The Big Bang Theory dizinin spin-off'u, olan young sheldon dizisinin spin-off'u Georgie and Mandy's First Marriage dizisinin baş rol oyuncusu. Epey karışık oldu değil mi ?
şöyle şortlu mortlu kıyafetlerini giyer güzelinden makyajını yapar şekil şekil fotoğraflar çektirir face'de yayınlar çarşaf çarşaf, kime kendini gösterdiği belli değildir ve fotoğraflara 1-2 akrabasından başka kimse yorum yazmaz..
bir evde yaşlı ve yalnız öldükten 3 gün sonra bulunmak mı istersiniz, yoksa sevdiklerinizin dualarıyla uğurlanmak mı
cevabınız 2. seçenek ise
1- eşinize iyi bakın hayatız onunla birlikte şekilleniyor unutmayın
2- çocuklarınıza iyi bir ebeveyn olun unutmayın iyi eğitilmemiş hayata hazırlanmamış bir evlat ilk ana babasına sırt döner
3- arkadaşlarınızı iyi tartın her içki içtiğiniz, geyik muhabbeti yaptığınız adam arkadaşınız olamaz çıkarlarına ters düşerseniz ipinizi ilk böyle adamlar çeker unutmayın
4- akrabalar önemli dayıoğlu, amcakızı "kim ulan bunlar sik sok" dediğiniz insanlar gün gelir elinizden tutar aklınızın bir köşesinde dursun.
seni ilk aldığım günü hatırlıyorum bütün kardeşlerin pasif soğutmalı olduğu halde senin üzerinde bülbül büzüğü kadar bir fanın vardı arkadaşlara "bu daha yüksek teknoloji oğlum baksana fanlı"deyip hava yapıyordum ama seni tebrik ediyorum o küçücük fan ile aşağı yukarı kamyon sesine yakın bir sesi çıkarmayı başarabildin 2 sene boyunca
benim ve komşularımın bir çok gece uykusunun içine sıçsanda seviyordum seni yahu keşke yaşasaydın biraz daha, o patlak kondansatörlerin hala gözümün önünde ama üzülme fanını atmadım belki lazım olur diye saklıyorum.
kalan son takatiyle karşısındaki kediye karşı yaşam mücadelesi veren yavru martıyı bırakıp gidemeyen insan evladının yaptığı iştir....
aslında aklıma gelmedi değil "doğa dengesi", "güçlü zayıfı yer" gibi laflar ama olaya birde martının gözünden baktım, biraz da empati yaparak martının yerine koydum susuz kalmış kuvvetten düşmüş gözleri kapanıyor ama yine de hala kendini savunmaya çalışıyordu ölmek istemiyordu kararımı verdim "sikertirim doğa dengesini bir martıyla mı bozulacak" diyerek kediyi de inceden bir tekme göstermek ( sevmem hayvanları vurmayı, vurmadım tekme gösterdim kediler zeki hayvanlardır artık o martının onun olmadığını anlayarak uzadı olay mahallinden) yardımı ile ikna ederek martıyı elinden aldım çok güçsüzdü küçük bir koli buldum koliyi üstüne kapatarak aldım elime eve doğru gidiyoruz kafamda da "ulan bizim hanım bunu eve alırmı", "acaba beni mi ? yoksa martıyı mı daha önce kovar" şeklinde sorular dolaşıyor kimi zaman çarpışıyor hatta sikişiyorlardı..
eve vardık zile bastım hanım kapıyı açtı şööyle bir baştan aşağı süzdü beni tabi,
b- ben
h- hanım
h- ne o elindeki ?
b- eee şey..
h-tuttun pis bir hayvanı getirdin yine değilmi ?
b-hayır yani evet evet ama bu sefer sebebim var be kuzum yavru zaten ben almasam kedi yiyecekti bırakamadım
h-aç bakim kutuyu
açtım hanımın ilk tepkisi "bu ne yahu eşek kadar" oldu
b- bunların yavruları bu kadar oluyor kuzum baksana ayacığıda sakat çok kuvvetsiz biraz kuvvetlensin salarız..
ayağının sakatlığı martıyı kurtarmıştı farkında değildi ama bizim evde 10 dakika barınabildiyse arkası da gelecek demekti...
büyük bir koli buldum martıyı diğer kolinin içinden sallamak yöntemi ile diğerine aktardım itiraf ediyorum biraz şiddetli bir düşüşle nakil oldu ama sonuçta geçici de olsa güvenli bir yuvaya kavuşmuştu bütün gece bir şeyler yesin diye uğraştım ama boynunu eğip yatıyordu su koydum yanına bakmadı bile içimden "galiba ölecek ama en azından kedi tarafından parçalanmadı bari"
misafirliğe arkadaşlar geldi o akşam sonra öyle muhabbet ederken "kolinin içinde ne var" dedi arkadaşım "martı" dedim istifimi bozmadan güldü "daşak geçme muhterem" dedi "gel bak oğlum inanmaz isen" kutunun başına geçtik ilk tepki klasik "o ne lan eşek kadar" oldu anlattım durumu "doğru yapmışsın muhterem ama ölecek gibi duruyor bu" dedi..
misafirler gittikten sonra elimdeki maşa ile yiyecek bişeyler verdim yemedi maşayı en son suya daldırıp gagasına tuttum artık annesinin gagasına mı benzetti gayri ihtiyarimi yaptı bilmiyorum maşanın ucunu geveledi ve su tadını aldı gözleri birden faltaşı gibi açıldı içinden "su bu lan su amına koyam suu!!!" şeklinde konuştuğunu duyar gibi oldum son gayretle doğruldu elimden geldiği kadar su içirdim o gece mutlu yattım su içmişti en azından..
sabah erken kalktım yabani hayvan beslerken çok karşılaşılan o sonla karşılaşmak istemiyordum daha önce de bir çok kere bulup getirdiğim hayvanlar daha ilk gecede ölmüşlerdi sabah beton gibi kaskatı vücutları ile karşılaşmıştım kolinin yanına gittim içine baktım evet yaşıyordu ve dünden iyi durumdaydı azcık daha su biraz da ekmek verdim ama ekmeği geveleyip geveleyip yemedi kendi kendime "e martı bu tabi balık ister" dedim dolapta istavrit vardı bir tane çıkarıp maşayla uzattım kafasını uzatıp bakınca "ananı zikim o ne lan" şeklinde öyle bir korktu ki kolinin diğer köşesine vurup koliyle birlikte devrildi,
koliyi düzelttim balığı yine uzattım kıpırdayacak mecali olmayan hayvan kendini parçalıyor kaçmak için "ulan martının bile cinsi bize geldi balıktan korkuyor şerefsiz" şeklinde gülerek söylendim..
işteyken hep huzursuzluk vardı içimden "bu salak kaçtıysa koliden etrafı batırdıysa hanım sokmaz beni eve şerefsizim" diye geçiriyordum eve telefon ettim
b- hanım ne haber ?
h- iyidir oturuyorum (sesinde bir kızgınlık yok bu iyi)
b- ee şey..
h- şey derken martıyımı soruyorsun ?
b- aha sıçtık...
h- karpuz yedirdim o na ben iyi öylece yatıyor kutuda..
b- dünyalar güzeli karım benim ( altın kalplidir karım bu arada hakkını yemiyeyim) karpuzmu dedin sen bu arada ne alaka yav..
h- bilmem vallah köpüre köpüre yedi.
eve döndüm balkona çıkınca ohoo bizimki ayaklanmış beni kesiyor direkt bir tane daha istavrit aldım pür dikkat balığa bakıyor bizimki attım havada kaptı 1 saniye içinde yuttu..
keyiflendim "ölmez artık bu kuş hanım isim koymak lazım buna" diye seslendim içeri
h- hah bir ismi eksikti dedi bizimki de
ama ben çoktan koymuştum ismini,
ismi rüstem olacaktı...
2-3 gün sonra ölür tehşisini koyan arkadaşlar yine geldi balkonda sigara içerken "ne oldu senin kuş öldümü ?" diye sorunca "bak bakalım dedim" kolini oraya gittik rüstem cin gibi tabi gagasına doğru elini uzatır gibi oldu rüstem yakalamak için hamle yaptı ama tutamadı "tak" diye sert bir sesle kapandi gagası "ohaa" dedi arkadaş "dikkatli ol oğlum muhabbet kuşumu bu alır parmağı haberin olsun" deyip güldüm
iki hafta geçirdik rüstemle balkon da hiç ses çıkarmadı, koliden kaçmadı, sağı solu dağıtmadı, üstelik balkona gelip dağıtan güvercinler, kargalar uğramaz oldu korkudan.
iş eldiveni aldım koliden çıkaracağım zaman onları giyip tutuyordum her seferinde eldivenleri görünce hemen gardını alıyor tam tutarken "tutma lannn" der gibi kısa bir şekilde ötüyordu, bir süre sonra fark ettimki o sarı eldivenlere uyuz oldu gördümü direkt "tutma laaan" diye ötüyor
koliden dışarı çıkarıp balkona bırakınca sessiz sessiz dolaştı sakat ayağıda toparladı zamanla,
bütün arkadaşlarım bakmaya geldi kim ne verdiyse direkt yuttu hatta hayvan bir arkadaşımın verdiği kabuklu karpuzu nası yaptığını bilmiyorum ama o şekilde yuttu boynu dikdörtgen şeklini altı yarım saat gezdi o şekilde gülmekten gözümüzden yaş geldi..
şakayla karışık hanımla da epey de alışmışlar birbirlerine hanım balkonu yıkarken çek çekle ittiği sular dalga yapıyor bu salakta dalgaların peşinde koşturuyor hanım itiyor bu koşturuyor öyle takılıyorlar.
son günlerde baktım yavaş yavaş olduğu yerde kanat çırpıp havalanmaya başladı hanıma dedimki ;
b- hanım rüstem'le veda vakti geldi sanırım uçmaya çalışırken tüyleri sağa sola takılıp kopuyor baksana
h- "yaaa" dedi üzüldü birden
b- ne oldu alıştın dimi üç kağıtçı dedim gülerek
h- "yok salalım gitsin bok içinde bırakıyor her yeri zaten" dedi eğdi başını kalktı gitti biliyorumki ağladı içerde
o akşam bırakacaktım ama hanım üzülünce bir gün sonraya attım ayrılığı..
ertesi akşamüstü işten geldim rüstem'e baktım öyle bir yemişki çatlayacak zor yürüyor
b- rüstem'i çıkarmışın koliden ?
h- son günü dolaşsın biraz dedim
b- çatlatana kadarda yedirmişsin ne verdin böyle..
h- dolaptaki çuprayı verdim kesip
b- neaa ! ulan yarım kiloluk balıktı o yiyecektim ben onu
h- şöyle kızgın baktı "yeseydin şimdiye kadar o zamansa" dedi mesajı alıp sesimi çıkarmadım bir daha
koliye koyduk her zamanki gibi "tutma lann" der gibi bir ses çıkardı
evin arkasında yapay bir gölet var oraya doğru yürüye yürüye geldik banklara oturduk bir sigara yaktım iki fırt sonra koliyi açtım rüstemi saldım itiraf ediyorum iyine biraz şiddetli bir salış oldu koliyi elimden düşürdüm çünkü (evet rüstem içindeyken) durdu yanımızda bir suya baktı bir bize baktım hanımın yanından ayrılmıyor kalktım hızlıca üzerine yürüdüm "gelme lannn ?" sesi çıkarırken ayağı kaydı cumburlop suya
h- "ay ay boğulmasın dedi
b- saçmalama len tavuk mu bu martı martı.
tabiki rüstem suda gezmeye başladı hatta yıkanmaya kanat antremanlarına falan "bak" dedim hanıma "nasıl canavar gibi"
bizim salata suda oynarken köşeden ördekler çıktı lider ördek direkt rüsteme doğru yardırdı tabi "aha dedim rüstem zurnanın zırt dediği yere geldik, kediden kurtardım ama su da benim de bir hükmüm yok bak kaç kurtar kendini çocuğum"
bu ördeği görünce yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı ördek tam gaz geliyor tabi 30 cm falan kala rüstem kaçamayacağını anlayınca üzerine gelen ördeği kanatlarını açıp "lann gelme ananı sikerim" şeklinde bağırınca ördek ani bir frenlemeyle durup geldiği hızda sürüsüne geri döndü..
oturduk biraz daha rüstem yanımıza geldi gene suya kovaladım bunu 1-2 metrelik uçuş denemeleri yapmaya başlayınca "hadi dedim hanım eve kaçalım" hanım biraz dirense de eve gittik ertesi gün rüstem yoktu garsonlara sordum "abi bir ora bir buraya uçuyordu sonra görmedik" dediler
o günden sonra bende görmedim ama her üzerimden martı geçtiğimde kesiyorum ulan bizim rüstem mi acaba bu diye.....
umarım tutunursun hayata bizim elimizden gelen bu kadar rüstem
şimdi diyeceksiniz "ulan salak milyon tane martı var kimbilir kaç martı ölüyor günde birini kurtarsan ne fark eder ?"
sınıra yakın bir köyde arkadaşımın çiftliğinde otururken denk geldiğim olaydır..
21:00-21:30 sıralarıydı oturmuş kola içiyorduk (sanılanın aksine her dakika içki içmiyoruz) depoların üzerindeki saçtan yapılmış çatılar yavaştan parlamaya başladı ve bir süre sonra gündüzdeymişcesine hava aydınlandı 1-2 saniye içinde her şey normala döndü arkadaşım "şimşek çaktı herhalde" diye tahminde bulundu ama hava gayet açıktı bende "jandarma aydınlatma fişeği atmıştır" dedim, benim açıklamam daha mantıklı geldi herhalde üzerinde durmadık nerden bilirdik göktaşı düştüğünü...
tahminimce bulgaristana düşmüştür...
orjinal ismi parang-juuibo olan ama my girl and ı ismi ile bize ulaşan yönetmenliğini yun-su jeon'nun yaptığı başrollerini ise tae hyun cha ile hye kyo song'un paylaştığı 2005 kore yapımı romantik komedi-dram film'i,
kore sinema sektörünün bu tür filmlerde başarılı olduğunu kabul edersek izlenmesinde fayda görüyorum çeltik tarlalarından oluşan manzaralar film'e çok şey katıyor.
birde crying out love in the center of the world isimli 2004 japonya filminin senaryosundan direkt alınmış gibi geldi bana ama japon yapımı film fazlasıyla romantik hatta ağlak diyebileceğimiz tarzda bir film, my girl and ı daha izlenebilir olmuş bence..
eve dönüyordum omzumda akşamlık hüzünlerim, elimde de iki ekmek
yolun karşısında bir taksiden indin bakmadım ilk önce bilirsin öyle kolay kolay bakmam elin kadınına kızına, ama bir şey bak dedi görmen lazım dedi ....
yarım göz baktım çaktırmadan;
ooo kimleri görüyorum gülüm sen bu memlekete gelirmiydin ? nasıl düştü yolun buralara, yıllar hiçmi dokunmamış hiç mi eskitmemiş güzelliğini..
gidip bir merhaba diyeyim dedim içimden ama, o değilmiydi ayrılırken beni aşağılayan, 40 derece sıcakta camın dışarısında cıkarılmış menekşe gibi boynu bükük bırakan.
ne yapmaya geldi acaba ? bayram değil seyran değil, annesine gelmiştir herhalde...
neyse çok takıldım burada çekileyim ben yavaş yavaş kime geldiyse geldi zaten geç oldu hanım sofrayı kurmuştur bari bakkalın yanından geçerken bir ufak kapayım gönül sıkışmalarına iyi gelir.
seni gördüm sanki ama yok sen değilmişsin seni ben en son on sene önce görmüştüm artık göremiyorum...
türkiyede üretilen ayçiçeğinin büyük bir kısmını mübaaya eden 48 * şubesi ve iki tane üretim fabrikası olan rafine ayçiçek yağı konusunda türkiyede söz sahibi kuruluş.
yüzbin küsür ortağıda vardır, yani trakya birlik bir kooperatifler birliğidir
1977 doğumlu hollywood filmlerindeki ayı sahnelerinin aranılan elemanı the bear filminin başrol oyuncusu korkunç ebatlarda ve ebatlarına göre çok eğitimli ve uysal kodiak ayısı.
her akşam apartmanın önünde davulu patlatmak için elinden geleni yapan * davulcunun yorulup, "bu gecede patlamadı yarın gece patlatırım hayırlısıyla" deyip çekilmesi ile son bulan olay.
buradan sana sesleniyorum davulcu, son geceye kadar bekliyeceğim o zamana kadar patlattın patlattın patlatamadın ben gelip o davulu senin kafana geçirecem.
yönetmenliğini yimou zhang yaptığı,
1920'li yıllarda çin de kendinden çok büyük biri ile evlendirilen ama hayatın içindeki süprizlerle değişik yerlere gelen büyükannesinin hikayesini anlatan ve kullandıkları şarap yapım tekniği sebebiyle zaten çok sevmediğim şaraptan beni iyice iğrendiren altın ayı ödüllü çin malı film.
evinizde oturup film seyrediyorsunuzdur, filmde böyle ajanlı majanlı bir şey,
film o an diyalog şeklinde sakince devam etmekte televizyonun yanında da muhabbet kuşunuz ve kafesinin içinde takılıyordur sessizlikten olacak uyuklamakta olan muhabbet kuşu filmde aniden çıkan çatışma seslerinden korkarak kafesin tabanına kafa üstü çakılır, ondan sonra da tellerden aynen geri tırmanarak "ne oluyo ulan burda" modunda salak salak bakınır ve filmin sonuna kadar da pür dikkat filmi izler. bir süre sonra alışırsınız çünkü muhabbet kuşunuz geri zekalıdır ve onu da sevimli kılan budur zaten.
fransa'nın lemans pistinde her sene geleneksel olarak yapılan;
audi, porsche, bmw, nissan gibi firmaların özel yapım arabaları ile katıldıkları kesintisiz 24 saat süren prestij ve dayanıklılık yarışı.
peugeot bu sene 908 hdi ile duble yapıp, audi'ye nal toplatarak yarışa damgasını vurmuştur.
ama en çok ksm takımına üzüldüm desem yeridir 39 numaralı lola mazdayı kullanan takım daha antreman turlarında kaza yaptı bir gecede arabayı tamir ettiler ama yarıştan önce ne zaman görsem hep duman dumanaydı otomobil hatta yarışa sonradan katılabildiler, sonrada bir daha görünmediler yarışın 23. saatinde fark ettimki bunlar azimle yarışıyormuşlar 1 saat kala araba iyice isyan edip alev alev yanmaya başladı şoför hala inmiyor üzerinden çalışsa basıp gidecek yani, söndürüyorlar adamlar tekrar alev alıyor otomobil.
yine de ite ite garajlarına getirdiler ama araba yangın söndürücüden bembeyaz olmuş geri kalan yerleride erimiş bir şey yapamadılar japon şoförü ağlayacaktı neredeyse...
sirkeci hayyam çarşısında bulunan, son teknoloji ürünü fotoğraf makineleri ve gerekli aparatlarını satan, diğer fotoğraf makinesi satıcılarının aksine kendi tamir servisi olan ve bu tamir işini çok eskiden beri yapan * fiyatları piyasaya göre daha insaflı sattığının arkasında duran ilgili kuruluş.
yeni almışsındır telefonunu mp3'lü, kıllı, yünlü dışarı çıkarsın arkadaşlarınla buluşmak üzere, telefonda cebinde titremeye başlar elini atarsın cebine içinden de "siftahı kim yaptı acaba" dersin tam telefonu çıkardığın anda üniversiteli bir hanım kızımız arkadan omuzla karışık dalar telefon elinden uçar sende bünyedeki bütün atikliğinle atlarsın tutmak için ama nafile telefon yere düşer düştüğü anda da resmen infilak eder 3 parça olur öyle 90+3 te gol yemiş kaleci gibi apışır kalırsın telefonun başında arkadan size geçiren öküzcan kız arkadaşımızda "ayy! çok paardon" der,
bir hışımla dönersin bakarsınki bir kızdır sana arkadan omuz atan ve bacağın kadar kız telefonu 1 metre öteye fırlattırmıştır. "ne boşta bulunmuşum be.." dersin kendi kendine hemen sakinleşirsin "tamam olur böyle şeyler önemli değil" dersin.
telefonu yerden toplamaya başlarsın arada kızı kesersin çaktırmadan "acaba bundan iş çıkarmı bana telefon hayırlı bir olay için dağılmış olsun bari" diye ama olay gene nafiledir kız at hırsızı gibi birşeydir hiç olmaz yani, telefonun parçalarını cebine sokuşturup kızada "iyi günler" deyip uzarsın oradan.
eleman seni bekliyordur "nerdesin ulan" diyecek olur bakarki gözler çakmak gibi zorlamaz şansını elini cebine atarsın parçalanmış telefonu masaya koyarsın "sen aradın dimi beni uğursuz ibne topla şimdi bu telefonu" deyip oturursun karşısına eleman bir sana, bir telefona bakar sonra garsona dönüp "bize iki çay" sonrada sana dönüp "anlat bakalım yiğidim ne oldu böyle..."
evde bilgisayar başında takılırken aniden bilgisayar karşı atağa geçip, fanlarından korkunç bir ses çıkarması sonucu kasa açılır ve içinde ufak çaplı bir saksıyı dolduracak kadar toz, toprak olduğu görülür fan çıkarılır iyice temizlenir ve ses gitmez fan resmen isyan etmiştir hayata,
içeriye seslenilir "gülüm makine yağı varmı ? " içerden ses gelir "yoook"
-gress yağı ?
-yook
-arko ?
-yook
-nivea ?
-yoooaak !
"getir o zamansa ayçiçek yağını bilgisayarı tamir edecem" ayçiçek yağıyla nasıl bilgisayar tamiri yapılacağını merak eden eşim hemen içeriden gelir "napıcan yağla bilgisayarımıza manyak" der "fanları yağlayacam gülüm hem sana ne, sen getir yağı ben halledecem" dersiniz mutfağa giderken "zeytin yağı da var istersen" dediğinde "iki asma yaprağı birde limon getir de sarma yapalım bari" dersiniz tip tip bakar size
sonuçta işlem bittiğinde bilgisayar gayet sessiz çalışmaktadır hanımdan + puanı alırsınız "aferim lem koca biraz çalışsaymışsın da tamirci olsaymışın paraya para demezdik vallah"
yorumsuz....
sakat bir iş yapmış insan evladının babası tarafından azarlanırken gerek utancından, gerekse mevzuyu daha fazla ateşlendirmemek için başını kaldırmadan devamlı aşağıya bakmasından dolayı, bir süre sonra halıdaki motifleri saymaya başlaması içinden şu motifi ortalayıp yanına bir tane daha ekleseler süper olurmuş dediği andır.
motogp'de yarıştığı zamanlarda * epey yarışını seyrettiğim ne zaman ne yapacağı hiç belli olmayan deli bir adamdı norick abe
07 ekim 2004 tarihinde kawasaki kanagawa'da scooterıyla, hatalı bir u dönüşü yapan kamyonun çarpması sonucu hayatını kaybetti, mekanın cennet olsun kırmızı kafa.
yönetmeni Brad Bird olan ve seslendirmelerini Vin Diesel ile Jennifer Aniston'un yaptığı 1999 yapımı güzel sürükleyici animasyon,
devasa boyutlarda bir metal robot dünyaya düşer ve metal yiyerek beslenir. Hogarth adında 9 yaşında bir çocukla ilginç bir şekilde arkadaş olurlar. 1950lerin amerikasında küçük bir kasabada devreye hükümetin ve askerlerin girmesine yol açacak sorunlar yaratırlar beraber. *