her geçen gün yeni şeyler keşfetmemi sağlayan über yapım. an itibariyle, izleyen birçok kişinin de merak ettiğini düşündüğüm malum "present day, present time" sözüyle ilgili bir şeyler ekledim, ve böylece orijinal metinden de kapsamlı bir hâle gelmiş oldu. lain'i anlamlandıramayanların yüzüne itinayla vurunuz. https://xcogitoergosumx.w...t%20Day,%20Present%20Time
kendisinin bir adet fan yapımı filmi olan aşmış oyun.
youtube'da karşıma çıkan ve oldukça profesyonelce yapılmış olduğunu düşündüğüm fan yapımı bu dark souls filminin çevirisini yaptım. oyunun hikayesine detaylıca girmek isteyenler için oldukça faydalı olduğunu düşündüğüm bir yapım olmuş. yapan kişi sadece oyundaki materyalleri kullanarak bu filmi ortaya çıkartmış ve başta da dediğim gibi oldukça profesyonel görünmekte. filme buradan ulaşabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=V07r7p4rf3I
lain'in açıklamalarına dair yazılmış, göreceli olarak detaylı ve uzun olan bir metnin çevirisini yaptım. daha önce lain hakkında yazılmış bir yazıyı da ekleyerek, açtığım sitede yayımladım. sanıyorum lain hakkındaki en kapsamlı çalışma oldu bu. oyunu ve mangası haricinde, sadece anime bağlamında fikirlerin/teorilerin yürütüldüğü bu metin, animeyi izleyip de "bu neydi şimdi?" diyenlerin zihnindeki karışıklıklara bir nebze olsun cevap verecektir. https://xcogitoergosumx.wordpress.com/lain/
Lars efendinin filmini sonunda bitirme şerefine nail oldum. Gönül isterdi sinema salonlarında izleyelim ama olmadı, kısmet. Sonuçta vizyona soktunuz da biz mi gitmedik? Gerçi zaten böyle bir şeyi en başından beri beklemiyordum. Hardcore versiyonu malum ortamlara düşmedi ama softcore versiyonunun hangi kafayla yasaklanıp vizyona girmediğini anlayamadım.
Lars bu sefer felsefe kitabı yazıp üzerine pornografik ögeler ekleyerek film çekmiş. göndermeler ve aforizmaların hemen hepsi seligman üzerinden yapılıyor. aslında vol. I'de bu iş gayet güzel, ilgi çekici ve akıcıydı ama vol. II'de sırıtıp zorlama hale gelmeye başladı. joe da tabii sonunda bundan nasibini aldı. kadına birden ilham gelmeye başladı.
spoilerlara geçmeden önce bir kaç şey daha söyliyeyim;
Vol. Ide, 3. bölümün sonunda Seligmanın minik bir bölümünü okuduğu Allan Poe hikayesinin adı; Usher Evinin Çöküşü.
Uma Thurman o kısa rolünde döktürmüş resmen. Oysa fragmanlarda tam tersi gibi gözüküyordu.
Lars, Charlotte yerine Eva Greeni oynatsaydı efsane olurdu, müthiş olurdu. Joenin küçük kız ve gençlik haline Eva kadar benzeyen bir aktris bulamazsın! Tabii Charlotte fetişizmin bizi bundan mahrum etti. Ne buluyorsun o ruhsuz kadında? Joenin gençliği Valinor, orta yaşlı hali Utumno olmuş resmen. Yazıklar olsun sana. gerçi malum sahnelerde (özellikle vol II'de) charlotte yerine eva'yı görmek sinir kat sayımı %110 oranında yükseltebilirdi o ayrı bir mesele.
filmin başında rammstein'ın malum parçasının gazına gelmeyin. film tam tersi oranda olabildiğince durgun ilerliyor.
charlotte sen lütfen müzikal kariyerine devam et, oyunculuk sana göre değil. lars'ın gazına gelme bu kadar.
vol. II'de; lars'ın önceki filmlerinden antichrist'e göndermede bulunmasının gerekli olup olmadığı konusunda şüphelerim var hâlâ. yine de çocuk antichrist'deki müzik eşliğinde balkona giderken o sırada charlotte'a bayağı bir sövmüş oldum. neyse ki bu sefer ki düşmedi.
vol. I'de; oltalardan, tırnak kesme muhabbetine, sayıların gizeminden, joe'nin babasının ağaçlar hakkındaki o güzel hayal gücüne, (ve filmin genelindeki ağaç alegorisine) kadar bir çok betimlemeyi izlemek gayet zevkliydi.
vol. II'de; joe tefecilik yaparken sübyancı bir vatandaşı zorla erekte etmesi hikayesinde; ne şekilde olursa olsun cinsel fantezilerini bastıran, karşı tarafa zarar vermeyen insanlara madalya takılması gerektiğini söylemesi üzerine oldukça tartışma döner sanırım. tabii bunun sebebi ise, düşünceyi sübyancı üzerinden dile getirmesinden kaynaklı olur. bir çok kişi seligman gibi; sonuçta herif sübyancının tekiymiş diyebilir. gerçi bunun gibi bir çok tartışmaya açık konu var.
genel olarak gönderme ve aforizmaların çoğunun seligman üzerinden gittiğini yazmıştım. dini konular hakkındaki görüşü ve tasvirleri ilgi uyandırıcı ve güzeldi. yine de vol. II'de joe'nin de filozof moduna girip seligman'dan aşağı kalır bir yönü yokmuş gibi davranması pek hoşuma gitmedi, nedendir bilinmez.
filmin sonunda; eğer sen erkek olsaydın bunca yaptıkların daha olağan karşılanırdı düşüncesi her ne kadar klasik olsa da gayet doğru bir yaklaşımdı.
film boyunca adı geçmediği halde marquis de sade'e bol bol selam çakıldı. * Melancholia'da da aynı durum mevcuttu.
seligman abiye yazık oldu ama. öyle final olmaz olsun. gerçi joe o an zaten kafasında fikirlerini tamamen değiştirmişti ama çok ayıp etti lars böyle yaparak. her şey bir yana, seligman zaten aseksüel değil miydi lan? resmen dalga geçtiler izleyenle. gerçi bu kadar erotik hikaye adamın düşüncelerini de değiştirdi ne yapsın gariban?
hobbit üçlemesinin ikinci filmi... altyazılı ve dublajlı olarak arka arkaya 2 defa izledim. neden öyle bir manyaklığa giriştiğimi bilmesem de anormal baş ağrıları haricinde durumdan gayet memnunum. altyazılıyı izlediğimde salonda ortalama bir kalabalık vardı, dublajlıya gittiğimde tıka basa doluydu, bunu da belirteyim. neyse, 1 sene aradan sonra uğuruna günler saydığımız filmin irdelemesine artı ve eksi yönlerine gelelim.
film peter'ın dediği gibi "bilindik bir yerde beklenmedik bir şekilde" başladı. aylar boyunca, son ittifak savaşıyla başlayacak, balrog'un uyanışıyla başlayacak (ilk uyanışı hobbit dönemine denk gelmekte), dol guldur'dan başlayacak diye yüksekten ayıp tutarken, bree'de peter'ın havuç yiyerek "hadi iyi seyirler" bakışı atmasıyla başlaması güldürse de kişisel olarak beni biraz üzdü. yine de bree içindeki sahneler filmin kurgusu bakımından oldukça doyurucuydu. o sahnelerde gözler yolgezeri aramadı değil...
ayrıca peter bu rolüyle yüzüklerin efendisin'de havuç yiyen "kendisinin" dedesi rolünü oynayarak bu kulvarda anormal bir yere geçti. 3. filmde ne kılıkta görüneceğini en az filmin sonu kadar merak ediyorum, o derece.
filmin ilkine kıyasla aksiyonu ve komedi yönü oldukça bol. mesela bombur'un korkudan 100 metre deparı basması ve fıçılarla kaçışta tek başına şov yapması. cücelerin kafasına basarak kuğu gölü balesi yapan legolas ve legolas'ın gloin ile girdiği muhabbet, gloin ailesinin abuk fotoğrafları... bilbo'nun mimikleri ve el hareketleri oldukça güldürdü. tabii ki havuç yiyen peter'ı da unutmuyoruz...
bree'deki gandalf ile thorin'in sahnesi, arkenstone'un gerek thorin için gerekse taşın stratejik öneminin ne kadar fazla olduğunu anlamak açısından oldukça doyurucu olmuş.
fragmanda fıçılarla kaçış sahnesinin o çizgi filmden hallice animasyonla yapılmış bir bölümünü gördükten sonra filmde buranın vasat şekilde işleneceğini düşünmüştüm ama oldukça yanıldım. aksiyonu bol ve görsel olarak da bayağı güzeldi. yine de bazı yerlerin direkt bilgisayar destekli olduğu apaçık göze batsa da genel olarak durumu kurtardılar.
mirkwood'un ortamını gerçekten beğendim. karanlık ve kasvetliydi. sahnelerin atlı kovalıyormuş gibi hızlıca geçiştirilmesi dışında bir eksisi yok.
bombur'un hakkı sonuna kadar verilmiş.
bard ve göl kent'in efendisi karakter olarak kitaba göre çok güzel yansıtılmış filme. thranduil'in atarlı ve asi bir yapıda görünmesini bekliyordum, suratındaki o uydurma bir hikaye ile eklenmiş yanığın aşırı gereksizliği haricinde bir problem yoktu. oyunculuklar üst seviyedeydi.
sanıyorum filmde kitapla en uyumlu olan yer, woodland realm sahneleriydi. cücelerin karşılanması, uğurlanması gayet kitaba uygundu. ve lake-town şehiri kitapta betimlendiği gibi ne görkemli ne de göze çirkin geliyor. tam kıvamında olmuş, çok beğendim.
dol guldur'un ambiyansı karanlık ve gerilim doluydu. filmde erebor'dan sonra favori ikinci mekanım.
gandalf sağolsun bu film eski dost sauron reyisi de görmüş olduk. bize yüzüksüz de o ürpetici sesiyle ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi. gerçi zayıflamış biraz o ayrı. gandalf ile kapışmaları biraz uzun sürse de görsel olarak ortalama üstündeydi. gandalf'ı bu kadar sık büyü yaparken görmek ayrıca güzel. lotr'de bunun eksikliğini çekmiştik. o değil de yine asası gitti. adama asa dayandıramıyoruz arkadaş.
bilbo'nun mirkwood'da örümcek ağlarıyla oynaması onun took yönünü ortaya çıkarmış. ve bu film gördük ki bilbo yüzüğe bayağı bağlanmaya başladı. ve yüzüğü taktığında örümceklerin konuşmalarını duyuyor olması da hoş bir detay. lotr'de bu detay atlanmıştı.
erebor... ilk filmde erebor'u görünce oha nidaları atarken bu filmde bolca erebor'un içini görmem beni fazlasıyla tatmin etti. o sahneler hiç bitmesin istedim. tasarımcılar her kimse cüce işi mimarisini oldukça kapmış.
ve gelelim filmin başrolüne, yüce, haşmetli smaug'a... fragmanda kendisini ilk gördüğümde animasyon yüzünden beklentimi biraz düşürmüştüm, daha sonra sesini duyunca tekrar beklentilerim artmaya başladı, çünkü umduğumdan iyi bir dublajla karşılaştım. film de ise fragmandaki o görüntüsünün ne kadar yanıltıcı olduğunu görmüş olduk. muazzamdı. ilk gözünü açıp lake-town'a direkt dalış yaptığı sahneye kadar zerre sırıtmadı. sanıyorum filmin bütçesinin yarısı sadece smaug'a harcanmış. bu kadar uzun süre boyunca, oldukça tempolu bir halde sıfır hata ile koca ejderhayı ekrana yansıtmak her benim diyen ekibin yapabileceği bir iş değil. sanıyorum sinema dünyasında ejdarha figürü olarak üzerinde en çok uğraşılmış ve filme bu derece gerçekçi şekilde yedirilmiş tek ejderha. işine gelince nasıl da uğraşıyorsun peter... seslendirmesine zaten diyecek yok, benedict döktürmüş.
şimdi gelelim filmin eksi yönlerine, bu kadar övdüğüm yeter.
öncelikle beorn olmamış. beorn'un evi olmamış. kitap ile zerre alakası olmayan sırf laf olsun diye çekilmiş geçiştirme sahnelerden ibaretti. oysa benim kitapta en çok hoşuma giden bölümlerden biriydi. cüceler eve o şekilde mi giriyor peter efendi? cücelere servis yapan hayvanlar nerede? hadi onu atladın, devasa hayvanları nerede? beorn neden onları hemen kabulleniyor? kaldı ki o beorn tasarımı ne öyle? wolwerine kılıklı... hiç olmamış.
mirkwood bölümünde örümcekli sahnelerini bir nebze anlayabiliyorum ama saraydaki sahnelerin bu kadar kısa olması yüzünden güzelce küfürleri sarf ettim peter'a. cücelerin mapus damına girmesiyle çıkması 10 dakika bile sürmedi. onlar orada en az 1 ay barınıyordu, bilbo içeride kaçış yolu için plan yapıyordu. bunlar en azından daha detaylı şekilde anlatılabilirdi.
thranduil'in suratının o hale gelmiş olması lüzumsuz. resmen adamla dalga geçilmiş. hiç lazım değildi.
peter pan kılıklı, dip boyası gelmiş tauriel hakkında da bir kaç kelam etmek lazım. öncelikle tee en başından böyle bir karakterin olacağını öğrendiğimden beri kendisine kılım. eğer mirkwood'da uslu bir elf olsaydı kendisi hakkında düşüncelerim değişebilirdi ama olmadı. sen git hayali bir karakter ile bir cüce arasında aşk yaşat ve bu işin içine legolas'ı da sok. direkt çıkıp tolkien'e sövsen daha iyiydi peter efendi. kimse bana peter'ın "filmdeki erkek karakter bolluğu çok fazla" bilmem ne demesin. galadriel tek başına o işi görebilir. olmadı bard'a bir kadın bulsaydınız. olmayan bir karakteri yaratıp illa ki biriyle aşk yaşatmaya zerre gerek yok. ki cilveleştiği kişi de bir cüce. sonra tolkien ailesi neden bu adama dava açıyor. az bile yapıyorlar. kitaptan çıkılabilir, ek materyaller eklenebilir ama bu kadar ileriye gitmek fazladır. çok meraklıysa peter efendi kendisi bir kitap yazıp onu filme uyarlasın. neyse, ayrıca legolas ve tauriel'in lake-town'da bulunması kadar alakasız başka bir şey olamaz. legolas gibi bir elfi cüceye tercih eden peter pan'ı da orklar kaçırsın.
legolas'ın bolg'un peşinden gitmesi anlamsız. bire bir dövüşü bir nebze anladım ama bolg wargıyla çekip gittikten sonra at ile onu kovalamanın manası nedir? mümakili tek başına indirmiş, gözle görülemeycek uzaklıktaki nazgulu vurmuş bir elf pekâlâ bolg'un ensesine oku yapıştırabilirdi.
azog bolg değişiminin mantığı açıklanmalı. bolg'u cücelerin üzerine sürmesinin ekstra bir sebebi olmalı.
lake-town efendisinin yanındaki o solucandil çakması karakter gereksiz.
sanıyorum büyücüler arasında istedikleri zaman birbirlerinin yanına gidebilecek bir özellikleri var. gandalf ne zaman radagast'ı çağırsa 2 dk'da yanında beliriyordu. ilginç. galadriel'de durup dururken kayboluyordu mesela ilk filmde.
hazır galadriel demişken, normalde filmde bulunmaması gereken bir karakter ama peter'ın 3. filmi yüzüklerin efendisine bağlayacağı bahanesi ile kendisine göz yumduk. sanıyorum bu film 15 saniye görünmesi bize yetmedi.
bombur'un mirkwood'da bayılıp rüyalandığı sahneyi umarım gösterirler, oradan güzel bir komedi çıkar. extended'ı bekliyoruz. çekilmemişse eksiklik hissederim.
cücelerden bazılarının lake-town'da kalması çok gereksiz. böyle atraksiyonlara hiç gerek yoktu. tauriel'in arwen moduna girip kili'yi iyileştirme çabalarına zaten hiç girmiyorum.
haşmetli smaug'a dönersek... yukarı da o kadar övdüm beklentilerimi fazlasıyla karşıladı dedim ama üzerinde bu kadar uğraşılmış bir ejderhayı da bu derece şamar oğlanına çevirmek ayıptır. ne haşmeti kaldı, ne de yüceliği. cüceler bu kadar kıvrak zekalıysa eğer neden smaug ilk erebor'a saldırdığında alt etmediler de burada öldürmekten beter ettiler diye sorarım sana peter. smaug'un the golden lakabı ancak bu kadar kötü bir biçimde yansıtılabilirdi ekrana.
bir film böyle pat diye bitirilmez, ayıptır yazıktır günahtır. diziler bile böyle bitmiyor. daha iyi bir kurgu yapılabilirdi...
soundtracklere gelirsek. bu üçlemede howard shore gerçekten vasat. ilk filmde yeni maceraya ısınmak için eski alışık seslerin duyulmasını yadırgamadım ama bu film yeni parçaların da çoğunun sönük kaldığını gördüm. çok yavan ve geçiştirme. hiç ön planda değiller. orta dünya filmlerindeki en önemli unsurlardan biri soundtracklerdir bence. lotr dönemindeki bir çok parça diğerlerinden farklı ve bireysel olarak dinlenilebilecek seviyede. filmde ön plana çıkan parçalar bile ne yazık ki lotr dönemindeki parçaların tekrar düzenlenmiş haliydi. ayrıca kapanış parçası da bu filmin havasına uymamış. güzel müzik ama buraya uygun değil. biz enya'lara alıştık bir kere.
soundtracklerden en sevdiğim 2 parçadan birinin en kıl kaptığım sahnelerden birinde çalması beni oldukça üzdü. bkz;
neyse, uzun lafın kısası, övdüğüm kadar sövdüğüm yerleri de olan bir orta dünya filmini geride bıraktık. teknik olarak 1 ile 3 arasında geçiş filmi olarak duruyor, umuyoruz ki peter el mahkum izleyeceğimiz bildiği için bizi sömürüp kitaptan bu kadar bağımsız işler yapmaz.
genel olarak ortalama bir yapım olup, 25 bölüm boyunca manganın reklamını yapan ve bu uğurda amacına fazlasıyla ulaşmış, bunun haricinde pek bir olayı olmayan anime serisi.
2. sezonun gelmesi şu an teknik olarak mümkün olmasa da tez vakitte bir adet ova bölümü yayınlanacak. manga serisinin de pek uzun sürmeyeceğini göz önünde bulundurursak (20. ciltte bitebilirmiş mangakanın dediğine göre) 2. sezonun gelmesi 1 seneye yakın bir zaman alabilir. veya ova serisi olarak devam ederler.
anime ise ilk bölümlerde verdiği aksiyonu tam gaz devam ettirip olayı sadece "titanlar saldırır eren ve tayfası onları öldürür" modunda devam ettirmiştir. ortaya attıkları 1000 tane gizemden birini bile açıklamamışlardır. ki senaryonun alt yapısı bu kadar sağlam olmasına rağmen bunca gizemi açıklamamış olmaları üzücü. hatta açıklamamış olmalarını geçtim, teori üretebilecek malzeme bile verilmiyor. daha önce bu kadar içe kapanık bir seri görmemiştim. titanlar nereden gelir, gelmelerinin asıl sebebi nedir, bu titanlar nasıl ortaya çıkmıştır, titanları gönderen kim, surların gizemi ne, anormal güçte olan titanlar neden hep askeriye içinde, bunlara o gücü veren kim, vesaire vesaire... hiç biri hakkında zerre bilgi verilmediği için izleyen doğal olarak kendisini mangaya yöneltiyor. kötü bir anime değil ama hikaye yönünden oldukça eksik ve kaliteli bir anime serisinde karakterlerden çok hikaye ön plandadır her zaman.
animelerin veya genel olarak animasyonun sinemaya kıyasla başarabildikleri yegane yönüdür bu, hikayeyi ön plana çıkartabilmek, shingeki no kyojin ne yazık ki bunu başaramadı.
tekrar seriye dönersek,
animasyon kalitesi olarak final bölümü hariç son bölümlerde kolaya kaçmış olsalar da (galiba ortalarda biriken parayı final bölümü için harcamışlar, bunun da sebebi final bölümünün tv'den önce sinema salonunda yayınlanmış olmasından kaynaklanıyor olsa gerek) genel olarak orta seviyede gitmekte.
seiyuuların kalitesi ve soundtrackler ortalama üzerinde. sanırım animeye laf atmayacağım nadir konulardan biri.
son olarak; abartıldığı kadar aşmış, kaliteli bir seri olmayıp, trailer'ın ve ilk bölümlerdeki aksiyon ile ortaya attıkları gizemlerin ekmeğini yiyen, ortalama bir seri. eğer amacınız sadece aksiyon görmek ise bunu fazlasıyla karşılıyor ama ötesi yok ne yazık ki.
braun, eren'e durduk yere kim olduklarını ifşa edip kendileriyle gelmesi gerektiğini söylüyor, haliyle eren karşı çıkıyor, sonra çarşı karışıyor zaten. eren ile braun kapışıyor. neden gelmesi gerektiği konusunda da zırhlı abimiz bir açıklama yapmıyor. o sırada ise devasa titan surların tepesinde askeriyeyi dağıtmakla meşgul oluyor. yani 2. sezon yapıldığı zaman aksiyon yine tavan yapmış vaziyette başlayacak.
surların ve içindeki titanların gizemi kilise tarafından bilinmekte ama sadece kan bağı olan kişilere bunu açıklama yetkileri var. askeriyeden Historia onlardan ama gayrimeşru bir çocuk olduğu için bu zorunluluktan muaf. yani istediği kişiyle bu bilgiyi paylaşabilir.
35. bölümde, 17 metre boyunda, dış görünüşü tamamen maymuna benzeyen ve konuşabilen, vücudu kılla kaplı bir titan ortaya çıkıyor.
bence eren öldükten sonra geri dönmeseydi ne güzel olurdu be. ne bileyim başrol mikasa olsaydı çok hoş çok da güzel olurdu. eren'in ergenlikleri bir yere kadar çekiliyor. levi adam gibi vermedi ki şuna ayarı, neyse.
açılışlarda anime içinden spoiler vermeseniz ne kadar güzel olur. lafım 2. açılışa. bir çok anime serisinde bu yapılıyor, oldukça gereksiz.
--animeden spoiler--
5 senedir requiem üçlemesinin son albümü olan pianissimo'yu çıkarması beklenen müthiş bir gothic/doom metal grubu. her bünyenin kaldırabileceği cinsten değil.
serinin yönetmeni ryutaro nakamura reyis geçen günlerde vefat etmiştir. (http://www.animenewsnetwo...taro-nakamura-passes-away ) oysa daha kendisinden en az bu anime kadar vurucu bir yapım olacağını düşündüğüm despera'yı bekliyorken... * yapımcı kadrosunun bu animeden sonra tekrar bir araya geleceği ikinci anime serisi olacaktı ** gerisini siz düşünün. yazık oldu gerçekten.
animeye gelirsek;
sadece bu seriyi izleyerek olay tamamen anlaşılabilir hale gelmiyor ne yazık ki. bundan önce tek bölümlük mangası okunmalı ve kesinlikle playstation oyunu oynanmalı. hatta manga-anime-oyun şeklinde veya manga-oyun-anime sıralamasıyla giderseniz daha yararlı olur. işte o zaman hikaye daha oturaklı bir hale geliyor. olaylar animede görünenlerden çok daha derin ve detaylı. ve ayrıca not düşeyim oyunun ne yazık ki tamamı ingilizceye çevirilmedi * ama yine de resimlerden, ara animasyonlardan bir çok şey anlaşılabiliyor.
animede gördüğünüz her şey sadece lain'in hayal dünyasından ve wired'dan edindiği bilgilerin yansımasından ibaret. lain normalde psikolojik tedavi gören bir kız. olay daha çok lain ve psikoloğu arasında geçmekte ve tabi lain'in tanrısallaşma sürecini de anlatıyor. elbet animede bunlardan zerre haberimiz yok.
oyunun son sahnesinde lain diğer bir lain ile karşılaşır uzun uzun konuşurlar ve bir tanesi kendisini vurur * vurulma sahnesinden sonra kalan lain ve psikoloğu sadece wired dünyasında yaşamaya başlar ve sadece oyuncular ile iletişime geçer.
inançlıları yok yere gaza getirmek için tasarlanmış uydurma bir ayardır. einstein'ın biyografisinde böyle bir olayın yaşandığına dair bir bilgi yoktur. ayrıca inancına kısmen ters düşüyor videodaki rolü. kaldı ki aynı hikaye farklı şekilde de internet ortamında paylaşılmakta "Atheist professor VS Christian student" adı altında. https://groups.google.com...um/?hl=en&fromgroups# !msg/hk.talk.feelings/OiiAQAOiELA/5I_F8BgZuoAJ
vokalini yine değiştirmiş olan grup. lisa johanssonun yerine, heike langhans (https://fbcdn-sphotos-b-a...424873364_619588489_n.jpg ) hatun gelmiştir. merakla kendisinin performansını ve grubun yeni albümünü beklemekteyiz.
lisa'nın ayrılış nedeninin ise ailevi sebeplerden dolayı olduğu belirtiliyor. *
ilk etapta önerilen popüler/bilindik animelerin dışında (tabi bunların kaliteleri konusunda bir şüphem yok) biraz daha arka planda kalmış, * en az burada yazılanlar kadar kaliteli seriler önermekten bir zarar çıkmaz sanıyorum.
(bkz: kara no kyoukai) toplamda 8 filmlik anime serisi. sonuncu film bir kaç aya çıkacak. 5. film efsanedir.
(bkz: serial experiments lain) her bünyenin kaldırmayacağı felsefi yönü çok güçlü, bol ödüllü bir tv serisi.
(bkz: ghost in the shell) matrix piyasada yokken bu anime vardı dostlar.
(bkz: paprika) bunu izledikten sonra inception'a ne kadar orijinal bir filmmiş diyen gözüme görünmesin. tabii nette ararken sonuna anime veya satoshi kon yazmak daha sağlıklı olacaktır. aksi halde tinto brass reyisin filmi çıkmakta.
(bkz: Hotaru no Haka) şu ana kadar yapılmış en vurucu animasyon filmlerden biri olsa gerek. bazı eleştirmenlerin Schindler's List filmiyle yarıştırdığı bir anime.
(bkz: Tenshi no Tamago) neredeyse hiç diyaloğun olmadığı, görsel anlatımın ve sembolizmin tavan yaptığı pek bir depresif, paranoyak anime filmi.
ve tabi ki makoto shinkai'nin bünyesinden çıkmış bütün filmler. ******
kişiye gören değişen bir sıralamadır. eğer sıfırdan başlayıp, çağlara göre gidilmek istenirse gereken kronoloji, history of middle earth serisi de dahil olmak üzere bellidir. ama ondan önce kabaca şöyle bir sıralama mevcut,
silmarillion (eğer elinizdeki ithaki basımı ise güç yüzüklerine dair kitabının okunmasına gerek yok, içinde mevcut)
hurinin çocukları (yine silmarillion içinde yüzeysel olarak bu kitabın özeti mevcut. bana o kadarı yeter derseniz bu da es geçilebilir. ama kişisel olarak pek önerdiğim söylenemez, detaylar önemli)
kayıp öyküler kitabı 1-2 ( tolkien reyisin yazdığı, daha sonra büyük oğlunun tamamladığı orta dünya evreni hakkında akıla gelen gelmeyen her türlü detayın barındığı 12 ciltlik history of middle earth serisinin ilk 2 kitabı. tolkienin oğlu, notları tekrar düzenlemeden geçirerek o ağır ingilizceyi bir nebze olsun basite indirgemiştir. okunması kesinlikle şart)
hobbit
yüzüklerin efendisi üçlemesi
eğer ingilizceniz üst düzeydeyse * history of middle earth serisini de arada kaynatarak şöyle bir sıralama çıkabilir
silmarillion
hurinin çocukları
history of middle earth 1-5
history of middle earth 10-12, ardından 6-8, 9. kitabın yarısı LOTR serisi ve 9. kitabın geri kalan yarısı.
tercih edilirse hobbit ve lotr okunmadan önce, tom bombadil'in maceraları ve Humphrey Carpenter'ın Tolkienin Mektupları adlı kitabı okunabilir.
bazen sıralama yapılırken roverandom da ekleniyor, ama bu kitap tolkien evreninden bağımsızdır ve bu yüzden istenildiği zaman okunabilir.
hoş orta dünya evrenine bağlı kitaplarda istenilen sıraya göre okunabilir, sadece, kafa karışıklığı olmaması için belli başlı bir sıralama vardır. mesela bazı yorumlarda, hobbit ve lotr'den sonra silmarillionun okunması daha sağlıklı görünür. amaç mesajları yorumlayıp kendinize göre bir sıralama çıkartmak.
indiana'nın büyük sürpriz yaptığı finallerdir. paul george ve george hill ikilisi sezona damgasını vurdu resmen. ilk turda atlanta karşısında zorlandıkları kadar new york karşısında zorlanmadılar, çok değişik bir takım. memphis'de beklenenden çok öteye geçti. tabii bunda yarı finalde eşleştikleri oklahoma'nın westbrook'suz oynamış olmasının etkisi büyük. durant bir yere kadar götürebildi tek başına.
spurs bildiğimiz spurs. veteran abiler önüne geleni haşamat ediyor. indiana her ne kadar zorlasa da miami'nin finale çıkacağını düşünüyorum. ama indiana'nın normal sezonda miami'ye karşı üstünlük sağlamış olduklarını da belirtmek gerekir. spurs zaten bu saatten sonra 3-0'dan seri vermez.
final serisi hakkında tahmin yürütmek zor. hele bir o gün gelsin bakalım.
umut edilen şeylerin gerçekleşme ihtimalinin sıfıra yakın olmasına rağmen, öylece beklemektir, sadece beklemek. beklerken insan bitkin düşer, acı çeker, yine de umut eder, belki de dünyanın ona bahşettiği senaryo mutlu sonla biter diye. aslında bu diğer bir deyişle, mazoşistliktir. çünkü dileklerin gerçekleşme ihtimali yoktur, bunun farkındadır ve bu kişiye acı verir. acıya rağmen umut etmeye başlar, belki hikaye tersine döner diye. beklemek, acıdan zevk almasına olanak tanır. bildiği halde ateşe atar kendisini. hayatını sonlandırma fikirinin önüne geçer kimi zaman. umut olmazsa yaşam da olmaz.