ömrümü heba edebileceğim bir kadın...
    12 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük