Bir arkadaş grubunda türkü barda çıkan vokalistin ismi geçtiğinde, türkü dinlemeyen kızın konuya yakınlık kurmak için: " o benim arkadaşımın kuzeninin kocası" dediğinde verilen cevap.
Ankara Barosu Eğitim Merkezi ile YSK binası tam karşılıklı binalar olup, YSK'nın istanbul seçimlerini iptal kararına karşı Ankara Barosu tarafından kendi binasına asılan tam boy bu yazı ile tepki gösterilmiştir.
1136 sayılı kanunun 58. maddesi:
"Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz ..." demek suretiyle, avukatın üstünün aranamayacağını hükme bağlamıştır.
Dersim Baro Başkanı olarak mesleki faaliyetleri nedeniyle altı yıl üç ay gibi ağır bir cezaya çarptırılan ve bugün Yargıtayca cezası onan avukattır.
Suçlama Maoist Komünist Parti üyeliğidir.
12 Eylülden sonra yaşanan ikinci hukuk darbesi niteliğindedir. (Bkz. Barolar Birliği açıklamaları ve CHP Genel Başkanı açıklamaları)
Paris'de Charlie Hebdo adlı mizah dergisine yapılan saldırı sonucunda, tüm dünyanın da tepkisini çeken, dünya liderlerinin de bu saldırıyı kınamak için Paris'te yaptıkları yürüyüşle destek verdikleri saldırıya bir tepki olarak kullanılan "Je suis Charlie", yani Türkçemizde de sıklıkla toplumsal eylemlerde "Hepimiz Ermeniyiz/ Berkiniz/ Ethemiz" vesaire gibi ezilen, zayıf tarafı temsilen kullanılan sloganın, bugün Bakanlar Kuruluna Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık etmesi sonucu türemiş mizahi yaklaşımıdır.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi, en genç profesörlerindendir.
inönü Üniversitesi hukuk fakültesi dekanlığını yapmaktadır.
Aynı zamanda Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi hukuk fakültesinde ders vermektedir.
Akademik yaşamının yanında, avukatlık yapmaktadır.
Öğrenciler arasında sert mizacı ile tanınmasının yanında, dersine tüm yıl katılımı sağlayacak soğuk esprileri ile ünlüdür.
"Neden YDÜ?
Öğrencisinin laptop kadar değil, süper bilgisayar kadar düşünmesini sağlayan üniversite olduğu için" şeklindeki Yakın Doğu Üniversitesi reklam aracı ve kurucu rektör Suat Günsel cevabıdır.
"Dizüstü bilgisayar ya da laptop, taşınabilir türden, genellikle ekran ve klavye olmak üzere iki parçadan oluşan kişisel bilgisayarlardır. Bir dizüstü bilgisayar bir masaüstü bilgisayarın klavye, fare ve ekran gibi bileşenlerini tek bir parçada toplar. Dizüstü bilgisayarlar bir AC bağdaştırıcıdan gücünü alır ve şarj edilebilir bir batarya ile güç kaynağından uzakta da kullanılabilir. Dizüstü bilgisayarlar küçük ve taşınabilir olmaları açısından avantajlıdır." şeklinde Wikipedia'da açıklanmaktadır.
Süper bilgisayar ise, "Süper bilgisayar basit olarak; yoğun paralel işlemciler, yüksek başarımlı vektör işlemciler ve öbek bilgisayarların oluşturduğu sistem (her bileşen olmak zorunda değil) olarak tanımlanabilir.
Kullanım Alanı ve Mainframe ile arasındaki Fark:
Büyük bilimsel çalışmalarda, nükleer enerji araştırmalarında, hareketli animasyonlarda, akışkanların karakteristiklerini hesaplamada ve meteoroloji gibi alanlarda gereken hesaplamalar için kullanılır. Mainframe ile arasındaki fark süper bilgisayarlar işlemci gücüne dayalı tek bir çalışmaya has iken mainframe çoklu kullanıcı yapıya sahiptir." şeklinde açıklanmıştır.
Buradan da anlaşılacağı gibi labtop, süper bilgisayarlardan daha kötü bir ürün değil, tamamen pratiklik, kullanım amacı, ihtiyaç farklılıkları nedeniyle farklı bir klasmandır.
Kıskanıyorum ismi ile de bilinen, Emel Sayın, inci Çayırlı gibi isimler tarafından seslendirilen, son zamanlarda ise Göksel tarafından yeniden seslendirilmiş eserdir.
iyi bir tanımlama yapmak isterken cümleyi uzatıp, hele bir de yanlış yere bir virgül koymuşsa vermek istediğinden iyice sapıp, "çok güzel oldu, ekle" yaptıktan sonra, kendi yazdığını anlamakta zorluk çekip, okuyanların anlaması için dua eden yazardır.
Hukuk felsefesi yapmak, hukukun mühendisi olabilmektir.
Felsefe her şeyin özüne gitmeye çalışır.
Neden, niçin sorularının cevabını arar. Türkiye'de hukuk felsefesi hukuk fakültelerinde okutulmakla birlikte bu konuda gerçekten uzman olan herhangi bir öğretim elemanı bulunmamaktadır. Dünyaca isim yapmış hiç bir Türk hukuk felsefecisi yoktur.
Hukuk felsefesi dersleri tüm fakültelerde notların ezberlettirilmesi suretiyle öğretilmeye çalışılır. Dolayısı ile hiç bir şey öğrenilmeden geçilir. Bir bilimin felsefesini öğrenmemek demek o bilim dalının teknisyeni olmak demektir. Benzetme yapmak gerekirse, bir mühendisin radyo yapmayı bilmek yerine, düğmesini açıp kapatmayı bilmesi gibidir.
Hukukta da felsefenin bilinmemesi, hukukçuyu ancak teknisyen seviyesinde tutar. Hukuk mühendisi olamaz. Hukuk teknisyenlerinin bu kadar yoğunlukta olduğu bir ülkede de, hukuki aksaklıkların izahını yapmak hiç de zor olmayacaktır.
Acilen bu konunun ele alınması gerekir. Gerekirse yabancı ülkelerden dünyaca tanınmış felsefecilerden ders vermesi sağlanarak hukuk bilimcileri yetiştirilmelidir.
hatırlanacak olursa, I. ve II. Dünya Savaşından kaçan Alman bilim adamları Türkiye'ye gelerek burada hukuk ve tıp alanında çok önemli bilim adamları yetiştirmişler ancak o nesil artık yok olmuştur.
Örneğin Prof. Hilsch Türkiye'ye hukuk metodolojisini öğreten kişidir ve bu alanda ilk kitabın sahibidir. Halen bu konuda başka kitap bulunmamaktadır.
Birleşmiş Milletler (BM), 1948 yılında yayınladığı insan Hakları Evrensel Bildirgesi ilk iki maddesinde:
"MADDE 1: Tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar.
MADDE 2: Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. insanlar ulusal ve toplumsal kökenleri, zenginlikleri, doğuş farklılıkları ya da herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu bildirgede belirtilen tüm haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilirler."
diyerek herkesin doğuştan eşit ve hür olduğunu belirtmektedir. Ancak doğuştan eşitlik mümkün değildir. Bazı insanların sakat, çirkin, fakir veya öksüz doğduğu bir dünyada, herkesin doğuştan eşit olduğunun söylenmesi ancak bir temennidir. Gerçek eşitlik doğuştan ve kendiliğinden değil, ancak ölümde mümkündür. "Tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak ölürler." Gerçek budur.
istanbul, Taksim semtinde bulunan Gezi Parkı'nın AVM (alışveriş merkezi)'ye dönüştürülmemesi için başlatılan ve tüm dünyada yankı bulan, ülkemizde ise ekonomik ve siyasi krize neden olan protestoların dikkat çekici bir diğer konusu ise: barikatların önüne siper olan sokak çocukları olmuştur.
Redhack ismi ile tanınan sosyalist, Marksist oldukları bilinen siber grubun sosyal medya aracılığı ile dikkat çektikleri bu sokak çocukları, protestolar süresince Gezi Parkı'nda protestocularla birlikte yemek yiyerek karınlarını doyurdukları, belkide ilk defa bu kadar arkadaşlık ve sevgi gördüklerinden olsa gerek, polis saldırılarına karşı barikatların önüne geçerek protestoculara siper olmuşlardır. Gaz bombalarını çıplak elleriyle tutarak, uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
Bu kalpleri temiz, üstleri kirli çocuklara sosyal medya aracılığı ile sahip çıkıp, engel olunması yönünde Redhack yazı yayınlamıştır.
Anlaşma, bir veya daha fazla hukuk kişisinin iradelerini karşılıklı olarak birbirine uygun suretle açıklamasına denir.
Yani iradelerin uyuşmasıdır.
Anlaşma, her sözleşmede bulunması gereken asli bir unsurdur. Her anlaşma bir sözleşme değildir ama her sözleşmede geçerli bir anlaşmanın varlığı şarttır.
Sözleşmenin anlaşmadan farkı, sözleşmenin iki ya da daha fazla kişinin hukuki sonuç doğurmak amacıyla iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun suretle beyan etmeleridir. Yani sözleşmenin ihlal edilmesi durumunda hukuki sorumluluk söz konusu olacaktır.
Ancak anlaşmanın ihlal edilmesi durumunda hukuki sorumluluk yoktur.
Örnek vermek gerekirse, arkadaşınızla sinemaya gitmek üzere anlaşmanız ve ona biletleri aldırdıktan sonra onu atlatmanız hukuki sorumluluk gerektiren bir durum değildir. Çünkü buradaki anlaşma iki tarafın sosyal amaçla iradelerinin karşılıklı ve birbirine uygun şekilde açıklamalarıyla oluşmuştur.
Yani ihlal durumunda, atlatılan tarafın, atlatan tarafı dava etme hakkı yoktur. Çünkü taraflar hukuki bir ilişki yaratma amacı gütmemişlerdir.
Başka bir örnek vermek gerekirse, bir babanın kızından su istemesi ve kızının evet demesi bir anlaşmadır. Ancak suyu unutup getirmemesi sorumluluk doğurmaz. Çünkü bu irade açıklamasında hukuki bir sonuç doğurma amacı yoktur, yaptırımı da olamaz.
Kira sözleşmesini bir sözleşme örneği olarak ele alacak olursak, burada tarafların amacı hukuki bir ilişki yaratmaktır. Bir taraf kendine ait bir malı, belirli bir ücret karşılığında diğer tarafa kullandırmaktadır. Hukuk bu ilişkiye bir sonuç bağlamıştır. Bunun ihlal edilmesi her iki taraf bakımından da hukuki sorumluluk doğurabilir. Çünkü taraflar iradelerini açıklarken bu yönde hareket etmişlerdir.
O halde şöyle diyebiliriz, her sözleşme bir anlaşma değildir, her anlaşma da bir sözleşme değildir. Ancak her sözleşmede geçerli bir anlaşmanın bulunması şarttır.
Kullandığımız kelime her ne olursa olsun, ister 'anlaşma' diyelim, ister 'sözleşme' diyelim, isterse 'protokol, akit' ya da başka bir şey diyelim, ortada bir sözleşme olup olmadığını tespit için tarafların iradesinin hukuki sonuç doğurmak amacıyla yapılıp yapılmadığına bakmak gerekir. Eğer anlaşma hukuki sonuç doğurmak için yapılmışsa, sözleşmedir.
Sözleşme, iki ya da daha fazla hukuk kişisinin, hukuki bir sonuç doğurmak amacıyla iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun suretle beyan etmeleridir.
Evlilik Medeni Kanuna göre bir akittir, resmi şekilde yapılır ve belirsiz sürelidir.
Sözleşmeler yaygın olarak belirli süreli olarak yapılmaktadır.
Evlilik bir sözleşme ise ve hukuken sözleşmeye süre koyulmasında bir engel yoksa, tarafların iradesi esas alınarak evlilik sözleşmesinin de belirli bir süre için yapılması bir haktır.
Hukuk dilinde, özellikle dava dilekçelerinde sıkça kullanılan yanlış bir ifadedir. Bu kelimenin karşılığı yoktur.
Hukuk dilini iyi kullanıyor intibası yaratmak için kullanılan bu kelime aslında fahiş hatadır, hiç bir manası yoktur. Asıl olarak, 'belirtilen', 'anılan', 'söz konusu' ya da 'işte bu' kelimelerinin kullanılması doğrudur.
Özellikle akademik yaşamda dikkat edilmesi gereken en önemli yazım hatalarındandır.
Ortaya konmak diye bir kelime bulunmamaktadır. Kök olarak 'kon-mak' tan gelir ve bu kök, kuşun konması ile aynı manadadır. Dolayısı ile doğru kullanım şekli 'ortaya koymak' tır.
Öncelikle aşkın kanununun olup olmadığı ortaya koyulmalıdır.
Aşkın kanunu olsa, taraflar arasında eşitlik olması gerekir. Çünkü kanun önünde herkes eşittir. Oysa aşkta eşitlik değil, taraflardan birinin üstünlüğü söz konusudur.
Bu bağlamda, aşkın kanununun yeniden yazılması mümkün değildir, aşk kanunsuzdur.
oturur veya eğilirken sırtı açılıp iç çamaşırı görünen bir kadınının uyarılıp uyarılmaması konusunda yaşanan ikilemdir.
iç çamaşırı görünen kadının bu durumdan haberdar olmadığı, farkında olsa kapatacağı muhakkaktır. Farkında olmadığı bir durum için bir uyarı yapılması kötü niyet içermemekle birlikte, yine farkında olmadığı bir durum için kişinin küçük düşmesine ve iç çamaşırının ima edilerek kendisini teşhirci hissetmesine neden olacak bu uyarının bütün bu kırgınlığa değip değmeyeceği durumun gereğine göre değerlendirilmelidir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde:
- Doğu Akdeniz,
- Yakın Doğu,
- Uluslararası Kıbrıs,
- Girne Amerikan,
- Lefke Avrupa
ve son olarak yeni açılan Karpaz Üniversitesi olmak üzere altı tane üniversitede hukuk eğitimi verilmektedir.
Bu üniversitelerden Girne Amerikan Üniversitesinin ingilizce hukuk fakültesi hariç diğer beş üniversitede Türkiye Cumhuriyeti devleti hukuk ve sistemi anlatılmaktadır.
YÖK ve YÖK'ün KKTC'deki karşılığı olan YÖDAK (Yükseköğretim Denetleme ve Akreditasyon Kurulu)'a bağlı hizmet vermekte bulunan bu üniversiteler, Türkiye'den ve KKTC'den öğrenci alabilmektedirler.
Burda ilginç olan durum, KKTC'de kendi devletinin hukukunun öğretilmemesidir. Her iki sistem bir birinden çok farklıdır, Türk hukuk sistemi Kara Avrupa hukuk sisteminin bir parçası, Kuzey Kıbrıs hukuku ise Anglo Sakson sisteminin bir parçasıdır.
Yani, kendi devletinin hukuk fakültesinde okuyan bir KKTC vatandaşı, aldığı hukuk eğitimi sonunda kendi hukuk sistemini öğrenememekte, farklı bir hukuk sistemini öğrenmektedir.
Ayrıca belirtmek gerekirki, bu kişiler Türkiye devleti vatandaşı olmadıkları ve YÖK (Yükseköğretim Kurulu) tarafından üniversiteye yerleştirilmedikleri için, Türkiye'de fark derslerini vermeden avukatlık yapma hakkı Türkiye tarafından bu kişilere tanınmamaktadır.
süslenen sokaklar, kalp şeklinde çikolatalar, pırlanta reklamları ve kendisine sokakta gül satmaya çalışanları görmese, sadece bir tarih: on dört şubat olacak gün.
sevgilisi olmayanlar için, rengarenk kalplerle süslenmiş avm'ler, pırlanta reklamları ve sokakta size kırmızı gül satmaya çalışan insanların ısrarından öteye geçmeyen;
sevenlere ise, hiç yoktan romantik bir yemeğe bahane olmasının yanında hediye stresi yaşamalarına neden olan gündür.
Manasızlığı ise; sevmek gibi güzel bir duygunun, aynen anneler gününde olduğu gibi bir güne sığdırılmaya çalışması. Ticarete dökülmesi kısmına hiç gelmeyeceğim, orası ayrı bir sosyal araştırma konusudur.
Yeni Anayasa hazırlık çalışmalarında, CHP ve MHP'den ümit yok diyen Başbakanın, BDP ile müşterek adım atabileceğini söylemesi üzerine, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın, "Türk'ün de Kürt'ün de 'işte benim anayasam' diyebileceği bir anayasayı Türkiye'ye armağan edebilsek bu hepimize kazandırır." dediği konuşmadır.
