Ders ekle/sil zamanı bitirme tezini seçersin. Oh mis valla, okul da bitiyor havasına girersin ve bütün titizliğinle birlikte tezini yazmaya başlarsın. Her türlü yeniliğe ve taze fikirlere açık hocana, severek yazacağın, yazdıkça öğreneceğin bir tez konusu götürürsün. Sana der ki 'mükemmel!' Oh be dersin, yıllardır şu okuldayım, sonunda ben de istediğim bir konuda söz sahibi olacağım, bir fikir belirtebileceğim! (Üniversite dediğin özgür insanların, müthiş fikirlerin olduğu yerdir ya hani, ama çoğu profesörün yanına korkunu kenara bırakıp gidemediğin olur!)
Her neyse.
içeriğini hazırlar, hocaya e-posta atarsın. Sonra da dersin ki 'görüşme günü ve saatinizi belirtirseniz, yanınıza gelip tezde yazdığım bölümleri sizinle birlikte üzerinden geçmek isterim.' Maksat adet yerini bulsun!
Tez danışmanından beklenmedik atak gelir ve 'mail olarak atabilirsin yazdıklarını' der, aa dersin, ne kadar tatlı bir hoca; hiç yormuyor, işten de izin almama gerek kalmadı!
Birkaç hafta yazdıklarını gönderirsin, ama cevap geç gelir. Attığı cevaplarda 'süper gidiyorsun' ifadesi bulunur ve sen ortada herhangi bir tehlike görmezsin.
Tezin son teslim tarihine 1 gün kala pürüz çıkarır, der ki, burayı ve burayı...ve şurayı....bir yerden almışsın. Tak, bilgi hırsızlığı!
TEZDE DiPNOT KULLANILIR, TEZDE ALINTILAR YAPILIR... HER BiRi iTiNAYLA BELiRTiLiR VE BÖYLECE BUNUN ADI BiLGi HIRSIZLIĞI DEĞiL, TEZi KURALINA GÖRE YAZMAK OLUR.
Anlatırsın bunları birer birer... dersin ki tezde böyle olmaz mı, alıntı yapılmaz mı, yapıldığında ve belirtildiğinde bu normal olmaz mı... der evet alıntılanır, dipnotlanır, normaldir...
eee sonuç?
Tezini imzalamıyorum.
Tak, okul uzar!
Eğer samimi olduğunuz bir hocadan tez alma şansınız yoksa iyi araştırın. Öğrencisini anlayabilen, daha önce tez danışmanlığı yapmış bir hocadan tez alın, isterse kafanızı kırsın, sizi zorlasın ama deneyimli olsun. iLK DEFA TEZ DANIŞMANLIĞI yapıyor olmasın. Sanki hiç tez yazmamış gibi davranıyor olmasın.
Ne zaman karikatür çizsem, dudak ya da ağız yaparken çizerken canım sıkılıyor. Sanki vücudun o kısmı olmasa, ifadelerin anlaşılabilirliği gözlerle daha iyi anlatılıyormuş gibi hissediyorum.
-Gözler kalbin aynası mıdır?
Bilmiyorum, en azından benim uzmanlık alanım değil. Diğer birçok şeyin de uzmanlık alanım olmadığı gibi.
Bildiğim bir şey varsa, genelde ağzın da koca bir ağız dolusu gülmenin ya da deyim yerindeyse geviş getirmenin de benim gözümde tekdüzelikten, alışılmış ifadelerden; farkındalıktan bir farkı yok. (Boşdeniz usulü salata)
Ne zaman ağzı olan bir karikatür çizsem, çizdiklerim karikatür sayılmaz; onlar sadece birer karakter, elim silgiye gider. Çünkü karakterin, karakterinden saptığını düşünürüm.
Dediğim gibi, ben bu işin uzmanı değilim. Eminim ağzın da kağıt üzerinde bir yeri ve hatta faydalı bir yeri vardır. Saçlarla her şeyi yapabilirim. Saçlardan halat yapabilirim; birbirinin saçlarını kullanarak sayfanın bir ucundan başka bir ucuna koşan karakterler. Saçlardan solucanlar yapabilirim, beyninin içine kadar solucanlanmış, mantığı tamamen arapsaçı olmuş karakterler. Saçlardan fırça yapabilirim, kimsenin ona bakmadığından emin olduktan sonra kulağını fırçayla temizlemeye çalışan zavallı ama doğal hatta biraz da kamburlaştırırım onu, yalnızlaşmış bir karakter.
Ama dudak yapamam. Yapsam da karakterin hikayesi biter, öylece kağıtta yer eder.
Neden şimdi ağız koydum ki buraya Serzenişte, Boş deniz yatağında chicken.
Ağzı olmayan insanları da sevebilirdik bence. Burun olsun; çizim dahi olsa her karakterin nefes almaya hakkı var. Hatta abartalım, boş yere ağzını yorup konuşanlardan biraz kısıp, burun deliklerini büyüttüğümüz karakterler olsun. Burun demişken, burun karakteri yansıttığı sürece. (Asyalı minik burun kompleksi)
-kara kraker
-karakter
-140 karakter
-kara ter
-terlik kara
Ne zaman karakteri oturmuş biri görsem, az cümle kullanır fakat kaliteli kelimelerle. Keşke hepimiz öyle olsak. Herkesin şakalaştığı, kendini aştığı, çok konuştuğu ya da gülerek doyduğu zamanları vardı. Karakteri oturmuş insan asla gülmez asla saçmalamaz diye bir şey yok. Ben burada ciddi konuların konuşulduğu zamanlardan bahsediyorum. Aksi de var tabii. Karakteri aceleci, pervasız, bazen de biraz boş biri gördüğümde, elimi ağzımın üzerine -gözlerimle, dokunarak değil; temaslardan pek hoşlanmam- koyar, sadece bakışlarından dinlemeye çalışırım. Tam olarak ne anlattığını anlayamasam da en azından ne hissettiğini az çok çıkarmaya çalışırım. (bkz. gözler kalbin aynası mıdır, bilir kişi?)
Neyse.
Gözleri bir çıkaralım bi oradanbi. Bu bi nereye gelmeli, bilemedim.
iyiler ve kötüler olarak ikiye ayrılırlar. iyi kadınlar da tıpkı kötüler gibi kendi aralarında güzel-çirkin-çekici olarak kategorilendirilir. Dizilerde her kötü olay bunların başına gelir ya da her kötü olay bunların yüzünden başka birilerinin başına gelir. Dizilerin türk kadınları -özellikle esas kadın- her türlü ihanete uğramış ama sonunda dimdik ayakta durmuş olan kadındır!
Yapamam ve Yapmayacağım ( Can't and Wont ) adlı kitabın yazarıdır. Kafka, Flaubert ve Proust'un etkilerinin olduğuna (kitabın arkasında yazıyor) inanarak aldım. Kısa kısa hikayelerden, rüyalardan oluşuyor. Ayrıca bu kitap 2013 Man Broker Ödülü'nü de almıştır. Almam da etkili olan bir başka neden ise çevirisini Elif Bereketli'nin yapmış olmasıdır. Çerez gibi kitap, gürültüde de sessizlikte de güzel gidiyor.
keşke sadece yazılanlar abartılsa, son zamanlarda yazarlar ve hayatları sizce de biraz abartılmıyor mu? Aytuğ ile benim de konuşma fırsatım olmuştu fakat bana hiç burada bahsedilen gibi 'artist' gelmemişti. Bu yazılanlardan sonra ise birazcık şoktayım, ne diyeyim. Neyse kitaplar okunsun, yazarlar ayrıntıda detay kalsın.
kendini anlamayan adam, kadını zaten anlayamaz. kadını anlamak için ne istediğinden emin olan bir adam gerekir. bu yüzden 'bu kadınları anlamak çok zor' lafını geçiniz.