hemen her bölümde gördüğümüz ünlü olucam sevdasına tutulmuş arkadaşımız.
canım sendeki en büyük yetenek nefes alabiliyor olmak. ama madem bunu kabul edemiyorsun "hakkımda sözlükte bir başlık açıldı bu benim yeteneğim" diye sevin...
bir diğer deyişle sosyal medya içinde sözlüğü markalaştırmaya çalışma çabalarından kaynaklanmaktadır. facebook, Twitter, Adobe, Hotmail, Windowslive ve daha bir çok site mavi rengi kullanıyor. Sanırım zall da mavi rengin bir marka olarak algılandığını ya da sosyal ağlar denildiğinde algıda renk olarak akılda kalıcı olduğuna dikkat ederek seçmiş bu rengi... bravo.
Bununla da kalmıyor aslında; araştırmalara göre mavi rengin, dinlendirici ve sakinleştirici bir özelliği var. insana yaşam sevinci aşılıyor ve sinir sistemini felç ediyor... Mavi renkli ortamların üretimi artırdığı, insanların mavi renkle yazılmış yazıları daha fazla akılda tutabildiği bilinen bir gerçek...
yani zall ulu yu markalaştırmak için daha üretken entryler daha az kavganın olması gerektiği tüyosunu almış...
yok artık dır.
Sen orospu çocuğunun teki ol, kızın ağzına sıç, her ibneliği yap, en son piç gibi bırak git. Ama kızlar küfür etmesin. oldu tamam canım da Seni nasıl anlatıcaz?
Her kafadan bir ses çıkmasın artık! birlik olalım. Bir çatı altında birleşirsek sözlüğü ele geçirebiliriz. uzun uzun profillerinizi inceleyip araştırdım. çok üye toplayacak derneklerin listesi aşağıdadır.
Üye olmak isteyenler dernek no sunu dm atsın...
Saatin alarmıyla sıçradı dilek... Oda loş ve havasızdı. Başka bir gün olsa pencereye vuran yağmur damlalarını duyunca saati duymazdan gelir biraz daha uyurdu ama...
Ama bugün "o gün" dü...
Ayağa kalktı... Pencereden dışarıya baktı... Cadde gene işe ve okula yetişme telaşesi içinde koşuşturan insanlarla doluydu. Yağmurdan dolayı hepsinin başı öne eğik, suratları asık...
-kahretsin...
Kendini bildi bileli sevememişti yağmuru... Gri bulutlara gebeymiş gibi üzerinize gelen bir gökyüzü... Soğuk, ıslak, çamur... Yağmurun ona hissettirdiği güzel hiçbir şey yoktu. Hüzündü tek verdiği...
-Duş almalıyım. Saçlarıma sinen sigara kokusundan kurtulmalıyım. .
diye geçirdi içinden dışarıyı izlerken... Banyoya yöneldi. Buz gibi suyun altında kendine gelmeye çalışırken düşündü. Onu görecekti bugün.
ilk kez 2 ay önce görmüştü deniz i.iki arkadaşıyla beraber orada tam karşısında oturuyordu. Hüzün çökmüştü gözlerine. Kâh oturuyor kâh kalkıp heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bazen göz göze geliyorlardı. O koca kalabalığın içinde sadece ikisi kalıyordu o zaman. Çevreden gelen sesler boğuklaşıyor, yüzler silikleşiyor, oda aydınlanıyordu o anlarda. Dilek o gün vurulmuştu Deniz e...Denizin hiç farkında olamayacağı Sessiz ve platonik bir aşktı onunki. Göz göze gelmelerinin bile kalbinde fırtınalar koparmasına yeten bir aşk...
Acele etmeliydi. Özenle giyindi. Normalde kotunu, üstüne de kazağını giyer çıkardı ama bugün güzel olmalıydı. Bugün kaçak kaçak baktığı o gözlerin hakkını vermeliydi...
Vakit yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Öyle ki elleri titremeye başlamıştı artık. Zar zor rujunu sürdü. Son bir kez aynada kendine bakıp kapıya yöneldi ve kendini sokağa attı...
Az önce penceresinden gördüğü kalabalığın içine karıştı. Bağıran kornaların, insanı boğan egzoz dumanının içinde koşar adımlarla karşıya geçip 200m ilerdeki işyerine doğru yürümeye başladı...
3 sene önce başlamıştı işe. Sevmiyordu işini. Kendi isteğiyle seçmemişti çünkü. Her gün onlarca hüzne tanık olmak kâh üzülmek kâh kinlenmek sürekli bu duygu yoğunluğunu yaşamak yoruyordu onu. Bugün de o günlerin en zoruydu... Ya her şey kötü biterse... Ya hiç aklına bile getirmediği ihtimal gerçek olursa... Bir an karamsarlık çöktü içine.... Sonra hemen toparladı kendini... Yenilmeyecekti... Her şey güzel olacaktı...yıllar sonra bunları omuzunda yatarken ona anlatacak,birlikte gülümseyeceklerdi hayata...
Vardığında sırılsıklam olan yağmurluğunu asıp yerine oturdu. Kâğıtlarını çıkardı, sandalyesinde doğruldu ve derin bir nefes alırken etrafına baktı...Yine çok kalabalıktı. Bağrışanlar, kendi aralarında konuşanlar, ağlayanlar...
Sonra birden kesildi tüm sesler. Açılan kapının ardında o gözleri gördü. Deniz karşısındaydı işte...
Şimdi duyabildiği tek ses kalbinin atışlarıydı. Öyle hızlı atıyordu ki...
Deniz başını öne eğip yerine doğru yürüdü...Oturdu. Bugün ilk defa yorgun görünmüyordu. Üzerinde ütülü siyah bir gömlek altında siyah pantolonu vardı. Saçlarını geriye doğru taramış, tıraş olmuştu. Ama gözlerindeki o hüzün... Dilek ne olursa olsun o hüznün silinmeyeceğini fark etti Denize bakarken.
Sonra işine koyuldu...
Tık..tık..tık..
Kaçamak bakışlarla Deniz e bakarken bir yandan işini yapmaya çalışıyor ama heyecandan titreyen ellerinden daktilonun tuşlarına basacak gücü bulamıyordu kendinde. Ara sıra gözünü kaldırıyor zaman zaman bağırarak zaman zaman sesi titreyerek konuşan Denize bakıyordu.
Böyle bir saat geçti...
sonra kalabalığın uğultusunun tonunun değiştiğini farketti... Etrafındaki siluetler kapkara ruhlar haline dönüşmeye başladı...Gökyüzünün griliği mahkeme salonunun çatısından içeri sızmaya başladı... sonra hiçbir ses duyamaz oldu...Kötü şeyler olacaktı...hissediyordu. hissediyor Deniz i bu kötü ruhların arasından kopartıp kurtarmak istiyordu...bu düşüncelerle boğuşurken Birden onu uyandıran sesle kendine geldi Dilek...
"-Yaz kızım... Gereği düşünüldü.
Deniz Şahin ve Yasin Koçak, Mahkememiz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğinizi sabit gördü.... "
tık tık tı...
Aniden inen bulutlar her yeri kapladı... tüm mahkeme salonu hüznün siyahına bulandı...
"Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verdi."
Parmaklarını kıpırdatamaz hale geldi dilek. Dili, damağı, dudağı kurudu...Hissettiği dayanılmaz acıyla Gözünden iki damla yaş süzüldü...
sonra zorlukla doğruldu yerinde, parmaklarını tuşların üzerine sürükledi yavaşça... yazmaya başladı...Harfler segmandan teker teker kalkıyor önündeki şeride vurdukça kâğıda bir şeyler yazıyordu ama ne, ne yazdığını, ne de nasıl yazdığını görebiliyordu Dilek.
Şaryoyu yerine getirirken kendisini güçlükle toplayıp son bir kez Deniz e baktı. Hüzün dolu gözlerine artık umutsuzluk da eklenmişti ve Dilek sevdiği adamın ölüm fermanını kendi parmaklarıyla harf harf işliyordu kâğıda... Ama tuş her kalkıp şeritle birleştiğinde kalbine saplanan bıçağın acısıyla kendini de öldürüyordu...
Hani bir umut vardı ya,Yaşamak için, Nefes almak için, Başımı omzuna koyup hayaller kurmak için, o da seninle göçüp gitti...
HTML5'in tüm nimetleri kullanılarak microsoft un işbirliğiyle çekilmiş Türkiye'nin ilk interaktif klibi. Mimarı bedük... aşağıdaki linkten bu harika deneyimi yaşayabilirsiniz. her ne kadar ıe 9 tavsiye edilse de diğer tarayıcılarla da şansınızı deneyebilirsiniz. ** http://www.discobreaker.com
birinin hayatını kaybetmesine üzülmemek mümkün mü?
yitip gitmesine...
ardında onlarca can kırığı bırakmasına...
çocuksa çok üzülürüz...ne olursa olsun saf ve tertemiz bir bedendir göçüp giden...
ya gençse veya yaşlıysa... işte o zaman vicdan muhasebesine gireriz. o insanın hayatımızdaki yeri belirler üzüntünün boyutunu... bize yaşattıkları...
bazen hiç hayatınızda olmayan biri bile olsa çevresindeki insalara yaşattıkları yüzünden "oh iyi olmuş" kelimeleri bile dökülür ağzımızdan...
üzülüp üzülmemek insana yüklediğimiz anlamla ilgili... sonuçta sırf insan olduğu için herkese üzülüp aynı oranda değer verelim ama , "insan" olmanın içeriği biraz daraltılmalı mı ne? **
aslında üzücü olan, birilerinin canını acıtan, ama gereksiz insanların, bu durum üzerinden prim yapmak adına ti ye aldıkları durumlarda sarfedilen söz öbeği... **
işletmelerde mal ve hizmet üretimi için gereken işgücü, makine, malzeme gibi tüm kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasını sağlayan yönetim sistemlerine verilen genel ad...
manalı nickler karşısında verilen tepkidir. bir başlık görürsünüz, "hah tam bana göre , dur şuraya entry gireyim" dersiniz bi bakarsınız yazarmış... öyle mal gibi kalırsınız...
sabahtan akşama kadar bir ofisin içinde çalışmak en iyimser ifadeyle "ruh-daraltıcı" nir deneyim olmasına rağmen iş arkadaşlarınıza yapacağınız küçük muzipliklerle gününüze neşe katabilirsiniz.
-işe yeni başlayan yeni yetme kıza fotokopi makinesinin sesle çalıştığını söyleyin.
-arkadaşınız dışarı çıktığında bilgisayar hoparlörlerini en üst seviyeye getirin.
-o yokken çalışma masasına koca bir şişe oda spreyi bırakıp özgüvenini altüst edin.
-Bilgisayar ekranına "ne yaptığını biliyorum" yazılı bir post-it yapıştırın.
-koltuğunu baştan aşağı tekrar ayarlayın.
-zımbasının içini hergün boşaltın.
-bant kesicisinin içindeki bantı çıkarın ve tersinden takın.
-mouse unun altındaki bilyeye bir parça bant yapıştırın. *biraz eğlenin . yoksa geçmez vakit...
--bu da 7 yaşındaki yeğenimin tanımı--
annem işten geç çıkacaksa beni okuldan bazen teyzem alıyor. onunla hep çok güzel vakitler geçiriyoruz. hiç sıkılmadan saatlerce oynuyoruz. o kocaman bir kız. kocaman kız olmasına rağmen onu çok seviyorum. çünkü benimle oturup saatlerce barbi bebek oynuyor. çok eğleniyoruz beraber. ama bazen işten geliyor. çok yorgun oluyormuş. ben bebeklerimi alıyorum gidiyorum yanına. biraz oynuyor. sonra sıkılıyor ve ben sıkıldığını hemen anlıyorum. pamuk prensesin elbisesini ken e giydirmeye çalışıyor. ken kız mı sanki? saçı bile yok. o kız olursa pamuk prenses kiminle evlenecek? ya teyzoş yapma ne olur diyorum. sonra canım sıkılıyor ağlamaya başlıyorum. o da beni gıdıklamaya başlıyor. acıtıyor hem de. bazen de ısırıyor. o zaman teyzem vızıklamış oluyor.
--bitti--
-Burcu yaaa o saçlarını nerde yaptırdın
+Haydar a gittim, niyeki
-Haydara "pavyonda programım var" mı dedin o ne saç kızım?
+aman sen kendi ojelerine bak, yarısına nooldu kemirdinmi...
....(işte burda 3. kişi devreye girip oha ne dedi der, ve eğlenceyi seyreyler)
++ ohaa ne dedi , sana fare dedi resmen kızım kavgada bile söylenmez...
- sen ne diyosun be, kime fare diyosun zilli...
+sen bana pavyon derken aggghhhhh çekme be saçımı... *
paranoyağın önde gidenidir. "nerdesin?" sorusuna verdiğiniz "evdeyim" gibi masumane bir cevapta bile "ee yanında kimler var say" der sorar ruh hastası... evlerden ırak .