sanırım yaşadığım şey bu.
hani organ nakli yaparlar da doku uyuşmazlığından vücut onu parçalayıp atmaya çalışır ya, o sırada nakil organ da vücudu zehirler tabi. işte öyle bir şey. bir insanın ruhu nasıl bedenine ağır gelir anlamış değilim.
nasıl anlatsam içimde biri daha var sanki, sürekli konuşuyor ve mutsuzluktan besleniyor. bir süredir uyuyordu bu ara resmen bağırıyor, beynimi ikiye bölüyor.
fikrimce kimileri fiziksel bir hastalıkla doğuyor, kimileri ruhsal.
ölmek istiyorum ama yaşamak da çok güzel be!
neyse. bunca zaman düşündüm, kendimi nasıl tedavi edebilirim nasıl çözebilirim bunu diye. çünkü ben mutlu olmazsam etrafımı mutlu edemem. haklı değil miyim ama kabin basıncı değiştiğinde oksijen maskesini önce kendinize sonra sevdiğinize takınız. kötü haber, 23 yaşından sonra uzayamazsın güzel rollercoaster, göz rengini de değiştiremezsin. unut. ruhunu da alıp musmutlu bir pembiş buluta da çeviremeyeceğine göre.. neysen osun. kabul etmelisin.
kendimi sorguya çektim. eğer okuyorsan söylüyorum, sana değer. içimdeki her neyse onunla bir denge kurmayı bu sefer de senin için deneyeceğim. umarım bir şeyler farklı olur.
Saatlerdir tek kelime konuşmadım. Her gün daha da içime kapanıyorum. Mutlu olamıyorum. Sürekli bir şeyler beni eziyor gibi daralıyorum. Balkona çıktığımda düşmek nasıl olurdu diye düşünüyorum. Metroda metronun iyice hızlanıp raylardan çıkarak müthiş bir kaza yapacağını düşünüyorum. insanın ağlayası gelir ya benim ağlayasım gitmiyor. Ah bir anlasam neden böyle.
Neyse. Kendime iki tane çiçek aldım onlarla daha iyi hissetmeyi umuyorum.
Aldığım kararlar ve risklerine değecek mi, başarılı olabilecek miyim merak ediyorum.
Mutlu olabilecek miyim merak ediyorum.
Mutsuzluk tüm benliğimi sarmış durumda. Korku ve yalnızlık birbirlerini besleyen kardeş nehirler gibi vücudumda dolaşıyor.
Yanımda olmak isteyen az insanın hepsi mi talihsiz olur!
Anlamıyorum. Anlamayacağım.
Birine sarılmak ne güzle bir histir öyle, ne kadar hasretim bilemezsin. Ruhlar duygularını paylaşır.
Ben ne zaman paylaşacağım?
Çenem kilitlenir gibi oluyor her gece, ne zaman sıkmayı bırakacağım?
Sahi ben ne zaman huzur bulacağım, merak ediyorum.
Akepelilerin kendilerini avutma çabalarıdır.
Suratları sallanırken ekranlarda da gördük kendilerini. O kadar yatırıma, bina kadar rte fotoğraflarına, Bahçeli'nin çağrılarına rağmen kaybetmek tokat gibi çarpmıştır suratlarına Eminim. Ve Kaybetmek diyorum, çünkü sonuç ne olursa olsun yolsuzluğun şerefsizliğin alası yapıldığı için açıklanan sahte oy sayılarını kale alarak konuşmuyorum.
Elveda tabi! Hukuksuzluk haksızlık dolu gerizekalı bir milleti ne yapsınlar? Bir seçimi idare edemeyen, şu an yapılan YSK açıklamasına dayanarak söylüyorum saçmalığın dibine vuran ayakta uyutulan uyumasa da elini kolunu bağlayan sorunlu utanmaz bir hükümeti seçen bir milletin hiçbir birlikte yeri yoktur. Olamaz da. Zaten biz de kendi kendimizi çoktan bitirdik. Geçmiş olsun.
Ohali bahane edip insanları doğuda sandık başlarından uzaklaştırmalarının da şaibeye zemin hazırladığını düşünüyorum. Aptallar anlasın diye düz cümle kurdum.
Geçersiz sayılan oyların sayısı da boru değil. Şaşırmıyorum ama şaka gibi geliyor. Bu kadar basit kalite bir şerefsizlik, saçmasapan zarflar yanlış mühürler vs görmedim, demek isterdim onu da gördüm. Defalarca gördüm. itlik peşindeler hala.
Şimdi Anadolu ajansı sonuçları var önümüzde ama ysk ya daha yüklenmedi belki bu oylar sonra değişebilir. Diyeceğim o da değişmez. it bunlar itin oğlu hatta.
ben bir çiçeğim. görenlerin hemen farkettiği ve vahşice koparıp almaya çalıştığı yıpranmış, narin bir çiçek. aslında o güzel beyaz çiçeklerim altında çok sağlam bir köküm de vardı, kimse görmedi.
her söküldüğünde can damarlarından parçalar yitirmiş bu çiçek topraklarını terk etmemeye yemin etmişti uzun zaman önce. basit ve sıradan bir döngüye razı olmuştu. ama öyle bir şey olduki, öyle bir toprakla karşılaştıki, nasıl olduysa kolayca içine kıvrılıvermişti kökleri. toprak onun kökleri kadar narin ama bir o kadar koruyucu, engin ve rahattı. çiçek toprakla buluşana kadar hiç bu kadar güzel açmamıştı. Kısa sürede suyun içinde dağılan boya gibi birbirilerine geçmiş bütün olmuşlardı. hiç bu kadar derine ilerlediğini hatırlamıyordu çiçek, korkusuzca hızla derinlerine iniyordu. sanki hiç kopmayacakmış gibi.
sonra bir deprem oldu. ne olmuştu sahi öyle?
Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir anda acıyla kopmuştu çiçek. köklerinin çoğu toprakta kaldı. çok yara aldı, hiç çiçeği kalmadı. toprakta kalan ruhunun parçalarıydı, onu besleyen suyunu veren damarları. keşke yaşayabilselerdi ama onlar da diğer kopmuş kökler gibi kuruyup gitmeye, unutulmaya mahkumdu. Ve ne acıdır ki yeni gelen güzelliklere can vereceklerdi hatta. çiçeğin canı çok yandı, parça parça olmuş köklerinin tutunacak kimsesi kalmamıştı. Onun toprakları artık onun değildi. Oysa her gün biraz daha yayılacağını sanarken, tam koptuğu an anladı. Onun minicik canı o kocaman çalkantılı toprakta iyileşmesi çok zor bir yara aldı.
benim güzelim,
hayatta yaptığım hataları yapmaman için, anneme benzememek için, ona benzememeye çalışırken kendimi kaybetmemek için çok çabalayacağım emin olabilirsin. her şeye rağmen anneannen mükemmel bir kadın. yanlış anlaşılmasın.
her şeyi senin için seçmeyeceğim. sen de seçeceksin, seçimlerinin iyi ya da kötü bedellerini ödeyeceksin. yani sorumluluk almayı, ayaklarının üzerinde durmayı, özgüvenli olmayı öğreneceksin.
mutlu ve yetenekli olduğun alana yönelmene, bulamıyorsan keşfetmene yardım edeceğim. ama denemek istediğin ne varsa bütün imkanlarımı önüne sermeye hazırım. çünkü ufkun geniş olacak.
çok titiz, hırslı ve panik biriyim. sabrını çok zorlayacağım ama seni çok seviyorum. bunu unutma.
ha sen de büyür benim gibi anneni babanı öpmemeye, sarılmamaya başlarsan vallahi kan çıkar.
sakın bıkbıklama, torunun bile olsa sen benim bebeğim olarak kalmaya devam edeceksin.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1330961/+
Şimdi bu panellerin ne olduğunu tartışıyoruz. Çünkü anneyle belki kendi ismini bile tartışabilirsin. Kapasitemiz çok yüksek. Her an kavgaya evrilebilir de. Hakkımızda hayırlısını diliyorum. Bilen de söylesin yahu.
yaşadığınız yere, olduğunuz kişiye kısacası her boka göre değişen ama aslında çok da farklı olmayan süreçler dizisidir. lise dönemi, üniversiteyi bitirip iş hayatına atılma evresi, anneni babanı kaybetme evresi, aşık olma sonra unutma evresi.. var oğlu var işte. ama hepsi sıradan hepsi aynı.
hayat bunlara karşı ne tepki verdiğimize göre şekillenir ve diğer hayatlardan farklılaşır.
önceleri sadece düşüncelerimizden, emellerimizden ve başardıklarımızdan oluşur. ne zaman evladın olur o zaman hayatın ondan ibaret hale gelir ama o başka bi olay.
adapte olmak en önemli kuraldır ve bulunduğun evreye çabucak uyum sağlamaktan geçer. özellikle bir sonraki evreyi reddetmen seni hayatta başarısız yapar. belki de bu hayat değil sistemdir. sistem sizi hep bir sonraki evreye isteseniz de istemeseniz de atar. sonsuza dek üniversite öğrencisi kalamayacağımız gibi. neyse konuyu yine şaşırdım.
sonuç; hayat heralde algımızla sınırlı ve o oranda değerli bişey. sonuca ulaşamıyorum ben ya. hayatın tarif edilebildiği nerede görülmüş.
benim için hala tam olarak çözüme ulaşmamış kafada oturmamış çokça başarılı olan filmdir.
izlendikten sonra internet sitesinin ziyaret edilmesi ve yazılanların okunmasıyla filmin biraz daha anlam kazandığını söyleyebilirim ama feci şekilde spoiler içerir uyarıyorum.
ekşide okuduğuma göre zamanında internet sitesiyle baya bir sesini duyurmuş hatta bu konuda ödül almış bir filmdir.
yönetmenin 1975 doğumlu olduğunu ve aynı zamanda senaryonun sahibi olduğunu ve hatta ilk filminin bu olduğunu belirtmek isterim. 2001 yılı olduğunu da düşünürsek, şu an bile kurgusuyla çok başarılı dediğimiz film baya baya hakkı verilesidir.
izleyenler için director's cut kısmını da izlemelerini tavsiye ediyorum.
filmin konusu ve çıkarımlarımla ilgili kısmı bir kez daha izledikten sonra yapmayı tercih ederim. zira algıların tamamen açık, diyalogların ve ayrıntıların kaçırılmadan izlenmesi gereken içinde göndermelerin bulunduğu bir film. hakkını vermek lazım.
proje teslim zamanları.
3 günde 4 saat anca uyumuşum. göz altlarım mosmor ruh gibi dolanıyorum. her oturduğum yerde içim geçiyor saniyeler içinde uykuya dalıyorum. eğer uyumuyorsam da sürekli projemi düşünüyorum. aslında uykuda bile projemi çizdiğimi görüyorum. beyni yaktım yakacam.
işte yine böyle bir dönem elimde maketin durduğu poşet, maket malzemelerinin durduğu ayrı bir poşet (ki 70x100 boyutlarında poşetler bunlar) bir laptop ve bir sırt çantası var. sabah dokuzda bir derse girmişim o tamam, öğleden sonra da önemli bir bölüm dersim ve kıytırıktan tkl diye bütün üniversitenin aldığı bir ders var. lanet okulda devam sorunu olduğu için o kıytırık derse de girmek zorundayım.
devamsızlığımı, projemi ve bir çok şeyi düşüne düşüne öğleden sonraki ilk dersime girdim. uyumadan, zar zor not almaya çalışarak dinledim. neyse ders bitti. hep beraber sınıftan çıktık ve kantine indik. bir baktım poşetlerim yok. yahu kocaman iki poşet. biri bir elinde öbürü öbür elinde anca taşıyorsun nasıl unutursun? unutmuşum işte. neyse arkadaşlar "biz tkl ye gidiyoruz sen de gelirsin" diyerek kantinden kalktı. ben de poşetlerimi almaya doğruca sınıfa yöneldim. aldım geldim ama dalgınlık bu ya unuttum bizimkilerin gideceğini, elimde kocaman kocaman poşetler çantalar kantinde dönüp duruyorum. baya bir aradım bizimkileri bulamadım. sonra ileri teknoloji icadı cep telefonumu kullanmak aklıma geldi. meğer sınıftalarmış. söylene söylene sınıfa gittim.
nihayet oturdum yerime, oh yerleştim derken ne olsa beğenirsiniz? hey allahım, bu sefer de sırt çantamı kantinde unutmuşum. cüzdanım, şarj aletim, kalemlerim, notlarım, gittiğim dersin dökümanları her şeyim içinde! koştur koştur kantine döndüm. kantin de sandığınız gibi yakın filan değil. dersler farklı binalarda olduğu için diğer binadaki kantinde unuttum çantayı. salaklığım yüzünden dolandım durdum. zaten yorgunum, uykusuzum tkl dersini de hukuk binasının en üst katına koymuşlar. lanet asansörler hep dolu. in in çık, in in çık nevrim döndü. neyse geldim. şükürler olsun tamamım.
oturdum. arkadaşlarımla muhabbet etmeye çalışıyorum ama nasıl içim geçiyor, göz kapaklarım birer ton ağırlığında sanki uyumadan duramıyorum. baktım derse daha var dedim hareket olsun, uykum açılır belki gideyim de bir arada tutamadığım poşetlerimi çantalarımı yine saçma sapan yerlerde unutmadan arabaya bırakayım. neyse toparlandım. oturduğum yeri kimse kapmasın diye de dersin kitabını ve bir kalem bırakıp binadan çıktım. ringe bindim. okulun dışına çıktım arabaya geldim. eşyalarımı güzelce yerleştirdim.
ve sonra.. arabaya bindim.
dersi unutup eve doğru gitmeye başladım. pes yani! hiç mi aklın çalışmıyor kızım senin? yolun yarısına kadar da "allahım şu dalgınlıkla bile sağ sağlim eve dönüyorum ya bravo bana, hiçbir şey unutmadım hehe" diyerek övündüm kendimle.
ama sonra.. sonra saate baktım. bir daha baktım ve ders aklıma geldi. evet her şey tamamdı ama derse girmeyi unutmuştum. nasıl bir olaydır bu arkadaş! kalmayayım diye alelacele arkadaşları aradım imza attırdım. dalgınlığın böylesi işte. uykusuz da olunca.. az daha dersten kalıyordum. çok zekiyim ya kimse oturmasın diye de kitabımı bırakmıştım. bravo valla. salaklığımdan kendim de oturamadım.
herkesin kolayca altından kalkabileceği bir duygu değildir. kimi zaman rahatlama, kimi zaman bunalımdır ama asla seçim değildir. insan başına gelen olaylar sonucu yalnız kalmaya zorlanmış olur. bu yalnızlık bazen uzunca dönemler ele geçirir benliğinizi, belki bedeninize değil ama zihninize ve ruhunuza bütünüyle egemen olur.
ama bazen öyle bir şey olur ki.. biri gelir ve yalnızlığınız tamamıyla anlamını yitirir.
O kadar kendimizi beğenmişiz ki, oysa yaşama yeteneğimiz bile yok, var olmayı bile beceremiyoruz, çünkü var olmuyoruz bile, var olunuyoruz.
Bitik Adam-Thomas Bernhard