Aradan uzun bir zaman geçti. Onunla ilk tanıştığımızda adını söyledim. Kendi sesimden, dudaklarımdan onun isminin dökülmesi kadar güzel birşey olamazdı. Sanki dünyanın en güzel müziği. Hele kendi ismimi ondan duymak, tarif edilemez bir mutluluk. Dedim ya, aradan uzun zaman geçti. Yanılmışlıklar,hislerin terk etmişliği, kalp kırgınlığı ve daha birçoğu kaldı ortada kimsesiz. Şimdilerdeyse hayat, her zaman o güzel hayat.
Türkiye'nin en büyük amfilerinden birindeyiz. Amfi ağzına kadar dolu. En sona yetişmişim, geç kalmışım. Arkada, en sonda, ayaktayım çünkü yer yok.Etrafta dört seneyi birlikte geçireceğimiz insanlar. Birkaçı ile ayaküstü tanışmışız bile ama daha sonra kimse kimseye selam vermez olacakmış. Dekan cübbesini giymiş, konuşma yapıyor. Heyecanlı değilim, zaten hiç olmadım. Yalnızca dinliyorum.
'Erim' diyen bir anım öne çıka. illaki bir erkeğe mi hitap etmek gerekiyor kadının ağzına o kelimenin yakışması için? Konuşmasını bilene, söz söylemesini bilene, tatlı dile her şey yakışır. Küfrü hariç tutarız elbet.
Baba ister ki her zaman o küçük çocuk olarak kalsın çocuğu, onun dediklerini doğru bellesin, onaylasın çünkü baba doğruyu söyler. Ama zaman geçtikçe çocuk tek doğru olmadığını anlayacaktır, artık büyümüştür ve onun da kendine ait fikirleri, düşünceleri olacaktır. Ve baba çocuğunun büyüdüğünü bir türlü kabul etmeyecektir, bunun sonucu egemenlik çabası başlayacaktır. Olayın özeti budur efendim.
Herhalde ülkesi dışında olunca günah yazılmaz diye düşünen Suudi prens. ilginç bir kafa yapısı. Müslümanların birbirlerini öldürmeleri, bir Avrupa ülkesi kadar gelişememesi sebebinin küçük görünümü gibidir. Bir millet-insan,topluluk vs.- kendini değiştirmedikçe, düzeltmedikçe Allah onların kaderini değiştirmez deniyor Kuran'da. Değişmeyecek misiniz?
Bundan sonra sözle söylenmemiş hiçbir şey için hislerimle hareket etmeyeceğim. Ama bir yandan da kızıyorum:Beni hissizleştirmelerine izin vermeyeceğim. Olmuyor be sözlük. insanlara olan güven çok çabuk kırılıyor.
Çalışkan kimseye inek diyen bu milletten başka türlüsü beklemez. Hatta bazıları kitap okuyan erkeklerin kız düşürme amacı olduğunu iddia ediyor. Bu insanlar, küçük insandırlar. Hayatlarını ot gibi yaşarlar. Bir amaçları yoktur. Tek amaçları doymaktır.-midenin doyması, cinsel doyum vs.- insan olmanın misyonudur okumak ve düşünmek. Küçüksünüz efendim küçük. Ek:Okuma yazması olmasa dahi okuyana saygı duyan, düşünen insanları küçüklükten münezzeh tutarım. Onlar elleri öpülesidir. Okuyup da kibirlenenler de bu düşünmeyenden farksızdır.
inandığım üzere yaşamsal bir kural olarak insan kendi gibi insanları etrafına çeker. Bazen istisnaen gelenler olur ama vakti gelince ayıklanır. Bu kız da kimsenin derdi olacak kız değildir. Yaşam herkese en iyi cevabı verir. Cevabınız bu kız ise o kız sizi bulacaktır, merak etmeyiniz. Veya da cevap kevaşe bir erkek olabilir, ikisi de aynı kapının sonudur.
"insan değerini kendi biçer" desek de kabul etmek gerekir ki insan sevilmek değer görmek ister, sevdiği ve değer verdiği insan tarafından. Çok güçlü olmak, hayata karşı her daim direniş halinde olmak, bir damla gözyaşı dökmekte zorlanmak yeterli değildir. insan ne kadar güçlü olsa da zayıftır çünkü sevgi insana güç verir ama aynı zamanda sevgi beklediği için zayıflatır. Bu durum yine de insanı değersizleştirmez. Çünkü sen elmayı seviyorsun diye elma da da seni sevmek zorunda değildir. Tahir de Tahir'liğinden birşey kaybetmeyecektir. Demem o ki güzel insanlar her daim değerlidir, bazen değersiz hissetse de değerinden birşey kaybetmez.
Benimdir. Her anın fotoğraflanmasının anları değersizleştirdiğini düşünüyorum. Sosyal medyada fotoğraf paylaşma gibi bir endişem de yok. Hali ile her an fotoğraf çekinmekten çekiniyoruz.
Bir işi bitirip yenisine başlanılıyorsa imkansız olandır. Hayatın her zerresi bir istekten ibarettir zaten. Ölüm anı dahi ölmeme isteğinden ibarettir. Bu nedenle istenilen her şey gerçekleşmez. Asıl olan çabadır, kişinin tatmin olma eşiğidir.
Ülkemizde harika bir blues-jazz kültürü vardır efendim. Bu topraklarda hem müzik zevki olanlar vardır hem de çok iyi jazz blues sanatçıları vardır. Ah yurdum ah. Az da olsa vardır ama kimse ismini bilmez ülkemizdeki bu sanatçıların. Anca ella fitzgerald bil, nina simone bil. Hatta bilme.
Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
ister istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Staja başlayıp eğer sağ çıkarsak icra edeceğimiz meslektir. Herkes güzel meslek demiş fakat avukat olana kadar sevimli fakültelerimizde bizi muhteşem ölü gençler haline getirmeye çalışıyorlar. Rica edeceğim stajyer avukat çalıştıran veya çalıştıracak meslektaşlarım, bu yeni kanlara mesleği sevdirecek şekilde davranın, yol gösterin, abilik ablalık edin, mobbinge maruz bırakmayın.
Devlete verilen üstün öldürme yetkisinin biz halka elbette bir yerde geri döneceğini biliyoruz. Bu bir denge oyunudur. O yüzden her ne kadar devlet gerekli bir şirket olsa da ona verilen bu yetkilerin dengeli ve sınırlı olarak verilmesi bu ülkede yaşayan tüm insanlar için en sağlıklı olanıdır.
Belirtmek istediğim bir diğer husus, kriminoloji alanında yapılan araştırmalar sonucu suça verilen cezanın yüksek olması caydırıcı değildir. Aksine suç işleme oranlarında değişiklik olmamıştır veya artış olmuştur. Asıl caydırıcı olan suç işlendiği takdirde kesin olarak ve kısa sürede ceza alınacağı düşüncesidir. Bir suçlu bilir ki o suçu işlerse mahkeme onu adaletin gerektiği şekilde, saçma sapan indirim sebepleri olmadan ve en kısa sürede cezalandıracaktır, bundan kaçış katiyen yoktur.
Şahsi fikrim sorunlu adalet sistemini ve insanların aklındaki bu adalet algısını, insan haklarına saygılı olmanın, herkes ama herkesin istediği saatte sokakta serberstçe dolaşma özgürlüğünün olduğunun ve daha birçok değerin kazandırılması ile bu sorunlar çözülecektir.Zaten düşünme şeklimiz en baştan yanlıştır,cezalandırma sistemidir. Asıl olan önleme sistemidir. Yani hümanist olmakla dahi ilgisi yoktur, en başta bu yazdıklarım ile ilgisi vardır.En başta saygı ile ahlak ile -ki ahlak/din ayrımı mutlaka yapılmalıdır- ilgilidir.
Kitap okurken kitabın içindeymiş gibi olanları izlemek. Tüm hayatların aslında bir tür kurgu olduğunu hissettiriyor. Her karakterin avuçları içinde şekil alan bir hamur gibi. Aslında ağızdan çıkacak birkaç veya birçok kelimelerin oluşturduğu hamur.
Anı defterine yazdıklarımı geri dönüp okuyamamak çok acı verici. insana kendinden kaçıyormuş hissi veriyor. Sanki o hissedilenleri ben hissetmemişim, o duygular bana ait değilmiş gibi. Bir de insan kendinden korkuyor, kuvvetinden hislerinin. Her insanda olan bu eğilime dur diyemiyoruz, geçmişi biraz çöpe atıyor veya mühürlüyoruz. Kendimiz hakkında bilmek istemediğimiz gerçekleri de anılarla öylece çöpe terk ediyoruz.
Genel özellikleri tabii ki hepsinin türbanlı oluşudur,tesettürlü olanları azdır. Her ne kadar modadan ibaret kimseler çokça bulunsa da ciddi anlamda kendini fikri alanda geliştirmiş,ilmi çalışmalarda bulunan idealist türbanlı arkadaşları gördükçe mutlu olurum.