tam 38 dakika önce basmane den konak pier e yürürken farkettiğim ibretlik tespitim. dağlarında çiçek açırtmak (?) için baharı bekleyen soğuğa çalan ılıklıktaki bir izmir akşamında, s health onbin adım hedefime ulaşmak için apanlıca fakat müşkülpelesenk bir halde yürüyordum. adım sayacım 8192 yi gösterirken hilton sapağında bir soluklanayım dedim. burası bizim harbiye nin hiltonunun boyuna uzatılmışı falan diyordu iç sesim. siktir lan salak dedi diğer iç sesim, herşey izin verilen arazi meselesidir. iç seslerim böylece felsefik bir tartışmaya girdi şizofren mallar. eeh sikerim sizi deyip kulaklarımı tıkadım ibnelere ve geldim pier pareme. hala dokuz bin küsürlerdeydi adımlarım. sabahtan beri yürüyorum, hala on bin olmadı diye öfke vort vortları yaşarken, hele bir soluklanayım diye oturdum bir kafeye.
- hancı bana bi bira ver!
bu konuşan da iç sesim 1.
ben dışımdan sessizce oturuyordum. ama bu iç ses hancı, tarkan, kurt, hunlar , selçuklular derken aklıma kervansaraylar geldi.
uzun yollardan gelen yorgun çelebiler, kendilerine bir kervansaray bulup oturup karamel makiyato sigara qeyfeee yaparlardı dinlenmek için. terimlere takılmamak lazım,
sarma tütün türk kahvesi işte o zamanlar.
lan dedim, geçmişte olsan resmen kervansaray burası, bir yatak atsalar köşeye, ahanda sana işte.
kafam deli tespitlerle doldu. geçmişe döndürdüm beyin kozmozumu. bir ara irina shayk ın oscar gecesi giydiği kostüm belli belirsiz yankılansa da gözümün önünde, silkelendim ve kendim olmaya çalıştım. kızlı erkekli sohbetlerin yapıldığı deri koltuklu kervansaraylarda bir frappuçino patlattım, yediğim ağır yemeklerin üstüne yatışayım diye. hancının yerini çalmış garsondan hesabı istedim. kaç sikke para, kaç mecidiye ulan bir osmanbey dedim.
sonra tahta köprüden karşıya geçerken onbin adımı aştığımı görüp otele kadar yürümesem de olur lan artık dedim, taksiye bineyim bari. taksiciye basmane deyince adam kıçıyla güldü bana, iki adım yol yürü amk bakışı attı. ahh dedim eskinin faytoncuları böyle mi yapardı. divan-ı hattü hümayun, tanzimat, ıslahat, vakay-ı vakvakiye, enderun, irina, 93 , harbi mi lan? harem, cariye, irina,kazasker, öşür, tekke, zaviye, sekban-ı cedid, amin...
o üstte yanacak fazladan bir kırmızı uyarıya onurunu teslim etme aşamasına gelmiş halktır. hayır türk halkından bahsetmiyorum amk, dünya halkı, herkes böyle kurban olmuş.
uyuşturucunun kralı kokain değil, bu sikilesi sosyal medyadır bilader.
itiraz? bırak o zaman uyuşmadıysan.
öfke taşması yaşıyorum, yazarak da avunamayacağım elbet, ama yazıyorum anlamsızca.
siyaset facebooktan yapılırsa, ağzını böyle tıkarlar işte adamın.
midpoint'ten yeaa ölsün tayyeap diye tweet atan uyuşuk beyninizi sikeyim sizin.
kim alıyosa üzerine, ona girsin cümlelerimin zehri.
ölüm kamufle ediliyor lan bu memlekette. ben daha öte bir kepazelik, iktidarsızlık görmedim.
nasıl bir çıkar bu aklım almıyor arkadaş. yüzlerce insanı paramparça ettirebilecek bir zalimlik nasıl oluşur.
nasıl bir çıkarın karşılığı bu olabilir anlamıyorum. bütün dünyanın kontrolünü verseler sana yüz yaştan fazla yaşayabilecek misin?
otuz kırk senelik bir geri kalan hayat refahı için, bu kadar insanlıktan çıkan ahlakı kim verdiyse size,
iki dünyada da dünyalar başına yıkılsın amk. götünüze girsin o yeşil dolarlar, hayvan müsveddeleri sizi...
ileride milli takımımızın beyni olması sürpriz olmayacak ORTA SAHADIR. umarım iş disiplinleriyle kendilerini geliştirirler ve gelecekte dünya futbolunda söz sahibi futbolculardan olurlar.
istisnalar kaideyi bozmaz elbet, genel bir yaşanımdır bu bahsettiğim,
karşılaştığım bir diyalog üzerine düşündüm bu bahtsızlığı, üzüldüm...
- abi bizim ofis boy söyledi, hatunların biri 120 liraymış
- ikisini birden alabiliyo musun peki?
- evet, 240 liraya ikisi birden geliyomuş
- hmm, oğlum iki kadın da olsa 240 lira çokmuş lan
- lan oğlum sen hiç hayatında threesome yaptın mı?
- yok abi, ben büyük yüzde onesome ...
geçmişi katmıyorum ama 2012-2013 sezonunda düşünülürse hangisi daha sıkıcı ve katlanılmaz karar veremiyorum.
hani fransız sanat filmlerinde hiçbirşey olmaz, durağan ekrana bakarsın ve yirmi dakika sonra bir kuş kanatlanınca, aa bak kuş kanatlandı dersin ya esnerken; işte fenerbahçe nin bu seneki maçları da buna benzer, aa taç oldu lan falan diyorsun.
ikisi de hayatından bir buçuk saat çalındığını hissettiren yapımlar, uyuklayarak izliyoruz...
komutanım tutukluuuk !!! diye döner komutanına bir korkuyla. fare görmüş fil gibi bir dehşet yaşar, kalp atış hızı üç katına çıkar.
komutan gelir, soğukkanlılıkla.
çaat-çuut sesleri.
sonra komutan askerin eline verir, tüfeği. al da at dercesine...
nokta ve üç nokta arasında sıkışmış bir fenomenin unutulması durumudur. halbuki pek çok önemli görevi yüklenebilirdi iki noktanın yanyana getirilmesi. bir nokta biten, nihayete eren bir durumu ifade ederken, üç nokta devam eden ve ya edecek bir durumu ifade ediyor.
oysa bir de ben böyle diyorum, gerisini artık sen yorumla, siz yorumlayın anlamı vardır ki bu en iyi iki nokta ile sağlanır. özlü bir söz, en iyi iki nokta ile bitirilebilirdi aslında.
ama hayatın önemsiz detayları tabi bunlar, uğrunda ağlanılan kişiler şu an başkalarıyla sevişmeye devam edecek ne de olsa..
Sırtına yükler alıp yola koyulan ve yürürken ilerledikçe yükü ağırlaşan adam, yorulacaktır elbet bir noktada. O yorgunluk anının fiziki etkisiyle, yükünü şöylece bir kenara, mesala bir kaldırım dibine, bir banka, bir kaya üstüne bırakıverir usulca. işte o an, o bırakma anı, benim burada birazdan anlatacağım an, o an (the moment) işte!
Nedir bu adamın ihtiyaç duyduğu?
Adam yeni bir başlangıca ihtiyaç duyar. Taze ve gücünü toplamış olmak ister yeniden sırtına yük alacağı zaman. işte bu en temel insan davranışıdır. Her insan, yorulduğunda yeni başlangıçlara ihtiyaç duyar; sen de duymadın mı?
Yeni başlangıç teması felsefeye bile konu olabilir. Çok özel, ince ayrıntılar barındıran ve hassas bir konudur. Her insan ihtiyaç duyar yeni başlangıçlara, ama her insan başaramaz yeni başlangıçları. Ben başaramam mesela.
Ruhunun yolu zamandır. Zaman geçtikçe ağırlaşır yükü. Bir zaman sonra ruhun kaldıramaz o yükü ve indirecek bir kaldırım bulamayabilirsin. O zaman şuursuzlaşıyorsun işte, ruhun şuurunu kaybediyor. Sonrası, hayatta ne istediğini bilememeye dönüşüyor. Şuursuzken nasıl şuur kazanabilecek ki isteklerin? Sağa sola çarpıp, yolundan çıkmalar ile devam eden yolculuk, kaybedilmişlerin belirgin hatıralar olarak halüsünasyon ve dejavu kıvamında sürekli gözüne gözükmesi, iyice ağırlaşır yükün, yalpalamaya ve şuursuzlaşmaya katlayarak devam edersin ve bu bir kısır döngüye dönüşür. Sonrasında ya kaçıp gitmek istersin ya ölmek; ama ikisini de yapamazsın, yaptırmazlar. Orada, o noktada seni hayata bağlayabilen ne kadar çok şeyin varsa, o kadar şanslısın demektir. Çünkü seni hayata bağlayan hatıralarının, aşklarının, dostlarının, ailenin ve eşyalarının dışında hiçbir şeyin yoktur. Cebindeki para senin için hiçbir şey ifade etmez. Giydiğin ünlü marka kıyafetler, lüks arabalar, güzel kadınlar, makam, şöhret... Hiçbiri hiçbirşey ifade etmez! Sadece seni hayata bağlayanlar miras kalır sana.
O bahsedilen ana (the moment) ulaşabilmenin yolu nedir peki? Ben vazgeçebilme gücü diyorum. Birşeye, mesela hayatına yeniden başlamak istiyorsan, sahip olduğun ve etine yapışmış, ruhuna kenetlenmiş, hem alışkanlık olmuş hem hayatının şeklini bir kabın şeklini alan su gibi almış herşeyden vazgeçebilir misin? Herşeye baştan başlamak, en başından yorar seni, çünkü yine yükler yükleyeceğini bilirsin omzuna ve üşendirir bu duygu seni. Omuzundaki yükü indirip, dinlenip, yeniden sırtına yük almak; eski yükünü yerine zamanındagötürmekten vazgeçmektir!
Kalbin vazgeçmek ister herşeyden. Ama o fitne akıl vesveselendirir ruhunu, gel vazgeç vazgeçmekten der, kandırır seni. Vazgeçemezsin kurduğun çarpık yapılarından. Her depremde yıkılmayı göze alırsın, her selde su basar, her rüzgarda sallanırsın, gözlerinden kanlı yaşlar akar; sen korkağın tekisin, her sabah saat 8 de yine alarmın çalar...
herkesin her nedense dark knight tan yana oy kullandığı kıyaslamadır. oysa joker, onu canlandıran karakterin ölümü gibi duygusal etkenler bir kenara bırakılabilse, batman the dark knight sadece iyi bir macera filmi tadındadır, batman begins ise hiç bitmemesi istenen bir şölen gibi, bir başyapıt gibi, gittikçe yükselen temposuyla bir şölen parıltısı gibidir. kıyas yorumları subjektif yorumlardır tabi, ama çevremdeki herkesi dark knight tartışmasız abi demesi de tarafımca yadırganmaktadır.
20 li yaşlarının üzerindeyse türünün ender görülenlerindendir. bakım evine alınması, özenle saklanması gerekir. en asil duygunun insanı değildir; gönül yarası olmayan, şöyle geçmişe kadeh kaldıramayan adama en asil duygunun insanı demem ben.
2011 - 2012 tbl şampiyonu beşiktaş milangaz kadrosu oyuncularının oyun tarzları sebebiyle kendilerine yakışacak en güzel ünvan. mahallenin büyük abileri...
günümüz berberlerinde müşterilerin yaşadığı en büyük paradokstur bu. berber abi seni sıraya alır, posta gazeteni temin eder önce. çay içer misin abi nezaketiyle gönlünde yer edindikten sonra, kalkmasını beklediğin müşteriyle arada aynada kesişirsin ve egolar savaşır orda. "hah hah haah, sen sırada bekliyorsun ben berber koltuğundayım" bakışı atar seni bekleten piç, saçı da yıkayalım masaj da yapalım der sana nazire yaparcasına. sen de yine o aynadan "senin ananı sikeyim orospu çocuğu" bakışı atarsın. velhasıl kelam sıra sonunda gelir sana. oturursun, sünnetlik gibi giyindirilirsin. berber tıraşına başlar; bu arada kesim boyunca sağdan soldan değdirir koluna. zaten değdirmeyen berber berber değildir.
ve finale geldiğinde sıra ensededir; o kritik soruyu sorar: "abi ense natural mi olsun, çizgi mi yapayım?"
valla hayatın en büyük sorunsallarındandır bu, ben hep o an karar vermişimdir. kimi zaman çizgi, kimi zaman natural ense dolaşmışımdır.
çıkarken parfümünü sıkıp ceketini giydiriyor ya bu berberler, severim bu adamları ya; gözümsünüz...
evet, bu hayatın heyecan verici kadınları; terkedip gitme potansiyeli olan, ne yapacağını hiçbir zaman kestiremeyeceğiniz, elinizde tutabilmek için sürekli savaş vermek zorunda olduğunuz kadınlardır.
hayatın rutin sistematiği ile mutlu olan, tanıştığı ilk kadınla yıllarca düzenli bir ilişki yaşadıktan sonra evlenen, çocukları olan ve yaşlanıp ölen insanlara çok büyük saygım var elbette. hatta çoğu zaman imrenmişimdir, benim başaramadığımı başarabildikleri için.
ama o dengesiz kadın, seni bir gökyüzünün tepe noktasına çıkaran, bir magma ateşlerinde yakan o fırtınalı, o günahkar kadın. sen en tehlikeli , en uzak durulması gereken kadınken; neden hep en çekici kadınsın?