belki günlük hayatın gerçeklerinden biri değil ama "sözlük" kavramı ile hayatımıza giren tanımlardan ilginç bir tanesi.
yazarın 1 haftadır bir başlığı açmak konusunda içi içini yiyordur. gerek konunun hassasiyeti, gerekse de "ayar yeme" potansiyeli itibariyle çekinmektedir. zira o konuyu açmak karşıt iki fikrin ortasına atlamak gibi olacaktır. ya da konu aşırı uç bir temayı işlemektedir ve görür görmez tepki gösterecek bir kitle vardır. bunların dışında ayrı olarak tamamen saçma ve gereksiz bir başlığı açma dürtüsü de sayılabilir ama onu yazarın iyi niyetli yazım isteğine dahil etmiyorum.
dediğim kritik konu hakkında söyleyecek bir şeyleri olan yazar bütün tepkimeye kendi göğüs germek istemiyorsa, başlık açılana kadar beklemek durumundadır. ama sabır bu ve düşünceyi ifade etme isteği dizginlenemeyen bir hadisedir. tam "ne olacaksa olsun" deyip yazmaya hazırlanırken, "ukte" diye bir şeyin varlığı aklına gelir ve kafada bir ampül yanar.
yazısını düzgünce yazar, imla hatalarını kontrol eder ve son olarak "ukte idi doldu" izlenimi veren notunu kondurur. böylece başlığın sorumluluğu bir nevi üzerinden kalkmış, hedef sapmış olur.
etik olarak şöyledir, böyledir demeyeceğim kesinlikle mazur görmekteyim. çünkü düşüncenin ifade özgürlüğüne inanırım. ama söylediklerim gerçekten bir fikir taşıyan yazılar ve yazarlar için. yoksa "hedeyi, hödöyü g.tten s.keyim" diye bir başlığı açıp, doldurup sonra da "ukte'ydi valla" diyenin ne düşüncesini ne de kendini sallarım.
bilmiyorum vurgulamak istediğimi tam anlatabildim mi.
not: hani başta günlük hayatın gerçeklerinden değil demiştim ama aslında bunu; uyuz olduğunuz çocuğa girişmek için birinin dalmasını beklemeye ve karambolde yumruk atıp kavga çıkarmaya benzetebilirsiniz.
Bir gazetenin * yaptığı araştırma sırasında 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınır. Karşısına her gün "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatır: "Lüks otomobiller kullanıyorlar. Çoğunun mesleği, işi yok. ikinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. Olmazsa rüşvet teklif ederler."
Ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "Gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen BMW'yi durdurdum. Adam sarhoş. Konuya doğrudan girdi. Kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. Bu sırada telefonum çaldı. Kızım arıyordu. Üniversiteye hazırlanıyor. Bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. Google'a gir ve Ahmet B. (sansürlü) kimmiş bir bakıver, dedim. iki dakika sonra aradı. Hiçbir bilgi çıkmamış. Adama döndüm. Google'a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..."
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin sömürge dönemi yüzünden Cezayir'den özür dilemeyi bir kez daha reddetmesi ile yinelenen tavrı. "geleceğe odaklanmak gerektiğini" belirterek gençlerin geçmişten ziyade geleceğe baktığını da eklemiş bu devlet erkanı.
yine aynı devlet ve uzuvları değil mi sözde ermeni soykırımı'nı inkarı suç sayan yasayı kabul eden. bizim gençlerimiz de geleceğe huzurla, güvenle bakmak isterken "hayır bakamazsınız" diye ayaklarımıza prangalar vuran.
ab, kültür, özgürlük ve medeniyet bu açıdan bakınca ne kadar çirkin duruyor değil mi?
not: belki bilmeyenler vardır; Cezayir'in Fransa'ya karşı verdiği 1954-1962 yılları arasındaki bağımsızlık savaşında yaklaşık 1.5 milyon kişi öldü.
bu mevzuda kızlar da erkekler kadar dertli midir bilemem. ama bikiniler, mayolar zaten vücudu saran parçalar olduğundan sanırsam bu problem bize özel.
kış boyunca deniz özlemi çekmiş bünye mayıs sonu demeden soluğu havuzda, denizde alır. giyer şortunu bırakır kendini serin sulara. sudayken her şey iyidir güzeldir de, sudan çıkış biraz sancılı geçer erkek adamda. elleri havuz kenarına dayayıp tek hamlede kendini yukarı da çekse, köpüklü dalgalarla kıyıya da vursa bir problem vardır. suyu çeken, ağırlaşan deniz şortu bedene yapışır ki adeta tek yürek, tek vücut olmak ister. hadi engin sulara nişanlanmış arkayı geçtim, bir takım şahsa özel parçalar salı pazarında tezgah misali vitrin olur, görücüye çıkar. artık şortu tutup kabartır mısın, ceplerden tutup silkeler misin uğraş dur.
bazı web sayfalarında art alanda işlem yapılırken çıkan arayüz yazısı. "abi çok kastıran bir yükleme var, sıkılma diye de buton koyduk" demeye getirirler. yalnız anlamadığım nokta; o link neden vardır? oraya bastığımızda sayfa daha mı hızlı açılır? peki o zaman kimsenin beklemek istemediği öngörülüp doğrudan yönlendirme neden yapılmaz da seçim şansı sunulur?
öncelikle belirteyim uzun bir yazıdır, gereksiz işlere harcayacak bol bol boş vaktiniz yoksa okumaya değmez.
insan ruhunun yıllardır çözemediğim ender işleyişlerinden bir tanesidir bu. mantıksal olarak kazanacak tarafın güçlü ve potansiyel muzafferliğini bir kenara bırakmak, kaybeden ve aciz tarafın yeniden dirilişini görmek istemek için hasta olmak lazım zannımca. ama bunca yıllık hastayım halen aklımın işleyişini çözebilmiş değilim.
bu acımadan çok öte bir duygu. daha çok kendini ezilen tarafın yerine koyma ve o anki psikoloji ile kazanan taraftan nefret etme olabilir. ilginç. pek çok kez farkında olmadan bu davranışı yaptığıma şahit oldum.
örneğin beni ilgilendirmeyen bir maç izliyorumdur. atıyorum osasuna - deportivo lig maçı. zap yaparken denk gelmişimdir biraz bakarım. deportivo bastırıyordur, golü bulmakta da gecikmez. 2. golü de bulunca iyice rahatlayan deportivo'ya uyuz olmaya başlarım. bu rahat tavırları karşısında osasuna'lı oyuncuların çabasını takdir eder, "ulan 2 gol atsalar deportivo ne göt olur ha" diye dua ederim. nitekim çabalar sonuç verir goller peşpeşe gelir 3-2 osasuna öne geçer, deportivo ne olduğunu şaşırır.
beni bir görseniz. alakasız bir ligin takip etmediğim maçında resmen osasuna taraftarı olur çıkarım. coşarım sevinirim. işte ne olursa ondan sonra olur. maça dönüp biraz yatışınca aslında deportivo'nun da epey emek harcadığını farkederim. biraz zaman sonra da osasuna'nın vakit geçirmeye yönelik yavaş hareketlerine sinir olur "oynasana ulan şerefsiz" diye kızarım. maçın sonuna doğru da bir bakmışım ki "deportivo gol atsın allahım, başka bir şey istemiyorum. güldürme şu haysiyetsiz osasuna piçlerini" demişim.
(stop)
ulan ben o ruh haline nasıl geldim. az önce osasuna'ya tezahürat yapıyor, halay çekiyordum. ne değişti?
roller değişti.
ezilen takım ezene dönüşünce otomatikman taraf değiştirdim.
başka bir örnekle anlatayım.
geyik gençlik dizisine denk gelmişimdir. dawson s creek olsun gilmore girls olsun bu kategoriye girer. ikisinde de kevaşe bir kızın etrafında dönen erkek teması işlenir. işte bu dizilerde sessiz, sakin ya da serseri, güvenilmez tipteki kazanma şansı daha az olan elemanlar benim favorimdir. nedense esas kızı bunlar alsın isterim. zaten seri boyunca hırpalanan bu delikanlılar bana daha sempatik gelir.
yalnız ne zaman ki isteğim gerçekleşir, bu dallamalar amacına ulaşır, kenara atılan zeki, güvenilir ve her daim yardıma hazır bulunmuş olan zavallı gence karşı içimde bir acıma yükselmeye başlar. gerisi malum.
aslında örnekleri çoğaltmak mümkün.
- gerilerden, dış kulvardan gelen at birinci olsun istemek.
- fakir ama mağrur delikanlı, fabrikacı babanın ağzına sıçsın istemek.
gibi...
bir dönem aklıma çok taktığım, herhalde bende ruhsal bir anormallik var diye düşündüğüm bu konu hakkında milletimin de benim gibi olduğunu görünce biraz rahatladım.
misal; doğuş. ezilen, ağlak, serseri moduyla türk halkının gönlünde taht kuran bu eleman 1-2 albüm boyunca göklere çıkarıldı. ama ne zaman ki kliplerinde karıyla kızla yılan gibi dansetmeye başladı, halkım desteğini çekti, başka semalara yöneldi. "ben anadolu'nun bağrından koptum, yıkılmadım ayaktayım" tripleri de her dönem prim yapanlar arasında.
o zaman neymiş ezilen tarafı tutmak insanın doğasında varmış.
sadece jedi'lara ait sanıyordum. meğer anneler de atabiliyormuş.
- oğlum hiç aramıyosun bizi.
- oha anne daha dün konuştuk.
- olsun her gün duyacağım sesini.
- ya olur mu her gün, insan...
- sen bizi özlemiyosun artık ..(((zın zın zınn!)))
- .. tamam anne her gün arayacağım.
- hem halanlar da sana dargın.
- niyeymiş?
- yolunun üstünde ama uğramıyormuşsun.
- ee.. iş, güç, okul fela..
- bak çok üzülürler ama.. (((zın zın zınn!)))
- şey.. tamam yarın uğrayayım.
- afferin aslan oğlum. öptüm.
- görüşürüz anne.
çocukluk döneminin sosyal çözümlemeye muhtaç davranışlarından biri bu. kendi anılarımdan yola çıkarsam; misafirliğe gittiğimiz teyzelerin kaynaşmakla yükümlü bulunduğum çocuklarında gözlemlediğim bir refleks olsa gerek.
çocuk muzaffer bir edayla ağzına kadar dolu oyuncak kutusunu devirir, içinden dönemin teknolojisini en çok zorlayanları çıkarıp oynamaya başlar. bir yandan da sizin gözünüzün içine bakmakta ve tepkinizi, hayranlığınızı ölçmektedir. oysa ki "vrnn... zrnnn" efektleri ile takla atan robot, ya da kumandalı araba sizin pek umrunuzda değildir. yığınların arasında sağı solu çizilmiş, epeyce de hırpalanmış bir oyuncak dikkatinizi çekmiştir bile. alt tarafı bir uçak modelidir ama tanıyorsunuzdur onu. kaç sefer okul dönüşü önünden geçtiğiniz dükkanın vitrinine yüzünüzü dayayıp seyretmiş, almak üzere harçlık hesapları yapmışsınızdır. kimbilir alsanız nasıl da oynayacak, hakkını vereceksinizdir. oysa bu çocuk onu değersiz bir hurda parçası gibi kenara fırlatmıştır.
bir göçük gibi üstüne çökmüş arabaları, legoları kenara çeker, usulca kanatlarından tutup incelemeye başlarsınız. pervanesi, yolcu kabini sizi büyüler, eziklerin, kırıkların farkına bile varmazsınız. işte ne olursa o zaman olur. sizin ilginizi bir türlü ele geçiremeyen çocuk oyuncağa bakışınızı farkeder ve tek harekette elindekileri fırlatıp yanınızda biter. siz eksik parçalarını bir bir yerine takar, kanatlarını düzeltirken küçümseyen bir duruşla sizi izler. sonunda orjinal haline soktuğunuzda ise beklenmeyen bir şey olur ve az önce burun kıvıran çocuk sanki ilk defa görüyormuş gibi elinizdeki oyuncağa saldırır. elinizden kaptığı oyuncak sanki en sevdiği şeymiş gibi triplere girer. halbuki o uçağın yıllardır oynanmadığını, kenarda unutulduğunu biliyorsunuzdur. ama yapacak bir şey yoktur, çocuk da olsa mal sahibinindir, ne isterse yapar. sesinizi çıkarmaz ve bir köşede usulca gitmeyi beklersiniz.
işte o anlardır insanların bencilliğini ve değer yargısını anlamaya başladığınız zamanlar. ister çocuk, ister yetişkin olsun sahip olma ve paylaşma duygusunun davranışlardaki izlerini daha iyi anlamaya başlarsınız.
ve bilmezsiniz ki sizin de evinizde sıkıldığınız için kenara atılmış, ama biri ilgi gösterdiğinde değere binecek bir oyuncak mutlaka vardır...