Jose Giovanni'nin romanından Alain Corneau tarafından sinemaya aktarılan filmde monica belluci çarpıcı açıklamarılya şimşekleri üzerine toplamış gibi görünüyor. fransa'da gösterime giren filmde monica belluci ilk kez sapsarı saçları ile yansıyacak görüntülere. Sinema eleştirmenlerinin kendisi için büründüğü her karakterin hakkını veren bir oyuncu olarak nitelendirdiği ve "Monica hem melek hem de şeytan. Beyazperdede ondan seksisi de, masumu da yok!" dediği Belluci, oyunculuğuyla ilgili Paris-Match dergisine röportaj vermiş.
sıradan bir akşam üstü durgun bir pazar günüydü, diye uzayan giden şarkıyı dinlerken kafamda şiddetli şimşeklerin çakmasıyla salyalarımı ağzıma sokmam bir oldu. çok dingin ve sade geçirdiğim bir günümün böyle hareketli geçeceğini ummamıştım. arkadaşlarımızla takıldığımız buram buram mistiklik fışkıran mekanın birden bire havası değişti en yakın arkadaşımın partneri ile içeri girmesinden sonra. dostumu severim, dostumun dostunu da. dostumun düşmanı benimde düşmanımdır. neyse...
içeri giriş yaptıktan sonra bütün boyunlar bilmemkaç derecelik eğimle kapıya doğru yamuldu. benimse tükürük bezlerim o esnada mesaiye kalmış vargücüyle boğazıma yumruk gibi tükürük salgılıyordu. kadim dostumun koluna taktığı hatun yüksek muhtemel lego'dan, kinder'den veya başka bi sikimden çıkmıştı. allah sizi inandırsın dilimi o esnada kontrol etmesem oscar törenlerinde ki o kırmızı halı gibi sere serpe uzanacaktı terbiyesiz. neyse ki zorbela ağzımda tükürüklerin yapışkanlığı ile tutmayı başardım. yılların verdiği samimiyetle arkadaşım kendini kasmadan ve götü henüz kalkmamışken masama doğru adımlar atarak geliyordu. arkadaşım her adımda bana daha çok yaklaşırken yanında ki yapboz tadında ki hatunun sıcaklığı ayak başparmağımın üstünde ki kıllardan kulak mememde ki tüylere kadar sıcacık etmeyi başarmıştı. heyecandan tüm vücudumun şifresi çözülmüştü, küçük radak'sa kafasını dışarı çıkarıp o gece tanışacağı eşsiz kuku'nun sahibesini görmek istiyordu merakla.
şükür ki yanıma oturmuşlardı. arkadaşımla eskilerden bahsediyor herzaman üstünlük kurduğum yanlarımdan söz ediyordum. benim yaşadığım şımbıllı hayattan bahsediyor gözlerinde ki o kıskanç kıvılcımı herşeye rağmen göörmezden geliyordum. arkadaş dediğim şahıs sürekli sıcak birşeyler içme dedindeydi. portakal, kivi, limon derken bokunu çıkardığını farkettim. onunla meydan muharebesine girmiştik artık. kumar oynadığımızın farkındaydı. o beni çok iyi bilir. kumarda kaybetmezdim, aşkta asla. kalabalık bir zümrenin içinde bariz belli olan bu ruletin galibini herkes merakla bekliyordu. kız benim ağzımdan çıkan her söze ''hihihi'' iç sesiyle gülüyor, bana bunu gizli işveleriyle belli ediyordu. içinde ki ses bana ''seni istiyorum'' diyor, bende içimde ki sesle ona ''bu gece seni hop hop hoplatıcam'' diyordum. abazan bir toplum içersinde bu tarz bir hayat dersi vermek aslında çokta tarzım bir davranış değildi. ben genelde insanları hoplatmak istediğimde açık bir dille bunu ona hissetirir, kimseyle birşeylerin muhasebesine girmezdim. lakin arada en iyi dostum, arkadaşım vardı. bari kalbi kırılmasın, en büyüğünden bana gönül koymasın diye kazananı aslında önceden belli olan bir mücadeleye girmiştim. sırf arkadaşıma ''olum bak ikimizden birisini seçti ve o ben oldum'' demek için bu saçma işe kalkışmıştım. olaylar bu şekilde gelişirken kızın ağzından damlayan suları görmezden gelemezdim. deli gibi arzulayan, her hücresinde beni deli gibi isteyen bir dişinin bu sessiz haykırışına seyirci kalamazdım. hatun gözlerimde kaybolurken arkadaşım içtiği 2252 tane oraletin getirdiği tuvalet ihtiyacı ile bir eli götünde bir eli taşşağında wc'ye doğru koşmaya başladı.
işte o an zafer çığlıkları attım içimden. gerçi şampiyon belliydi zaten. sadece foormaliteden girdiğim diyalogların bana hatun üzerinde deneyeceğim bir çok pozisyon için zaman kaybettirdiğini düşündüm. siklemedim yinede, kocaman bir gece onun terine karışacak, avuçlarından kasıklarına akacaktım.
tuvaletten çıktığında bizi masada bulamayacağını düşündükçe çok pis sırıttım. kız bana ne kadar piç olduğumu söylediğindeyse ona eve kadar sabretmesini gerçek piçliklerin aslında evde biryerlerde saklı olduğunu ve orada hepsini uygulamalı olarak oona göstereceğimi söyledim. heyecandan tir tir titriyordu. bu tarz gecelere alışkın olduğumdan odamın tavanında özel yaptırdığım elyafı tertemiz bir şekilde bırakmıştım. o gece hatunu sabahlara kadar hoplatmıştım, neyse ki tavanda ki elyafı iyi akıl etmiştim. hoplatmamın etkisiyle üst komşumun yatak odasından çıkan bir kelle hoş durmazdı zannımca.
eniğinden cücüğüne tüm jenerasyonları ağına düşürmüş bir hastalıktır marka merakı. çocukken başlayan marka sempatisinin tavan yaptığı dönemler lise dönemleridir. gerorge hook'lar, barbour'lar, timberland'lar o dönemlerde kutsal emanetler kadar değerlidir. marka merakı kötüdür.
marka merakı zamanla hastalığa dönüşür. marka giymek, markaya ilgi duymak, markayı kutsal saymak kişide davranış bozukluklarına neden olur.
arkadaşlarını timsah logoları ile onure eden bir olgudan söz ediyoruz. eğer timsahı yakanızda taşıyorsanız statü dediğiniz aptal marka olgusunda karizmanız fena halde tavan yapar. yanlış yargılamalar ve değerleme biçimlerine gebe kalan bir toplumun kanayan yarasıdır marka merakı. *
idrak etme konusunda ciddi sıkıntılar yaşamama neden olan bir görgüsüz davranış biçimi. bardaklar kendi aralarında bilmem kaç gruba ayrılırken bu eylemi yapanın o anda ki zekası kaç parçaya bölünüyor dersiziniz?. bahanesinin ne olduğunu dinlemeksizin eylem içinde ki özneye hayvan muamelesi yapılmasının kaçınılmaz olduğu bir durumdan söz ediyorum.
evde ki bütün su bardakları kirli, yıkanmamış olabilir. çay bardağı ile su ihtiyacı zaten dört ya da beş yada daha fazla kerede karşılanabilir. bu deli saçması hareketi hayatım boyunca yapmadım. yapan denyolara denk geldiğimde ise onları ağır bir dille eleştirdim. mazeretleri hep yıkanmamış bardaklar ya da acele işleri olduğu için ayakkabı ile girdiği mutfakta seri bir şekilde çay bardağı ile su içerken ağzının kenarından su damlacıkları mutfak fayanslarını ıslatırken ''yovv acelem var kikiki ben daha ne yapayım'' olmuştur. taki itharlarımla kafasına kaynar suları dökene kadar. su bardağı üreten, satan ve işi su bardağı olan bir zümreye hakaret olarak nitelendirdiğim bu patavatsızlık yakında farklı alanlarda farklı materyaller ile amaç dışı varyasyonların çoğalabileceğini hissettirirken bana da bu denyolara nerde nasıl davranılmasını öğretmeyi şart koştu.
daha çok ingiliz lolişlerin uğrak yeri olan chat yapma, tanışma, koklaşma, yakınlaşma sitesi. son zamanlarda country kısmında tr yazılarının artması dikkatimi çekti. geçenlerde yine tr den birisi benimle sohbet etmeye çalıştı. ona mirc'den bahsedip beni rahatsız etmemesini söyledim. çok sağlam hatunlarda yok değil. belli mi olur, belki yaz tatilini beleşe getiririz.
heryerde rastladığım, gördüğüm bir hadise. oturarak su içme alışkanlığı hiç kimsenin davranış biçimi olamamış. oysaki dinin vecibelerinden biri olmakla beraber insan sağlığını tehdit eden bir unsurdur. ayakta su içmenin bilimsel olarak zararlarını anlatmayacağım. çok ağır bir dil olur, ve siz yine beni anlamayıp yüzlerce özel mesaj atıp beni darlandıracaksınız. siz beni dinleyin lan işte. içmeyin dediysek içmeyin. balgam yapıyor. sonra heryerlere o yeşil pisliklerinizi yayıyorsunuz. çok pis heriflersiniz. midemi bulandırmayın daha fazla. ayakta su içmeyin içenlere içdirtmeyin.
düşündüğümde beni götümle güldürmeyi başarmış bir eylemin baş kahramanıdır. iktidarından şüphe eden eziklerin şiddetle sığındıklarını gördükten sonra küçük radakla gurur duymayı kendime bir borç bildim. kimi ezik ve büzüklere göre sihirli olduğu varsayılan bu kapsüle hiç ihtiyaç duymadım. uzakdoğu dan getirildiği belli olan, üzerinde saçma salak ejderha figürlerinin bulunduğu bu kimyasalın kendine güveni olmayan asalaklar tarafından kullanıldığını ve toplu ortamlarda anlamsızca ve benim varlığımdan habersizce böbürlenerek fiillerini fütrusuzca anlattıklarına şahit oldum.
kadınını mutlu edebilmek için ilaç mı içilir lan. o ilacı içtikten sonra ilacın etkisiyle kadınının inlemelerini fizana duyursan kaç yazar be ayarsız dingil. ben bu adamlara götümle gülmeyeyimde ne yapayım?
partnerini evirip çevirip her pozisyona sokan ve mutluluktan gözyaşları dökmesini sağlayan benden biraz ilham alın. yapay şeylerden medet ummak ruhunuza nasıl ağır gelmez? prangalar vurulmuş metabolizmanızı ancak böyle yapay kimyasallarla uyarabilirsiniz.
hiç bir katkı maddesi kullanmadan attırdığım çığlıkların yüksek desibelinde boğulacaksınız. evet, bunu gençliğiniz bitmeden size öğreteceğim.. üzülmeyin, artık örnek alabileceğiniz bir yol göstereniniz var.
tanım; gereksizliğini hala savunuyorum. uyarıcı, enerji verici bir tablet. ortalama 10-20 ytl arasında bir meblağ ödeyerek internetten sipariş verebiliyorsunuz. yatakta ejderha ediyormuş adamı. kelin ilacı olsa başına sürermiş. çinliler bir tek işkenceden anlar. gerçi buda sizin sefil ruhlarınıza bir nevi işkence sayılacaktır. son kez söylüyorum. kendinizi kandırmayın ve artık üzülmeyin. beni örnek alın lan.
trakya bölgesinin bazı kesimlerinde bulunan roman mahallellerinde sıkça kullanılan bir argo. anal'dan anlamına gelir. biz buna halk arasında götten, arkadan, lağamdan falan diyoruz. onlarda kendi lehçelerine göre bulmaşlar birşeyler.
son zamanlarda kafamı kurcuklayan bir hadisenin yılbaşında cereyan etmesi durumudur. bu mendebur adamın çalışmaması umrumda bile değil. isterse karayiplere gitsin banane. zaten yıllarca televizyon kanalları gözümüzün içine soktular bu patavatsızları. yok hediyeymiş yok yılbaşı ağacıymış yok geyikmiş.. geyik sizsiniz lan mandanın yuva yaptığı söğüt dalları.
gitsin tabi tatiline. zaten gerekte yok gelmesine. yıllarca hediye bekledik o efemine yaşlı adamdan. ne lan o öyle kırmızı pelerin falan. totoşmusun? ağır ol biraz. lengelli fötür tak, oltu taşı gümüş imameli tesbik çevir parmaklarının arasında pervasızca. sonrada küçücük beyinlerin hayallerini gasp etme.
bak zaten küresel ısınıyoruz. o sibirya kurtlarını sal doğasına. yeter işkence ettin o kadar sene. kaldırmazlar bünyeleri bu iklim değişikliğini. eğer kurt değillerse yanında götürebilirsin geyiklerini, çok geyik olur.
gittiğin yörede elindeki oyuncaklarla birde dükkan açarsın, oooh mis gibi. gül gibi geçinir gidersin işte.
aydınlık bu mudur yani? çok popülist söylemler bunlar. amatör ayrıca. detaylı düşünecek olursak, yani bu hipotez üzerinde kafa yorucak olursak ucunun herkesi rahatsız edebilecek bir polemiğe dönüşmesine zemin hazırlamasına şahitlik edebiliriz. konu hassastır. konu derin bir mana içerir esasında.
düşünsenize efendiler yarın bir gün birisi çıkıp ortalıklarda ''evet, kızımı kamasutra kursuna gönderiyorum..uuh ben çok aydın bir aristokratım'' derse biz ilk önce bunlara götümüzle gülüp sonra da üzülüp kendimizi sıkıntıdan büzmezmiyiz? evet. bence sıkılırız. çünkü biliriz ki kültürümüzden kopuyoruz, küreselleşelim derken aslında küreselleştiriliyoruz. gerek yoktur zannımca. bırakın kim neyi ne zaman nerde yapmak istiyorsa orda yapsın. bu bize düşmez, haa derseniz ki biz sıfır sevmiyoruz ikinci el daha ekonomik. ee o zaman derim size ''öğretmenden veya doktordan bulucaksın, onlar temiz bakarlar''.
evet. olabilecek tüm varyasyonları kritik ettik. neymiş.. değerlerimize sahip çıkalımmış. kamasutralar, italyanlar olmasın, zehirlemesin gençliği ve gelecek nesli.
karanlıktasınız lan bıngıldağı sertleşmemişler! açın ışıkları, gerçek medeniyetle tanışın.
sex ile yatıp kalkan bir sivrinin gözlemi neticesi ile dillere yerleşen deyim. saksafon çalan bir kimsenin hareketlerinden etkilenmesi yüksek muhtemel olan bu yararlı vatandaş betimlemeyi yapmış ve terminolojiye bir kelime daha katmış, şahin k vb. porno duayenleri bu kelimeyi hem teorik hemde pratikte yurtdışında başarı ile temsil ederek ''saksafonun vermek istediği asıl mesaj bu'' demişlerdir. bizde bu duruma katılmışızdır, ama gülmekten.
edit; ilişki esnasında dişi partner tarafından yapılan oral sextir.
ergenlik dönemlerinde avuç içleri ile fazla haşir neşir olarak nasır olmasına neden olan eziklerdir. ezikler diyorum çünkü hayatında girdiği tüm ortamlarda kısa boylu oluşu yüzünden hakir görülmüşler, horlanmışlar, dışlanmışlardır. iç dünyaları hep bir burukluk içinde geçen bu tiplerin ilgi çekmeye ve odak noktası olmaya yönelik kof, yetersiz ve yakışıksız bir çabasıdır.
söz konusu bu varlıklar kısa boylu olmalarının verdiği dezavantajı kaslı, edeleli bir vücuda sahip olarak kapayacaklarını sanırlar. bu sanrıları onları kimi zaman komik duruma düşürür kimi zamansa semt piçlerinin diline pelesenk hale getirir.
yakışıksız olmasının nedeniyse muhterem cemaat tamamen görsellikleri ile alakalıdır. kısa kollarının üst tarafları kafası kadar kalın, minicik vücudu geometri problemlerine meze olacak şekilde üçgen olmuş, götü kutu gibi dışarı çıkarak tampon görünümüne kavuşmuştur. görüntü inanın çirkindir. bana küssenizde kızların arkanızdan size bakarak kıs kıs güldüğünü saklamayacağım.
yazıktır lan. o paralara gidin dergi/mecmua falan alında kıt hayal gücünüzü genişletin. şimdi yıkılın karşımdan.
semt pazarlarının çoğunda cereyan eden görüntü kirliliği. orda iple asılmış rengarenk iç çamaşırlarını görünce bile ne kadar ilkel bir ticaret anlayışının hüküm sürdüğünü idrak edebiliyorum. satışı yapılan donların, külotların, sütyenlerin sıradan bir bluzmuşcasına satılması. alıcıların onları seçerken ki giyeceği yada takacağı bölge ile bir bağlantı kurmaya çalışması o pazar yerlerinde hiçte hoş görünmeyen bir durumdur. ulan bide pazarcıya '' bunnar baya küçüüük, acaba bir büyüü var mı? yaaanı varsa tam olur esasında.. dimi kıız müjgaan'' demeleri patavatsızlığın hadsafhalara ulaştığının bir kanıtıdır.
kaldı ki pazarcılarda bu sendroma çok alışkındır. sorulan tüm sorulara veya tüm söylemlere yılların verdiği bir pişkinlik ve deneyimle cevaplar verirler.
- abılaa o sana tam bence. burdan öyle gözüküyo.. bi benden küçük alsan sıkar yani.
- öylemiii, tam diyoosuuun yanıı.
- eh olsun o kadar. mesleğimiz onları giydirmek...
höh amına koyyim. nası yaa!! bu mudur yani seçkinlik? bu mudur yani sosyalleşmenin getirileri?
yok hani bir erkeğin bu tür dialoglara girmesini bir an düşledimde. yok yok hiç sağlıklı değil. patavatlı olmak lazım.
blow'un en sinsi karakteri. totoş torbacıyı kendine kanal ettikten sonra george jung'u ters köşeye yatıran kurnaz. sonra gitti kendine ada aldı. sikim böle işi. adam bütün işi çevirsin, diego'yu pablo escobarın elinden alsın, sonra böyle bir katakulliye uğrasın. ne sikim iştir bu sayın seyirciler. iyiler neden hep kaybediyor? bu diego'nun gözlerinden belliydi zirzopluğu, piçliği.
adam gitti kendine ada aldı, tuvalete 1000 $ lık rulalar yaptırdı götünü silmek için. george'ye nooldu? akıl hastası oldu, şizoya bağladı, sike bile sürülecek akıl kalmadı bu çakal yüzünden.
türkçemizin her yöne çekilebilmesinin bir esnekliği. mesela harbiden baba'yıda almış olabilir. o müthiş üçlemeyide yani the godfather'ı da almış olabilir. sinan engin öyle filmleri sever, süper bir gansta üçlemesi. yönetimin aslında üstünlük çabasıda olabilir futbolculara veya psikolojik bir savaşın göstergesidir. tüm beşiktaş camiası toplanıp baba'yı aldıktan sonra izliyolardır belki dvd de bobo'yla birlikte tam teşkilat.
eğer baba yı almadılarsa kesin komedi filmi almışlardır. malum.. maçtan sonra çok gergin görünüyorlardı. moraldir motivasyondur, candır.
söz konusu saklanan normlar tamamen ferdidir. kişinin kendisi ile arasında ki kurallar bütünü. katiyen aksi düşünülemez, tartışmaya kapalı kurallardır. kişiden kişiye farklılıklar içererek bir gökkuşağı gibi renkli, bazende gizemli bir lahit gibi mistik olabiliyor.
mesela herkesin kendine göre kuralları vardır. hiç sapmalar yaşamayan normları. türk insanı'nın aklına da bişey tuvalette gelirmiş ya, o hesap. *
mesela ben küçüklüğümden beridir kakamı yaparken o anda, o ortamdaki sesin başkaları tarafından duyulmasından çok korkarak yaşadım. ulan fena bişeymiş haa..
tuvalet alaturkaysa eyvahtır. heleki tazyikli gaz çıkarımları yaşanıyor ve evin alanı darsa şimdi gerçekten sıçtınız demmektir. hem gerçekte sıçıp hem mecazda sıçmakta olaya ayrı bir bonus kazandıyor tabi. mesela maşrafayı orda bir kombinasyon içersinde bir ses düzeneği ayarlayarak kullanabilirsin. nasıl mı?*o hımbıl icadını musluğun altına koyarsın. musluğu açar ve tazyikinide kafana göre, sıçmanın desibel oranına göre ayarlarsın. evet.. o ses kirliliğinde sıçma, osurma, aksırma, tıksırma karambole gelebilir. yırtarsınız **. tabi buna benzer bir sürü normlardır sakladıklarımız.
artık norm olmaktan çıktı tabi. ben size dedim ama türk insanın aklına ne gelirse tuvalette geliyo. tabi tuvalete laptopla gidersen boktan şeyler gelir aklına bokun içinde. *
bilimsel açıdan yaklaşıldığında oluşan sıcaklıktan ötürü bok'un soğuması esnasında görünen buhardır. sıçma eyleminden sonra bok'a su dökülmeden bakıldığında kolayca çıplak gözle görülebilir. yediğiniz besin değerleri ile alakalı olarak buharın/dumanın kokusu değişkenlik göstermez. bok, bok gibi kokar. ister italyan restourant'ında beşamel soslu portakallı ördek yiyin, ister eminönün de ekmek arası balık.
metobolizmamızın her bir boka yüklediği olgulardır. ne yaparsak yapalım içimizde birşeylerin tepkimeleri yaşanacaktır. ölüm, bela, kaza vb gibi uğursuz vakalar insanın canını sıkar, keyfini darboğaz eder. bu hallerde tepkime neticesi olarak ben bolca küfür ederim. bunun yanısıra güzel, keyif alınan noktalarda da haz duyar yine mutlu tepkimelerle duygusallığı yaşarım, yaşarsın, yaşarız.
keyif demişken..
çağımızın kronik hastalığı olan melankoli ve pesimizm'den yanada inanılmaz muzdaribim. neden mi. jenerasyon olarak duygulanmaya, hüzünlenmeye, kederlenmeye inanılmaz meyilliyiz. bu sebeten her bi sikime tepki verir duygu yumağı yaşatırız kendimize.