idefiksin en çok satanlar bölümünde görüp aldığım, kitabın iç kapağında Ertuğrul özkök tarafından şiddetle tavsiye edildiğini görerek şevkle okumaya başladığım patti smith tarafından yazılmı bomboş bir kitap. o kadar boş ki Fetullah GÜLEN'in abartılı otobiyografisini okurken bile bu kadar sıkılmamıştım. ne edebi bir anlatım ne de doyurucu olaylar. ilkokul çocuklarının günlüklerini okumak bile daha zevkli. hayatımda okuduğum istisnasız en sıkıcı kitap. almadıysanız sakın almayın. şişirilmiş demek hafif kalır.
hep kötü tarafından bakmamak lazım. devlet dairelerindeki bu nürokratik işlemler zaman zaman da güldürmüştür bizi. komedi filmleri de yer verdi bu işlemlere. hayata ait detaylar bunlar. ben rahatsız olmuyorum. navigasyon cihazından hoşlanmamak gibi bir şey bu da. Yolda nereye nasıl gideceğimi tarif eden mekanik bir ses yerine arabanın camını açıp yoldan geçenlere sormak ve "şu kasap var ya onu geç, karşına bakkal çıkacak ordan dön, sor. kime sorsan gösterir" biçiminde tamamen türk usulü adres almak bana daha insani gelmiştir.
eskisi gibi bürokrasi de kalmadı ayrıca. neredeyse tüm işleri internet vasıtasıyla yapacak duruma geldik. iyi veya kötü insanlarla iletişimde olmanın tadını çıkaralım bence.
maalesef başlık altında yazılanların pek çoğu yanlış. öncelikle bimer recep tayyip erdoğan'ın değil, başbakanlığın özel bir hizmeti. açılımı da başbakanlık iletişim merkezi şeklinde. internetten veya 150 numaralı telefon ile müracaatta bulunabiliyorsunuz ve aldığınız başvuru numarası ile başvurunuzu takip edebiliyorsunuz. sanılanın aksine başvurular başbakana değil, başvurunun ilgili olduğu valiliğe, oradan da konunun muhatabı olan kuruma gidiyor ve başvurunuzu takip ettiğinizde hakikaten çok olumlu sonuçlara ulaşabiliyorsunuz. ciddi işleyen, siyasete asla alet olmayan bir sistem ve eğer hükümetle ilgili sıkıntılarınız varsa lütfen bu birimi meşgul etmeden akp'ye bildirin. hükümete çok karşı olanlardan birisiyim lakin aynı zamanda da kurulduğundan beri bimer yetkilisiyim. çarpıtmadan herkesin hakkını vermek lazım.
Bir yerli hayvan üreticisinin avrupa yakasına hayvan geçişinin yasak olması ile ilgili gayet içten söylediği söz. Sözlükte aynı havayı oluşturması mümkün değil fakat televizyondaki bu masumane isyan beni çok güldürdü.
Dikkat çekmeyi sevmeyen insanlardır. ille de kategorize etmek lüzumsuz. Ağıbaşlı olabilir, oynamayı beceremiyor olabilir, kendine güveni olmayabilir, bir sıkıntısı olabilir vs.vs. Düğüne niçin gittiğinize bağlı biraz da. çok yakınınız olmasa da değer verdiğiniz birisinin düğünüdür, onu mutlu etmek namına katılmışsınızdır. zaten çok oynamak, çok dağıtmak gibi samimiyet gerektiren mevzular düğünlerden ziyade az katılımlı arkadaş toplantılarında yapılmalı.
defalarca çeşitli starbucks işletmelerinin yanından geçmiş olmama rağmen hiç girip oturmuşluğum yoktur. Bu başlığı görene kadar içeri girmek fikri aklıma bile gelmemiştir. ilgi alanı ile alakalı herhalde.
Bu kadar kaba ifade edileceğini sanmıyorum ancak girdiğiniz işletmenin hitap ettiği kesimin çizgilerinin dışında bir çizgiye sahipseniz ve bunu tezgahtar sezmişse ki genelde yanılmazlar, sorduğunuz sorulara gönülsüz cevap vererek, sizinle ilgilenmeyerek bu hissi uyandırır sizde.
özellikle tandık bir esnafsa herhangi bir ürünün fiyatını sorduğunuzda aldığınız cevap.
-bu kazak ne kadar?
-o mu? hallediriz hallederiz.
-Hallederiz deme abi ya ayın sonu, kredi kartları dolu. Ne kadar söyle sen.
-Hallederiz dedik ya abicim. senden para isteyen mi var?Hallederiz. sen al kazağı.
o sırada başka bir müşteri gelir esnaf abimiz onunla ilgilenmeye başlar siz de elinizde kazak kasada size bakarak gülümseyen, çok hoş, hep beğendiğiniz kasiyerle başbaşa kalırsınız. barkot okunur. 150 lira. süper.harika
Yerinde yapıldığında çok hoş olabilecekken O ses türkiyedeki "kfc" yerleştirilmesi gibi alakasız ve göze batırıcı olduğunda çok itici oluyor. her işte olduğu gibi bu işte de emek ve kaabiliyet gerekiyor.
Böyle şeyleri okudukça andımızın her resmi dairenin önünde de gür sesle okunması gerektiğine inanıyorum. and içmek istemeyen zavallılar da mensubu oldukları milletlere ait "azınlık" okullarında okusunlar. kendi vatanımızda bir de böyle haddini bilmezlerle mi uğraşacağız? beğenmeyen gitsin efendim. biz de kendilerine bayılmıyoruz.
yağmur, çamur demeden her sabah demiş bir de yazarımız. kendisi ilköğretim okumadı herhalde. okumuş olsaydı bayrak törenlerinin bile yağmurlu havalarda ya okulların içinde yapıldığını yada yapılmadığını bilirdi. maksat çamur atmak olsun. Türkler kadar kafanıza taş düşsün inşallah.
600 kişi öldüğü için cumhuriyet bayramını kutlamamak; Ülkemizde siyasi iktidarın kürtlere yaptığı yalakalığın son raddesidir(inşallah tabi). Cumhriyetin ilanı için hiç mi şehit vermedik? Senede bir gün anılsalar ne olur? amaç inşallah sadece ve sadece depremde ölenlerle ilgilidir.
(bkz: #7433105) entrysine bayıldığım fakat yazar hakkında bilgi butonundan silik olduğunu görerek kahrolduğum yazar. eğer başka bir isimle aramızdaysa selam olsun ona.
18 yaşında baba veya anne olmak zannedildiği gibi acınılacak, ah vah edilecek bir durum değildir. tabi evlilik söz konusu ise. zaten yaşanılacak olan hayata erken başlama durumudur. daha bir çok çocuk dünyaya getirmeye vakit kalması, genç yaşta anne, baba, nine dede olmak gibi avantajları vardır. yaşadığımız zaman için bir felaket gibi görünen bu durum bundan 20-30 yıl önce çok olağan bir durumdu.
dün işimden istifa ettim. öyle böyle bir iş de değildi hani. 13 yılımı vermiş ve kurumdaki en mühim ikinci adam olmuştum. iş yoğunluğu dışında her şey yolundaydı ta ki son üç haftaya kadar. son üç hafta da iş yerinin birinci adamı ve çok güvendiğim mesai arkadaşlarımda kendi işlerinden kaynaklanan sıkıntılar ve asabiyet, alay, nezaketsizlik başladı.(aslında bunlar için söylenecek ve durumlarını tek kelimede özetleyecek küfürler var lakin benim küfür dağarcığım yok.) neyse efendim. birinci hafta psikolojilerine verdim. olsun canları sıkkın insanlık hali geçer dedim, ikinci hafta güldüm geçtim, üçüncü hafta artık dayanamadım alın işinizi başınıza çalın dedim. verdim istifamı çıktım. aman Allah'ım o ne hafiflik, ne rahatlık, ne mutluluk ve o ne "gurur". işimi, geleceğimi, maddiyatımı, hayat düzenimi bir anda yerle bir ettim lakin gururluydum. eğilmemiştim ve arkadaşlarımın asla yapamayacakları bir şeyi yapmıştım. bendim bu. ben. ben. ben harikaydım.
ilk önce serbest iş yapan bir arkadaşımın iş yerine gittim. çay içtik, güldük eğlendik. sonra biraz çarşıda dolaştım falan. sonra saate bir baktım henüz 2,5 saat geçmiş lakin bana yıllar geçmiş gibi geldi. iş yerim, masam, bilgisayarım, dinlediğim müzikler, çaylarını beğenmediğim çaycılar bile gözümde tütmeye başladı. ne yapacağımı bilemedim, bırakın gelecek günleri o günü bile planlayamadım. içime çöreklendi mi bir sıkıntı. cep telefonu da kullanmıyorum ki işyerinden bana ulaşsınlar durumu öğreneyim. aklıma birden masamın kenarındaki antika dolabım geldi. o havayla işyerinden çıkarken dolabı unutmuştum. bu merakımı dindirmem için bir bahane oldu. hemen en güvendiğim arkadaşımı aradım. "ne olur gel, Allah aşkına gel. senin işler bana kaldı" dedi. baktım zavallı çok zor durumda. "tamam" dedim.(aslında Allah Allah diyordum iş yerine gitmek için) kurum amiri(birinci adam) istifamı almış lakin işleme koymamış. yavaşça yerime geçtim. hemen bir çay söyledim ve işime büyük bir şevkle devam ettim. üç haftadır burnumdan getirenlerin burnu sürtülmüş. yine de laf aramızda asıl burnu sürten ben oldum. öfke baldan tatlıdır demiş atalarımız ama sonrası çok acı.
Tüm bunlara rağmen yine de diyorum ki istifa etme duygusunu hayatında herkes mutlaka bir kere tadabilmeli aslında. hakikaten çok muhteşem bir duygu lakin çok iyi düşünmek lazım.