the x-files ın bir bölümünde meksikalıların; kasabalarına saldırıp insanların acayip bir şekilde ölümüne neden olan uzaylılara verdiği isim olarak geçiyordu.
eminim ki * evde yalnızken izlediğinde hiç gülmeyen ama sinemada izlediğinde gülen ve neden güldüğü her zaman merak uyandıran insan modelidir.
uzun ve zorlu bir araştırma süreci sonucunda:
"ee tabi kişi sosyal bir ortamda bulunmakta, kim bilir daha önce son kez ne kadar zaman önce sinemaya gidilmiş, arkadaşlar falan var, uzun zamandır görüşmemişler ve her zaman gördükleri reklam sanki o an, o insanla birlikte ilk kez görülüyormuş gibi algılanıyor.
ayrıca sosyalliğin zirvesine vurulması gerektiği düşünülüyor. böyle düşündükçe insanın içi kıpır kıpır oluyor tabi, sinamaya gelinmiş, arkadaşları var yanında falan, insan seviniyor doğal olarak ve bunu dışa vurmak arkadaşlarıyla birlikte olmaktan ne kadar mutlu olduğunu; hem onlara belli etmek ve ne kadar neşeli ve eğlenceli bir insan olduğunu kanıtlayarak ileride yine birlikte sinemaya gitmeyi garantilemek, hem de yalnız başına sinemaya gelmiş ve tek başına olduğu için reklamlara gülmeyen insanlara nispet yapmak için, her şeye gülesi kahkahalar atası geliyor insanın değil mi ama... şu insan denen varlık ne ilginç birşey yahu..." diyesi ve kahkahalar atarak gülmesi geliyor insanın. *
son günlerde sözlükte yaşanan vahim durumdur. başlıkların çoğunun son kelimeleriyle, ilk kelimlerde sözü edilen davranışlarda bulunan şahışlara dolaylı yoldan olması bile tartışmalı bir şekilde, alenen hakaret edilmesi niteliğini taşımaktadır.
-
bilmem neyi, bilmem ne yapan; * hıyarlar, ... suursuzlar, ... öküzler, ... kerizler, ... gibi gibi.
aylarca hiçbir şey yazmayıp, hatta sözlüğe bile girmeyip; vize yada final haftası yaklaştığında, ders çalışmak yerine sözlüğe girmek ve yumurtanın göte dayanmasının verdiği ilhamla sürekli entry girmektir.
olgun, ciddi ve biraz da akıllı hiç bir erkek; her ne kadar çapkın olmasa, çok utangaç bir yapıda bir insan olsa da, içinden keşke kızlar erkekleri tavlasa diye düşünse de gerçekte bunu hiçbir zaman istemez! çünkü burada yazılanlardan da anlaşıldığı üzere çapkın kızların hepsi yalancı olmakta ve bir erkeği tavlamak için türlü oyunlar oynamaktadır. erkekler kadınların düşündüğü kadar aptal değildir. bu yöntemlerle sadece ortam insanı (sosyal) ve yılışık, biraz bekleseniz zaten sizi tavlayacak erkek tipini elde edebilirsiniz. bu tip erkekten, onunla yatmak dışınla hiçbir hayır gelmez. zaten onun amacı da budur.
bu nedenle; ciddi bir ilişki istiyorsanız hatta evlenmek istiyorsanız kendiniz olun, mutlu bir birliktelik ve evlilik için, boşanma yada ayrılık gibi sonuçlarla karşılaşmamak için oyun oynamayın. bir erkek sizden hoşlanıyorsa zaten hemen gözünden anlarsınız, sürekli sizi izler. yapmanız gereken sadece bir gülümsemek bir işaret vermek ya da kişi utangaçsa dostça bir muhabbete girmektir. zaten en utangaç erkek bile muhabbete girdikten sonra gerisini getirecektir.
tarihte sıkça karşılaştığımız ** bir suçlama olan vatan hainliği;
-son günlerde 7 den 70 e herkesin dilinde olan ,
-neredeyse bebeklerin bile ilk söylediği kelimeler haline gelen,
-bu günlerde birine söylenebilecek en kötü küfür olan ve
-insanların birbirlerini vatan hainliği ile suçlamaya başlaması nedeniyle aslında biraz kurcalansa herkesin vatan haini olup çıkarılabileceğini düşündüren bir geyik haline gelmiştir aslında bir insanın üzerine sürülmüş en kötü leke olması gerekirken.
bazı kesimlerce:
nazım hikmet bir vatan hainiydi; orhan pamuk bir vatan haini oldu;
zamanında bazıları atatürk ü bile vatan hainliğiyle suçladı;
ve daha nicelerini...
bu yazıyı okuyan herkes bu üçünden en az birinin vatan haini olmadığını düşünmektedir kesinlikle. peki o zaman neden, nasıl, hangi otorite, neye dayanarak birilerini vatan hainliğiyle suçlamaktadır?
birileri vatan hainliğiyle suçlandığında kendileri temize mi çıkmaktadır?
bu kelimelerin bu kadar rahat kullanılması biraz sakıncalı değil midir?
vatan hainliğinin çok ciddi bir suç olduğunu bilmeyecek kadar cahil midir insanımız? ve böyle bir sucun faillerinin cezasız kalmayacağının! ceza verilediğinde suçlu olmadıkları anlaşıl mıyor mu?
gerçekten vatan haini olup da şu an mezarlarında yatanların kemikleri sızlardı herhalde; vatan hainliğiyle suçlanan bu insanları duysalardı eğer.
vatan hainliği devlete karşı işlenen bir suçtur.
birini vatan hainliği ile suçlamak hakarettir. hakaret de bir suçtur.
orhan pamuk'u; söylediği tek bir cümle ile değil de; mesleği olan yazarlıkla, yazdıklarıyla, edebiyat alanındaki başarılı eserleriyle, hakettiği ödülleriyle (sadece nobel almadı bu adam! ki bence onu da hakkıyla aldı. ) değerlendiren ve beğenerek okuyan biri olarak, dahil olmaktan çekinmediğim oluşumdur.
türkiye de, daha anlamını bile bilmeyen bazı insanların diğer herşeyde olduğu gibi körü körüne inandığı, savunduğunu düşündüğü ama abarttığı düşüncedir.
tek nedeni utangaç bir karaktere sahip olmaktır. çeşitli şekiller farklı farklı olaylar yaşanabilir.
belirli aralıklarla bir kız görürsünüz; çok beğenirsiniz ama utangaç olduğunuz için ve kızla da, ne bir ortak arkadaşınız, ne de herhangi bir çevrede tanışma şansınız bulunmadığından, hiç bir şekilde muhabbete giremezsiniz. bu en kötü durumlardan biridir ama aynı zamanda unutulması en kolay olandır. bir süre sonra başaramayacağınızı anlayıp bırakırsınız. ilginçtir ki bir daha da görmezsiniz kızı zaten.
bir gün bir kız görürsünüz; sizinle aynı ortamlarda bulunur ama yine kızla ortak arkadaşınız yoktur. yani kızın yanına bir kaç metreden fazla yaklaşamazsınız. ama kız da zaten sizin varlığınızdan bile haberdar değildir, bu nedenle tanışmaya çalışmanız da çok risklidir. bir süre uzaktan uzaktan izlersiniz. arkadaşlarınızı devreye sokmaya çalışır, onun arkadaşlarıyla tanışmak istersiniz ama tanışsanız bile aranızı yapmalarını söyleyebilecek kadar samimi olamazsınız hiçbir zaman. daha fazla acı çekmemek için vazgeçersiniz. ya da başka bir erkekle görürüsünüz ama bu sizi fazla sarsmaz çünkü mantıklı biri olarak onun zaten size hiçbir zaman aşık olmadığını bilmektesinizdir.
bir gün bir kızın size baktığını görürüsünüz; kız sizinle aynı ortamlarda bulunmaktadır, siz de ona bakarsınız *. onun sizden hoşlandığını bilirsiniz, o da sizin ondan hoşlandığınızı bilmektedir. bakışırsınız, bakışırsınız. yine de bir türlü konuşmaya cesaret edemezsiniz. "kız" ya o da konuşmak için hiç çaba göstermez. bir süre sonra konuşamadığınız için artık iyice utanır gözlerinizi kaçırmaya başlarsınız. kızın "niye hala gelip konuşmadığınızı düşündüğünü" düşünürsünüz. bir şekilde filmlerdeki gibi bir rastlantı sonucu kaderinizin sizi bir şekilde tanıştırmasını beklersiniz. yalvarırsınız. beklemeye devam edersiniz. içiniz içinizi yemektedir ama yapacak birşey de yoktur. acı çekersiniz. bir süre sonra kızı başka bir erkekle birlikte görürsünüz. o andan sonra çektiğiniz acılar nefrete dönüşür. sürekli bakışıyorduk, benden hoşlanmıyor muydun? benden hoşlanıyorduysan neden seninle ilk konuşan dallamayla çıkıyorsun? nasıl bir aşktır bu? dersiniz, tabi kendi kendinize.
bunlar gibi başka başka olaylar da olabilir ama ne olursa olsun hep aynı şeyler olur, durur. kendinizden,utangaçlığınızdan nefret edersiniz. içinizden kendinize küfür eder, azarlarsınız ama hiçbir işe yaramaz. nasıl başkalarının sözleri, nasihatleri sizi değiştiremezse; kendiniz bile kendinizi değiştiremezsiniz bazen. böyle yaşamaya, yanlız olmaya, aşkınızı paylaşamamaya alışırsınız bir süre sonra. alışmak da zorundasınızdır zaten. yoksa bu kadar acı çekerek yaşayamaz hiçbir insan. aşık olmamaya zorlarsınız kendinizi. başarılı olabilirseniz aşkı silersiniz kalbinizden bir daha hiç aşık olmamak üzere. başarılı olamazsanız silinir gidersiniz aşkın acısı içinde...
trafikte çok vakit geçiren insanlar ( örneğin taksiciler; dolmuş, otobüs soförleri gibi gibi...) trafik ışıklarına koşullanmışlardır. pavlov un kopekleri işte bu insanlar; nasıl ışıkta beklerken en önde durduklarında ışık yandığı an hemen hareket ediyorlarsa, önlerinde bir çok araba olduğu zaman da ışık yandığı an hareket edeceklerini sanmaktadırlar. aslında acınası insanlardır çünkü bir köpekle aynı zeka seviyesine sahiptirler. bu yüzden onlara kızmayalım, eğitmeye çalışalım, öğrendiklerinde kafalarını okşayalım, ödül olarak kemik verelim vesaire vesaire...
yalandan yaşanan ilişkilerdir. karşılıklı oyun oynanır. çünkü çocukken evcilik oyananmamıştır. bunun eksikliği yaşanır. ve bu eksiklik telafi edilmeye çalışılır. gerçek hayat olduğu unutulur. ne yazık ki kimse içindeki çocuğu kaybetmemiştir.
daha ilginci; türkiye de sahte tapu dairesi bile yapılarak insanlar dolandırılabilmektedir.
kapısında tapu dairesi yazan bir binaya girersiniz. içerisi bir tapu dairesi gibi döşenmiş, memurlar ( mı acaba? ) harıl harıl çalışmaktadır ( ama ne için? - dolandırıcılık ), bir ev satın alırsınız (yurt dışında yaşamaktasınızdır); aradan zaman geçer, memlekete dönersiniz ve bir bakarsınız evinizde başkaları yaşamaktadır. tapu dairesine gidersiniz, yoktur. başka bir yere taşındığını düşünür, sorup soruşturursunuz ama orada hiçbir zaman tapu dairesi olmadığını öğrendiğinizde dumur olursunuz.
zaman geçtikçe kaynağı anlaşılan ve alışılan ama yeni bir eve taşınıldığında kaynağı anlaşılana kadar korkutucu olan seslerdir.
olay: gece evden gelen garip sesler,
yer: yeni taşınılan ev,
zaman: ilk gece,
yeni eve taşınmışsın; bütün gün nakliyeyle uğraşılmış, ev yerleştirilmiş, bitmiş. artık yatma vakti gelmiş. bütün gün yorulmuşsun zaten, rahat bir uyku çekmek ister, odana çekilirsin. hazırlanıp yatarsın. başta garip bir duygu kaplar içini. yatak senin eski yatağındır ama yeni odanın şekline göre eşyalar yer değiştirmiştir; ev giriş katındadır ve dışarıdan sokak lambasının ışığı kapalı panjurlar arasından odanın beyaz duvarlarında küçük ışık kümeleri oluşturmakta; dışarıdan geçen arabaların farları bu ışık kümelerinin birden bire parlamasına yol açarak, tam uykuya dalacakken korkup uyanmana neden olmaktadır. zar zor uykuya dalarsın... bir süre sonra yarı uyur, yarı uyanık vaziyette birinin terlik seslerini duymaya başlarsın. ses gittikçe yaklaşır... önce ev halkından biridir diye düşünürsün. kapının kolunda bir "tık" sesi ve açılırkenki gıcırtısını duyarsın. başka hiçbir ses yoktur. kim girdi acaba odama diye düşünmeye başlarsın ama bugüne kadar kimse gecenin bir yarısı odana girmemiştir. artık gözlerin biraz aralanmış, bilincin yüz üstü yattığın yatağından dönüp loş odaya bakman ve gelen kişiyi görmen için sana baskı yapmaya başlamak üzeredir. birisi odana girmiş ve yavaş yavaş sana doğru yaklaşmaktadır. ayak sesleri daha da yükselir, ensende bir nefes hisseder ve hemen korkarak da olsa kafanı çevirip bakarsın sanki birini görür gibi olur ve aynı anda dönüp yorganın kafana kadar çekip yatağın içine iyice büzülürsün. hayalinde elinde kanlı bir bıçak tutan kar maskeli bir adam yada çocukluktan kalma bilinç altına yerleşmiş korku filmlerinden bir karakter veya canavar belirir. bir süre korku içinde beklersin. sonra birşey olmayınca cesaretini toplayıp yorganın altından kafanı çıkarıp bakarsın. etrafında hiçbirşey yoktur. yorganı aralayıp kolunu çıkarır ve başucu lambanı yakarsın. odada hiçbir yabancı varlık yoktur. kalkıp odanın kapısından salona doğru bakarsın herkes yatmıştır ve de ne bir işik ne de bi ses vardır. tekrar yatarsın. heyecandan kalbin deli gibi atmaktadır. ışıkları yaktığın için de gözlerin artık karanlık odada hiçbir şey seçememektedir. ayak sesleri tekrar başlar. o anda ani bir rüzgarla panjurlar sallanır, içeriden ıslık sesi duyarsın. hemen evde hayalet olduğundan süphelenmeye başlarsın. hayalet odanın içinde dolaşmaktadır. tekrar yatağın içine büzülüp sabahı zor edersin. ailenin diğer üyelerine evde hayalet olduğunu söylemeye çekinirsin. büyük ihtimalle dalga geçip ciddiye almayacaklarını bilirsin. ertesi gece yine aynı şeyler olur... sonraki gece de... bir gün terliğinin eskidiğini gören annen sana yeni bir terlik alır. ama bu terlik eski terliğin gibi altı yumuşak olanlardan değil de, sert olanlardandır ve evde yürüdükçe "tak tuk" sesler çıkarmaktadır. sesler bir yerden tanıdık gelmektedir. o gece yine yatarsın ve hayaletin ayak seslerini yine duymaya başlarsın ama senin yeni terliklerinden çıkan sesin aynısıdır. dikkatlice dinlemeye başlarsın ve anlarsın ki sesler aslında üst kattan gelmektedir. yanlış anlamayın üst kattaki komşunu yürürken terliklerinden çıkmamaktadır bu ses; sizin hayalet bu gece üst kattaki komşudadır...
tartışmalı bir konudur. 2 noktada anlaşmazlık vardır.
bunlardan ilki gece, evde yalnızken falan gaipten sesler duyduğunu söyleyen ama aslında gerçekte var olan tıkırtılar, rüzgar sesleri, uğultular, kapı gıcırtıları duymakta ve bu sesler muhtemelen komşu dairelerden falan gelmektedir.
diğer bir nokta da gerçekte var olmayan ama nasıl oluyorsa kişinin kafasının içinde duyduğu, etraftaki diğer insanlar tarafından duyulmayan, hayal ürünü seslerdir. genellikle hani çizgi filmlerde kahramanın kafasında ampul yanar ve napacağını söyleyen bir ses duyar ya işte onun gibi birşeydir. vahiy
ayrıca bir de akıllara zarar üçüncü bir çeşidi vardır bunun ki ben bizzat yaşadım... abartmıyorum, gerçekten şöyleydi:
akşam okuldan çıkmış, cuma akşamları geleneksel olarak ailecek sinemaya gittiğimizden, (herhalde 1-2 yıl geçti bu olayın üstünden bir daha da yaşamadım neyse...) yine o akşam da sinemaya gittik. ben de o gün çok yorulmuşum, bizimkiler içecek birşeyler alırken kenarda bir sandalyede oturuyorum, etrafta da kimseler yok. birden bire arkamdan sırtıma biri parmağını batırıp kulağıma "bööööö" dedi. ben de hafiften dalmışım, birden irkilip arkama döndüm. "heralde bir arkadaşım gördü de şaka yaptı" diye düşündüm saniyeler içinde. alahalah arkama bakıyorum, etrafımda dönüyorum kimse yok... bizimkilere bakıyorum hala kasadalar. ama biri olması lazım sesini duydum, hadi sesi geç parmağını hissettim sırtıma batırdı yahuu! böyle garip birşeydi işte çok yorgundum belki ayakta uyudum, rüya gördüm falan dedim fazla da üzerinde durmadım. ama nedense bazen aklıma gelir ulan keske üstüne gitseydim belki süper güçlerim (ölülerle konuşabilme - ghost whisperer) olurdu belki diye içim içimi yer. acaba başka birilerine de oldu mu böyle birşey diye düşünmeden de edemem. ama kime anlatsam ya ciddiye almazlar ya da çaktırmadan uzaklaşırlar yanımdan.
baba (the godfather) dan bile daha iyi bir film diye nitelendirilen ama bence son derece sıkıcı, yavaş ve bitmek bilmeyen klişe bir "köstebek" hikayesidir. bunun dışında filmin hiçbir özelliği yoktur. sadece neden olduğu bilinmeyen bir şekilde film abartılarak yere göğe sığdırılamamaktadır.
--spoiler--
çoğunluk beğenmemesine rağmen ben en çok filmin son 10 dakikasını beğendim çünkü o kadar sıkılmıştım ki artık bütün karakterleri öldüresim gelmişti...
--spoiler--
spiderman çizgi romanında; uzaydan (marstan) yalışlıkla astronotlar tarafından dünyaya getirilen, the x-files daki "black oil" a benzeyen siyah, petrol kıvamında, bir uzaylı yaratıktır. spiderman in üzerini kaplayarak, siyah renkte bir kostüm şeklini alır, spiderman i daha güçlü bir hale getirir ama bir yandan da bedenini ele geçirmeye çalışmaktadaır. bunu anlayan spiderman sadece yüksek frekansta seslerin bu yartığı rahatsız ettiğini keşfeder ve bu zayıflığından yararlanarak üzerinden çıkarıp kurtulur, ama yaratığı öldüremez. yaratık bu kez; peter parker dan nefret eden eddie brock adlı fotoğrafçıyı ele geçirerek, şeytani bir varlık haline gelir ve spiderman in baş düşmanı olur. işte bu yaratığın bilimsel adı "the black symbiote" dır. ama herkes onu "venom" olarak tanır. ayrıca pek yakında gelecek olan "spiderman 3" filminde de bu yaratık vardır.
(bkz: spiderman)
(bkz: venom)