kaderlerinin çoktan yazıldığına inananlar kaderlerinin hangi türde yazıldığını hiç düşündüler mi? Ya kader dediğimiz tanrının şiirinden başka bir şey değilse ve biz bu şiirin ayrı ayrı mısralarında yaşayıp bir aşkın tasvirinde rol alıyorsak? işte o zaman yaratılış çok anlamlı olurdu.
***
Kıpkırmızı elmayı iştahla ısıran kadın Ademin tuhaf kıpırdanmasından sıkıldığını fark etti;
ne? Ne var?
elmayı görünce canım sıkılıyor!
kendini tutamayıp kadının yemekte olduğu elmadan kafasını çıkartan elma kurdu;
elmanın cennette yasak olup burada serbest olması çok garip değil mi?
Kadın alaycı kurtçuğu elmadan çıkarıp kayanın üstüne bırakırken bir yandan da merakla Ademi süzüyordu.
sadece bu saçma meyve yüzünden Havvadan ayrıldığımın hatırlatılması canımı sıkıyor.
Birden çıkagelen bu cennet canlısının düşüncesiz sözlerinin kadını üzmesine katlanamayan kurtçuk yine kendini tutamadı ;
Havvadan ayrılmak mı cennetten kovulmak mı daha sıkıcı?
sen soru sormak için mi yaratıldın küçük gereksiz elma sevicisi?
ilk kadın bu atışmadan rahatsız olmuştu, çünkü bir anda, ona arkadaşlık eden elma kurdu ve sevdiği adam arasında kalmıştı.
" tanrı size kıyamaz, tekrar cennetine davet eder.
haklısın, umarım uzun sürmez.
***
"Ahh güzel kadın bilmezsin ki sadece sana kıyamam! senin en sevdiğin ve benim özenerek yetiştirdiğim meyveyi gözünü kırpmadan yedikleri için kovuldular! affedilmeleri ancak senin merhametin sayesinde gerçekleşecek! " diye karşılık verdi tanrı, sessizce ve çok uzaklardan...
***
beni çok sevdiğin günleri özlüyorum, o zamanları hatırlıyor musun?
o zaman Tanrı öyle istemişti ve öyle olmuştu.
ne kadar itaatkarsın. gitmek için sabırsızlanıyorsun...
evet eğer... istersen sen de bizimle gelebilirsin?
her şeye rağmen mi?
sorun olacağını düşünmüyorum... çünkü... bilirsin, Havva senin gibi değil
Kadın kalbinin birden kanatlanıp uçmasından korktu ve ağzını sıkıca kapadı çünkü cennetteyken, Ademi Havvayı öperken gördüğünde kalbini göğsünde tutamamış günlerce onu aramak zorunda kalmıştı.
Ademin bu ıssız yere gelişini kendisini görmek için özel bir çaba olarak düşünmüş olsa da gelişinin kendisiyle hiç ilgisi olmadığını fark etmesi uzun sürmedi. o Havvayı seviyordu, ya da artık kendisini sevmiyordu. Ademin kaburgasından yapılmış, uysal bir kadın olan Havva ve kendinden önce yaratılmış üstüne asi bir kadın olan kendisi arasında kalıp havva'yı tercih etmesini normal karşılamalıydı ama yapamıyordu. tek bir seçenekle kendisini kolayca unutan Ademi anlamak zordu ya da Tanrının bu kadını yaratmayı uygun görmesi anlamsızdı, Tanrı gerçekten Ademi kendisinden koparabilecek mükemmel bir plan yapmıştı fakat neden yaptığı hakkında hiç bir fikri yoktu, bildiği tek şey kutsal yaratıcının sinsi ve acımasız olmasıydı, belki de şuan zevkle onları izliyordu, madem öyle o da direnecekti, en saf meleklerin bile içine kurt düşürecek kadar kararlıydı-Tanrıya meydan okumaktan korkmuyordu.
Kadın bunları düşünürken Ademse ilk kadına hasretle bakıyordu, bundan hoşnut olmasa da onu seviyordu ama bu kadınla Tanrının planları asla yürümezdi. "Neden", "niçin" sorularını durmadan tekrarlayan, kendi iradesinden başka iradeye itimat etmeyen bu dik kafalı kadın ilginç bir projeyi yokuşa sürüp önünü tıkayabilirdi. Bu yüzden sevgili Tanrısı onun için en uygun kadını yaratmıştı. Bu haliyle elinde "starbucks" kahvesiyle işine en erken gelen ünvanını yitirmek istemeyen ve yükselmek için iş arkadaşlarıyla kıyasıya mücadele eden torunlarının torunlarının torunlarının... çok ilerki torunlarına benziyordu.
O esna da rüzgarın uğultusu ve nehrin akıntı sesi birbirine karışmış boğuk ama yaklaştıkça anlaşılması mümkün olabilecek bir sese dönüşmeye başlamıştı, sadece bu sesi harflendirip anlamlandıracak bir kişi lazımdı;
dinle bi uğultu var.
Elçi geliyor olmalı
neden geliyor acaba?
belki de sevgili Tanrın arkadaş bile olmamızı istemiyordur.
neden böyle davransın ki?
fazla aciz olmalıyız, pişman olmalıyız
açıkçası ben pişmanım!
ben değilim.
o zaman hep burda kalacaksın?
cennette görmek istemeyeceğim şeyler olabilir.
***
kadın, tanrının plan defterinde havva'nın adını gördüğü ilk günden itibaren bu fikre karşı çıkmıştı, üstelik Adem'in kaburgasından yaratılacak bir insan normal olamazdı ve bu süreçte adem çok acı çekebilirdi. Baş melek kaburga işinin kafaya takılmaması gereken bir deney olduğunu ve bu şekilde yaratılacak yeni kadının emeklerinin karşılığına değecek bir ürün olduğunu söyleyerek onu yatıştırmaya çalışmıştı.
Adem'e gelince ne kadar korkuyor olsa da tanrıya asla karşı çıkmayı düşünmemişti. ayrıca bunun büyük bir fedakarlık ve görev olduğunun da farkındaydı. kadının ısrarlarına rağmen havva ilginç bir yol denenerek yaratılmıştı.
ilk kadın, Tanrının neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu bir türlü anlayamadı, kabullenemedi... isyanından dolayı ufak tefek cezalar aldığı halde yılmadı ceza aldıkça daha da hırçınlaştı. Önüne gelene içini döküyordu; şaraptan nehirlerde yüzen balıklara, amaçsızca dolaşıp meleklerle oynaşan rüzgarlara hatta Tanrının projesi gereği Ademin tohumlarını taşlaması için harıl harıl hazırlanan Ebabil kuşlarına bile anlatıyor, Ademin, Şeytanın ve Baş meleklerin kafasını karıştırıyordu. O kadar kızgındı ki bir cennet gününde Havvayı gelecek nesiller için hazırlanan cehennem adındaki korkunç yere götürmüş ona henüz doğmamış olan çocuklarının ve torunlarının büyük bir kısmının burada işkence göreceğini söyleyip Havvayı dehşete düşürmüştü.
Havvanın griye çalan rengi korkudan siyaha dönmüş böylece grinin tonlarındaki cennete yeni bir renk daha eklenmişti. Tanrı ilk kadının sakinleşmesini bekliyor, yaptıklarına göz yumuyordu. Niyeti kadını kendisine düşman etmek değil aksine ademden nefret ettirmekti, o sadece Ademin ondan vazgeçeceği uygun ortamı hazırlamıştı, iradesine karışmamıştı.
Kadının öfkesi o kadar büyüktü ki olanları etraflıca anlamak yerine sadece yeni kadının yaratılmasına önayak olanlara düşmanlık besliyordu. Tanrı ve Baş Melek cennette kadının acımasız ithamlarıyla yargılanıyordu. Derken kadın ipleri koparan o cümleleri sarf etmişti; defterine önceden kaydettiğin suçları işlediğimiz için bize ceza vermen aptalca, her davranışımızın sorumlusu sensin! o defter dediği bir suç defteri değildi; ilerde insanların adına kader diyecekleri ilk kadınınsa ısrarla acımasız planlarla dolu olduğunu iddia ettiği aslında tanrının ona olan aşkını anlatan bir şiir defteriydi...
onun için en güzel isim seçilene kadar ilk kadın diye bilinen bu kadın tanrının en yakın arkadaşıydı. projelerini ilk ona duyurmuştu ve onu yanlış anlayıp hem sırlarını yaymıştı hem de haksızca yaygaraya devam ediyordu. Kadın sözlerini arsızca yineliyordu; defterine önceden kaydettiğin suçları işlediğimiz için bize ceza vermen aptalca, her davranışımızın sorumlusu sensin! yılmadan aynı cümleyi kelimelerini bile değiştirmeden orda burda kendisine haykırıyordu.
Şeytan da aynı şeyleri düşünmüştü ama üstünde çok durmamıştı. o sırada olanlar biraz kafasını kurcalasa da harıl harıl baş melek ve tanrının ondan rica ettiği işleri yetiştirmekle meşguldü. cennetin ve sonradan yaratılan ve büyük ihtimal deneylerin uygulanacağı gezegeni kontrol etmek, eksikleri saptamak arada tanrıya danışmanlık yapmak gibi bir sürü görevi vardı. ilk kadın sürekli etrafında dolaşınca onu dinlemek ve anlamak zorunda kaldı- Kadını haklı bulmuştu.
işini gücünü bırakıp tanrının yanına gitmiş deneylerin bu şekilde işlenmemesi ve gereğinden fazla deneyin planları alt üst edebileceğini ayrıca ilk kadın da olmak üzere insanların bu kadar şımarmasına izin verilmemesi gerektiğini tanrıya iletmişti. tanrı işine kendini öyle kaptırmıştı ki bi kulağından girip diğerinden çıkıyordu,buna rağmen şeytan görevi gereği sorgulamasına ve tenkitlerine devam ediyordu. en sonunda kadınla beraber tüm cennet sakinlerini toplayıp durumu anlattılar ama bu baş meleğin hiç hoşuna gitmemişti. organize olup tanrıyı zor durumda bırakan şeytana çok kızmış altı üstü bir insan olan bu kadına uyup da kendini alçaltmasına gerek olmadığını söylemişti. aralarında büyük bir gerilim olunca Tanrı şüpheci ve vesveseci Şeytanı henüz yapım aşamasında olan dünya adındaki gezegene yollamak zorunda kaldı, ayrıca sonsuz sükunetle donattığı Havvayla Ademin yakınlaşmasını sağlayıp ilk kadının daha da çılgına dönmesine neden oldu.
her şeye rağmen kadının kovulmaması kadını düşündürmüştü, cennette kalıp adem ile havva'nın sevişmelerine şahitlik edemezdi, bu yüzden Cennetten yeni gezegene gidilecek yolu tanrıyla sohbetleri sırasında öğrenen kadın doğrudan hiç bilmediği- her ne kadar karşılaşmaması kendi yararına olacak olan şeytan'ın da bulunduğu- bir yere kaçmayı tercih etti. şeytanla karşılaşmamaya gayret etti çünkü kendisi yüzünden bu yere sürgün edilmişti. bu yüzden tek başına kalmak zorunda olduğunu bilen kadın bu ıssız ve bir o kadar da renkli yere alışmak için kolları sıvadı.
yanlışlıkla güzel bir şey yapan Tanrı bu renkleri yorucu bulsa da ilk kadın için oldukça eğlenceliydi. Cennetten dünyaya çok şey aktaran Tanrının dünyadan cennete renkleri aktarabileceğini düşünmemiş olmasına şaşırmıştı; kadın yaşasınlar kendi renksiz alemlerinde bu da onların eksikliği olsun diye düşündü ve artık dünyayı yeni evi olarak kabullendi.
Tanrı ise onun gidişine ve orda kalışına hiç müdahalede bulunmadı çünkü bu sefer ona çok kırgındı.
***
Cennetten gidenler sadece Şeytan ve ilk kadın değildi. Onların ardından Adem ve Havva da bu göçe katılmak zorunda kaldılar. Adem, Şeytanın kovulmadan önce ona söylediklerini aklından bir türlü çıkaramamıştı; sen ilk adamsın, ilk insan değilsin! Havva ise alternatif bir doğurgan. ilk kadın başına buyruk olmasaydı, projenin içinde sizin çok fazla yeriniz olmayacaktı, belki de onu affedip sizi bir kenara atabilir. Adem çok sinirlenmişti ve bir gün Tanrının ilk kadın için özenle yetiştirdiği muhteşem kokulu bir meyvenin hala özenle yetiştirilmeye ve korunmaya devam ettiğini farketti. Şeytanın ona söylediklerinde doğruluk payı olabileceğini düşündü ve Tanrının ilk kadın için özenle yetiştirdiği elmayı Havvayla paylaşıp bir lokmada yemişlerdi... sonra da muhteşem rahatlıktaki cennetten henüz tamamlanmamış olan bir gezegene birbirlerini görmemek üzere bir seyahate mecbur kaldılar. Cennetin ne kadar eşsiz ve rahat olduğuna ise dünyadayken karar vermişlerdi.
Adem aklından bu uğursuz anıları kovaladı- yine de Tanrının en önemli projesini başlatacak kişi kendisiydi, bundan emindi.
Adem her ne kadar Havvayı bulma ümidiyle dünyayı dolaşmaya başlasa da karşısına ilk kadının çıkmasından üzüntü duymamıştı; hislerini öyle iyi koruyordu ki değil ilk kadın Tanrı bile anlayamazdı tabii bir yere kadar çünkü o her şeyi bilirdi... çoğunlukla...
Aniden tok sesli; ışık saça saça gelen Elçinin uğultulu sözleriyle irkildiler;
O artık bir arada olmanızı istemiyor!
Meleklerin direkt lafa selamsız ve kabaca girişine içerleyen Ademin aksine kadın umursamaz bir tavırla;
yani?
buradan git.
Adem gitsin, ben hep buradaydım.
itaat et artık! istese seni yok eder!
kendi irademle asla bir yere gitmem, ayrıca neden hala beni yok etmedi?
çünkü sen ilk göz ağrısısın, ya da tam olarak buna benzer bi şey. yine de şımarma biliyorsun o da senin kadar gözü kara.
biliyorum en çok beni kendine benzettiğini söylerdi.
Adem duyduklarından hoşlanmamıştı.
senin uzaklaşman lazım; Adem uzaklaşırsa Havva ile karşılaşabilir.
ben gitsem bile yine karşılaşırlar, bence Tanrı bir arada kalmamıza daha fazla dayanamadı ve beni cezalandırmaya devam ediyor.
Haberci taşıdığı haberden daha fazlasını bilmiyordu, bu yüzden ne evet ne hayır demek yaratılışına uygun olmazdı yalnız hiçbir şey dememek de can sıkıcıydı. En yakın arkadaşı Şeytanın kovulmasına neden olan bu küstah kadının cennete dönmemesi için dua etti;
umarım cennete gelemezsin!
alışkın değildim bu yüzden eksikliğini hissetmiyorum!
Elçi hırsından köpürüyordu;
insanın neye benzediğini unutacaksın, uygun görürse sadece efendiyi göreceksin, umarım uygun görmez!
size göre ceza olan şey benim için bir ödüldür sayın elçi
***
Sadece kadının zarif gövdesini aydınlatan güneş kadının vücuduna sarılıyor onu sakinleştiriyor ve seviyordu;yapma artık gör artık gerçek aşkı, lütfen anla! diye fısıldıyordu ama kadın duymuyordu. bir güneş ne kadar cümle kurabilir ki?
***
senin yüzünden Şeytan, Adem ve Havva kovuldu!
aşkım yüzünden mi?
aşkın nasıl bir his olduğunu bilmiyorum fakat çok zararlı olduğundan eminim
bunu sadece aşkı yaratan ve yaşayan bilir
ilk kadın sözlerinde kendini rahatsız eden bir şeyler hissetti sanki kendisi konuşmamış konuşturulmuş gibiydi ama üstünde çok durmadı.
Yine meleğin bilmediği konulara girmişti bu kadınla baş edemiyordu. renkleriyle baş döndüren bu gezegene ve kadına katlanması kolay değildi. neyse ki en kadim dostu Şeytana da mesaj taşırken onunla muhabbetinin devam edeceği fikri onu heveslendiriyor ve rahatlatıyordu-her ne kadar görev odaklı bir halde samimiyet belirtisi olmadan sinir bozucu mesajlarıyla şeytanı çileden çıkarsa da buna değerdi.
ben mesajımı ilettim, sen bilirsin
o sırada elçi Ademe tehtitkar bir bakış atmıştı. Adem onun bakışlarından haberdar değildi çünkü hayranlıkla Elçiye kafa tutan kadını izliyordu.
Sadece Adem mi? Tanrı da kadını düşünüyordu, hırsından mum gibi eriyen yalnız kadınını.
ilk kadın onun arkadaşı, eşi olacak tek kişiydi, neyi yanlış yapmıştı da böylesine nefretle dolmuştu diye düşündü. Yaratır yaratmaz ona aşık olmuştu. ilk günden her şeyi geri saracakken ince fikirli Şeytanın planlarındaki değişimi sorgulamasından korkup kararından vazgeçememişti, ona kendi elleriyle Ademi yarattı ama sonra pişman oldu, aşkı baskın gelmişti. Şeytan ne düşünürse düşünsün zaten onu çok düşünmesi ve kendisine muhalefet etmesi için yaratmamış mıydı?
Ademin kaburgasından bir kadın daha yaratmaya karar vermişti böylece ismini henüz koymadığı ilk kadın onun olacaktı. kadınsa onu yaratanı sevmek yerine onun yarattığını sevmeyi tercih etti, olanlardan sonra da tanrıya küfretti. Oysaki Adem kendi iradesiyle Havvayı seçmişti-onu gerçekten sevseydi bu oyuna gelmezdi, neden bunu anlamamakta ısrar ediyordu?
Hele bi Havva ve Adem birleşsin! Tohumlarında bu kadının suretini hatırlatacak izlere dikkat edeceğim. Erkek ya da kadın hayata azimle bağlananlar yaratacağım ve bu kadına olan aşkımı onlar üstünden hafifleteceğim
Tüm insanlığı tüm projelerini onun adına yarattığını, aşkını ancak kendi kendine keşfederse öğrenebilecekti. Tek hedefi kalmıştı artık; ilk kadını umutla bekliyor aşkını anlamasını ve ona kendiliğinden teslim olmasını istiyordu.
***
Binlerce dünya yılı sonrasında Adem ve Havva aşkını çoğaltıp tohumlarıyla Tanrının onlara hediye ettiği nimetlerin diyetini ödeyip tamamlanması bırakılan bu inşaat halindeki gezegenden cennete döndüler. Dünya fiziksel olarak olmasa da tanrının projeleri için uygundu ve bunun en büyük gözlemcisiyse ilk kadındı. Kadın dünyadaki ölümsüzlükle lanetlenmiş bedenini ve ruhunu her çağa her yöreye adapte edip aynı kararlılıkla Ademin tohumlarını kendi tohumlarıymış gibi sahiplenip onlara Tanrıyı anlatıyordu, hatta anlattıkları yüzünden bir sürü yalan yanlış mitler oluşmuş yüzlerce yıl bi yandan gerçekleri anlatırken bi yandan da bu yanlış aktarılan kısımları düzeltmeye çalışmıştı. hatta adem'in tohumları dilden dile aktardıkları hikayede kadına lilith adını bile takmışlardı! o isimsizdi ve elbet ismi verilecekti ama adem'in torunları tarafından değil, tanrı tarafından...
***
isimsiz midir nedir şu kadın hem bu kadar allaha inanıp hem de nasıl oluyor da hiç bir dine inanmıyor oğlum?
kafanı bunlarla yorma anne , o sadece hikayeler anlatan yalnız ve yaşlı bir kadın
ama çok komik hikayeler anlatıyor, dünyada ilk yaratılan meyve elma ve ilk hayvansa elma kurduymuş
anne lütfen, hani tanrının bizden insanlara göstermemizi istediği merhamet!
kadını anlayamıyorum ki bi bakıyorsun tanrıyı, melekleri, şeytanı, ademi ve havvayı kutsal kitaplardan bile daha iyi anlatıyor bi bakıyorsun tanrıya küfürler ediyor valla bu çirkin cadalozun ölümü bir gün bu sözlerinden dolayı olacak!
***
izin verir miydi onun ölmesine, ayrıca ilk kadın hiç de çirkin bir cadaloz değildi. insanlar onun buruşuk ve çirkin bir kadın olduğunu düşünebilirler, aslında sadece tanrının insanların zihninde onunla ilgili yarattığı aldatıcı bir siluetti. ilk kadın bu kadar yaşlı ve çirkin göründüğünü farketse ne derdi bilinmez ama Ademin bir zamanlar ona karşı beslediği duyguların genlerini taşıyan torunları tarafından tek sevdiceğine tekrar yöneltilmesine izin veremezdi. Tanrı kıskançtı, çünkü bu duyguyu ilk o yarattı.
***
çocuk kadınla konuşmalarını bir ritüele döndürmeye çalışıyordu, bu yüzden yine aynı sorularla muhabbeti başlattı;
senin niye ismin yok?
dünyada isimleri aileler veriyor ve benim hiç ailem olmadı.
hep aynı cevap. Peki sen gerçekten ilk insan mısın?
hep aynı soru. evet öyleyim
annem senin kaçık olduğunu düşünüyor bence sen dünyanın en akıllı insanısın
teşekkür ederim, elmalı turta yer misin ?
içinde kurt yok değil mi?
yaramaz seni
ilk kadın bu adem tohumunu çok seviyordu. ona adem ve havvadan ziyade bambaşka bir ruh hakimdi; sanki tanrı onunla özel ilgilenmişti; belki de kendisine gönderdiği bir arkadaştı çünkü büyük tufanlar, savaşlar, açlık ve hastalıklarla dolu binlerce yılda başına hiç bir şey gelmemişti ayrıca elma kurdu ona gönderilen dünyadaki ilk ve en yaşlı dostuydu- korunduğunun ve gözetildiğinin farkındaydı. Nedense aklına tanrıyla yaptıkları sohbetler geldi, son zamanlarda onunla ilgili sıkça düşünmeye başlamıştı, olanları tekrar tekrar adem'in torunlarına anlattıkça zamanla fark ettiği bir kaç ayrıntıyla karşılaşıyor ve ona karşı olan öfkesi azalıyor gibiydi. her ne kadar nefretini zinde tutmaya çalışsa da zihni gittikçe kininden arınıyordu ve düşünceleri daha makul bi hale giriyordu.
tanrı nasıl birisi?
dünyada onun kadar muhteşem birini görmemişsindir.
peki karısı var mı?
cinsiyetini bilmiyorum, karısı ya da kocası diyebileceğim birisi yoktu.
nasıl yani, onun senin karşı cinsinden olduğunu anlamadın mı?
karşı cins mi? dünyadaki gibi belirgin olmuyor bazı şeyler, bilmiyorum
o bir erkek!
onu hiç görmeden buna nasıl karar verdin?
sana olan tutkusundan.
"nasıl bu kadar eminsin?"
"sen bir kadınsan o da bir erkektir; sen bir erkek olsaydın ve bu anlattıklarından yola çıkarak onun kadın olduğunu söyleyecektim-yoksa sen kadın değil misin?"
elbette kadınım seni hınzır."
"eee haklı olmadığımdan nasıl emin olabiliyorsun?"
"beni aşkımdan uzaklaştıran, cennetten gitmeme neden olan birisinin bana tutkulu olduğunu düşünmek yanlış, hem tutkulu olsa bile cinsiyeti hakkında bilgi vermeye yetecek bir durum değil bu.
bence sen yanlış kişiye kızgınsın, büyük büyük büyük ve çok çok büyük dedem Adem seni hak ettiğin kadar sevmemiş, asıl yanlışı sana o yapmış.
saygısızlık etme lütfen!
tanrı bir erkek ve seni çok seviyor!
annen seni arıyor olmalı turtanı çabucak bitir ve git yarın yine konuşuruz diyip çocuğu yanağından öptü. çocuğun saçmaladığı şeyler hoşuna gitmişti. Doğru olabilir miydi? Koskoca tanrı kendinden daha mükemmelini yaratabilecekken arsız, itaatsiz ve kinci bir kadını mı seviyordu? Öyle olmadığından emindi ama hiç bu açıdan düşünmemişti ve bunları düşünmek nedense kulağa hoş geliyordu.
ilk kadın içinde elma bahçeleri olan dünyanın en hoş görülü kentinde yaşamayı seçmişti. Bazen bir sinagogda bazen bir camide bazen bir kilisede ya da bir budist tapınağında kendini buluyor, her yerde tanrıyı arayan insanlarla karşılaşıyordu, onların sevgisini gözlemleyip kendisini test ediyordu acaba ben de bu inanların yüce sevgisi kadar yüce bir nefreti hala içimde taşıyor muyum? Gözlerini kapatıp tanrıya ilk defa soru sormuştu;
ben senden ne kadar nefret ediyorum?
Tabii ki cevap yoktu hele böylesine ahmakça bir soruya... neden kendi kendine itiraf etmekten korkuyor ve kendi duygularını söylemek yerine söyletmeyi tercih ediyordu ki?
***
Ahh güzel kadın dünyada insan oğluna bahşettiğim tüm duygulara sahip olmuşsun. sorun olan bunlara sahip olman değil; bazılarını hala terkedemeyişin
***
çocuk yine spora gidiyorum bahanesiyle evden erken çıkmış isimsiz kadını ziyarete gitmişti.
...
peki beni seviyorsa neden söylemiyor?
annem bana kutsal kitapta bazı şeyleri anlamak için gerekli olan irade ve düşünme yeteneğinin zaten bahşedildiğini tembellik yapmanın gereksiz olduğunu söylemişti
yani?
yani kendin keşfedecek yetidesin ama günah işliyorsun yedi ölümcül günahtan biri kibirdir.
ben o kitapları okumadım, okumadığım şeylerle itham edilmekten hoşlanmam.
kalbine bak ve ilk duyduğunu haykır, yüksek sesle, nerde olursan ol.
sen bu kadar bilgeliği benim anlattıklarımla mı edindin yoksa annenin ezberlettiği dualardan mı ? Ya da sen bi casus musun?
casus değilim senin ifadelerine göre ben de onun bir parçasıysam bazı şeyleri neden hissedemeyeyim ki?
elma yer misin?
lafı değiştirdin yine! tamam. elma kırmızı olsun.
***
çocuk gittikten sonra ilk kadın, derin düşüncelere dalmış bir halde çok sevdiği elma bahçesinde gezintiye çıkmıştı, birden kafasına dalların birinden bir elma düştü ve kafasından seken elma temizlemek için üşendiği otların arasında kayboldu.
Yıllarca içinde tuttuğu sırlar, başına gelen haksızlık kendisiyle arkadaş olan ve yaşadıklarını paylaştığı çok özel küçük bir çocuk tarafından yeniden değerlendiriliyor ve oklar halinde adeta kalbini hedefleyip onu düşünmeye zorluyordu. Demek ki Hırsı ve kibri bir tarafa bırakıp açık ve adil bir şekilde düşünmenin vakti gelmişti.
Havva sırf daha uysal diye benden daha üstün değildi. Evet kesinlikle daha üstün değildi. Adem, o yaratıldığında ikimizin arasında kalmış ve seçimini Havvadan yana kullanmıştı. Burada tanrının suçu yoktu, kahretsin! Tabii ya! Tanrı kimsenin iradesine karışmıyordu yazdığı defterde buna benzer bi ifade vardı. ben herkesin efendisi, herkes kendi efendisi... diye. tanrı onu etkilemedi sadece ona seçenek sundu! ve Adem sırf kendinden sonra yaratıldığı ve kendinden daha üstün olmadığı için üstelik beni sevmesine rağmen havvayı tercih etmişti!
Hepsi sadece en önemli ve değerli olmak içindi, tabii ki de öyle, tanrı kibir duygusunu ilk kendisinde denemişken hırs duygusunu da ilk Adem'de denemişti. bu duygular bahşedildikten sonra iradeyi özgür bırakmıştı. ikimiz de irademizi yanlış yönde kullanmışız. Adem bana bense tanrıya yanlış yapmışım!"
onca çılgınca sözlerine rağmen şeytan, havva hatta adem bile kovulmuşken kendisi kovulmamıştı kendisi gitmişti! iyi ama Tanrı neden ademe bu seçeneği sundu tanrı onu bu kadar değerli tutarken?
Aklına birden şeytanın ona cennetteyken söylediği sen tüm güzelliklerin ve tüm çirkinliklerin nedenisin sözü geldi.
şimdi Anladım! Kesinlikle anladım! Her şey benim içindi...
Ellerini gök yüzüne doğru açıp;
anladım artık, lütfen konuşalım
ses yoktu, belki de hiç olmayacaktı kurduğu hipotezler belki de büyük bir yanılgıydı ama bu yanılgının gerçek olmasını çok istiyordu onu özlediğini hissetti ve yine haykırdı;
sanırım... seni özlüyorum!
Duygularını iletmek işine yaramıyordu belki ama içini dökmek iyi gelmişti.
bunca dünya yılı seni anlamamak için ısrar ettim gerçek duygularıma sırtımı döndüm, oldukça inatçı ve iradeliyim bilirsin çünkü beni sen yarattın.
Başına düşen elmanın sayesinde mi oldu bilmiyordu ama sanki zihni berraklaşmış kalbi açılmıştı.
artık gök yüzüne değil toprağa doğru yüzünü dönüp ağaçların dibindeki otları temizlemeye başlamıştı bir yandan da konuşmaya devam ediyordu-artık duygularını hapsetmek niyetinde değildi.
sadece çok öfkeliydim, aslında tam olarak ademi kıskanmamıştım, havvanın gelişi beni sinirlendirmişti çünkü tek kadın tek kraliçe olmak güzeldi.
Biraz utanıyordu ama yine de açık konuşmak kendisine iyi geliyordu;
bana sormadan projede değişiklik yaptın ve adem yüzünden beni projenin dışına ittin. Ben ademi seviyordum ama seni de...
Az önce otların arasında kaybolan elmayı gördü ve hayretler içinde kaldı; düşen bu elma, o da ne, bu elmanın rengi yok, tamamıyla saydam!
Kadın bunca yıl sonra cennette en net hatırladığı şeyi kendi bahçesinde görünce şaşırdı- tınısı cennetten gelen birisine ait olduğunu anladığı bir ses ona;
bana bir şeyler anlatıyordun, ya sonra?
Tanrı insan siluetinde yanı başındaydı. Heyecanlandı, sevinçten ne yapacağını şaşırdı;
sanırım...
Tanrı kollarını birleştirmiş dikkatlice ona bakıyordu;
Hala mı kibir?
yo hayır bu sefer her şey çok açık... ben yanılmışım, bazı şeyleri bastırdım, kendimce olması gerekenlerin doğru olduğuna inandım
Tanrı çok ama çok sevinçliydi, gözleri ışıldıyordu.
tanrıya şükürler olsun o zaman
Kadın şakacı tanrısına utanarak bakıyordu hala içinde tuttuğu şeyleri söylemek için yanıp tutuşuyordu;
ademe sahiptim, tek sahip olduğum oydu, diğerleri sana ne ne kadar bağlıysa o da bana o kadar bağlıydı, geriye kalan her şey senindi bu yüzden elimden alınması canımı acıttı ama ben hep sana aşıktım imkansız olduğunu bildiğim halde
bu şeyde benim de suçum var aslında. sana açık olamamam benim hatamdı. Şeytanı bilirsin hep imalı laflar eder ve bam teline dokunur. aslında her şeyi baştan yapacaktım seni yaratır yaratmaz sana aşık olmuştum yalnız bunu belli edemezdim- neden sonra baş melek sayesinde cesaretlendim ve bir takım planlar yaptım... sana sahip olmak için...
anladım, bugün ne çok şey anlıyorum böyle?
baş meleğin kafana attığı elma işe yaramış
ben düştü zannetmiştim? çok acımasızsınız!
" sen de öyleydin! daha fazla senin öfkenin geçmesini bekleyemezdim, neyse bunları konuşacak çok zamanımız var önümüzde"
Tanrı bu güzeller güzeli kadına doğru yaklaştı ve binlerce yıl ayrı kalmanın verdiği hasretle sarıldılar. o esnada kulağına ilk kadının ismini fısıldadı. kadın ismini beğenmiş olacak ki hem şaşkınlıkla hem de sevinerek ona çok içten bir şekilde bakıp;
seni seviyorum dedi. böylece nihayet beklenen kıyamet koptu ve herkes sonsuz huzura kavuştu...
***
not:bazı eklemeler ve düzenlemeler yapılmıştır.
not2: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.
yazar adeta resmediyor; aşkla beslenmiş suskunlukları, kadın dayanışmasını, renge ve kokuya sahip duyguları, ruhu olan eşyaları hepsini görebiliyorsunuz. bir yatak, bir yastık, mektuplar her cismin anlatacakları var; hepsi konuşuyor adeta yalnızlıkla süslenen insan hayatları sessizce kalabalıklaşıyor
şanlıurfa'Da, suriye'de kan dökmek üzere eğitilen sözde özgür suriye ordusu adlı teröristlere yardım için arsızca öğrencilerden bir haftalık paralarını bağışlamaları istenmiştir. hem de valilik onayıyla! pisliklerine çocukları da ortak edip boğmak isteyen gözlerini kan bürümüş canilerin icraatlerinin sadece bilinen kısmı, daha neler var allah bilir...
--spoiler--
Şanlıurfa'da okullara valilik izniyle Suriye'ye karşı savaşan terörist gruplara yardım bildirileri dağıttıldı.
Suriyeli Mazlumlara insanı Yardım Platformu imzasıyla dağıtılan bildirilerde öğrencilerden haftalık harçlıklarının teröristlere yardım olarak gönderilmesi istendi.
ünlü portekiz yazar jose saramago'nun kayıp kitabıdır.
jose saramagonun ilk kitabı çatıdaki pencere, zaman içinde kayboldu, sonra bulundu ama saramago kitabın yayınlanması için asla ikna olmadı taa ki ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın sözünden sonra
eğer jose saramagoyla hiç tanışmadıysanız diğer eserlerinden dilediğinizi seçip okuduktan sonra bu kitabı okumanızı tavsiye ederim; onu tamamıyla tanıyan biriyseniz söylememe gerek yok artık siz bir saramago tutkunusunuz ve koleksiyonunuzu tamamlamak için acele edin.
+ tatlım, insanlarla çok yakın temasta bulunma, gerekirse maske tak.
- uzay kostümü sipariş ettim baba, bundan daha korunaklı bir şey olamaz.
+ lütfen alay etme elita!
-baba gerçekten sandığın gibi olmayacak. Hem gerekli aşıları yaptırdım, kontrollerden geçtim. uzmanlar da birkaç ihtarda bulunup bizi yeterince bilinçlendirdi.
+başka biri gitse olmaz mıydı?
-bunu ben istedim ve hiç kolay olmadı inan bana! hatta bir çok harcamayı kendi imkanlarımla halledeceğim.
+ bu kadar hırslı olmanı anlayamıyorum, Biraz kendini düşün!
Elita, kendi ayakları üstünde durabilen 29 yaşında bir kadın olmasına rağmen hala babası tarafından çocuk muamelesi görüyordu.
- baba rica ediyorum, bu işi zar zor aldım, başbakanla giden heyete kabul edilmemiz bile büyük bir şans. vazgeçmeyi hiç düşünmüyorum.
+peki geri döndükten sonra ne olacak?
- iyi bir iş çıkartırsam benim köşem derginin yıldızı olacak ve büyük ihtimal kariyerimi bir basamak yükseltecek.
+bunu daha önce bir çok dergi ve gazete zaten yaptı, yani hiç orijinal ve ilginç değil. hikayeler hep aynı, Savaş, açlık, sefalet üzerine
- her yerde sefalet var, herkes sefaleti anlatır ama insanlar bir sefaletin en güzel nasıl anlatıldığına dikkat ederler baba.
***
Elita saçlarını sıkı bir şekilde at kuyruğu yapmıştı. Sarı saçları yüzünden uzaklaşınca beyaz ve pürüzsüz yüzü tüm parlaklığıyla ortaya çıkmış, adeta etrafına ışık saçıyordu. Uçağın içi sıcak değildi ama heyecandan olsa gerek boynu ve elleri terlemişti. Huzursuzca yerinden kıpırdadı, asistanına baktı, uyuyordu. Sonra tekrar düşüncelere daldı. iyi bir röportaj için ilginç ve konuşkan birini bulabilirse harika bir yazı yazabilirdi. tabii teknik anlamda(!) süslemeler yapmanın faydasını unutmamalı. Eğer başarılı olursa sadece dergi değil kendisi de dikkat çekecekti. Fırsatı iyi değerlendirmeliydi. Kendine söz verdi ve kabin görevlisinin kasıntı hareketlerini incelemeye başladı.
***
Bir çok sıkıcı prosedürün ardından nihayet kamplara yakın yardım merkezine ulaşabilmişlerdi. çeşitli ülkelerden gelen yardım kuruluşları buradaydı. insanlar O kadar heyecanlı ve hızlılardı ki Aralarında adeta gizli bir yarış varmış izlenimini veriyorlardı. Elita etrafı merakla inceliyordu, uzun yolculuktan sonra direkt yatakhaneyi arayan ekip arkadaşını yadırgamıştı. insan böyle bir yere ilk defa geliyorsa oluşan merak her türlü ihtiyaçtan daha değerli olmalıydı. Etrafını incelerken küçük notlar almayı da ihmal etmedi. sanki seyyar bir kent kurulmuştu. Sıkı güvenlik önlemleri alınan ve tahmin edilenin aksine temiz bir yer olan Bu komplekste hasta bakım odaları, aşı merkezleri, büyük bir yemekhane ve hizmet gönüllüleri için yatakhane bulunuyordu. Birleşmiş milletler cemiyetinin zamanında yapmadığı müdahale sonucu ortaya çıkan acı tablo karşısında kendini affettirmek vicdanını susturmak ya da vicdan sahiplerini susturmak için iyi iş çıkardığını söylememek haksızlık olur.
Parisli gazeteci merakla etrafı inceledikten sonra, sağlık merkezi yazılı prefabrik yapıya doğru ilerledi. ilk gün Kampta bulunmaktansa direkt temiz bir yerde tedavi olan insanları incelemeyi daha uygun bulmuştu, en azından yorgun olduğu ilk gün için kendine böyle bir kıyağı çok görmemeliydi diye düşündü.
merhaba!
Daha kapıdayken elita ingilizce bir merhaba ile irkildi ve sesin sahibine döndü;
Beyaz önlüğünden tahminle bu uzun boylu ve soluk yüzlü adamın bir doktor olduğunu düşündü. sıcak bir gülümsemeyle aynı karşılığı Fransızca verdi;
merhaba
Kongoda resmi dil Fransızcaydı bu yüzden buraya gelen hekimlerin sanki Fransızca bilmeleri gerekiyormuş gibi onunla Fransızca konuşmaya karar verdi. Eğer dilini bilmiyorsa maalesef ingilizce konuşacaktı.
+ bir doktorla mı konuşuyorum?
-evet bayan, Anladığım kadarıyla lüks rezidansımızı inceliyorsunuz umarım hizmetlerden memnun kalırsınız.
+bu beklentiyle gelmediğim için çok memnun kalacağımdan eminim.
Elita, doktorun Fransızcasını akıcı ama fazla hatalı bulmuştu, buradaki Kongolular şüphesiz ondan daha iyi Fransızca konuşuyorlardır diye düşündü.
Dışarıdan üç farklı dilde anons geldi, sanırım tüm personeller için oryantasyon amaçlı bir toplantı olacaktı. kısa bir tanışma faslından sonra, sıradan şeyler hakkında konuşarak ufak toplantı salonuna doğru yürüyen kalabalığı takip ettiler. Toplantı bittikten sonra bu kavurucu havanın ve alabildiğince uzanan çorak toprakların içindeki küçük medeni dünyalarına geri döndüler.
Ertesi gün elita yanına asistanını alarak kampa gitti. insanlar perişan haldeydi. Gazete veya dergilerde yayınlanan Fotoğraflar gerçeklerin sadece bir kısmını yansıtıyordu. insan kendi gözleriyle kadrajın dışında kalanları görebiliyordu ve bunlar daha dramatikti...
Kongoda iç savaşta yaralanan ve buraya ulaştırılabilen kadınlar, yaşlılar ve çocuklar haricinde hiç genç erkeğin olmaması ilk bakışta elitanın nazarından kaçmamıştı. Bu ve bir çok gözlemlerden sonra ağır ter ve dışkı kokularının midesini bulandırdığını fark etti. Birkaç insanla kısa sohbetler ettikten sonra tekrar sağlık merkezine, Amerikalı doktorun(adalson) yanına gitmeyi istedi. Asistanından basit bir bahaneyle kurtulmayı başardı. Bir başarı kazanacaksa kendine ortak istemiyordu. Sadece gerçekten ihtiyacı olduğunda yanında olması yeterliydi.
***
Çeşitli ülkelerden gelen sağlık örgütleri adeta arı gibi çalışıyordu. gerektiğinde kolektif iş yürütüyorlardı. Adalson da bu grubun içinde kendini kaptırmış bir şekilde çocukları muayene ediyordu.
Birden Elitanın aklına bir fikir geldi; Bir hemşire gibi doktorun yanında durabilir insanlarla direkt sohbet etmektense yardım etme bahanesiyle çaktırmadan onlarla konuşabilirdi. Tabii bunun için Adelsonla anlaşması lazımdı.
Elita: Merhaba?
Adalson: siz hep tek mi dolaşırsınız?
Elita: genelde kendi kendime keşif yapmayı tercih ederim.
Elita: rahatıma düşkün olduğumu paris'i bırakıp buraya gelmemden mi anladınız?
Adalson: özgürlüğe olan düşkünlüğünüzden anladım efendim, Fransızlarla ilgili en net bilgimden tahmin ettim, özgürlük heykelini amerikaya siz hediye etmiştiniz, hatırlayın.
doktorun çapkın gülüşünü es geçerek,
Elita: eğer yardımım dokunursa
kadının sözünü bölerek;
Adalson: eğer yardımınız dokunursa yardım mı etmeliyim?
Elita: sakıncası yoksa evet. insanlar direkt soru soran bir kadına işe yaramadıkça cevap vermiyorlar, ben size yardım ederken onlarla sohbet etmem daha kolay olabilir. Hem bu ikimizin de çıkarına olur.
Bir an için tereddüt etse de mantıklı olduğuna karar verdi;
Adalson: tamam o zaman şu çocuğun göz damlasını halledebilirsiniz sanırım.
Elita çocuğa baktı. bir çift iri, sarı gözlerle çocuk da ona bakıyordu. incecik kollarına ve bacaklarına rağmen beriberi hastalığı yüzünden çocuğun sanki çok yemiş gibi şiş bir karnı vardı. Elita, acı bir suyun genzini yakarak midesini acıttığını hissetti ve Ona kurtarıcısıymış gibi bakan itaatkar Çocuğun terli kafasını şefkatle okşadı.
Adalson: Kahrolsun! benim yapmaya çalıştığım resmen ölüyü diriltmek!
çocukların çoğu savaştan değil sıtmadan ölmüştü ve adalsonnın eline aldığı bu bebekse sıtma yüzünden bir ölüden daha farklı değildi. Adalsonnın ne kadar yumuşak bir yüreği var, sanki elinde kendi bebeği varmış gibi duruyor diye düşünen Elita, adalsona karşı hayranlık duydu. birlikte biraz zaman geçirdikten sonra nerdeyse yakın arkadaş olmuşlardı.
***
Adalson, çocuklardan sonra ilk müdahaleleri yapılan kadınların durumlarını tetkik edeceğini açıkladı ve elitaya yarın için birkaç bilgi daha verdikten sonra yatakhanenin kapısında birbirlerine içtenlikle iyi geceler dilediler.
birlikte çalışarak vakit geçirmeleri elita ve adalson'ı yakınlaştırmış adeta uyumlu ortaklara dönüştürmüştü.
***
Adalson: Günaydın matmazel!
Elita: günaydın bayım!
elita ve adalson birlikte kahvaltı yaptılar. Tabii diğer eleman da yanlarındaydı. Elita ve arkadaşı Yaptıkları işlevsiz röportajları tartışıyorlardı. Konuşanların çok kısa tutmalarından yakınıyorlardı; tecavüze uğradım, kocam öldürüldü, babamı canlı canlı gömdüler, arkadaşımın boynunu kırdılar onlara göre bu konuşmalar arasında en ferah olanı yemek ne zaman? sorusuydu.
adalson içini çekti. Bu cehennemde insanların tek derdi yemek, su ve güvenlik. neden konuşmaya ihtiyaç duysunlar ki! Konuşmanın bir ihtiyaç olduğu bu ülkeyle konuşmanın bir zevk olduğu kendi ülkesini, amerikayı düşünüp talk showları hatırladı. Conan o brien, Jay leno show vs.
elita adalsonnun rahatsız olduğunu hissetti ve masadan kalkmayı teklif etti, beraber kalktılar.
***
Adalsona yardım eden Elita, sargısını düzelttiği bir kadına, bir hemşire tavrıyla kırıkların nasıl oluştuğunu sordu;
+ kalça kemiğim, beş kişi tecavüz edince kırıldı.
Elita tokat yemişe dönmüştü. Ama profesyonelce davranmalıydı. Duygularına hakim olmaya gayret ederek Başka bir soru sormak istedi ama kadın gözlerini uzağa dikmiş öylece bakıyordu, daha fazla soru kaldırmayacağı belliydi.
Adalson: Hey, elitaaaa!
Elita ve adalson birbirlerine ilk isimleriyle hitap edecek kadar yakın olmuşlardı artık. Doktora doğru yürümeye başladı
Adalson: elita, az önce bir kadını tedavi ettim, diğerlerinin aksine konuşmaya meraklı istersen tanıştırayım.
Elita bunu bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirdi. Merakla Ona doğru ilerlediler.
Kadının Başında kirli bir eşarp vardı, kocaman parlak gözlerle meraklı bir şekilde kendisine yaklaşan bu iki insana bakıyordu;
Adalson: merhaba nosekeni, bu arkadaşım Fransız gazeteci elita leroy, eğer izin verirsen seninle biraz sohbet etmek istiyor?
Nosekeni: tabii ki, memnun olurum.
Elita: merhaba bayan nosekeni, nasılsınız?
Nosekeni: diğerlerine göre daha az yara aldığım için kendimi daha şanslı hissediyorum.
Kara gözlerini elitanın yeşil gözlerine kilitledi.
Elita bu bakışlardan biraz rahatsız olduysa da mesleği sayesinde kimse onun kadar rahatsız edici bir şekilde dikkatli bakamazdı. O da gözlerini kaçırmadan kadına baktı. Kadının tek bir cümlesinden anladığı kadarıyla nosekeninin aksanı diğer kadınlara göre biraz daha farklı ve düzgündü. mesleği yüzünden dil konusundaki takıntısını bir kenara bırakarak kadının çok fazla hasar görmemesini sevinçle karşıladı. Böylece daha az duygusallıkla daha uzun bir röportaj yapmak mümkündü.
Elita: talihsiz olaylar yaşadınız ve maalesef yaşanmaya da devam ediyor. Hepimiz gerçekten büyük bir üzüntü içindeyiz ve elimizden geldiğince yardıma hazırız. Sizin hikayelerinizi ülkeme hatta tüm dünyaya duyurmamı ister misiniz?
Nosekeni: gördüklerinizi değil anlattıklarımı ama gerçek anlamda düşündüklerimi yazacaksanız evet diyorum.
Elita ne demek istediğini tam anlayamadı. adalson o sırada bir kadının eline dikiş atıyordu ama konuşulanları duyabilecek kadar yakındaydı.
Elita: tabii ki.
Nosekeni: yemin eder misiniz?
Elita: yemin ederim.
Şaşkın bir şekilde ses kayıt cihazını çıkardı, düğmeye bastı.
Elita: inançlı mısınız?
Nosekeni: evet, inançlıyım.
Elita: hangi inançtansınız?
Nosekeni: Siz Avrupalıların getirdiği din işte, hıristiyanım.
Elita: bunu Neden böyle tepkili bir şekilde söylediniz?
Nosekeni: siz zamanında siyah ırkı eğitmek için buradayız deyip bu bahaneyle kıtamızın her bir köşesini keşfe geldiniz. sonra dininizi tanıttınız; bizi kendinize bağlayacak ortak bir unsur aradanız çünkü bizim ham zenginliğimizi sömürebilmek için buna ihtiyacınız vardı. çok farklıydık! Siz beyaz bizse siyah! Ama siz Hıristiyan biz de Hıristiyan olunca işler biraz kolaylaşacaktı ve öyle de oldu!
Elitanın beynine adeta kan sıçradı. Asla böyle bir şeyi yayınlamayacaktı. Kadın saldırgan bir tavırla konuşuyordu. Ses kaydı cihazının kapatma tuşuna bastı.
Nosekeni: o aleti niye kapattınız?
Elita: sürekli siz diyerek aşağılayıcı konuşuyorsunuz, ben sizin çektiğiniz sıkıntıları dinlemek istiyorum politik yorumlarınızı değil!
Nosekeni: tamam, çektiklerimi sıralayayım; önce darp ettiler, sonra bu üç kişi tarafından tecavüze uğradım, bir kız çocuğum vardı, daha 5 yaşında, gözlerimin önünde ona da tecavüz ettiler ardından onu öldürdüler. Beni de öldüreceklerdi, olanları gördüğümde bayıldığım için öldüğümü zannetmiş olmalılar ki üstünde kızımın kanı olan satırı bana değdirme gereği duymadılar. Bitti bu kadar.
Kekeleyerek;
Elita: çok ama çok üzgünüm, gerçekten üzgünüm. Yalnız neden bununla ilgili içinizi dökmüyorsunuz?
Nosekeni: fırsat verirseniz olanları değil olanlardan önce tüm bunların asıl sorumlularını anlatmak isterim. siz sadece görünene aldanıyorsunuz buz dağının bir de görünmeyen kısmı var!
Bu kadın ilginçti, buzdağının görünmeyen kısmı deyimini afrikanın çöllerinde öğrenmemişti herhalde. Ve böyle çıkarımları yapmak için bu birikime sahip olması da şaşırtıcı. Bu konuşmayı gittiği yere kadar sürdürecekti. istediği şeyleri anlatmasa da anlattıkları ya da anlatanın bunları düşünebilmesi gerçekten başka bir hikaye konusuydu.
Elita: tamam, kayıt cihazını açacağım, istediğiniz her şeyi söyleyebilirsiniz, çünkü çok meraklandım.
Nosekeni belli belirsiz zafer heyecanıyla kıpırdandı. Kirli eşarpını düzeltti ve devam etti;
nosekeni: Bu konuşmalarımdan hıristiyan olmaktan memnun olmadığım anlaşılmasın. aslında bunun için Avrupalılara minnetarım, sadece bu şekilde hıristiyan olmak sinir bozucu, hepsi bu. yalnız tanrı beni bağışlasın, ne zaman isanın ve havarilerinin tasvirini görsem bize hiç benzemediğini ve bizden neden hiç bahsetmediğini düşünüyorum. Sanki sadece siz beyazların peygamberiymiş hissine kapılıyorum. Boynunuzdaki haçtan ve bu cehenneme sırf bizler için gelmenizden anladığım kadarıyla siz de inançlı bir Hıristiyansınız. bu günahkar düşüncelerimden dolayı az önceki gibi beni çok yadırgamıyorsunuz değil mi?
Elita: rica ederim, tabii ki hayır. hayatı, yaşadıklarınızı, insanları, dini nasıl yorumladığınızı merak ediyorum artık devam edebilirsiniz.
Nosekeni: bir de tanrıya inanma sebebim tüm bu yaşadıklarımın hesabını birinden sorma fikrinin beni rahatlatması.
Elita: anladım, sanırım kocanız öldürüldü?
Nosekeni: hiç kocam olmadı.
Elita: nasıl yani?
Nosekeni: siz beyaz kadınlar sevişerek çocuk sahibi olursunuz ve bu genelde kocalarınızla olur; bizse tecavüze uğrayarak çocuk sahibi oluruz.
Elita: sizi anlıyorum, eminim ki hayalleriniz vardı ve bu şekilde bir hayatı hak edecek hiçbir şey yapmadınız. Herkese, her şeye kızgınsınız yalnız sürekli siz diyerek beni veya biz beyazları(!) suçlamanızı anlayamıyorum. yani bu talihsizliğe sizin ülkenizdeki iç savaşlar neden oldu, neden bundan hiç bahsetmiyorsunuz?
Adalson uzaktan kulak misafiri olduğu bu sohbetin bir atışmaya dönüştüğünü fark etti ama müdahale etmek istemedi.
Nosekeni: peki siz demeden devam edeyim. madenlerimiz için buraya gelen beyazlar, bizi yönetebilmek için eskiden sınırların hiç olmadığı kıtamızda bizler adına, insanlık adına(!) sınırlar çizdiler; yetmedi ülkeler içinde insanları kabilelerine göre sınıflandırdılar. Ne kadar fark o kadar ayrım ne kadar ayrım o kadar kaos! bir kabileye siyasi ayrıcalıklar verilip diğer kabile hor görüldü derken düşmanlıklar iyice bilendi ve erkeklerin ellerine silah verildi, katliamlar karşı katliamları getirdi. şimdi bir zamanlar sınırları olmayan bu bölgelerde sınırlar çizilen alanlarda madenlerin kavgasına tutuştular. O da sömürgecilerin vereceği çok az miktar para için. Öyle bir tuzağa düşürüldüler ki ellerindeki madenleri savaşırken Avrupalılara kaptırdıklarını hiç fark etmediler. Savaşta olma nedenimiz savaşmamızdan daha önemli, çünkü bu savaş bitse bu nedenler yüzünden tekrar başka bir iç savaş başlayacak. Bu coğrafyaya gelmeden önce Afrika kıtası ülkelerinin tarihi hakkında biraz araştırma yapmış olmanız gerekirdi.
Elita bu kadın tarafından resmen hırpalanıyordu. Aslında ağzı iyi laf yapan biriydi. Ama bu lafları böyle bir yerde bu durumdaki bir savaşzededen duyacağını anlatsalar asla inanmazdı, nasıl cevap vereceğini bilemedi, bir an adalsonla bakıştılar. Utandı, sonra birden hiddetle kadına döndü;
Elita: peki buraya sizin yaralarınızı sarmaya gelen bu beyaz(!) doktor ve nicelerinin gelişini neye bağlıyorsunuz? Hayatını sizler için riske atması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nosekeni: Doktor bey şüphesiz çok nazik biri, iyi niyetle burada olduğundan şüphem yok, ama buraya gelmesi için hükümeti izin vermese ya da ona yardım etmeseydi kongoyu biraz zor bulurdu.
Dedi ve hınzırca gülümsedi;
Elita: anlamıyorum az önce dolaylı yoldan hükümetlere laf atmıştınız, şimdi bu tavrınız merak konusu?
Nosekeni bu kadını hırpalamaktan zevk almaya başlamıştı; dikişleri alınan bir soydaşının inlemeleri onu daha da hırçınlaştırdı;
Nosekeni: hükümetlerinizin de teşvikiyle gelen yardımlara katkıda bulunmuş samimi ve iyi yürekli insanlar da var, tıpkı doktor gibi. Bu yüzden bize gelen o yardımlar için öncelikle çok teşekkür ediyorum. Yalnız aracı olan ülkelerin bir kısmı gösteriş bir kısmı çıkar bir kısmı da günah çıkarma için bu kadar yardımı gönderiyorlar. Bu yüzden muhtaç olmaktan nefret etmemize rağmen yardımlara ihtiyacımız var ama asla bunun için minnettar olmayacağız. Çünkü bizi beyazların iyi(!) niyetleri bu hale getirdi. bizi yardımlarınız daha da fakirleştiriyor ve size daha da muhtaç ediyor!
Artık röpartaj olmaktan çıkan bu sohbet, sohbet olmaktan da çıkmış tamamıyla bir atışmaya dönmüştü.
Elita: yerin dibine soktuğun ülkelerde sırf sizin için daha fazla miktarda ürün yetiştirmek ve daha doyurucu gıdalar üretmek için bilim adamları seferber olmuş! bu kadar bilinçli olduğunuza göre bunları da takip etmişsinizdir???
bir an bu kadar şeyi medeniyetin hiç uğramadığı bu yerde, bu şartlarda nereden, nasıl takip ettiğini merak etti, ama bunun üstünde pek durmadı, duramadı çünkü şu an tek düşündüğü bu küstah kadına haddini bildirmekti.
Nosekeni: mümkünse biz açlar için çare üretilmesin çünkü midemiz bulanıyor!
Elita: ne demek istiyorsunuz?
Nosekeni: en son bilim adamlarınız insan yağlarından kurabiye yapılıp Afrikaya gönderilmesini tartışıyordu. Böylece bir kurabiye yiyerek on kurabiye yemiş kadar tokluk hissi oluşacakmış! Bakın bize kurabiye ya da makarna göndermeyin. Bize tohum, tarım araçları, traktörler ve bizi eğitecek ziraat mühendisleri gönderin ki verimli arazilerimizi işleyelim; yatırımcılarınızı teşvik edin, fabrikalar kurulsun buralarda, çalışalım, bize de fırsatlar verilsin biz de fabrika kuracak sermaye oluşturalım ki tüketmeyelim üretelim; 4-5 hafta sonra hiç dönmemek üzere giden doktorlar göndermeyin, hastaneler, okullar, üniversiteler yapın, gençlerimize eğitim verin; artık bizi, size muhtaç bırakmayın!
elita, bir kaç yıl önce güney afrika'da ismini karıştırdığı herhangi fakir bir ülkeye (ona göre tüm afrika ülkeleri aynıydı) bağışlarda bulunmuş, hatta bazı yardım kampanyalarına destek olmuştu. yardımlarıyla manevi hazzı yaşamış ve iyi bir iş yaptığı için kendisiyle gurur bile duymuştu. ama hiç böyle şeyler düşünmemişti.
nasıl olur da sefil haldeki, eğitimsiz bir kadın onun düşünmediklerini düşünmüş ve onu hazırlıksız yakalayıp rezil edebilmişti?
Bu dünyaya geliş amacını hep sorgulamıştı; bugün burada dünyaya gelme sebebini öğrendi. Beyazlar adına kendi payına düşen diyeti ödüyordu! Nosekeni anlattıkça ona karşı çıkmak zorunda kalmıştı ve bunu düşününce sanki yapılanları desteklemiş durumuna düştü. düşününce nosekeni haklıydı. görünmez bir şekilde sırtına bir yük aldığını hisseden elita, Tıpkı adalson gibi Kendisi için değil insanlık adına hizmet vererek kendini rahatlatabileceğini bile düşündü, ama yine de nosekeni ona karşı fazla sert çıkmıştı diye düşündü;
Elita: bana karşı insafsızca davranıyorsunuz!
Nosekeni: size insafsızlığı tarif edeyim mi güzel bayan? insafsızlık sırf kendi halkı daha zengin olsun iyi bir hayat sürsün diye geldiği bu topraklara nifak tohumları serperek savaşlara, açlığa ve ölümlere neden olanların yaptıklarına denir. Köle olarak kullanılmış biz Afrikalılara bunca yıllık zulüm yetmemiş gibi bizi iç savaşlara sürükleyenlerin yaptıklarına denir. Bunun sonucunda çocuklarımızın gözü önünde tecavüze uğramak, kadınların göğüs uçlarının delinmesi, erkek çocuklarının sırf ilerde savaşçı olur diye öldürülmesi çocukların ve genç kadınların tecavüze uğraması ve..
elita'nın gözleri doldu, kendini ağlamamak için zor tuttu.
Yeterrrrrrrrrrr!
Adalson artık elitayı buradan uzaklaştırmalıydı. Nosekeniyi susturmak zorunda kaldı.
Elita: bırak konuşsun belki de bir daha fırsatı olmayabilir, hem yemin ettim onu dinleyeceğim.
Nosekeni insanların işe yaramaz acıma duygularını bir anda vicdan azabına çevirmenin zafer sarhoşluğuyla derin bir iç çekti ama karşısında ağlayan birini görmek onu da rahatsız etmişti. Vicdanları uyandırmak için katlandığı bu vicdansızlığa bir son vermeliydi ve şöyle devam etti:
Nosekeni: lütfen ağlamayın artık, bu konuşmaların kayıt olduğunu biliyorum ve kayıtları yemin ettiğiniz için kullanacağınızdan emin olduğumdan sanki sorumlular buradaymış gibi anlattım. halkımın başına gelen bu felaketlerin ağzımdan çıkan tasvirlerini korkmadan duyurabilirseniz memnun olurum, söz vermiştiniz...
Bir satranç tahtasında hem siyah şah var hem de beyaz şah ve yine o tahtada hem beyaz piyon var hem de siyah piyon, maalesef biz şah değiliz sadece piyonuz! ama fırsat verildiğinde gücümüzün neleri alt edebileceğini biliyorsunuz.
Elita: size yine söz veriyorum, yazılarım sadece acılarınızı değil acılarınızın gerçek nedenlerini, sorumlularını da anlatacak.
***
Nosekeni yavaşça oradan kampa doğru ilerledi ve bir anda gözden kayboldu. adalson elitayla birlikte tüm duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Elitaya göre adalsonın bu kadar kızarmasına utanmasına gerek yoktu, asıl utanması gereken kendisiydi oysaki adalsonnın utanma nedeni çok başkaydı.
***
nosekeni kampa gidermiş gibi yapıp personellerin kaldığı yöne, asıl yerine doğru ilerledi. Görevini yapmanın huzuruyla doluydu. Elitaya anlattığı tecavüz hikayesinin gerçek kurbanının eşarbını başından çıkartıp koynuna soktu. iki gün önce bu yaralı kadınla tanışmıştı. Şimdi o yoktu. ölmüştü ama kokusu hala eşarptaydı. duşa girdi ve sonra biraz makyaj yaptı. Siyah teni ışıl ışıldı, gözleri parlıyordu.
Nosekeninin şansı, afrikada eskiden maden işletmecisi olan Belçikalı yaşlı bir adamın yıllar sonra tekrar kongoya dönerek yetimhaneden kendisini evlat edinmesiyle dönmüştü. Avrupada iyi okullarda okudu ve şimdi asıl vatanına eğitimli bir sosyolog olarak ziyarete gelmişti. Manevi babası belki de yaptıklarının diyetini ödemek için onu evlat edinmişti orası bilinmez ama nosekeniye hep iyi davrandı ve ona dürüst davranıp kendi geçmişini, nosekeninin geçmişini tamamıyla anlatmıştı.
Adalsonnın utanma sebebi ise bir gün öncesinden arkadaşı nosekeniye elitanın ricasından bahsetmiş olup nosekeni'nin ısrarıyla bu plana katılmış olmasıydı.
Elita nosekeniyi ilk akşam yemekhanede gördüğü halde konuşma boyunca nosekeniyi hiç tanımamıştı. Çünkü Beyazlara göre siyahlar hep aynıydı gerçi bu durum planı oldukça güvenli kılmıştı.
Peki nosekininin tecavüze uğramış, dayak yemiş, hasta ve aç bir Kongolu değil de şansı yaver gitmiş, tahsilli ve bilinçli bir Kongolu kadın olarak karşımızda durması anlattığı tüm bu gerçekleri değiştirir mi?
Bazıları acı çeker bazılarıysa acı çekenler sebebiyle daha fazla acı çeker nosekeni çok acı çekiyordu, halkının çilesi bitene kadar aynı çileyi yaşamaya ve bunun hesabını sormaya ant içti.
not: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.
kadınların regl döneminde hem fiziksel hem de ruhsal açıdan bir nevi kurt kadın olması durumudur. Şimdi hemcinslerim kılıç kuşanıp ata binmeden açıklayayım; bu yazı ne hemcinslerimi alçaltıcı ne de adet dönemindeyken paylaşmak istediğim bu da böyle bir anımdır.
Aklıma geldi anlatayım, tohumlar yeşersin, bilmeyenler hatun ağzından öğrensin dedim.
Fiziksel anlamda (tüm kadınlar bilir) epilasyon yapılmış ama özünde kıllı bölgeler bu dönemde hızla eski haline döner. Türk erkekleri korkmasın. Aşırı kıllanma yok sadece her kadının (yaradanın ona bağışladığı kadar) sahip olduğu kılları normalden daha hızlı (epilasyonun yeni yapılmış olmasına rağmen) uzaması durumu var bu dönemde.
Ruhsal olaraksa bildiğiniz vahşileşiyoruz. Bu konu kıldan tüyden daha mühim.
Bu aşırı hassaslaşma-duygusallık meselesi ciddi bir mesele. Daha bir hafta öncesinden kılık değişiyor; göğüslerde ve karında şişkinlik, yüzde sivilcelenme, kılların hızla uzaması, kimi kadınlarda özellikle karın ağrıları, halsizlik vs. ama o ruhsal yolculuk var ki çeken de çektiren de yanıyor.
+geçen yıl bir kafede otururken kızın biri sana dik dik bakıyordu?
-ee aşkım?
+sen de bir ne bakıyorsun demedin?
-yahu taa geçen yıl olmuş olay nerden aklına geldi?
+hoşuna mı gitmişti-hiç bir şey demedin?
-ne deseydim?
+bir şey demek isterdin yani?
-aşkım saçmalamıyor musun?
-kaçamak cevap.
+öleyim mi?
-öp.
+tamam öpeyim.
Bu diyalogtaki gibi kadın algısında ve hareketlerinde anlamsızlıklar belirebilir.
bu dönemde yaptığımız çoğu hareketin saçma ve sıkıcı olduğunun farkındayım. Direkt kendimden örnek verecek olursam yaptığım alınganlıklar, ya da duygusallıklardan sonra bir daha böyle yapmayacağım bu dönemin bana yaşattığı sıkıntılar dolayısıyla böyle olduğumu hatırlıycam hep çok dikkatli davranacağım diye kendimi telkin ediyorum ama gel gör ki adet döneminde tüm mantık kendini duygusallığa bırakıyor. Ha kimimiz bunun arkasına sığınıp şımarıklık yapmıyor değiliz, kabul ama arkadaşlar bu kadar reaksiyonun olduğu bir vücudun bu tarz tepkimelerine karşı anlayışlı olmanız gerekiyor.
Basit bir olay değil. Bizi sadece, yumurtasını kaybetmiş tavuklar anlamasın istedim
Bir de şu var ki çok önemli- Ay başında kurta dönen kadın bu döngüden sonra ay parçası oluyor
pedofiliye dur de!
de ki yarın öbür gün sizin de çocuklarınız bu travmayı yaşayıp hayata küsmesinler.
pedofili halk dilinde sübyancılık ülkemizde ve tüm dünyada ağır ve acı bir gerçek olarak devam ediyor. Bu sorun sadece çocukların ve ailelerinin değil hepimizin sorunudur. Bu iğrenç, mide bulandırıcı sapkınlık toplum nezdinde küçümsenmedikçe, yasalarla üstünde durulmadıkça maalesef bu adi suç artarak devam edecek.
toplum çocuk istismarlarına göz yumup suçu ve suçluyu kendi içinde sindirmemeli. cinsel istismara uğrayan çocukların büyük çoğunluğu yakın akrabalarından zarar görmekte. dolayısıyla çocuklar kendilerine inanılmayacak korkusu veya bir kaç aile ileri gelenlerinin bu olayı örtbas etme girişimi olayın iğdiş olmasına sümen altı edilmesine neden oluyor. çocukların ne kadar değerli olduğunu anlatıp size insanlık dersi vermeyeceğim. en hastalıklı adamın bile farkında olmasını sağlamak için uyarımı basit düzeyde tutacağım; başkasının çocuğunun başına gelir benimkinin başına gelmez demeyin. bu adamlar toplum tarafından dışlanmadıkça, deşifre edilmedikçe yarın senin çocuğuna, kardeşine, yeğenine veya torununa da bulaşacaklar. birincisi çocuklarla ilgilenmeniz, ikincisi bu eğilimlerde birini fark ettiğiniz anda bu olayı unutmamanız-üstünde durmanız ve üçüncüsü çocuklarınıza aile yakınlarınızdan bile zarar gelebileceği bilinciyle dikkatli olmanızdır.
Çoçukların bu felaketten sonra yaşadıkları travma psikolojik ve fizyolojik gelişimlerinde büyük sorunlar teşkil ediyor. Bir çok araştırmada taciz veya tecavüze uğrayan çocuklarda kişilik bozukluğunun, ilerde uyuşturucu ve para karşılığında seks gibi bataklıklara bulaşma ihtimallerinin çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır.
gün geçtikçe çocuk istismarları artıyor. bu durumun en büyük sorumlusu olayı görmezden gelen, bu duruma çanak tutan bazı inanç ve düşüncelerle olayı sıradanlaştıran ve neme lazımcılık yapan insanlardır.
bu insanlık suçuna karşı duyarlı olmadığımız sürece bu suçtan bir şekilde etkilenmeye devam edeceğiz. ülkemizde bu konu üstünde çok durulmaması, 14 yaşında kız çocuklarının evlendirilmesinde sorun görmemek gibi yanlış hal ve tavırlar ergenlik öncesi veya ergenlikteki çocukları bu sapkın insanlara kurban ediyor.
son yıllarda çocuklara karşı yapılan istismarlarda mahkemelerin yanlış kararları ve yetkililerin bu konudaki duyarsız tavırları pedofiliyi özgürleştirmekte-
bazı inanç sistemlerinde erken yaşta(bluğ çağı) kız çocuklarının evlendirilmesinde sakınca görülmemesi bu durumu normalleştirmektedir. emniyette bilişim suçları araştırmalarında, türkiye'de porno sitelerinde %60 çocuk pornosu aratıldığı, yakalanan porno cdlerin %40nın yine çocuk pornosu olması gösteriyor ki bu hastalık toplumun geniş kesiminde yer almakta ve her an çocuğunuz, yeğeniniz veya öğrencilerinizin başına gelme ihtimali var. Çünkü sübyancılar her yerde!
bize düşen görev bu konunun hassasiyetine uygun sosyal platformlarda ve reel ortamlarda bu tarz eğilimleri saptadığımız anda sözlü olarak küçümsemeli- eğer şahit olunan fiili bir durum varsa direkt yetkililere haber vermeli.
bu konu hassastır. üstünden hiç bir şekilde fikir yürütülüp legale edilemez.
meclisimizde her konu görüşülürken-kürtaj bir cinayettir diyerek bir fetüsün bile hakkı savunulurken hayatta bulunan bu çocukları sapkınlardan korumak için gerekli yasalar yok. bu konuda yine biz kamuoyunun baskıları bir etki yaratabilir.
meclise bir kaç kez izleme ve takip kurulu, ilaçla hadım, tacizcinin olayı gerçekleştirdiği yere giriş yasağı önerisi sunulmuş ama dikkate alınmamıştı.
Torpil için ankarada dayım var repliklerini kullananlardan da ricam var; söyleyin de bu konuda yine öneride bulunsunlar!
bu durumda abd'nin yaptırımları-1994 yılında çıkarılan bir yasaya göre pedofili suçunu işleyen her kişinin bilgileri ve fotoğrafları hatta adresleri kamuoyuna bildirilmeli ve deşifre edilmeli. okullara görevli alımında kişilerin sicillerinde pedofili suçu var mı yok mu kontrol ediliyor.
ingiltere; abd'deki gibi kişilerin kayıtları saklanıyor ve çalışacakları yerlerin okullar olmamasına dikkat ediliyor ama bilgiler deşifre edilmiyor. yalnız kanunlara rağmen halk bu suçu işleyenlere karşı oldukça sert davranıyor. hadım ceası var.
fransa;
devlet bu suçluları kendisi deşifre etmiyor ama medya bu konuda özgür. bu suç ikinci kez işlendiğinde cezaları daha fazla artırılıyor, hadım yasası ve elektronik kelepçe yöntemleri mevcut.
polonya;
hadım yasasını uyguluyor. 15 yaşından küçük çocukları cinsel istismar edenleri, ensest ilişkiyi sert bir şekilde karşılayan yasalar yapmıştır.
çocuk pornosu satın alanları ya da internetten indirenleri, çocuklara karşı tasvip edilmeyen yaklaşımlarda bulunanları fark ettiğiniz anda bunu polise bildirin. Sosyal platformlarda, "büyümek üzere olan çocuklar" hakkında yorumda bulunanları sözlü olarak uyarın. Fütursuzca yapılan yorumlar, yorum sahibinin amacında olmamasına rağmen bir başka sapığın duygularını tetikleyebilir. Silsile yoluyla şikayetlere devam edin. Baktınız ki site yöneticilerinde ses yok bilişim suçları savcılığına başvurabilirsiniz.
(Doğa ruhları, Doğayla yakınlığından dolayı batı bekçiliğine Druidleri; doğu bekçiliğineyse Kamları uygun görmüşlerdi. batı ve doğu olmak üzere iki temsil oluşturup onları bu temsillerin bekçisi olarak atadıktan sonra bekçilerin bulunduğu coğrafyaya göre dünyayı kuzey kutbundan güney kutbuna kadar görünmez bir çizgiyle ikiye ayırıp bu iki alanda doğa ve iyilik adına kullanmaları için doğa ruhları tarafından Bekçilere Ölüp yeniden dünyaya gelmek, evrendeki tüm canlılarla hatta ölenlerin ruhlarıyla konuşmak ve işbirliği yapmak, suyu, ayı vb. bölmek gibi üstün özellikler bağışlanmıştı.
Suyu da yarabiliyorlar mı yani? sorusuna evet onu da yapabiliyorlar cevabını verdikten sonra onca şey arasından sadece buna takılmanıza çok şaşırdım. Neyse ben görevimi yerine getirip açıklamaya devam edeyim:
bu iki temsil layıkıyla kendilerine verilen görevi yerine getirmeye çalışırken (doğayı insanların eziyetinden korurken) maalesef her iki temsilde de ihanet edip aralarından kovulan bekçiler olmuş ve o az önceki sorunuzdaki beceriyi birkaç kez kullanan kahramanlar doğunun ve batının iyi bekçileri değil onlardan kopan kötü bekçilerdi. Yani Kötü bekçiler yapay dinlerin önderleridir. doğa ruhlarından edindikleri bilgiyi kötü emellerine alet ederek belli bir kitle oluşturdular; onların da yardımıyla şu an tüm insanlığı kontrol altına almanın peşindeler. böylece hedeflerindeki iyi bekçilerin ve doğa ruhlarının efendisi olmayı başarabileceklerine inanıyorlar)
anne:gitmekte kararlı mısın kızım? umay:evet anne. anne:tahsilin için güzel bir çaba ama neden irlanda? ingiltereyi neden tercih etmedin? umay:ingiltereyi istesem neden Amerika değil diye sorardın. irlanda benim rüyalarımı süsleyen tek ülke. nedendir bilmiyorum uzun zamandır merak ediyordum. bu yüzden tercihimi bu yönde kullandım. anne:senin kararın, saygı duyarım. biliyorsun defalarca yurt dışına çıktın ve hep destek oldum ama bu sefer farklı. uzun bir süre seni göremeyeceğim.
( umay, yüzünü ekşiten annesini çevik bir hareketle çaydan ıslanmış dudaklarıyla şap diye öpüverdi. Annesini ikna etmek zordu ama imkansız değildi.)
***
(Bütün bunlar olurken "tanrı ne işle meşgul acaba?" diye merak ettiğinizi biliyorum. Şüphesiz ki o adalet dağıtandır. Bu yüzden o hiçbir şeye karışmaz. Çünkü adalet hiçbir şeye müdahale etmeyip olayların kendi halinde çözülmesiyle sağlanır; Her ne kadar insanların, doğa ruhlarının ve bekçilerin acı içinde kıvrandığına şahit olup bir an müdahale isteğinde olsa da hemen kendini toplar ve adalet asasına sıkıca tutunur. Yalnız bu hiçbir şey yapmadığı anlamına gelmesin.
Başlangıçtan beri yanında olup ona çok fazla yardım eden çalışkan ve sadık Yaratılış ruhunu (ismini, tanrıyla birlikte ilk günden beri var olmasından alır) arada bir dünyaya gönderip dolanmasını ister. Bu ruhu bulanlar onun yardımından gereğince yararlanırlar. Çünkü tanrının gücü "yaratılış ruhu"yla birliktedir. Bekçiler daha fazla güçle daha fazla iş yapabileceklerini bilirler. Tanrının gönlü kimden yana anlamışsınızdır ama Yaratılış ruhunun gönlü iyi veya kötü bekçilerden yana değil gerçekten kendisini arayandan yanadır. Siz de tanrıyla aynı hisleri paylaşıyorsunuz sanırım, ne de olsa onun evlatlarısınız anlıyorum. Unutmadan, Bazen bu arayışta üstün gelen kötü ya da hain bekçiler olabiliyor. Hala neden bekçi dediğimi bilmiyorum ağız alışkanlığı ne de olsa bir zamanlar doğanın kendisi için savaşmışlardı. Belki de sırf bunun hatrına yine de onlara bekçi demenin bir zararı olmayacağını düşünüyorum. Benim tarafım yok ben de bu yarışta tarafsız olmayı seçtim. Aranızda Benim kim olduğumu merak edenler var sanırım. Hikaye benim kim olduğumdan daha önemli, emin olun)
Adam kafasını yukarı, bulutlardan kapanmış dolunaya kaldırdı ve aya baktı.
Önce keltçe" uzun ve nağmeli bir dua okudu. ardından elbiselerini çıkartıp çırılçıplak kaldı. Ateşin etrafında dönüp duayı defalarca tekrarladıktan sonra, tüm kıyafetlerini ateşe attı. Ateşten yükselen duman göğe doğru yükselirken bulutlar ikna olmuş olmalı ki ayın önünden çekildiler. Duacı druid, bu ürkütücü karanlıkta ay ve ateşin ışığıyla aydınlanan halinden memnun suratıyla adeta bir tanrıya benziyordu.
Umay ter içinde uyanmıştı. Bu çırılçıplak bedenin erotizmi mi yoksa kendisine bu kadar yürekten seslenen adamın romantikliğine mi hayran kaldığına karar veremeyerek rüyanın tatlı sarhoşluğuyla yatağından kalkıp Annesinin odasına gitti. mışıl mışıl uyuyan annesini uyandırmaya kıyamıyordu ama yanında yatmaktan da kendini alamadı.
babası öldükten sonra kendisine tek başına yeten ve çok iyi davranan annesine sevgiyle baktı. iyi ki de bu kadını seçmişti. Annesinin güzel kokusunu içine çekip bir yandan bunları düşünürken, bir yandan da son gördüğü Rüyayı düşünüyordu. Bu karmaşık duygularla uykuya daldı.
Ertesi gün, Umay: anneciğim kalacağım yurdun, fakültenin, kütüphanenin hatta oradaki en meşhur pubların numaralarını buldum ve not defterine kaydettim. Anne: pab ne? Umay: Ünlü irlanda biralarının sergilendiği yer( içten bir kahkaha atarak annesinin yanaklarını sıktı. ne kadar masum olduğunu düşündü bir an) Anne:sakın içeyim deme, herkesle arkadaşlık kurma-yabancı insan bunlar bilemezsin huyunu suyunu. Kimseye güve.. Umay: tamam annecim, sen hiç merak etme. ***
(Druidlerin Avrupa kamlarınsa asya coğrafyasına alışkın olup güney ve kuzeye çok müdahale etmediklerini gayet iyi bilen kötü bekçiler (çünkü bir zamanlar onlar da batıda veya doğuda görev yapmışlardı) bu durumdan istifade edip güneye inerek afrikada yapay din oluşturmayı başardılar; druidler ve kamlar zaman zaman yaratılış ruhunu keşfedip himayelerine aldıktan sonra çok güçlü olup kendilerine ihanet eden hainleri geri püskürtebilmişlerse de işi bitip tanrının yanına varan yaratılış ruhu çok geçmeden geri dönünce kurnaz ve güç delisi hain bekçilerin büyük bir azimle onu keşfetmesiyle durumun druidlerin ve kamların aleyhine gelişmesine sebep oldu.
belki de kendi isteğiyle gelmiş olabilir. tanrının yüzü yumuşak, bazen macera peşinde koşan ruhları kontrol etmede zorlandığını duymuştuk ama yine de bir tahmin siz benim kadar şüpheci olmayın. tanrı böyle şeylere alınabiliyor)
*** ticknock ormanı, dublin*** Duacı druid: batı ve doğunun hain bekçileri Druidlerin ve kamların uyuşuklukları yüzünden üst üste yapay dinler icat ettiler ve biz hala doğaya uygun bir şekilde hareket edip onları alt etmenin peşindeyiz. bilge druid: Kamlar ve druidler insan kanı dökmeden mücadele etmek zorunda yoksa bizim yüzümüzden yere düşen tek bir damla insan kanı toprak ana tarafından lanetlenmemize sebep olur. Bunu nasıl göze alabilirsin? Duacı druid: laneti umursamayan kötü bekçilerin zararda olduklarını düşünmüyorum. katlederek ya da para teklif ederek insanları gittikçe yapay dinlerine çekiyorlar ve böylece büyük bir avantaja sahipler. bilge druid: kötü bekçiler bir kere lanete bulaştılar. eminim ki pişman olmuşlardır ama geriye dönüşün olmadığını bildiklerinden doğaya egemen olmanın peşindeler. Duacı druid: bu kurallar esneyemez mi bilge druid? bilge druid: neden sabretmiyorsun? Duacı druid: iyi durumda olmadığımız halde bu kadar iyimser olmanı anlayamıyorum. doğa ruhları, doğayı hem korumamızı hem de koyduğu kurallara uymamızı bekliyor. Bu bizi yavaşlatırken, Kötü bekçiler bu lanetten güç alıyorlar. ne kadar özgürce hareket ettiklerini görmüyor musun? bilge druid: Arada ölüp tekrar dirilmek zorunda kalıp zaman kaybettiğimiz olmuştur ama yine de kötü bekçiler bizden iyi halde değiller. Eşitiz duacı druid. Korkma bu kadar. "Yaratılış ruhu"na odaklanalım ve onu bulduğumuzda daha akıllıca bir taktikle insanların kanını dökmeyeceğimiz uygun bir savaş ortamı hazırlayalım. Duacı druid: son yaratılış ruhu faciasından sonra ben çok umutlu değilim. Tüm insanlar yapay dinlerin etkisine girmeye başladı bile. Doğa ruhları kendinden uzaklaşan insanların gücünden mahrum kaldıkça bizi de koruyacak birileri olmayacak ve bir sinek gibi yok olacağız. bilge druid: önerin ne? Duacı druid: doğu kamlarıyla birleşmek. Yani tek tek kendi alanımızda savaşmak yerine birleşmek en güzeli. bilge druid:unut bunu. bu kadar çaresiz olduğumuzu düşünmüyorum. Duacı druid: bu acizlik değil, bilge druid. sen bunu kişiselleştiriyorsun. Kamlarla birleşip ortak olmalıyız tıpkı hain bekçilerin yaptığı gibi. bilge druid: gerek yok duacı druid. sadece biraz daha gücüne ve zekana güvenmeyi dene ve başka şekilde odaklan. Bu kadar umutsuz konuşman yersiz. Duacı druid: bence boş bir güven taşıyorsun. bilge druid: duacı druid yetkilerini devretmek mi istiyorsun? Duacı druid: Tehdit mi bu? bilge druid: hayır çok yorgun ve çaresizsin dinlenmen iyi olur diye düşündüm. bilge druid: teşekkürler gerek yok, oldukça iyiyim.
(evet yine ben, hikaye anlatıcısı. sıkılmazsanız birkaç şey daha ekleyeceğim. Doğayla bütünleşen ve fazla iyi olan bu doğu-batı iyi bekçilerinin biraz kötü olmaması büyük bir talihsizlik; doğruluğun, saflığın ve doğanın temsilcileri druidler ve kamlar -siz batı bekçisi veya doğu bekçisi demeye devam edebilirsiniz- arada sırada dünyaya gönderilen yaratılış ruhunu kaptırmakla son zamanlarda( 3 bin yıldır) acı çekmekteler.
Şimdi her şeyin farkındalar. iki bekçilik tekrar yaratılış ruhunu aramaya ve geç de olsa güney ve kuzey kısımla ilgilenmeye karar vermişlerdir.)
***Dublin üniversitesi, sanat tarihi bölümü, salon 3***
Umay fakülteyi ardından sınıfı bulayım derken 1. dersi çoktan kaçırmıştı. 7 nolu dersliğin önünde beklemeye karar vermişti ki aniden arkasında tok sesli, aksanlı bir ingilizceyle konuşan adam beliriverdi.
Umay: pardon, tam anlayamadım, tekrar eder misiniz? Patrik: içerde kimse yok.(kapıyı açıp gösterdi)
(gerçekten içerde kimse yoktu. Umay Tekrar programa baktı ve şaşırdı) Patrik: program değiştirilmiş. Ders 11:20de başlayacak. Umay: çok teşekkür ederim siz olmasanız belki de burada uzun bir süre öylece bekleyebilirdim. Patrik: rica ederim, oldukça düzgün konuşuyorsun yabancı olmalısın? Umay: efendim? Patrik: ingilizceyi çok düzgün konuşuyorsun, sadece yabancılar bu kadar düzgün konuşup konuşulanı anlayamaz, hahahah.
( bu sinir bozucu gülüşten sonra umay) Umay: anlaşılmaz bir aksanınız olduğunu düşünürsek bu da sizin oldukça yerli olduğunuz anlamına mı geliyor? Patrik: hahaha, bunu sevdim, bu arada ben patrik. Umay: ben de umay. Patrik: omay? Umay: hayır uuumaayy! ***
(Şimdi siz hikayenin aksiyon bölümüne geçelim diyorsunuz, evet fark ettim, son kez açıklamak istediğim bu hikaye sizin beklediğiniz gibi doğu-batı bekçileri ve bunlardan kopmuş doğu-batı kötü temsilcilerinin savaşını anlatmayacak. En azından şimdilik.
Bu bekçiler doğalarına aykırı olmasına rağmen hırslandılar. insanların arkasına gizlenip kirli oyunlarına başarıyla devam eden kötü bekçileri tek tek bulup cezalandırmak ve oyun dışı etmenin peşindeler. Her bekçilik kendi hainlerinin peşinde olunca yaratılış ruhu üzerinde kendi aralarında da belirsiz bir sürtüşme oluştu. biraz daha akıllı ve az gururlu olup birlikte hareket etmeyi deneseler belki daha iyi olacak ya da hiçbir şey değişmeyecek ama anladığımız şu ki insanlığın özü kibirden oluşuyor. Tanrı bir yandan yarattığıyla övünürken bir yandan birkaç yerde arıza olduğunu kabul edecek kadar dürüsttür. Çünkü o doğru olandır.)
Patrik ve umay kampüsün muhteşem bahçesinde irlandaya yaraşır güzel ve oldukça görkemli bir ağacın altına oturup klasik öğrenci moduna geri dönmüş bir halde kendilerinden bahsetmeye başladılar. Bu arada, Patrik'in parfümünden olsa gerek okyanus ve meşe ağacının birbirine karışmış taptaze kokusu umayın başını döndürürken, patrik kendi sarı saçlarına inat simsiyah, uzun dalgalı saçların arasındaki beyaz, zarif bir yüz ve düzgün kaşlarla çevrili iri gözlere hayranlıkla bakıyordu. Umaysa patrik'in bronz tenine hayran bir şekilde köşeli çenesini, ince ve sıkıca kapalı dudaklarını inceliyordu.
birden gözlerindeki maviliğin derinlerinde boğulcakmış hissiyle içinin ürperdiğini fark etti.
Patrik: kaç yaşındasın? Umay: bu soru evrensel bir biçimde tüm kadınlarca kaba bulunur. Annen bunu sana öğretmedi mi?
(Gülüşürler ve umay devam eder)
çok yaşlıyım. Ya Sen? Patrik: senden daha yaşlıyımdır.
bunun üzerine gülüşerek ilk dersi kaçırmamak için ayağa kalktılar.
Aynı sırada oturdular ki bir sene boyunca aynı sırayı, aynı koltuğu hatta aynı yatağı paylaştılar.
Bu süre zarfında umay patrik'i, çevresini, dostlarını tüm hayatını çok yakından tanımıştı. Hatta patrik, umaya biraz keltçe bile öğretmişti.
Patrik: Tá mo chroí istigh ionat. (seni seviyorum) Umay: Is brea liom tú freisin, patrik. (ben de seni seviyorum, patrik)
Patrik'in tuhaf ama cana yakın ailesiyle bazen ormanda bir ateşin etrafında oturup Uisze Beata yani hayat suyu olan viskilerini yudumlarken bir yandan neşeyle keltçe şarkılar söylüyordu, her şey çok ama çok güzeldi. Annesi bile umayın yabancı bir ülkede bu kadar uzun süre kalmasına alışmıştı; Çünkü Umayın sesinden çok mutlu olduğu anlaşılıyordu. annesi daha ne isteyebilirdi ki?
***
Bilge druid: yaratılış ruhu görev bilincini toparladı mı? duacı druid: henüz değil ama yakında Niye geldiğini hatırlayıp bize ısındıktan sonra ay partisine başlayabiliriz. yalnız çok dikkatli olmalıyız yoksa hain bekçiler onun bizle olduğundan şüphelenirse onu ikna etmek için tüm şeytanlıklarını kullanabilirler. Bilge druid:senden daha şeytani olduklarını sanmam. duacı druid: bilge druid bu lafını hemen geri al, rica ediyorum. Bilge druid : tamam sadece takıldım duacı druid. yanlız kötü bekçilerden daha tehlikelisi doğudaki iyi bekçiler yani kamlar onların sırlarını öğrendikten sonra yaratılış ruhunu elde ettiğimizi anlarlarsa aramız kötü olabilir. Doğunun ve batının kutsal bekçileri ittifak içinde olmasalar da barış içinde olmak zorundalar, biliyorsun. duacı druid: endişelenme. toplantılarında gözlem yapması için asya coğrafyasında bir benzeri bulunan haberci baykuşu görevlendirdim. Bir değişiklik olduğunu anlamadılar. bundan sonra da fark etmezler. Ama onların bu kadar hırslı olup enerjilerini doğru kullanmaları hayret verici. Bilge druid: sen de en az onlar kadar hırslısın patrik. Ama senden tek ricam bu iş bittikten sonra lütfen gidecek olan "yaratılış ruhu"nu bir sonraki zamanda kendi çabalarımızla bulalım. duacı druid: çabaladım ya? Bilge druid: sadece çok iyi bir hırsızsın ve bu hiç hoşuma gitmedi. duacı druid: Ne demek istiyorsun? Bilge druid : sadece sırları çalmadın, benim rüya perilerimi de çalmışsın. yaratılış ruhunun rüyalarına girip buraya çağırdığını biliyorum. Ağaç ruhları sır tutmaz! duacı druid: onları senden isteseydim izin vermezdin. yaratılış ruhunun yerini doğu bekçilerinden öğrendiğim için bu işi bırakmamı isterdin. Bilge druid: doğru! duacı druid: ama bu durumdan en az sen de benim kadar mutlusun! Bilge druid: kelime oyunlarını bırak patrik, bu işi eline yüzüne bulaştırmaman için buna göz yumuyorum. istekli olmanı anlıyorum ama Bu hırs bize hiç yakışmıyor.
Umay, patrikin dedesinden kalan Ormandaki bu küçük meşe ağacından yapılmış evi çok sevmişti. Yaşlı ama eski olmayan bir evdi. irlanda ve içindeki her şey harikaymış. Güzel bir coğrafya diye geçirdi içinden.
Patrik, evin girişinde asılı duran ökse otunu göstererek: Patrik: bu otun altında öpüşmenin ayak mantarlarını iyileştirmede iyi olduğunu biliyorsun değil mi? Umay: ökse otu ve kutsal meşe ağacıyla ilgili birkaç şey öğrenmiştim ama ayak mantarını öğrenmemem büyük bir kayıpmış. Patrik: o zaman var olan bilgilerini uygulasak mı? Umay: ayak mantarım yok ki.
(Gülüşmeler eşliğinde birbirlerine sıkıca sarılıp öpüştüler ama bu ökse otu altındaki aşık öpüşmesinden daha fazlasını yaşamadıkları anlamına gelmesin.)
şehvetle dudaklarına yapışan Patrikin baş döndürücü, ferah kokusuyla iyice başı dönen umay, patrik'i kendine daha da yaklaştırıp dudaklarını, çenesini ve kulak arkasından boğazına kadar devam eden kokusunu içine çekerek ufak ve ıslak öpücüklerle boynunu serinletti.
patrik aynı heyecanla umayın elbisesini sıyırıp bir yandan da sütyen giymediği için umaya içten içe teşekkür etti. o da Her erkek gibi Sütyen kopçası açmakta pek başarılı değildi...
Patrik, Elbiseyi sıyırırken kısa süreliğine uzaklaştığı ıslak dudaklara büyük bir hırsla tekrar yapıştı. Bütün uzuvlar birleşmek ve tek vücut olmak için sabırsızca terlerken Umay patriki içine davet etti ve patrik büyük bir kibarlıkla bunu kabul etti. ***
Patrik: güzel bir geceydi. hey sırtını mı döndün sen? Umay: her zaman erkekler mi sırtını döner zannediyorsun? Patrik: şu ana kadar evet. Umay: ama ben sarılasın diye döndüm.
(Umay patrik'e doğru sırtını çevirip bir kez daha dudaklarına uzandı ve onu öptü) Umay: seni seviyorum Patrik: ben de seni seviyorum, umay.
*** ticknock ormanı, Dublin *** Bilge druid: tüm kurul açıklamanı bekliyor duacı druid. Duacı druid(patrik): sevgili druidler, batının onurlu doğa bekçileri, yaratılış ruhu"nu bizimle aynı hedef için, doğu ve batı coğrafyalarımızdaki etkin yapay din güçlerini kırmaya büyük yardımı dokunacağını yıllardır öğrenmiş olmamız gerekir. Ben yaratılış ruhunun doğmuş olduğu aileyi belki pek de onurlu bir yoldan bulmamış olabilirim. Tamam açık konuşalım. Muhbir baykuşu, uzun zamandır asyaya doğu bekçilerinin yani kamların toplantılarına gönderiyordum. En son toplantılarında yaratılış ruhunun geleceği yeri ve aileyi tespit ettiklerini söylemişlerdi. Bütün bilgileri toplayıp geri gelen baykuş sayesinde yaratılış ruhunun orta halli bir ailede bir kız kimliğiyle dünyaya gelmeyi tercih ettiğini öğrendim. Sadece bu soysuzlukla kalmadım onu buraya getirebilmek için bilge druidin rüya perilerinden de yararlandım, yani izinsizce.
Ama bu hırsızlığı affettirecek güzel bir sonuçla başbaşayız. neden bunun üstünde bu kadar oyalanıyoruz ki ? şifacı druid: o bir kammış! Duacı druid(patrik): hayır yanılıyorsunuz!
Şaşkınlıkla bilge druide döndü ve yüzündeki nahoş ifadeden maalesef bunun doğru olduğunu anladı.
Bilge druid: şifacı druid haklı, o yaratılış ruhu değil bir kammış ve şimdi görev yerine doğru yola çıkmak üzere. Duacı druid(patrik): nasıl olur? Ruh okumada benim kadar iyisi yok bunu biliyorsunuz. Ruhunun her zerresini dolaştım. Hiçbir şey yoktu! Nasıl bu kadar inandırıcı olabildi? Bilge druid: çünkü kamların bulundukları coğrafyadan dolayı doğayla iletişimleri çok farklı ve bu farklılık bize çeşitli canlı türüyle baş başa olduğumuz coğrafyada bütün ruhları tanıma avantajını sağlarken, onlara da bozkırlarda bazen avlanırken bazense avlarken saklanması gereken varlıkların alışkanlıklarından öğrendikleri ruh saklayabilme yeteneğini kazandırmıştır. Duacı druid(patrik): yani? şifacı druid: yaklaşık 150 yıl kadar önce birkaç şifacı kamla karşılaşmıştım bu yüzden ben açıklayayım.
Onlar trans haline yani ikinci dikkat düzeyine geçtiklerinde sadece o anı yaşar, komut alır ve verirler. Bu tecrübeler bilinçlerinde değil bilinçaltlarında kayıtlı olduğu için gündelik hayata geri döndüklerinde bunları hatırlamazlar. Duacı druid(patrik): taa ki bir sonraki transa kadar, anladım. Peki neden beni kandırdı? Bilge druid: sanırım senin baykuşu ajanlık için gönderdiğini anladılar ve sana tuzak kurdular. Duacı druid(patrik): ve biz burada doğu bekçisiyle sanki yaratılış ruhuymuş gibi ilgilenirken onlar da tüm güvenlik önlemlerini tamamladılar Bilge druid: sanırım öyle. Şimdi doğu bekçilerinin zaferini bekleyelim, dolaylı yoldan bizi de etkileyecek unutma. Duacı druid(patrik): hayır oradaki etkin yapay din çökerken buradaki yapay din ve kötü bekçiler daha da güçlenecekler. şifacı druid: umarım artık bir şeyin peşinde değilsin? Duacı druid(patrik): değilim, sadece yorum yaptım.
Tüm kurul ve diğer yardımcı heyet ormandan ayrılırken patrikin omzuna dokunup biraz daha sabırlı ve inançlı olmasını istediler. Patrik de yavaşça başını eğip onayladığını gösterdi. Uslu duracağına söz vermiş gibiydi.
Doğu temsilinin kamı kafasını pencereye dayamış halde düşünüyordu ki yine o ağır aksanlı tok sesli adamın sesini duydu.
Umay:patrik!
(Onu yan koltuğunda oturuyorken buldu. kahrolası adam ruhunu ve görüntüsünü mü saklamış? bunu nasıl yaptı, sadece bize özgü değil miydi bu? diye içinden geçirirken) Patrik: siz kamlar gideceğiniz yere uçak mı kullanıyorsunuz? Çok modern, hahaha.
(Yüzünü yalayıp geçen şok dalgasından kurtulan umay, muzip bir gülümsemeyle karşılık verdi) Umay: sizin gibi özel bir süpürgemiz hiç olmadı. Şimdi açıkla bakalım neden buradasın, dersini verdiklerini zannediyordum? Patrik: evet aldım. şimdiye kadar sizin hakkınızda pek bir bilgim yoktu. oldukça uyanık ve yalancıymışsınız. Umay: bir bilgi hırsızından böyle laflar işitmek acıtıcı. Patrik: bence didişmeyi keselim. Umay: öyleyse git. Patrik: hayır daha güzel bir fikrim var, bir pazarlık aslında. Umay: seninle hiçbir pazarlığa oturmam. Patrik: ikimiz de onca güzel şeye rağmen bir oyun içindeydik ve bunda ben ne kadar suçluysam sen de o kadar suçlusun. bu yüzden öfkeni yut ve beni dinle. Umay: peki dinliyorum? Patrik: size yardım edeceğim. Umay: hahaha, gerek yok bugünlerde oldukça avantajlıyız. Patrik: yaratılış ruhunu ne siz ne de biz etkin bir şekilde kullanabildik. Kötü bekçilerden de çok şey öğrendim ne de olsa bir zamanlar bizimle beraberlerdi. Bunları sizinle paylaşabilirim. Umay: bundan sizin çıkarınız ne? Patrik: siz de bize yardım edeceksiniz. bunca zaman doğu ve batı olarak birbirimizi sadece bildik ama tanımadık. Ortak olmalıyız sizin ve bizim bekçilikten ayrılan hain bekçiler bile birleşmeyi düşünürken bizim ortak olmamamız aptalca değil mi? Umay: muhbir baykuşun ne çok şey öğrenmiş. doğanın dengesi gereği herkes olduğu yerde kalmalı, yani en azından ben öyle düşünüyorum. Patrik: saçmalık. iki temsilde kendi yerinde pineklediği için güneyde canımıza okuyan yapay dinlerin oluşmasına engel olamadık ve şuan tüm çabamız dünyayı saf haline getirmek ve arındırmak. Aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Ama ayrı hareket ediyoruz. Umay: şifacı kam da böyle bir şeyden bahsetmişti ama bilge kamla konuşmalısın. buna ben tek başıma karar veremem. Patrik: anlaştık galiba? Umay:o zaman yaratılış ruhuyla hazırlandığımız ay partisine kısmen hoş geldin. Patrik: üzülerek ve kıskanarak hoş buldum. Umay: ama benim istanbulda birkaç gün kalmam lazım. Patrik: aileni mi göreceksin? Umay: evet, annemi görmeliyim. Patrik: sanırım iyi bir aile seçmişsin. Umay: evet. Peki ya senin seçtiklerin nasıl? Patrik: bir trafik kazasında öldüler. Umay: çok üzüldüm. Patrik: üzülmene gerek yok, bilerek seçtim. Ben yedi yaşındayken ölmeleri onlara çok bağlanmamamı sağladı. Bir önceki ailemi hala çok özlüyorum. Umay: anlıyorum.
(Onlar keltçe ve yakutça konuşurken-özel oldukları için kendi dillerinde konuşup birbirlerini rahatlıkla anlayabiliyorlar-first-class yolcularımız bu güzel ve dillerinden tahminle egzotik çiftin birbirine ne kadar yakıştıkları hakkında fikir yürütüyorlardı.
Sanırım artık benim kim olduğumdan çok hikayenin devamını merak ediyorsunuz. ikinci bölüm için en az ben de sizin kadar meraklıyım)
ender helvacıoğlu'nun fettullah gülen'nin kaleminden dökülen yazıları derleyerek oluşturduğu bir kitaptır.
bu kitabın oluşturulma amacı:
--spoiler--
Bir bilim dergisinde, neden bir din adamı olan Fethullah Gülenin düşüncelerini ele aldık? Birkaç nedeni var:
Birincisi, Fethullah Gülen bilimin alanına giriyor. Bilimsel gözükmeye, düşüncelerinin bilim ile çelişmediğini göstermeye özel bir önem atfediyor. Yazılarının çoğunda bilimsel gelişmelerden ve bulgulardan söz ediyor, örnekler veriyor. Bilim ile dini buluşturmak ve uzlaştırmak en büyük misyonlarından biri. Temelde iki iddiası var: 1) Bütün bilimsel gelişmelerin ve bulguların Allahın büyük düzenini ve doğadaki Allah yapısı ahengi kanıtladığı; 2) Bütün bilimsel gelişmelerin ve bulguların Kuranda önceden işaret edildiği. iddiasına göre onun dini bilimsel bir din, bilimi ise dininin kanıtı olan bir bilimdir.
--spoiler--
kitabın içeriği:
--spoiler--
-Hoca, muskaya inanıyor.
-Hoca, cinlere; ve cinlerin birçok işte istihdam (örneğin gizli haberleşme) edilip kullanıldığına inanıyor.
-Hoca, proletaryadan bahsetmenin şeytan işi olduğuna inanıyor... vs...
--spoiler--
fanatiklerin her yanlışa bir kulp takma alışkanlıklarını iyi gözlemleyen helvacıoğlu, derlemesini oldukça titizce hazırladığını anlatıyor:
--spoiler--
Okuyacağınız dosya, Fethullah Gülenin kitap ve makalelerinden yaptığımız alıntılardan oluşuyor. Kendimizden herhangi bir yorum katmadık; sadece başlıklar bize ait. Yazılardan cımbızlamışlar, aslında Gülen öyle demek istemiyor türü itirazları engellemek için -dosyayı biraz uzatmak pahasına- görece uzun alıntılar yaptık. Metinler esas olarak Gülenin Varlığın Metafizik Boyutları adlı kitabından alıntılandı. Bu kitaptan olmayan metinlerin ise nereden alındıkları ve son güncellenme tarihleri her yazının sonunda belirtildi. Bütün bu metinler Fethullah Gülenin kendi internet sitesinde bulunabilir.
Gülen, Evrim Kuramı konusunda da bir kitap yazmış. içeriğini tahmin edebilirsiniz. Gülenin evrim ve yaratılış üzerine düşüncelerini bu dosyaya dahil etmedik. Onları ayrıca ele alacağız.
Sizleri Fethullah Hocanın inanç ve düşünce dünyası ile baş başa bırakıyoruz.
--spoiler--
kitabın künyesi:
hoca'nın ilmi
(F-Tipi Bilim)
Derleme
bilim ve gelecek kitaplığı/ bilim dizisi
nisan 2012
144 sayfa
--spoiler--
Yard. Doç. Dr. Selçuk Üniversitesi ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünde ve eğitim fakültesinde Öğretim Üyesi olarak çalışmıştır.
1975 yılında ingiliz ve Türk Çocuk Oyunları adlı yüksek lisans, 1980 yılında Kuzey Britanya (iskoçya,
irlanda) ve Kuzeydoğu Anadolu (KARS) Halk Edebiyatlarında Masallar adlı doktora tezlerini
hazırladı. Atatürk Kültür Kurumu Yayınları arasında Kuzey Britanya ve Kuzeydoğu Anadolu(Kars)
Halk Edebiyatlarında Masallar I-II adlı eserleri 1999 yılında yayınlandı. Yazarın Dar Geçit,
Azerbaycanın Demokrasi Yolunda Çilesi 1999; Ataların izi ile, Kızılderili-Türk Kültür ilişkileri
2004; Taş Kınası, Kars Azeri Ağzıyla Şiirler, 2004 tarihlerinde yayınlandı. Ayrıca değişik dergilerde
yayınlanmış bilimsel ve akademik makaleleri bulunmaktadır. Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi, Modern Diller Yüksek Okulu, Mütercim-Tercümanlık Bölümünde de Öğretim Üyeliği yapmış olup, şuan ardahan üniversitesinde akademik kariyerine devam etmektedir.
--spoiler--
--spoiler--
ingilterenin Nottinghamshire kentinde bulunan HMP Whatton cezaevinde bugüne kadar 100 pedofilin kimyasal yöntemle hadım edildiği açıklandı.
--spoiler--
ingilizlerin bu konuda oldukça hassas ve toplum bilincinin ne kadar gelişmiş olduğunu görüyoruz.
2000 yılında da buna benzer sevindirici bir haberle manşetleri süslemişlerdi;
iştahla öten duvar saatinin pillerini çıkarıp saat sekizde durdurdum.
Saat geç oldu,
tik tak git yat tik tak git yat sesleri rahatsız edip kafamı karıştırmayacaktı.
Böylece geçmişte, annemin saat sekizi geçtikten sonra yatma vakti yaklaşıyorlarından kalan bilinç altı rahatsızlığımı da bertaraf etmiş oldum, oh rahatladım biraz. antikacıdan satın aldığım eski ama iş görür daktiloyu kutusundan çıkarıp masaya yerleştirme vakti geldi sanırım.
...Eveeet işte böyle.
sahibi öldükten sonra arkasından miras kavgaları döndürecek cinsten öyle eski, öyle asil ki...
Hııım, bi düşünelim bakalım, masanın yerini beğenmedim, arada gökyüzüne bakmalıyım ki hiçbir kelimeyi unutmadan kendi atmosferinde baştan yazabileyim.
O zaman masayı pencerenin altına doğru çekeyim hah işte oldu.
Loş ışık lazım. Yok yok olmaz nasıl göreceğim o zaman, ışık açık kalsın.
Her şey tamam, etrafta çıt yok- sadece kalbimin ve içimdeki üç aylık miniğin kalp sesi var. Bu anı hiçbir şey bozmamalı.
Ahh, daktiloda biraz toz olsaydı keşke ne titiz adammış öyle! oysa ki her toz parçası önceki günün mirasıdır tam da geçen zamanı kelimelere hapseden bir makineye en yakışan şey!
aman ne diyorum ben vakit geçiyor yarına az kaldı. çabuk çabuk. Of, ne kadar da uzattım. saat kaç?
saat tam sekiz. iyi.
Bu daktilonun mazisi neydi acaba?
Gözlerimi kapatıp düşüneyim biraz.
kimler dokundu sana? Kim bilir hangi şeytani duyguları harfledin?
Yok yok, babası piyano annesi dikiş makinesi olan sende aşk ve huzur veren kelimeler çiftleşmiştir. O kelimeler bir yuvayı kurmuş, bir yuvayı kurtarmıştır. Evet evet sen o daktilosun, seni seçerken içim huzurluydu. Sen en az bir insanın hayatına müdahale etmiş, uzak hayatları birleştirmişsindir
tamam başla hadi o zaman, ne kadar da titizlendim böyle...
Saat kaç acaba?
Saat tam sekiz. süper.
Tak tak tek tak tak tek zınnkkkkk
harflerden çıkan seslerle kalp sesleri birbirine karışıyor.
Tak tak tek tak tak tek zınnkkkkk
bir kalemin sessizliğine tezat şen şakrak oda huzur, heyecan doluyor.
Tak tek tak tak tak tek zınnkkkkk
ilham perisinin fısıltısı adeta, parmaklar kendiliğinden hareket ediyor.
Tak tek tak tek tak. Zınnkkkkk...
Tak tek tak tek. Zınnkkkkk
mutlu-son-bahar yapraklarını silkeliyor.
Tak tek tak tek tak. Zınnkkkkk...
işte bu kadar. artık hepsi hazır.
***
şafak vaktine kadar yetişmeliyim. Çok fazla vakit kaybettim.
saat kaç bu arada? Duvardaki saati durdurmuştum- hay aksi! kolumdaki saat de mi durmuş. cep telefonum nerede?
Saat üç olmuş! acele et, acele et
***
arka kısımdan dolanmak gerekiyor yolu uzatacağım ama olsun.
bu durumda arabayı park edip hemen yürümeye başlasam iyi olur.
Eyvah ilaçlar!
ilaçlarımı almadım, önce bir şeyler atıştırayım. Torpidoda bisküvi olacak, hah buldum.
Su neredeydi. işte burada
işlem tamam.
hadi şimdi tam zamanı, çok heyecanlıyım.
Yürüyorum, yürüyorum, biraz yoruldum. çok az kaldı, hadi biraz daha sık dişini, yürüyorum yürüyorum
... ahhh işte ordasın.
Arkan bana dönük orada öylece bekliyorsun. aniden sarılacağım, şaşırtmalıyım seni!
o zaman daha usulca yaklaşmalıyım evet şimdi sarılma vakti
Nasıl özlemişim kokunu, mis gibi hayat kokuyorsun!
***
Vakit, alaca esmerini sevinçle kucaklayan güneş turuncusuydu;
bir kadının iki aydır göremediği ve çok özlediği adamın mezarına sarılıp ölümü beklediği zamandı
zaman iyice ilerlerken, kolundaki saat bir o kadar hareketsizdi. Fark etmez.
Ne de olsa şimdi yaşamı ölüm geçiyordu
***
bekçinin ihbarıyla mezarlık ambulans ve polislerle dolmuştu. kadın mezara sarılmış kaskatı halde avucunda bir zarfla duruyordu. Görevliler kadınla ilgilenirken, zarfı elinden zorlanarak aldılar.
Üstünde Cennete giriş belgesi yazılı bir zarf, intihar vakası ve kadının bir kaçık olduğuna dair ilk ipucuydu, hemen içindeki kağıdı çıkarıp okumaya başladılar;
alacakaranlık: kimin kaybettiğisin
Güneş ışığı: kölesi olmayacağım bir sahip arıyorum
alacakaranlık: o zaman sahip ol bana köle
Güneş ışığı: emrimdesin sahip
***
alacakaranlık: rengim çok siyah
Güneş ışığı: rengin turuncumu saran aşk
alacakaranlık: ruh ikiziyiz
Güneş ışığı: hayır tek ruhuz, arada birbirinin yüzüne bakıp tekrar birleşen
alacakaranlık: aşk dedin yine
***
alacakaranlık: nasıl kokuyorum
Güneş ışığı: tenine benden önce dokunmuş hayat kokusu
Alacakaranlık: kıskandın gibi
Güneş ışığı: affet
alacakaranlık: hiç küsmeden affettim
***
alacakaranlık: hiç susmasak
Güneş ışığı: çünkü
alacakaranlık: kalbime iyi geliyorsun
***
alacakaranlık: gitme vakti
güneş ışığı: çok siyah konuştun
alacakaranlık: gittikçe ruhun ağırlaşıyor
Güneş ışığı: haklısın, istemeden oldu, Yarın aynı vakitte
alacakaranlık: hiçbir salise kaçırmadan
Güneş ışığı: ilk defa karşılaşmış gibi
alacakaranlık: heyecanla tekrar edeceğim
Güneş ışığı: ilk sözlerimizi.
***
alacakaranlık: şimdi sar beni turuncunla
Güneş ışığı: siyahınla sardığın ana kadar
+aşk mektubu gibi bir şey.
-komserim diğer kağıt?
- alacakaranlık ben; güneş ışığı kocamdır.
bir sonraki birleşme zamanını bekleyecek kadar sabrım yoktu. Her geçen zaman vicdan azabıydı benim için. Acele etmem gerekiyordu, ayrı kalacağım her dakika günah olarak kaydedilecekti. Kaçık falan değilim sadece çok sabırsızım o kadar.
Bu şiiri kocamla birlikte uydurmuştuk- şimdi aşkımızın yazılı belgesidir. Tanrının böyle şeylere ihtiyacı var mı bilmiyorum ama işimi sağlama almak istedim.
Unutmadan, hamileyim.
Şimdi daha da kızdınız değil mi?
Ben ve bebeğimi güneş ışığına ulaştıracak olan o ilaçları, inanın bana tok karnına aldım. yeterince özenliyim. bebeğimi benden çok düşünemezsiniz. hem size ne benim gittiğim yerden? çocuğumun ve benim yerim kocamın yanıdır. şimdi belgeyi tekrar aldığınız yere koyun, belki ona bir süre daha ihtiyacım vardır. evde bir adet vasiyetname var, teferruatlar orada. bu arada üzülmenize gerek yok size göre acı bize göre sadece
-Mutlu son-
not: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.
1-aşk günü diye ilan edilen bir günde "sevgililer gününe özel, epilasyon aletinde %0,50 indirim"- "sevgililer gününe özel kaşar sadece 9.99 tl" -"sevgililer gününe özel amuda kalkan götü yapışmaz ütüde şok indirim"- "sevgilinize özel, zigon sehpalar yarı fiyatına" aşkla ilişkisi olmayan bu karşılıklı fırsatlaşmayı aşkın masumluğuna yakıştıramıyorum. ters.
2-sevgili, cebindeki parayla çeşitli pozisyonlarda cebir işlemleri yapıp "sevdiceğim hediyeyi beğenecek mi, hangi lüks restorantta kazık yesek" diye strese girmesine eziyet çekmesine izin vermeyi aşkın merhametine yakıştırmıyorum. günah.
3-"+sevgilim bana tektaş granit aldı, enine dört parmak örtecek kadar!
-önemli olan boyu değil işlevi yhaaa :(" aşk üstünden kazanılan maddeyi kullanarak yarışmayı aşkın zarafetine yakıştıramıyorum. ayıp.
4-dağdaki çobanla benim aşkım bir olamaz demiyorum ama herkesin aynı günde sevgilisiyle hediyeleşmesini, öpüşüp bayramlaşmasını aşkın tekliğine yakıştıramıyorum. yanlış.
yazarnot: sevgililer değil de sevgili gününe ne dersiniz? sevgili olmaya karar verdiğiniz gün sevgili gününüz olsun. sürü halinde yapılan hiçbir şey özel değildir.
okul, çocukları hayata hazırlamak için değil, hayatın kendisi olmalıdır.
öğrenciler dört duvarın arasında sıkışıp kalan, belirli zamanlarda bahçede volta atan mahkumlar değildir ...
milli eğitim bakanlığı okulu eğlenceli hale getirmek için çalışmalar yapmıyor değil ama lafta kalması can sıkıcı. birinci kademe için, serbest etkinlik dersi adı altında ders saatlerini azaltarak öğrencinin istediği etkinliği yapabileceği zaman dilimleri belirlemişler. aslında çok hoş bir uygulama. öğrenci kendi istediği aktiviteyi yapabiliyor ama gel gör ki bununla ilgili bir program belirlenmiş kazanımlar deftere işleniyor, yahu madem çocuk özgür olacak neden programın takip edilmesi isteniyor. o planda yazan kazanımı istemiyorsa çocuk ne olacak? çelişkili.
hadi bu başarıldı neden ileriyi görmezsin uzun vadeli bir çalışma ve geniş çaplı kararlar almazsın-senin lise giriş sınavların var üniversite giriş sınavların var. ona göre bu sınavlarda istenen beceriyi değiştireceksin, müfredat okul öncesinden üniversite giriş sınavına kadar değişmeli.
öğretmenler de öğrencilerin hoş vakit geçirmesini ister ama kimi zaman konu yetiştirmek adına serbest etkinlikte de matematik, türkçe derslerini işlemek zorunda kalıyorlar. müfredat hafiflemedikçe serbest etkinlik amacına ulaşamayacak ki müfettişler bu konuda sert davranıyor. ikinci kademede ve liselerde seçmeli ders demişler, dersi öğretmenler, müdürler seçiyor ve bu derslerde tabi ki de yetiştirilemeyen konular işleniyor.
şimdi buraya kadar eğitim sisteminin öğrenci üzerindeki dolaylı baskısını anlattım.
bazen öğretmenlerin de okulu bir hapishaneye dönüştürmesine çok kızıyorum.
çocuk sıkılıyorsa 'ders dinle oğlum-kızım' diye azarlayamazsın.
sıkılmasından sen ben sorumluyuz.
devlet okullarında, bireysel eğitim yapamasan da çocukların çoğuna hitap eden bir tarz ve materyal kullanmalısın. her sene aynı çizgide hatta her iki şubeye aynı tarzda ders anlatmak yüzeysel davranmaktır. her sınıfın kapasitesi ve ilgisi farklıdır. iki flash kart hazırlasan, bir kaç canlandırma yaptırsan ölmezsin. biz öğretmemeliyiz. rehber olmalıyız. bir bilgiye nasıl ulaşılır bunu öğrenmeliler. sürekli bir koruyucu melek gibi yanlarında olup yanıldıklarında düzeltme yapmak, yol göstermektir görevimiz. tahtanın başına geçip harıl harıl ders anlatarak hem kendine hem de öğrenciye eziyet edersin.
dışarı çıkma, geç kalma, izinsiz konuşma, ödevlerini yap, yazılıya çalış, sakız çiğneme, saçlarını topla, spor ayakkabı giyme...
çocuklar özgürlüklerini kavrayamadan teslim ediyorlar.
kurallar olmalıdır şayet düzen için huzur içinse. elbet okuldaki kurallar huzur için konulmuş ama her yapma etmenin ardından bir açıklama gelmeli. kurallar neden var tek tek anlatılmalı. okulun onların malı olduğunu iyi kullanırsa iyi sonuçlar alacağını bilmelerini sağlamalıyız.
çocuklar bazen sabır zorlayıcısı olabiliyorlar; öfkelenme melek gibi sakin ol demiyorum ama kızgınlığını ifade ederken samimi ol, saydam ol, üzüldüğünü, sinirlendiğini, nedenleri izah et. önemsenmedikçe arsız davranıyorlar, dikkat çekme şekilleri hoş değil ama amaçlarını gerçekleştirmelerine farklı yoldan gitmelerini sağlayarak yardım et. fark et artık onları-herbirinin bir sorunu kaldıramayacağı yükü var- sor anlatsın- yardım edemesen de dinle.
şakalaş, fıkra anlat demiyorum, ikinci sınıf esprilere bile gülebiliyorlar çünkü gülmeye ihtiyaçları var.
ilgilendikleri konularla ilgili konuş, onlar dersi kaynatmasın sen ders kaynatıyormuş gibi yap sen değil onlar seni uyarsın. kontrolu bazen onlara ver ama kontrolun asıl sahibi olduğunu hissettir. şakalaştıktan sonra başıma çıkıyorlar diyorsun ama şakadan, alakasız konulardan sonra birden ciddiyete dön, davranışını ve sesini ayarla. saygılı olmuyorlar diye kızıyorsun önce kendin saygı göster, onlara saygını belirtmek için ricalarla konuş,
' lütfen, rica ederim, teşekkür ederim' kelimelerini kullanmaktan gocunma.
bağırma. sessizce bekle. merak edip sana dönecekler. bağırarak dikkat çekmeye çalıştığın süreyle sessizce susmalarını beklediğin süre aynı. sana döndüklerinde gürültü yaptıkça başım ağrıyor ders anlatamıyorum de. aslında çok da umurların da değil ama bu açıklamayla onlardan anlayış beklediğini kanıtlarsın ve birilerinin hele ki onlar için önemli olan öğretmenlerin onlardan bir şeyler beklemesi onurlarını okşayacaktır.
zorlaştırmayın kolaylaştırın.
canı ders dinlemek istemiyorsa uyumasını, ya da rahatsızlık vermeyecek şekilde başka bir şeyle ilgilenmesine izin verin. terör estirmeyin.
hapishaneye benzeyen maalesef devlet okulları- özel okulların bir kaçı hariç- çoğunu bu benzetmeden tenzih ediyorum.
kolejlerde durum çok farklı, günün ilk saatlerinde konuşma saatleri diye bir bölüm var. bu zaman dilimi içinde öğretmenler çocukların dertlerini, fıkralarını, hikayelerini dinliyorlar. öğrenciler izlediği bir filmi ya da başından geçen olayları anlattıktan, içini döktükten sonra ilerleyen saatlerde dersi kaynatmak için uğraşmıyor. tüm dikkat anlatmak için can attığı olaylarda değil derslerde oluyor.
sosyal etkinlikler adam gibi uygulanıyor; her çocuk en az bir enstrüman çalabiliyor ve bir spor dalında uzmanlaşabiliyor..
bugün o kadar güzel kar yağıyordu ki çocukların aklı dışarda, gözleri kardaydı.
önce karı izleteyim dedim heveslerini alsınlar ama
bu kadarı yetmez diyen zihinlerini okumamak mümkün değil.
+hazırlanın kartopu oynamaya gidiyoruz.
-gerçekten mi öğretmenim, süperrrrr, oleyyyy, şimdi mi, ne zaman, hadi gidelim, eldivenlerim nerde, ben çok pis kartopu oynarım, sdafhgk, ghjklş, ryuıopbnmöç....
+aşağı inerken gürültü çıkarıp rahatsızlık vermeyeceğiz,
kızlar erkekler diye guruplara ayrılalım.
tabi ben erkekler takımında olacağım-iyi bir atışa denk gelip karizmayı çizdiremem.
-eheheheh, ahahahh , hihihhh, hohhhoh.
+ kar topunun içine taş koymak ve iyicene sıkıp buz haline getirmek yok kabul mü uşaklar?
-evetttttttttttt!
aşağıya inerken çocuklar müdür beyin engeline takıldı.
+kartopu oynayalım dedik hocam bu fırsat kaçmaz ehehehh(en sevimli halimle)
-olmaz hocam diğerleri de aynı şeyi talep ederler hava çok soğuk zaten(kar yağarken havanın soğuk olması çok ilginç)
+son yazılılarını atlattılar, yoruldular ve hak ettiler hocam şunlara bakın hele nasıl melül melül bakıyorlar(kafamı çevirmemle yavru köpek bakışını atmaları için verdiğim işareti almaları bir oldu)
-yazılısı iyi geçenler çıksın o zaman(canım müdürüm)
+teşekkürler
çok eğlendik, zil çalınca(zilli eğitime karşıyım ya neyse) bu sınıfla 3. ders saatimde gayet neşeli gayet de verimli bir ders geçirdim. orada harcadığım 20 dakikanın iki katı fazlası verim aldım.
benim için çok da önemli olmayan bir olayken onlar için çok önemli keyifli bir anı oldu.
yarın da kar tatili var. paylaşmak istedim. bitti.
dolmuş taşmış bir arkadaşın feysbuk duvarında paylaştığı metin.
hiç dokunmadan direkt yapıştırdım.
uzunluğundan ötürü tüm öğretmenler adına özür dilerim.
--spoiler--
öğretmenler beleş para aliyor diyenlere örnekler:
biz öğretmenlere ne güzel işiniz var bol tatiliniz var, yata yata para kazaniyorsunuz diyenler haklı.
aşağıda öğretmenlerin yaptıkları işleri okuyunca öğretmenliğin gayet basit bir meslek olduğunu siz de göreceksiniz.
şayet okumaya dayanabilirseniz.
1- toplantılara katılınacak,
2- yıllık plan yapılacak
3- günlük plan yapılacak
4- ogye çalışmasına katılınacak
5-tky çalışmalarında bulunulacak
6- nöbet tutulacak
7- sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak
8- toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak
9- kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,
10- seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak
11- envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.
12- her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.
13- kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.
14- öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.
15- portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.
16- öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.
17- sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.
18- rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak
19- ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak "bak okuyan toplumuz" imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.
20- pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı, aileden ayrılık sendromu, koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.
21- sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.
22- öğrencilere çalışma kâğıdı hazırlanacak
23- öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek
24- velilerle görüşülecek
25- teneffüslerde çocukların şikâyetleri dinlenecek
26- panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak
27- her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak
28- toplum hizmeti için zaman yaratılacak
29- 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek
30- kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,
31- değerlendirme testleri hazırlanacak
32- değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,
33- üstüne saldıran veliler ikna edilecek,
34- bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,
35- öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,
36- saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,
37- temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,
38- taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,
39- öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,
40- okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.
41- belirli gün ve haftalarla ilgili program hazırlanacak,
42- öğrencilere katılım için yalvarılacak,
43- belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,
44- panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.
45- veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek
46- kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).
47- veli toplantıları yapılacak.
48- okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.
49- her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.
50- yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.
51- gözlem dosyaları tutulacak
52- etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)
53- sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.
54- hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.
55- gelen giden evrak defteri doldurulacak
56- laboratuar düzenlenecek, temizlenecek
57- müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak
58- çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.
59- deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.
60- beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.
61- başarısızlığın sebebi araştırılacak.
62- mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.
63- müdür beye hesap verilecek.
65- dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''i̇şlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.
66- birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.
67- sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak.
68- son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.
69- müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.
70- spor parası toplanacak.
71- yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
72- onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak
73- nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak
74- nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.
75- zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak
76- okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.
77- aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
78- nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.
79- ünitelendirilmiş yıllık plan yapılan açıklamalar
80- iş günü takvimi
81- ünite süre çizelgesi
82- yıllık çalışma programı
83- haftalık ders programı
84- ünite çalışma dosyası
85- sınıf ders defteri
86- deney defteri raporu
87- gezi planı
88- öğrenci kişisel robşayanı
89- öğretmen not defteri
90- kitaplık ve defteri
91- çevre incelemesi
92- tebliğler dergisi fihristi
93- sınıf demirbaş listesi
94- ders dışı etkinlik dosyası
95- yazılı kağıt ve cevapları
96- ödev listesi-ödevler
97- dershane araçları
98- koordinasyon kurulu kararı
a. cümle listesi
b. metin defteri
c. metinler
d. kontrol tablosu
99- ?????????????????????
100. teneffüslerde ve öğlen aralarında çocukların sorunlarını dinleyecek, varsa anlamadıkları ya da çözemedikleri derslerin sorularını cevaplayacak.
101. evde yazılı okuyacak, çalışma kâğıdı, performans -proje ödevi hazırlayacak.
102. tüm bu okul işlerinden zaman kalırsa kendine, evine varsa eşine ve çocuğuna zaman ayıracak.
103. okul idarecilerinin yapamadığı e-okul, ilsis vb. işleri yapacak
104. sınıfını boyamak için boyacılık yapacak.
105. okul idaresinin velilerden toplaması gerektiği paraları toplayacak.
106. bir çocuğun burnu kanasa çocuğun başında hastanede refakatçi olacak.
107. gerektiğinde sınıfını temizleyecek.
108 köy okullarının sobaları yakılır.
109 tuvaletler her hafta düzenli olarak temizlenir.
110. bozulan sandalye, masa idareciye bildirilir, o ilgilenmezse hizmetliye oda benim işim değil dedikten sonra tamiri yapılır.
111. okul önlerinde trafik kazalarını engellemek için gönüllü trafik memuru olunur,
112. okul önlerine gelen it, çakal ve uğursuz takımı okulun huzurunu bozmasın diye okul müdürüne bildirilir, nöbetçi öğretmen değil misin ilgilen dedikten sonra çocuklarla konuşulup uzaklaştırılır.
113. çocuğunu azarladı diye öğretmeni tehdit eden veliden korumak üzere diğer öğretmen arkadaşla mesai çıkışında durağa kadar beraber gidilir. bir gün yanında gitmezsin velinin öğretmene saldırdığını duyarsın hastanede ziyaretine gidersin.
114. yukarıdaki madde başından geçen öğretmenin hiç suçu olmadığı halde ceza alabilirim korkusuyla ne öğrenciye ne de veliye hiç bir şey yapamadığını duyar sinirden isyan edersin.
115. okulun zaten olmayan eğitim öğretim araçları için çevrede çalışma yapılır,
116. on dokuz mayıs, yirmi üç nisan, yirmi dokuz ekimlere öğrenci çalıştırırsın.
117. bayramlara öğrenci çalıştırmak için dersten bir saat erken gelirsin meb'nın haberi bile olmaz ama bayram günü okula gelmiyorsun diye (ne demek oluyorsa) ek dersin kesilir sinirden küplere binersin.
118. okuma bayramı düzenlersin.
119. okul aile birliği çalışmalarına katılırsın.
120. bölge zümre öğretmenler kuruluna katılırsın.
121. sosyal etkinlikler kuruluna katılırsın bütün özel günlerin kutlamalarında çalışırsın.
122. okulun elektrik tesisatında sorun olduğu zaman çözüm bulur tornavidayı eline alırsın.
123. elektrikler kesilir, veli öğrenciyi almaya gelmez çocuğu evine kadar götürürsün, anneyi evde bulamaz komşuları arar sonunda bir komşuda konken partisinde bulursun. veli çocuğu almayı unuttuğunu söyler tımarhaneye bir adım daha yaklaştığını hissedersin.
124. öğrenci kütüklerine bilgileri girersin, aynı bilgileri e okula, öğrenci tanıtma kartına ve ruhsal dosyalara da girdiğin için öğrencinin ev adresine kadar her şeyini ezberlemiş olursun.
125. veli toplantıları yaparsın veliler toplantıya katılmadığı gibi akşamı gelir benim çocuğun durumu nasıl öğretmen bey der anlatırsın.
126. okul gezileri düzenlersin, piknik düzenlersin, yılsonu partisi düzenlersin, pilav gününü ayarlarsın, sonunda kendini ahmet san zannetmeye başlarsın.
127. önemli günler ve haftalarda okul ses düzenini ayarlarsın. i̇şleri ileri götürür dizüstü bilgisayarınla müzik parçalarının çalınmasını sağlar kendini dj zannedersin. hatta daha da ileri götürüp düğünlere ton maister olarak katılırsın.
128. okul bahçesine fidan diker sulanmasını sağlarsın.
129. öğrenci doğum günlerini ezberler zamanı gelince kutlarsın.
130. okul ve sınıf duvarlarını çok dikkatli kullanırsın nitekim hazırlaman gereken pano vs.ler var olan duvar büyüklüğünden fazladır.
131. okulun tamirat tadilat işlerini me üstlenmediği için iş başa düşmüştür eşe dosta haber salar, firmalarla görüşüp sonunda askerler ve belediye sayesinde halledilmesini sağlarsın.
132. çalışmayan bütün okul araç gerecinden haberdar olur nasıl çalıştırılabileceği üzerine düşünürsün.
133. tam yastığa başını koyarsın ki bugün meltem'in babasının öldüğü haberi aklına gelir iki gözün iki çeşme ağlarsın.
134. bir öğretmen, bir dolap ve kırk üç öğrenci küçük bir sınıfa nasıl sığar bilmecesini çözmen için tam bir yılın vardır her türlü kombinasyonu dener sonunda çözümün olmadığını fark edersin ama yapacak bir şey yoktur.
135. öğrencinin defterine yazdırdığın ödevi veliler de bilsin diye okul kapısına da asarsın akşam tam televizyonda eğlence seyrederken telefonda kaba bir ses "haaa ögretmen hoca çocuğun ödevi ne ola?" sorunsalıyla karşı karşıya kalırsın bir de ona ödevi anlatırsın.
136. çocuklara verdiğin ödevleri derste kontrol edersin.
137. ödevini yapamayan ya da yanlış yapan öğrenciyle teneffüslerde ödev yaparsın.
138. çocuklara en güzel hikâye kitaplarını en ucuza almak için kırtasiye kırtasiye dolaşırsın.
139. okula gelen müfettişlere takla atar sınıfının ne kadar çalışkan olduğunu anlatmaya çalışırsın.
140. sen teneffüste öğretmenler odasında otururken sınıfa giren veli öğrenciyi alır götürür. her yere telefon açar sonunda ne olmuş ki cevabını alırsın.
141. öğrencilerin dersi anlayamayacağını düşünüp ek materyaller ve çalışmalar hazırlarsın.
142. yapamayan ve bireyselleştirilmiş eğitim programına sahip öğrenciler için farklı çalışmalar yapmaya çalışırsın.
143. okula gelen sinemanın, tiyatronun biletlerini satar bilumum satıcıların uğrak mekânı halini alırsın.
144. çocuklarının sınıfta çekilen fotoğrafları için veli ile satıcı arasında arabulucu görevi yapar ikisi beşe olmaz mı hocam sorusuna çare aramaya çalışırsın.
145. karnı, başı ve bilumum organları ağrıyan öğrenciler için eve telefon açar gelip çocuğu almasını istersin.
146. beslenme saatinde öğrencilerin beslenmelerini yapmaya yardımcı olur, sütlerini açar, meyvelerini soyar, dökülenleri temizlersin.
147. burnu akan öğrencinin burnunu temizlersin.
148. okula yeni gelen öğrenciyle bahçeye çıkar oyunlar oynarsın.
149. beden eğitimi derslerinde beşinci sınıf öğrencisine koşu yarışı yaparsın. yenilirsen yaşlandığını artık kabul etmeye başlarsın.
150. birinci sınıf öğrencileri teneffüslerde amca şu çocuk bana "dıt dıt dıt dıt dıt." dedi der sen de ona hem nasıl söylenmesi gerektiğini, seninde bir öğretmen olduğunu anlatmaya çalışır, çocuğu rahatsız edeni bulup cezalandırırsın.
151. öğrencilere yazılı, sunu, değerlendirme testi, konu testi, ünite değerlendirmesi hazırlamak için saatlerini harcarsın bir de bunların değerlendirilmesi vardır.
152. deprem, yangın tatbikatı yaparsın, gerçek zannedip korkan öğrencileri sakinleştirirsin.
153. bayramlar, önemli günler ve haftaların yapılabilmesi için okula izin dilekçesi yazar, olup bitenlerin tutanaklarını tutarsın.
154. civcivleri doğuran, inekleri ağıldan çıkaran meb tarafından basılıp ttkb tarafından değerlendirilen kitapların yaptığı hataları düzeltmek için raporlar hazırlar öğrenciler bunların hatalarını anlatırsın.
155. iki satır harf yazmakla sözcükleri birer kez yazmakla okuma yazma öğrenileceğini zanneden okuma yazma öğren(em)iyorum kitabıyla çocuklara okuma yazma öğretmeye çalışacaksın.
156. "tulete tittem" (tuvalete gideceğim) diyen çocuğun okuma yazma öğrenemeyeceğini daha kalemi bile tutamadığını söylediğin halde veli bu konuda ısrarlı olacak mecburen okulda tutacaksın. ancak okuma yazma öğrenemediğinde yine sen suçlu olacaksın.
157. kurallara uymayan bir çocuğa müdahalede bulunacaksın çocuk öğretmen beni dövdü diyecek. soruşturmalarda derdini anlatmaya çalışmayacaksın.
158. yurdumun daha polisinin giremediği yerlerinde askerin tek başına dolaşamayacağı dağlarında tek başına görev yapacaksın.
159. üç yüz bin kişilik öğretmen içinde bir tanesi öğrenci dövdüğü için dayakçı öğretmenler olarak anılacaksın. bunu kimseye anlatamayacaksın.
160. teneffüslerde tam sohbet ortasında öğretmenler odasına gelen öğrencinin kanayan yerlerini pansuman edeceksin.
161. okuyan öğrencilere kırmızı kurdele dağıtacaksın. alamayanlar ağlayacak neden alamadığını anlatacaksın.
162. yazı defteri, kitabı, resim defteri, boyaları ve bilumum malzemesi olmayan öğrenciyle ders yapmaya çalışacaksın.
163. okulun ilk haftası okula gelen öğrencilerinden ağlayanlara kendinin sevdirmeye çalışacaksın.
164. sınıfının daima temiz olmasını sağlayacaksın.
165. öğrencilerin sınıfa getirebileceği malzemelerle deneyler tasarlayacaksın.
166. malzeme getirmeyen öğrenciye farklı çalışmalar bulacaksın.
167. sabah öğrencilerden önce okulda olup sobayı yakacaksın.
168. karlı havalarda ayakları ıslanan ve lastik ayakkabıları içinde donma tehlikesi yaşayan öğrencilerinizin ayakkabı ve çoraplarını çıkarıp, sobanın yanında kurutup, tekrar giymelerini sağlayacaksın. (1. sınıf olunca çok daha fazla için burkularak)
169. her teneffüs bir yerlerini inciten kanatan öğrencilerinize pansuman yapacaksın
170. bu kadar olumsuz koşullarda işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışırken gelen müfettişlerin duvardaki panoların neden simetrik olmadığını sorduğunda estağfurullah çekerek cevap vermek.
171. aslında idarenin yapması gereken 4-8. sınıfa kadar öğrenci notları, aldıkları belgeler elektronik ortama aktarılacak,
172. bir dönemde kaç kitap okuduğu e-okula yazılacak,
173. bilgisayar kullanmasını bilmeyen müdür yardımcılarına derse girmeyip yardım edilecek,
174. okul çıkışlarında etüt yapılacak,
175. hafta sonu kursa girilecek,
176. her dönemin başında ve sonunda zümre öğretmenler tarafından müfredatı değerlendirme raporu yazılacak ama bu raporlar bir tek allahın kulu tarafından adam gibi okunmayacak, öğretmenler müfredatla ilgili aynı sıkıntıları yaşamaya devam edecek...
177. okul sitesini yapacaksın. (bazıları gönüllü yaptı vazifemiz olmamasına rağmen.)
178. olmadı üstüne ilçe milli eğitim müdürlüğü sitesini yapmaya çalışacaksın
--spoiler--
başın dik girdin okul bahçesine , üstünde buruşuk mavi önlükle, diğerleri dikkatle seni süzüyor farklısın hemen, daha ilk başta, yeşil üniformalar içindeki beyaz tenli çocukların yanında. ne yapacağını bilemeden ilerliyorsun. birkaç çocuk:
çingen gızzzzz, garaaaa, garaaaa çingennnnnn
dönüp bakıyorsun, kızgın değil, üzgün değil ama alışmış da değil sadece düşünceli
yemekhaneye doğru ilerliyorsun ama sıraya girecek cesaretin yok, diğer çocukların alaycı bakışları rahatsızlık vermiş belli
-canım gel hadi, sıraya gir senden sonra gelenler yemeklerini yediler bile
-yok aç değilim ben yemeyeceğim, öylesine bi baktım, yukarı çıkacağım
belli ki benim durumu anlamama içerlemişsin, gurur yapıyorsun, istesem sıraya da girer yemek de yerim bakışları
-olsun benim hatırım için ama sonra acıkırsın diye söyledim hadi lütfen
-peki sizi kırmak istemem.
dedin güzel türkçenle.
boş bir dersimde öğretmenler odasının penceresinden, (5.sınıf )beden eğitimi dersindeyken size bakıyordum.
yeşil üniformalı çocuk: ben bu çingenle gurup olmam örtmenim, baaaa neeee, yeağğğ
öğretmen: abdullah çık , duvarın dibinde bekle sen oynamayacaksın !
mavi üniformalı kız: öğretmenim, oynasın lütfen, ben feyzaların gurubundan olayım olmaz mı?
zil çaldığında yukarı çıkarken yaklaştım sana:
-az önce pencereden sizi izledim sanırım bi haksızlık olmuş, pek anlayamadım sorun neydi?
- sorun yok öğretmenim sadece güçlü, güçsüz diye abdullah mızıkçılık yaptı, ben kızım ya gurubuna bi erkek istedi ama sonra oynadık hep beraber hepsi bu
-hııım, tamam bakalım.
bi gün yanıma geldin,
- öğretmenim bunları size getirdim.
sarı, tozlu ve biraz da buruşmuş papatyalar.. belli ki beni görene kadar elinde sıkı sıkı tutmuşsun.
-teşekkür ederim, çok güzeller, neye borçluyum bu papatyaları?
-hak ettiniz de ondan?
-neden ki?
-geçen gün, öğleden sonra abdullahı yanınıza çekmiştiniz ya ben sınıftaydım.
cebinden bi kağıt çıkardın ve okumaya başladın
bizi bağlayan sevgidir renkler değil ayrım yapmayın, nereden gelirsek gelelim, hangi dine inanırsak inanalım hangi ırktan, renkten, cinsiyetten olursak olalım hepimizin ortak yönü insan olmak öğretmenim siz kapıda konuşurken, başkaları içeri girince siz beni gördünüz ve sustunuz ya aslında ben hepsini duydum son söylediklerinizi not almak geldi aklıma, bana böyle dediklerinde sizin söylediklerinizi anlatacağım, abdullah bana çekirdek verdi. barıştık artık. kocaman bi gülümsemeyle uzaklaştın.
yazamadıkların şunlardı mavi önlüklü kızım:
- abdullahçım, insanların canını acıtıyorsun son zamanlar..
- ne dedim ki örtmenim ben?
-hani berfin varya geçen gün seni öğretmenin cezasından kurtaran, fark ettin mi senin için üzüldü?
merakla baktı.
- sen çok iyi bi çocuksun aslında ama bazen şaşırdığını fark ediyorum şimdi onun yerine koy kendini, tamam mı?
-tamam örtmenim.
- sarı çiyan, sarı çiyannnnnnnnn . hoşuna gitti mi abdullah?
- gitmedi örtmenim.
sonrası senin duydukların işte.
renk, ırk, cinsiyet, din, dil, değil bizi bağlayan sadece sevgi demiştim ya sen çingene diye çağrılan çocuk tercih etmeyeceğin bir ırk ve aileye mensup olarak geldin ki ne insanlar ne de içinde bulunduğun çevre seni kendine benzetemedi, reddettin farklı olmayı başardın ama hep böyle kalmayı başarabilecek misin canım? daha 11 yaşında, dünyanın adaletiyle(!) dalga geçiyorsun, büyü de gel mavi önlüklü kız, bi göreyim nasıl yenmişsin önyargıları o güzel karakterinle