Kızılay AVM trans bireyleri içeri sokmama kararı almış. Ankara'da yaşasaydım oraya bir daha adım atmazdım. Canım translar ve canım güzel esnaf! Kızılay AVM'deki gibi insanların işledikleri nefret suçları cesaretlendiriyor katilleri. Geylerin, lezbiyenlerin, biseksüellerin, transseksüellerin, eşcinsellerin öldürülmesine bu kafa önayak oluyor.
http://kaosgl.org/sayfa.php?id=15865'da yer alan habere göre: "önceki gün Kızılay AVMde buluşmak için sözleşen üç trans kadın güvenlik görevlilerinin engeline takıldı. AVMnin teras katında kendilerini bekleyen arkadaşları Yasminin yanına gitmek isteyen Asena ve Hazal, güvenlik görevlileri tarafından içeriye alınmadı. Güvenlik amirinden alınmama gerekçelerini öğrenmek istediklerinde ise Cumhurbaşkanı Gülün talimatı var, sizin türdeki insanları almıyoruz cevabıyla karşılaştı. Bunun üzerine Asena ve Hazal, yaşadıkları hak ihlaliyle ilgili herhangi bir şikayette bulunmadı.
Olaydan habersiz Hazalı arayan Bihter ise, arkadaşını morali bozuk bir halde buldu. Durumu öğrendiğinde sinirlenen Bihter, arkadaşlarıyla birlikte bugün Kızılay AVMnin yolunu tuttu. Güvenlik görevlisine elimi uzattım, başta elim hava kaldı. Sonradan ucundan zoraki tuttu, diyen Bihter, arkadaşlarının cinsiyet kimliklerinden ötürü uğradığı ayrımcılıkla ilgili AVM girişindeki güvenlikle konuştu.
Dünkü sözlerini hatırlattığımızda ben Cumhurbaşkanı demedim, kurum olarak karar aldık dedi. Feminenimsi, travesti, kafasında peruğu olan, aykırı bir görüntüye sahip olan hiç kimseyi almayacaklarını söylediler.
Bahsi geçen kararın kendisine gösterilmemesi üzerine Bihter, savcılığa şikayette bulunmak için güvenlik görevlisinin ismini almak istediğinde ise kolundan çekilerek dışarı çıkarıldı. Kendisiyle birlikte gelen arkadaşı ilyas da yine aynı şekilde zor kullanılarak çıkarıldı.
Karakoldaki Polisler: istediğiniz Yere Şikayet Edin
Bunun üzerine polisi arayan Bihter, olay yerine gelen ekibin kayıtsızlığıyla karşılaştıklarını anlatıyor: Olayı kapatmamızı istediler. Doğru düzgün ilgilenmediler bile.
ifadelerini vermek üzere Çankaya Merkez Polis Karakoluna giden kadınlar, orada da cinsiyet kimliklerinden ötürü kendileriyle ilgilenilmediğini söylediler.
Bizi toplum içinde rencide ediyorlar, diyen Hazal ile arkadaşları Bihter ve Yasmin, hak ihlali yaşamaya karakolda da devam ettiler. Kadınların ifadeleri 19:00'da gittikleri karakolda 20:45 itibariyle hâlâ alınmamıştı. Bihter, ifadelerinin alınmaya başladığını 21:00'da kaosGL.org'a bildirdi."
ANTALYA - Antalya'da farklı liselerde eğitim gören 10 liseli kız, lisede etek yasağını protesto etti. Erkek öğrenciler de etek giyerek, protestoya destek verdi.
Kendilerini 'Liseli Genç Umut'çu Kadınlar' diye tanıtan kız öğrenciler, saat 18.00 sıralarında ellerinde pankart ve dövizlerle Kazım Özalp Caddesi üzerinde slogan atarak yürüdü. Grup adına basına açıklama yapan öğrencilerden Hande Büyükacar, Antalya Gazi Anadolu Lisesi'nde kız öğrencilerin etek giymesinin yasaklandığını belirtti. Büyükacar, Okul müdürü Hayri Bahşi, yeni kılık kıyafet yönetmeliğine göre okul aile birliğinin de onayıyla bu yıl kız öğrencilerin gri pantolon, beyaz tişört olan okul forması giymesine karar verildiğini söyledi. Daha önceki yıllarda uygulanan kurala göre üst sınıfta okuyan kız öğrenciler etek giyebilecek. Kız öğrencilerin pantolon giyerek daha rahat edeceğini belirtti" diye konuştu.
Okul müdürü Hayri Bahşi'nin 'Yeni yönetmeliğe göre bu karar alındı. Çocuklarımızın forma giymesi benimsendi. Biz de erkek ve kız çocuklarının pantolon giymesine karar verdik. Böylece çocuklarımız rahat edecek. Sıralar kirli oluyor, tozlu oluyor. Ayrıca okulumuz öğrencileri artık büyük çocuklar. Merdivenden inip çıkmalarında sorunlar olmasın diye düşündük' şeklinde açıklama yaptığını hatırlatan Hande Büyükacar, "Fakat asıl olay kir, toz meselesi değil. Gerici beyinlerin kadın kimliği üzerine cinselliği damgalamış olmasıdır. Eğer kadın kısa etek giyerse erkeğe bakma hakkı doğar. Eğer kadın kısa etek giyerse tecavüzü hak eder. işte bu zihniyetin izleri, bugün okullarımızda etek giymeyi yasaklamış durumda diye konuştu.
Ellerinde 'Kadınlar Özgür Olsa Dünya Yerinden Oynar', 'Kadın Düşmanı Hayri Bahşi', 'Kadınlar Bu Yasağı Deler' ve 'Etek Yasağına Hayır' yazılı dövizler taşıyan liseli kız öğrenciler, basın açıklamasının ardından eylemi sona erdirdi.
ERKEK ÖĞRENCiLER DE ETEK GiYDi
Bu eylemden 1 saat önce ise 8-9 erkek öğrenci, okulda etek yasağını ilginç bir eylemle protesto etti. Erkek öğrencilerden 3'ü etek giyerek, Antalya Gazi Anadolu Lisesi'ndeki uygulamayı protesto etti.
bizim yalnızca çok küçük bir zaman diliminde, çok küçük bir parçasını bildiğimiz o bütün ve bize meçhul insanlığın hayatının anlamı nedir? ölüm gerçeğinin yok etmediği bir mana var mıdır? yeryüzünde var olmuş ve var olan milyarlarca insanın acaba hayata verdikleri anlam neydi?
doğal bilimlerin ''yaşamın anlamı nedir?'' sorusuna yanıtı yalnızca şu şekilde; ''sen, hayatım dediğin şeysin; sen moleküllerin zamana bağlı ve rastlantısal bir kenetlenmesisin. bu moleküllerin değişimi, karşılıklı etkileşimi, senin içinde ''hayatım'' dediğin şeyi doğurur. bu kenetlenme bir süre devam eder; sonra bu moleküllerin karşılıklı etkileşimi son bulur ve senin hayatım dediğin şey de son bulur. sen, herhangi bir şeyin rastlantıya yumak olmuş bir kütlesisin. bu mudur sadece? değildir elbet...
peki, ölümün yok etmediği bir mana var mıydı gerçekten? varsa neydi ya da nelerdi bunlar?
ahmet rasim'in istanbul'u düşünerek yazdığı bir cümlesidir.
istanbul'un özellikle kış aylarındaki kasvetli, fakir ve kalabalık görüntüsüdür hüzün.
çünkü sobalı evlerden çıkan duman ve evine yorgun argın ekmek götüren dertli babanın yüzüdür istanbul.
en azından ahmet rasim'in istanbul'u işte böyle bir istanbuldur.
bir numara yoktur, sen uyandığında gün başlıyormuş gibi gelir fakat senden önce uyananlar da vardır ve senden sonra güne yeni başlayacak olanlar da. herkesin kendi ortamında kendi krallıkları vardır, sen dünyanın senin etrafında döndüğünü sanarsın ama bilmelidir ki insan herkesin bir krallığı vardır.
okan bayülgen'in ünlülerin ellerine sigaralarını verip fotoğraflarını çekeceği ve sergide yayınlayacağı zaman o sergiye koyacağı ismidir. sigara erken öldürse de sigara içen insanların fotoğraflarda daima yaşayacağı felsefesiyle hareket edilmektedir. *
kadın olsun erkek olsun parmaklarının arasında tuttuğu sigara ile gözlere daha da bir güzel, isyankar, hüzünlü, başarılı, umarsız ya da havalı gelen ünlülerdir bunlar.
atatürk'ünden johnny depp'ine kadar birkaç görsel ile açıklayacak olursak;
her gece her gece bir şekilde o derin uykusundan uyanıp odanın kapısından kafasını uzatan ya da paldır küldür içeri dalan ve biricik evlatlarına ''yatmadın mı sen daha?!'' diye evrensel bir soru yöneltip tekrar uykuya dalan zombi annelere karşı alınabilecek bir önlemdir.
- işsizim,
- asgari maaş alıyorum ve geçinemiyorum,
- evimizde yediğimiz yemeğimizi bile komşularımızdan alıyoruz,
- daha iyi yaşam standartları istiyorum,
diye acılar içinde dolanan babanın cebindeki kırmızı marlboro paketinden bahsediyorum. yıllardır sigara içen ve sigarasızlığın ne kadar katlanılması zor, huysuz bir şey olduğunu bilen birisi olarak yapıyorum bu eleştiriyi.
bu tür aile babalarının ortalama iki günde bir paket sigara içtiklerini düşünürsek; *
7/2 = 3,5
3,5. 30 = 105tl aylık sigara harcaması
daha ortalama bir hesap ile günde bir paket sigara içen bir babanın sırf sigaraya olan aylık gideri ise;
7.30 = 210tl'dir.
evet tam tamına 210 tl.
marlboro değil de atıyorum muratti içse 5,5.30'dan gene bir 165 tl para eder.
4.5tl'ye monte carlo içse daha kötü çünkü diğer sigaralara oranla daha erken öldürüyor bu sefer hepten ortada kalacak çoluk çocuk.
ey yaşam standartlarını yükseltmek isteyen aile babaları, anneleri ve onların sigara içen öğrenci evlatları...
beni neden hiç aramıyorsun? gerçi arasan da ne konuşacağımı bilmiyorum, her zaman yazarken daha iyiydim.
şuan bir sahildeyim, her yerim kum içinde kaldı, sanırım denizi hala sevemedim. burada yüz kadar insan var, çoğu boğulmamak için yüzüyor ve hepsi senden habersiz olmalı. seninle tanışmamış oldukları için üzülüyorum onların adına. hiç beklemeyecekleri biri onlar için üzülüyor şuanda. bu içgüdü nereden geliyor emin değilim ama birazdan biraz suya gireceğim. eminim ki suda da seni düşüneceğim. sana senin de bunu beklemene rağmen seni sevdiğimi söylemediğim için üzgünüm. bu durumun da eminim psikolojik, sosyolojik ya da başka bir jik açıklaması vardır elbet fakat ben bilimi de hiç sevemedim en az bu deniz kadar. ama ben iyi birisiyim. kötü ve kayıtsız gibi görünmek isteyen makul bir insan. belki de bu yüz kişiden daha mutlu, daha insan.
geçen sabah insanların dişlerini fırçalarken ne düşündüklerini düşündüm dişlerimi fırçalarken. neydi dişlerimizi fırçalarken aklımızdan geçenler? kimsenin böylesi bir işle meşgulken dünyayı ya da salt beyaz dişlerle kendini kurtarmayı düşündüğünü sanmıyorum. sanırım gün içindeki en boş şeyleri bu birkaç dakikada düşünüyorduk. bu esnada ya evi dolaşıyor, televizyona bakıyorduk boş boş ya da içten bir şarkı mırıldanması yahut aynadaki bizdeki son gelişmeleri inceliyorduk. şuan hiç utanmadan, sıkılmadan söylüyorum ki uyandığımda aklıma gelen ilk şeysin.
sana âşık olmak, orospunun birine tutulmak kadar umutsuz, bir köylü güzelini sevmek kadar masum ve bazen saatlerce dalıp gittiğimde bana titreyen elleriyle su getiren babamın elleri kadar tedirgin bir iş. sen eski beraber olduğum kişilere göre sahilde geçirilen bir gün gibisin. ve bütün bu aptal âşık laflarını bana yazdıran julietin siluetisin.
tanınmış gezgin thomas cook, bir araştırma gezisi sırasında atlas okyanusu'nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
bu olaya yalnızca thomas cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. insanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama... olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. sizin hiç "kendinizi toparlayacağınız" bir adanız oldumu? yaşamın uzun "göç yolları"nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? bir gün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
her şeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? şöyle daha bir iyi bakın çevrenize... size gelen, size sığınan...sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız...sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve...
durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız
#9920411 #9911557 #9910873 #9920571 #9912519
birkaç girisini inceledim ve hepsinde aynı şeyi yaptığını gördüm.
gereksiz ve anlamsız bakınız yazarı şuanda fakat henüz ayağının tozuyla gelmiştir buralara bu yüzden şimdilik lafı uzatmadan 'hoşgeldin' diyor ve çekiliyorum...
istanbul'un türkler tarafından keşfedilmesi türklere verilmiş bir armağan, istanbul'a verilmiş bir cezadır. yani istanbul'un fethi dediğimizde göğsümüzü kabartan, içimizdeki milliyetçiyi ortaya çıkartan hal constantinople'un düşüşüdür bir o kadar da.
tüm sözlük tabiki kitap olarak bastırılamaz fakat penguen'in yıl içindeki bütün kapaklarını bir kitapta toplaması gibi haftanın en begenilen entrylerinin bir kitapta toplaşması da fena olmazdı. fikir tutarsa üyelik maddesi olarak -zall sizi istediği yerde reklam da edebilir- şeklinde bir ekleme yapılabilir. *