harika bir film. farklı kültürleri oldum olası merak ederim. bir de farklı kültürler bir araya geliyorsa işte o efsane olur. bu ister iki farklı yemek olsun ister enstrüman. ortaya çıkan her ne ise efsanedir benim için. bu filmde de çingeneler ve aralarına katılan bir fransız erkeğin onları keşif süreci izlenmeye değer.
annemin hemşire olması sebebi ile yıllarca ne ergenlik ne sonrası hemşire fantezim olmadı. olamadı. ancak the hemsire diyince biraz şey oldum sanki ilk defa, galiba. bakim dur.. yok gene olmadı.
oyunculuk, renkler, fotoğraflar, müzik, hikaye, kamera hareketleri... bir filmde görmek isteyeceğiniz her şey mevcut paris texas ta. benim için taşaklı kararları alabilmek, doğruyu yanlışı görebilmektir bu film.
ben de balıktan nefret ediyorum. kuyruğu, kafası, gözleri, bağırsakları, kokusu... ama herkes severek yiyor. bu balığın iğrenç olduğu anlamına gelmez işte. balık bana göre iğrenç, şu şu şekıl giyinir....
otizm bir hastalık değildir. ömür boyu sürer. otizmin nedeni halen bilinmiyor. kalıtsal ve çevresel faktörlerin, birlikte etkileşiminin neden olduğu düşünülmekte. buna ek olarak bazı nörolojik farklılıklar üzerinde duran çalışmalarda var. otizm tanısı vermek için zeka geriliği aranmaz. yani tanının ölçütlerinden birisi zeka geriliği değildir. her otizmli birey zihin engellidir diye bir şey yok. aynı şekilde izlediğiniz filmlerdeki gibi çok zeki olacaklar diye bir şey de yok. otizmi yeneceğini tedavi söyleyen, iddia eden bütün tedavi ve rehabilitasyon yaklaşımları, para tuzağı. istismar. inanmayın. otizmin tek bir tedavisi var o da özel eğitim. genel olarak yanlış bilinen noktalara değinmek istedim. daha fazla bilgi almak isteyen mesaj atabilir.
ankara gezilecek yer değil ulen. gezmeye gitmeyin ankaraya. yaşamak için gidilir ankaraya. eğer ruhunuz uyuşuyor ise bu şehirle, dünyanın en güzel yeridir. bir gün istanbuldan ayrılmak zorunda kalırsam ilk tercihim olacaktır. sırf tavukçunun sokağına girer girmez burnuma çarpan rakı kokusu ve tavukçunun meyhane pilavı için bile yaşanır bu şehirde. cebeci de oturmak ve kızılaya yürüyerek gidip gelmek, tunalıda biralama yapmak için bile gidilir.
dedem franco döneminde ispanyadaki iç savaştan kaçar ve bütün sülaleyi alıp uzun bir yürüyüşe koyulurlar. bu sırada da babaannem babama hamiledir. her neyse bunlar yürür yürür yollarını kaybederler. daha fazla dayanamayan babaannem babamı doğurur ve hakkı rahmetine de oracıkta kavuşur. bunun üzerine dedem bunu bir işaret olarak algılar ve orada, babamın doğduğu babaannemin öldüğü yerde yaşamaya karar verir. orası da bu gün ki anadolu coğrafyasında bulunan ağrı ilimiz. bak ispanya nere ağrı nere. tabi haliyle anadilimizi unutup yıllar içerisinde asimile olmuşuz. ispanyolcayı unutmuş kürtçeyi öğrenmişiz falan filan. halay bile çekiyoruz sen düşün. tabi iyi ki kürt olmuşum diyorum.
işinin ehli bir ağız tarafından, epey mesainin harcandığı bir oral seks sonrası sabaha kadar çırılçıplak yatakta uyumak, akabinde uyanıp güne sigara ve kahve ile başlayıp temiz bir duş sonrası çiçek gibi etrafa gülücükler saçmak. yok lan şaka. kitap okumak falandır herhalde.
evrim böyle bir şey işte. böyle bir program var ve kadın arkadaşlarımız bunu izliyor. sonra gidip çocuk büyütüyorlar. koca bir halk aptal olup çıkıyor bu sayede. dünya, üzerinde yaşamak için çok zor. yoruluyorum.
arkadaş buraya her gelişimde bir şeyler karalıyorum buraya. her defasında siliniyor. pardon ama berbat lan burası. allah rızası için yemekleri dışında ne var lan bu şehirde? alış veriş merkezlerini söylemeyin. marina demeyin buradan salarım kobrayı. güzel bir kafe söyleyin lan. gidip kahvemi içip, gazetemi dergimi okuyacağım. nolur bak.
bu beyanı veren kişiyi eleştireceğim diye, zihin engelli/özürlü beyanı diyenler daha komik ve beter duruma düşüyor.
daha bugün yanıma çocuğunun otizmli olduğundan şüphelenen bir baba geldi. özel eğitim öğretmeniyim ve çalıştığım okulun önünde sigara molasındayken geldi yanıma. üç gündür uyumadığını ve çıldıracağını söylüyordu. gerçekten psikolojisi iyi değildi, şok içindeydi. bir şekilde rahatlatıp, gerekli yerlere yönlendirdik bu babayı. gittikten sonra hem ben hem psikolog arkadaşım çökmüştük. demem o ki başınıza gelmeden yada bu tarz olaylara şahitlik tanıklık etmeden ne olduğunu anlayamazsınız. dalga geçilecek bir durum değil bu sevgili arkadaşlar.
unutulmaz olması için, uç duygulara gerek olmuyor. bazen sahneler aklınızdan çıkmaz. ankara'da üniversitenin ilk senesi ilk haftasında, liseden bir arkadaşımla cebeci dört yolda bir ev tutmuştuk. para yok pul yok. gidip ankara'nın ikinci el pazarı diye bilinen itfaiye pazarından iki yatak almıştık. diğer eşyaları yavaş yavaş alacaz, para yok ya. o ilk gün gece iki şişe şarap alıp oturmuştuk yataklardan birine. arkadaşım gitarla haşır neşirdi. bülent ortaçgilin değirmenler şarkısını çalışını ve söyleyişini unutmam işte. şarkıyı da ilk o zaman dinlemiştim. o sahne aklımdan çıkmaz.
sanırım bu, beş yaşındaki ruh halim yada dünyanın o zamanlar benim için ifade ettiği şeyler. mikro bir hayatın oluyor, annen baban kesinlikle her şeyi biliyor ve seni asla yalnız bırakmazlar. yaptığın tüm doğrular aferinle yada sarılmalarla ödüllendiriliyor. yalnızlık diye bir duygu yok. daha ne olsun.