Torî mahlasıyla bilinen 'apê Torî' (tori amca), gerçek ismi Mehmet Kemal ışık, kürt yazar ve araştırmacı.
Türkçe-Kürtçe bir sözlük de hazırlayan ışık, Tarihselden Güncele Kürt Gerçeği, Kürtlerin ilkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ Tarihi gibi pek çok araştırmaya imza atmıştı.
Dün sabaha karşı(18.10.2010) tedavi gördüğü istanbul Vatan Hastanesi'nde vefat etti.
meb'in, hastalığından dolayı işten attığı bir öğretmen, kutsal mesleğin, kutsal çalışanından sadece biri!
Bir kurumda aynı işi yapanların ve aynı derecedeki görevlilerin farklı şartlara tabii tutulması hukuk açısından suçtur. fakat bunu uygulayan her nasıl oluyorsa devletin kendi kurumuysa bu suç kapsamından çıkıyor, Elif öğretmen bu haksızlıklara uğrayan binlerce sözleşmeli öğretmenden biri!
Meb'de bir sözleşmeli öğretmen 30 günden fazla rapor alamaz, Elif öğretmen hastalığından dolayı 40 gün rapor alınca işinden oldu!
MADDE 5. - iş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.
işveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.
işveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.
Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.
işçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.
Fakat belirtmek gerekir ki eşitlik ilkesi sadece cinsiyet ayrımcılığı bakımından ele alınmamış farklı sözleşme tipleriyle çalışan işçilerin sosyal haklarında eşitsizlik yaratılmaması hedeflenmiştir. Fakat bu eşitsizlik "ücret" unsurunu kapsamamaktadır.
oral Çalışlar'ın bugünkü köşe yazısının başlığı.
yazının son bölümü:
(...)
Kürtçe eğitimin 'Milli Eğitim' sistemi içinde nasıl yer alacağı konusu, bence, sürecin ikinci aşamasını oluşturan bir konu olarak görülmeli.
Devlet anadilin öğretilmesini bir hak olarak kabul ederse, bu hakkın nasıl kullanılacağını tartışmak için sağlıklı bir ortam oluşur.
Milli eğitim sistemi içinde Kürtçeye bir yer verilmesi,
Türkiye'de birden fazla resmi dil olması anlamına da, 'bölünmenin ilk adımı' anlamına da gelmez. Önemli olan, Kürtçenin eğitim sistemi içinde nasıl yer alacağıdır.
Başbakanın son açıklamalarının içerdiği ana mesaj eğer 'gitsinler kendileri öğrensinler, biz eğitim sistemi içine asla bunu sokmayız' ise bu,
sorunun çözümüne katkıda bulunmaktan uzak bir mesajdır.
Kürtlerin Kürtçenin yaşayan bir dil olmasını sağlamak yönündeki istekleri son derece doğal. Bu hakkın verilmesini engellemek uğruna bir
25 yıl daha savaşmayı savunmak ise ne akla ne mantığa ne vicdana ne de insanlığın ortak değerlerine sığmayan bir yaklaşımdır.
Biz nasıl kendi anadilimizi dünyanın her yerinde korumak için çaba sarf ediyor, mücadele ediyorsak, kardeşlerimizin yani Kürtlerin de anadillerini yaşatmaları, geliştirmeleri için elimizden geleni yapmamız, bir insanlık görevidir.
Kardeş, kardeşin dilini desteklemeli, kardeşliğin harcı sağlam temellere oturmalı...
Kadir inanır 1999'da MGD gecesinde yaşananları Türk Kızılayı dergisine anlattı: "Ahmet Kaya'ya saldırı ben içerideyken olmuş. Benim olduğum yerde arkadaşıma kim yanlış yapabilirdi. 3-5 yavşak-zibidinin haddine mi dostuma çatal atmak!"
Vay be bu sözlere kim inanır:)
O gün orada olmasına rağmen ve sonrasında hiçbir şekilde, tepkisine denk gelmediğimiz Kadir, inanır.
''dönüp aynı yere gelmekten de usanmıştı artık; neredense
neredendi! Deli gibi sevdiği kadından da bıkıyordu insan
da yenisini arıyordu; olmuyor muydu? ya da eskisine dönüyordu
yeniden. yaşam buydu. bozulmuş gövdelerle didişmek yetmişti
artık. iyileştirdiklerin bir gün ölüp gidiyordu sonunda!
Karamsar bir dünya görüşüne kapılmaktı belki bu; ama öyleydi.
Niye karamsar olsundu? değişimdi bu; yaşamın da, doğanın da
temel kuralıydı.
(...)
Ne arıyordu ki? yaratıp ortaya yeni, kalıcı bir şey
koymanın mutluluğunu yaşamıyorsan ne anlamı vardı şu yeryüzünde
bir uğraş içinde çırpınıp durmanın.''
Siyaset bilimciler ne der bilmiyorum ama benim görebildiğim kadarıyla CHP, 'kendisini fazlasıyla önemseyen küçük burjuvaların' partisi.
...
Köylü bir toplumda, Batı'yı görmüş askerlerle memurların kurduğu bu parti, kendini hep halkın üstünde gördü ve fevkalade 'kolonyalist' bir yaklaşımla halkı hep eğitmek istedi.
Atatürk'e boşuna 'başöğretmen' demediler.
Atatürk başöğretmen, askerlerle memurlar öğretmen, halk da kulağı çekilecek cahil öğrenciler.
...
Ahmet Altan'ın 15.09.2010 tarihli 'Batı'ya en uzak batı...' adlı yazısından alıntı.
Bulgaristan'da sulara gömülen Trakya krallarından 3. Seuthes'in kurduğu antik kent.
Etrafına duvar örülüp kurtarılması gündemde.
Allianoi ve Hasankeyf'i sulara altına gömmeden önce bu vahim durumu düşünemeyenlerin, sonradan etrafına örecek duvarları bile olmayan barajseverlerin, binlerce defa daha düşünmesini gerektiren bir örnek.
yani bir nevi sürüden kopmuş bir koyunun, çobana akıl vermesi anlamına gelen açıklama.
'EROĞLU NE DEMiŞTi?
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Bergama'daki antik (bkz: Allianoi)kaplıca merkezinin Yortanlı Barajı sularının altında kalacak olmasına tepki gösteren Tarkan'ı eleştirmişti.
Eroğlu, önceki gün 'Sanatçı arkadaş sanatıyla uğraşsın. Herkes uzmanı olmadığı işlere burnunu sokmasın' diyerek eleştirdiği Tarkan'a dün de şu mesajı gönderdi:
'Tarkan bu tür teknik işleri bize bırakırsa memnun oluruz. Ben de baraj yapmayı bırakıp şarkı söylemeye kalkarsam işler çok değişir' demişti.'
____________
Sanatçıların Veysel Eroğlu'na tepkisi şöyle:
Pelin Batu: Sadece politikacılar, politikayla, ve çevreyle ilgilenseydi, durumumuz içler acısı olurdu.
Lale Mansur: Bakanın böyle bir açıklama yapması son derece kabaca ve cahilce.
Zerrin Tekindor: 'Sanatçı olmak ', vatandaş olmayı engellemiyor. Bu ancak takdir edilir.
Derya Alabora: Herkes kendi işine iyi bir şekilde bakarsa, kimsenin bir şeye bakmasına gerek kalmaz. Ne demek kendi işine bak? Bu tamamen menfaate yönelik yapılmış bir açıklama.
Aylin Aslım: Çok vahim, talihsiz bir açıklama. Diğer sanatçılar Tarkan'ı örnek almalıdır
Mehmed Uzun'un bir kitabı
Ruhun gökkuşağı, anlatı, ithaki yayınları, 2005
'Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir'
diyordu faulkner ama benim yörelerimde geçmiş çok tehlikeliydi ve mutlaka
unutulması katledilmesi gerekiyordu.
Niçin?
bunun nedenlerini izah etmek uzun zaman alır ama çok kısaca, şöyle özetleyebilirim.
1950'lerin ortalarına kadar o bölgelerde şunlar olmuştu; Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o hiç yok olmayacakmış gibi davranan mağrur ve zalim Osmanlı imparatorluğu yıkılmış, yerine
sadece Anadolu ve Trakya'nın küçük bir bölümünü kapsayan yeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu.
Cumhuriyeti kuranların bir bölümü, Avrupalılardan, özellikle Almanlardan öğrendikleri çılgın milliyetçi düşünceler uğruna osmanlı imparatorluğu'nu batıran paşaların yaverleriydi.
O çılgın paşalar şurada burada ölmüş ya da öldürülmüştü ama halefleri aynı minval üzerine yollarına devam etmişti.
yeni devletin ismi cumhuriyetti ama demokrasiden uzak özgün totaliter bir askeri rejim söz konusuydu. Yeni askeri liderler de, ne yazık ki aynı çılgınlığı, dış dünyaları fethetme sevdasından vazgeçerek, daha küçük ve dar çapta sürdürmeye karar vermişlerdi; ülkenin gerçeklerine uymayan bir türkçülük, ulus-devlet anlayışı, tek dil, tek lider, tek kültür, tek amaç hülyası, zor ve baskıyla oluşturulacak bir (bkz: Türkifikasyon)hedefi.
Ruhun gökkuşağı kitabından alıntı yapılmıştır. Mehmed uzun, ithaki yayınları, sf 61.
Prof. Dr. Ahmet iNAM'ın Edebiyat eleştirisi için ortaya attığı kavram.
Kendisi bu kavramı şöyle açıklamaktadır:
Edebî tat taşıyan eleştiri veya edebiyat tadında olan eleştiriye ''edeştiri'' demeyi öneriyorum. Edebiyatın olan, edebî, edebiyatlanmış eleştirinin "L"sine, edebiyatın "d"sini yerleştirerek oluşturduğum bu sözcük, edebiyatla eleştiri arasındaki karşılıklı "etme"leri, "edebilmeleri" de yansıtıyor olabilir.
doğru yazılışı bablîsok olan kürtçe kelime aynı zamanda babilîsk de denilir.
Türkçe anlamı : Hortum'dur(Hava veya suyun kendi etrafında hızla dönüp buluttan yeryüzüne uzanan sütun biçiminde oluşan, alanı dar bir fırtına türü.)
Aynı zamandan kürtçe müzik yapan koma hîvron'un 2. albümünün ismi.
Bablîsok Albümündeki Eserler :
1. Şox û Şengê
Söz:Melayê Cizîrî Müzik: Nisret imir
2. Bablîsok
Söz & Müzik: Nisret imir
3. Zêrîn
Söz & Müzik: Geleri
4. Payîz
Söz & Müzik: Nisret imir
5. Deryaya Xeyalan
Söz & Müzik: Nisret imir
6. Hotvîn
Söz: Kamûran Elî Bedirxan Müzik: Nisret imir
iran rejimi tarafından idam edilen 4 siyasi mahkumdan biri olan Kürt öğretmen Ferzad Kemanger;
idama mahkum edildikten sonra hücresinden iran istihbaharat Bakanı Kolaam-Hoseyn Ezhei'ye yazdığı mektupta organlarını bağışladığını belirterek 'Tek istediğim isyankar, kıpır kıpır kalbimin, benden daha isyankarca bir çocuğun göğsünde atmaya devam etmesidir' demişti.
Kemanger, Karac'daki Racai'i Şahr Hapisanesi'ndeki hücresinden 2009 yılında yazdığı mektupta şunları belirtiyordu:
Ferzad Kemanger'in mektubu:
'...Bir gün, onların 'Allahına' karşı savaş yürütmekten dolayı 'kafir' olarak damgalandım.
Böylece, adaletin ilmiği yaşamımı almak üzere dokundu. Ve bu günden beri istemeyerek idamımı bekliyorum.
Ancak, bütün sevgili insanlarıma olan sevgimle, eğer yaşamımı kaybedeceksem, bütün organlarımın onları alınca yaşam bulacakla...ra gitmesine izin vermeye karar verdim.
Ve kalbimin, ondaki bütün sevgi ve tutkuyla birlikte bir çocuğa bağışlanmasına izin verin.
Nereden olacağı hiç fark etmez; Kaaron banklarında, Sabalaan Dağı yamaçlarında, Doğu Sahara kenarlarında veya Zağros Dağları'ndan güneşin doğuşunu seyreden bir çocuk.
Tek istediğim isyankar, kıpır kıpır kalbimin, benden daha isyankarca kendi çocukluk arzularını aya ve yıldızlara ifşa edecek ve onlara sonradan bir yetişkin olarak ihanet etmeyeceğine dair onları tanık tutacak bir çocuğun göğsünde atmaya devam etmesidir.
Tek istediğim, kalbimin yatağa aç giden çocuklar üzerine sabrını kaybeden birinin göğsünde;
'bu yaşamda en küçük arzum bile gerçekleşmeyecek' diye yazan ve kendisini asan Haamed'in -benim on altı yaşındaki öğrencim- hatırasını kalbimde canlı tutacak birisinde atmaya devam edebilmesidir.
Hangi dili konuşuyor olursa olsun, kalbimin bir başkasının göğsünde atmasına izin verin.
Tek istediğim, onun, nasırlı ellerinin kalınlığı eşitsizliklere karşı öfke kıvılcımlarını canlı tutacak bir işçinin çocuğu olmasıdır.
Kalbimin, çok uzak olmayacak bir gelecekte, çocuklarının onu her sabah güzel gülümsemeleriyle selamlayacağı ve birlikte bütün neşe ve oyunları paylaşacakları bir köy öğretmeni olacak bir çocuğun göğsünde atmasına izin verin.
O zaman, çocuklar yoksulluk ve açlık gibi kelimelerin anlamını bilmeyecektir; 'hapishane', 'işkence', 'baskı' ve 'eşitsizlik' terimleri, onların dünyasında bütün anlamlarından yoksun olabilecektir.
Uçsuz bucaksız dünyanızın ufak bir köşesinde kalbimin atmasına izin verin.
Sadece ona özenli olun, çünkü o, tarihi acı ve eziyet ile dolu ülkesinin insanlarının anlatılmamış hikayeleriyle dolu bir kişinin kalbidir.
Kalbimin bir çocuğun göğsünde atmasına izin verin ki bir sabah yapabildiğim kadar yüksek sesle ve anadilimde -Kürtçe-, haykırabileyim:
Bu uçsuz bucaksız dünyanın bütün köşelerine, bütün insanlığı sevme mesajını taşıyan bir rüzgar olmak istiyorum.'
Aslına bağlı kalarak yazıldığı dilden, Başka bir dile çevrilen şiirdir. Çeviride aslolan kelime çevirmek değil anlamı bir bütün oalrak ifade edebilmektir.
'bir şiir hiçbir dile çevrilemez, yazılmış olduğu dile bile.'
jean Cocteau
Welhasıl uzatmaya gerek yok, bu konu bu sözden sonra kapanmıştır: )
cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
ben de üşüyorum desem kim inanır
bunca yıkıntının altında
bunca kırık cam batmışken ayaklarıma
belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokm...adan önce
tüfek omza deme komutanım, komik oluyorsun
omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne
bir palyaçonun burnunu örneğin
dövüşçü horozların kopan tüylerini
kullanılmış bir mendili koyardım
sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden
yok, yeryüzünü sıyırırdım kendimden
cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın
vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun nefes nefese.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
Sen koktukça düşümde görüyorum onu
Düşümde, yani her yerde
Yüzü sararmış, titriyor dudakları
Şakakları ter içinde
Tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazen
Bazen iki damla yaz yağmuru
Mermerini emerek dağlarının
Şiirler söylüyor gene
Ölümünden bu yana yazdığı şiirler
Kızaraktan birtakım şiirlere
Büyük sular büyük gemileri sever çünkü
Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
Ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
Yaşamanın her bir yerinde.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
Herkes, hep bir ağızdan: gül!
Ve her şeyin üstüne bir gül işlenecek
Saçların, alınların, göğüslerin üstüne
Yüreklerin üstüne
Bembeyaz kemiklerin
Mezarsız ölülerin üstüne
Kurumuş gözyaşlarının
Titreyen kirpiklerin üstüne
Kenetlenmiş çenelerin
Ağarmış dudakların
Unutulmuş çığlıkların üstüne
Kederlerin, yasların, sevinçlerin üstüne
Ve her şeyin üstüne bir gül islenecek.
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki
Biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç
Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
Göreceksiniz nasıl
Güller güller güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız nefes nefese.