Her ülkenin kendi kültür ve sosyal yapılarına göre mitlere bakıldığında. Kötülük kavramı, yaradılış ve Tanrının insanlarını cezalandırması hemen hemen aynı olaylar çevresinde oluşmuştur. Birçok mitlerde kötülük bir hayvan olarak yılanı temsil etmiştir. Mısır mitolojisinde Firavun öldüğünde belirli aşamalardan geçer. Bu aşamaları unutmaması adına mezar odasının duvarlarına belli başlı kutsal yolculuğunda yapması gereken aşamalar vardır. Bu yedi kutsal yol birbirinden meşakatlidir.Firavunun en son yolculuğu ise şeytanı temsil eden bir yılanla olan mücadelesidir. Bu mücadele sonrası firavun ya ruhu azad olur tekrar dünyaya gelir ya da sonsuza kadar yer altında osirisin yanında arafta kalır. Yünan mitolojisinde yılan başlı olarak bilinen Medusa kötü bir karakterdir ve Medusanın gözlerine bakan herkes taşa dönüşür. Anadolu efsanesinde ise Şahmeran efsanesi vardır.Bir hikayeye göre Şahmeran yarı insan yarı yılandır. Yılanların şahıdır. Bir gün şahmeran insanlar tarafından saklandığı yerden çıkarılıp ölmüştür. Derler ki yeraltındaki tüm yılanlar hala şahmeran'ın öldüğünü bilmezlermiş. Mardin şehrinin anlamı ise yılanlar şehridir. Ve bu bölgede efsaneler söylenilmiştir.
"Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor, herkes konuşuyor. Kimse çekilmiyor, herkes ortada. Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik. Kimse yere bakmıyor, herkes gökyüzü. Kimse sevmiyor, herkes arzu ediyor. Kimse gözyaşı değil, herkes küfür. Kimse eşik değil, herkes ufukların ötesi. Kimse gölge değil, herkes ışık.
Tevazu bitti. incelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti."
Ben bu gece için sizlere şiir alıntısı bırakmak istiyorum. Son zamanlarda ülkece hem sosyal yönden hem ekonomik yönden çöküş yaşatan kişilere gelsin bu şiir.
'Celladına aşık olmuşsa bir millet
ister ezan, ister çan dinlet
itiraz etmiyorsa sürü gibi illet
Müstehaktır ona her türlü zillet.
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm ilim kendilerinde
Üzülme, eşeği eşek beğenir
Bir hayır var sana bana kötü demelerinde.
Felek ne cömerttir aşağılık insanlara
Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara
Kendini satmayan adama ekmek yok
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya.
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye
Altınlarıyla gümüşleriyle övünmeye
Tam işleri dilediği düzene sokar
Ecel çıkıverir pusudan: Benim, ben diye.'
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1636770/+
"Bir zamanlar Olimpos'ta, görenlerin dönüp bir daha bakmaktan kendilerini alamadıkları, güzeller güzeli Echo adında bir su perisi yaşarmış. Ama o dillere destan güzelliğine gölge düşüren bir kusuru varmış! Ne zaman konuşmaya başlasa, susmak bilmezmiş. Bu gevezeliği tanrı Zeus'un karısı tanrıça Hera'nın bile sabrını taşırmış ve sonunda ona susması için bir büyü yapmış. O artık ormanın derinliklerinde, günlerini sadece başkalarının en son söyledikleri sözleri tekrar ederek geçirecekmiş.
Bir gün Echo’nun yaşadığı ormana genç kızların hayallerini süsleyen, güçlü, yakışıklı Narcissus gelmiş. Echo görünce Narkissos'u gönlünü arzu sarmış ve ona sevdalanmış! Narcissus ondan habersiz ilerlerken, Echo aşkından yanıp tutuşarak onu izlemiş. Nihayet Narcissus onu hissedip bağırmış;
“Orada kim var?” diye. Echo, “Var,” diye cevap vermiş.
Ardından Narkissus “Çık ortaya,” demiş ve Echo da “Ortaya,” deyip saklandığı yerden çıkıvermiş. Karşılıklı bir süre böyle devam etmişler. Ama Narcissus, konuşmanın böyle sürüp gitmesinden sıkılıp, Echo’yu oracıkta bırakıp gidivermiş. Echo sevdiği adama hiçbir zaman kavuşamayacağını öğrenmiş olmanın verdiği acıyla, günlerce ağlamış, ağlamış, ağlamış… Gözyaşları içinde “O da sevsin dilerim Tanrım, sevsin de kavuşamasın derim Tanrım!” diye beddualar etmiş. Nihayet Narcissus'un bu denli kibirli olmasına öfkelenen Olympos'un tanrıları onu duymuş! Ve hemen ceza olarak Narcissus'u kendi görüntüsüne âşık olmaya mahkûm etmiş. Berrak bir pınar vardı ormanın derinliklerinde; ona ulaşan ne bir çoban, ne bir sürü, ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal ve ne de tek bir kuş bile yoktu onun sükûnunu bozan.
Bir yaz günü, yine ormanda avlanırken Narcissus, bu pınarı gördü birden. Uzandı kıyısına ve başını uzattı pınara susuzluğunu giderirken. Ve birden sudaki aksini görüp, donakaldı hayretten! Suda, muhteşem güzel biri vardı kımıldamaksızın kendine bakan, içindeki ateşi tutuşturan, onu aşkla coşturan ve kendini arzulatan. Ama dokunmak için ellerini suya her daldırdığında, suda hareler oluşturup, onu görünmez yapan.”
Narcissus artık yemeden içmeden kesilmiş, günlerce sadece kendi aksine hayran hayran bakarak, ona dokunmaya çalışmış. Sonunda dayanamamış bedeni, yorgun başını çayırlığa dayamış ve ölüm kendi güzelliğine hayran gözlerini kapayıvermiş…
Narcissus’un ölümünü haber alanlar çok dövünmüş, onu yakarak gök tanrılara ulaştırmak için kocaman bir odun yığını ve meşaleler hazırlamış. Ama o da ne, ne kadar aradıysalar da bedeni hiçbir yerde bulunamamış. Birden fark edilmiş ki, onun öldüğü yerde daha önce hiç görmedikleri, sarı göbeğini beyaz yaprakların kucakladığı mis kokulu bir çiçek açmış. Ve bu çiçeğe onun anısına Narkissos (Nergis) adı verilmiş.
işte o gün bugündür Echo aşkından dağlarda gezermiş. Dağlarda dolaşanlar bağırdığında, hemen onları duyup son söyledikleri kelimeyi tekrar edermiş…"
ahmed arif'in leyla erbile olan aşkı. tek taraflı bi aşk muamma bir leyla... hasretinden prangalar eskiten, yokluğun cehennemin öbür adı, kaç leylim bahar... diyen bir ahmet arif... karşılıksız aşkın en mütevazi hali ve en kabullenilmiş şeklini ahmet arif 'in mektuplarına rastlamak mümkün. sadece onun hayatından gitmemesini istiyordu. sadece yazsın istiyordu. belki arkadaş sıfatıyla belki dost belki kardeş ama sadece yazsın istiyordu. bu nasıl bi tutsaklık bile bile mağlup olmak? bence hakiki aşk bu olsa gerek karşılık beklemeden sadece sevmek... keşke leyla erbil de karşılık verse dedirten mektuplar...
"- kimselere mecbur olmadım, olmam da. yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır... ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. aksine yüceltiyorsun, insan ediyorsun, yaşatıyorsun...
- ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? manasız bir otomatisme'in, manasız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?
- bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. bir daha hiçbir cihan bulamaz seni."
" bir dellensem gerisi önemsiz belki. ama bunun sanısı korkunç. böyle şey olabilir mi? bir canda iki can yaşamak. mutlak bir çözüm yolu var bunun. anlat bana. senden bir şeyler ummak... umutların en olmazı da bu belki. saçmaladım gene. "
" tam boş yanı bu diyorum celladın / tam bıçağım cehennem gibi güzelken./ aklıma düşüyorsun. ellerim arık."
"Sanatçının taklit ettiği örnekler gerçeğin kendisi değil, gölgesidir. Gölgeye takılıp kalmak ise gerçeğe uzak kalmak anlamına geldiğini düşünmektedir. Platon’a göre bir ressamın taklit ettiği nesneler zaten gölgenin gölgesidir. Bu durumda gölgenin gölgesi ile meşgul olduklarını belirtir. Yani ressam ideanın değil, ideanın taklidinin taklidini yapmaktadır. Platon devletinde şairleri kovar çünkü şairler toplumda farklı ve devlete baş kaldıram gördüğü için istemez yani şairler toplumun düzenini bozar.cemal süreya bu konu hakkında ise şunları söyler ;
"Her düzen, her yeni devrim, sanatı, özellikle de şiiri lanetlemekle işe başlamıştır" demektedir. Bu düşüncesine "dayanak" olarak da şiirin düzen karşıtı, iktidar karşıtı bir doğaya sahip olduğu yolundaki kabulü dile getirir. "Şiir kendi doğasının bir gereği olarak kurulu düzenlerin değerleriyle çatışır."
Evren dedigim şu hapishane de nefesimin tükendiği kadar mahkumum. Gecelerin sessizliğinde konuşurken ruhum bedenimin çorak ülkesinde susuz kaldı kalbim. Paralel bir sonsuzluk teğet geçti zamandan. Aşk öldü bu döngüde... Sevgi ise geçmişin bir tozu oldu. Zaman en cok acımasızlığını onlara yapmıştı. ah zaman ah kahpe zaman senin feleğin neden bu kadar katre-i zehir?
'Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!
Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit.
O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı.
Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk.
Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.'
"Gereksiz ihtiyaçlardan koca bir dağ yarattık. Bir şeyler satın alıyoruz, sonra çöpe atıyoruz. Bir şeyler satın aldığımda veya aldığımızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. Aradaki fark ise şu: Hayatı satın alamazsınız, hayat geçip gider... Özgürlüğünüzü kaybetmek korkunç bir şeydir."
"Van Gogh hayalinin artık gerçek olamayacağını anladığı için sinir krizi geçirmiş ve kulak memesini kesmişti. Dostu Gauguin’in onu terk ettiği gece belki de daha büyük bir sinir krizi geçirmiş olsaydı bütün kulağını kesmeye dahi cesareti olacaktı. Kulak memesini cinselliği tahrik edici bir organ olarak düşünürsek, kesik kulak memesini neden bir fahişeye verdiğine de bir yorum getirmiş oluruz. Van Gogh, kendisi gibi hayallerinden atılan bir başka ötekiye, bedenini pazarlamak zorunda kalan bir fahişeye kesik kulak memesini götürüp belki de şöyle demişti: “Hayallerim beni de senin hayallerinin seni terk etmesi gibi terk etti. Kulak mememi alır mısın, bak kanlar içinde kaldı, tıpkı senin dolgun kanlı memelerini aşktan ve hayalden uzak acı çekerek erkeklere sunman gibi kanlı ve ölü.”
Ahmed Arif, Cemal Süreya’ya öylesine inanır, onu öylesine sever ki, hiç görmediği halde, Cemal Süreya’nın kız kardeşiyle evlenmek ister. Cemal Süreya, bu durumu kardeşine söyler. Kız şaşırır, ikisi de birbirini tanımıyordur. Cemal Süreya, ‘Evlen kız. Türkiye'nin en iyi şairi’ der.
Zafer Çarşısı’ndaki kahvede sözleşirler. Tanışacaklardır. Cemal Süreya, kız kardeşini alır gider. O zamanlar, çarşı kitapçılarla doludur. Bekle bekle Ahmed Arif yok… Kitapçıları dolaşırlar. Herkesin birbirini tanıdığı çarşıda ayaküstü sohbet ederler. Ahmed Arif yok… Kız bozulur, onuruna dokunur. Cemal Süreya, ertesi gün öğrenir ki, Ahmed Arif gömleği olmadığı için gelememiştir.
"Tanrı olmadan iyi kalpli olunabilir mi? Ne demek vicdan? iyi kalpli olmak ne demek?
Cevap ver bana Alexey. Vicdan, erdem herkese göre değişen izafî bir şey mi? Eğer Tanrı yoksa her şey yapılabilir!"
Bu efsane eski Türk kültürüne aittir. Tanrı Ülgen gökyüzünün 7. Katında otururken ziyafet vermek ister. Kırlangıç kuşu da tanrı ülgen'in haberci kuşudur.tanrı, kırlangıç kuşuna yılanın yanına gitmesini ziyarete çağırmasnı ne isterse onun yapılacağını söylemesini ister. Kırlangıç gider yılan da insan eti yemek istediğini söyler ama kırlangıç kuşu bunu söyleyemez kırlangıç kuşu insanları çok sevdiği için yılanı kandırır kendine yaklaştırıp yılanın dilini ısırır.yılan böylelikle konuşamaz bir rivayete göre yılanın dili bu ısınmadan sebep çatallı kalır. Bunun üzerine yılan da kırlangıçın kuyruğunu ısırır o yüzden kırlangıçın kuyruğu çataldır. Kırlangıçlar göçmen kuşlardır Anadolu da insanlara en yakın yerlerde yuva yaparlar. insanlara sevgisi bu yüzden midir?
"Sus olric! Düşünüyorum. Düşünmek ne haddinize efendimiz? Descartes düşündükçe var oIuyordu olric. Descartes düşündükçe var oIur, siz düşündükçe yok oIursunuz efendimiz."
"Neden sadece bir hayal ürünüsün olric? Siz gerçeksiniz de ne oluyor efendimiz."
" itten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
ille de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık..."
"Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumda seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!"
Hayatta belki en zor kararlardan biri vazgeçmektir. Bazen pişman eder, bazen ise huzura kavuşturur. Frida Kahlo da Diego’dan vazgeçmiştir. Ve bu vazgeçişi bu şekilde açıklamıştır:
kahlo-diego-mektup-vazgeçme
“Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
her şeye tamam dedim, ne zaman az dedim?
kalbim örf adet bilirdi, insanlar yobaz dedi.
sana körü körüne bağlandığımı sandılar,
haklılardı da böylesine de yobaz denir.
"Öncelikle âşık olan bir erkek, doğası gereği hercai (kararsız, sebatsız, vefasız, dönek, mütelevvin) buna karşılık bir kadın, vefakar olmaya eğilimlidir. Bir erkeğin aşkı belli bir dönemden sonra, yani tatminine eriştikten sonra hissedilebilir derecede azalır; neredeyse başka her kadın onu sahip olduğu kadından daha fazla cezbeder, değişikliği arzular, halbuki bir kadının aşkı karşılık gördüğü andan itibaren artar."
Schopenhauer.
'paralel bir evrende buldum garip sonsuzluğu,
Cennet ile cehennem arasında
Güneşin battığı yerde.'
Sonsuzluk denilen şey neyle paha biçiliyordu? Sonsuzluk neydi? Sonsuzluk tezatlıkların araflığında mı vardı yoksa aslında sonsuz olan bir şey var mıydı?
Fransada kadınları cadı diye bir uçurumdan atıyorlarmış ölürse cadı değlmiş eğer yaşabilirse bu kesin cadı deyip tekrar öldürüyorlarmış.Böyle bir cehaletlik olabilr mi?
kadınlarn bazen tek suçu kadın olmaktı.orta çağ avrupasında kadınlar cadı,şeytan diye alınıyordu arap yarım adasında cahiliye döneminde diri diri gömülüyordu suç ne günah ne? Oysa tanrı kadınları erkeklere emanet etmiyor muydu tanrı demiyor muydu cennet annelerin ayakların altında diye? Ayaklarn altında olan bir şey varsa o da kadın.