sekiz on yıl önce tv'de şahit olduğum bir görüntüyü düşünürsek, doğru olabilirdir.
norveçin kuzeyinde norveçlilerin bile varlığından haberdar olmadığı, artık kutup noktasına varmadan önce son durak olan, küçük bir kasabada avrupa halter şampiyonası yapılmaktadır. salonda seyirci olarak sadece 30-40 tane türk vardır ama sanki binlerce seyirci varmış gibi ortalığı inletmektedirler. bizim spiker "avrupa'nın değişik yerlerinden sporcularımıza destek olmaya gelen türklerle gideyim de röportaj neyim edeyim diyerek içlerinden birine hangi ülkeden geldiğini sorar. aldığı cevap "ben bu kasabada yaşıyorum abi" olur. diğerlerine de sormaya kalkınca, ilk konuştuğu türk spikere "biz hepimiz bu kasabadanız, burada yaşıyoruz" der. düşünün artık, kutupların dibindeki el kadar kasaba ve orada yaşan 30-40 türk.
kendilerinden olmayanların öldürülmesi gerektiğine inananların,
küçük kızlarla evliliği ve çok eşliliği savunanların
dünyadaki bilimsel gelişmeye en küçük bir katkısı yokken, her buluşa "bu kuranda vardı zaten" diye atlayan yüzsüzlerin,
din adına 1400 yıldır kafa kesip, kan akıtıp sonra da "bizden niye nefret ediyorsunuz" diye ağlamasıdır.
solcular "altıncı filo defol" derken, polis korumasındaki satırlı ülkücülerin saldırısına uğradığı düşünüldüğünde doğru olan başlıktır.
aradan otuz yıl geçtikten sonra kurtlar vadisi gibi tırt filmlerle başına çuval geçirilen subayların intikamını amerika'dan almaya kalkan ve amerikalıların gerçek yüzünü ancak otuz yıl sonra gören ülkücülere sormazlar mı: birader jetonlar tarihe karışalı yıllar oldu, sizin jeton daha anca mı düştü?
nisan, mayıs ve haziran'ın ortasına kadar, ayrıca kasım ve aralık ayları, hem antalya, hem de kaş gibi ilçelerin en güzel olduğu dönemdir. ağustosun ortasında dinlenmek için tatil amacıyla gidildiğinde antalya ve ilçelerinin size vereceği tek şey daha fazla yorgunluk olacaktır.
evrim yoksa ve tüm insanlar ademle havva'dan türediyse yeryüzünde bu kadar insan çeşitliliği niye.
ya ademin soyundan gelenler de evrime uğradı ve bazı insanlar çekik gözlü, diğerleri zenci, bazıları da sarışın oldu, yani evrim gerçekleşti, ki bu da kutsal kitapların yalan söylediğini gösterir.
ya da aslında tek bir adem ve havva yoktu, tüm ırklar farklı atalardan türediler ve bu da kutsal kitapların yaradılış teorisiyle çelişir.
bu arada allahın ilk insan prototipini çamurdan yapıp sonra ona üfleyerek canlandırdığına inanmak neyin kafasıdır.
resmen çamurdan geldiğine inanıyorsun ama maymun gibi insana benzeyen canlı bir varlıktan evrilmeye inanmıyorsun.
güzel ve şık giyinmeyi seven yılmaz güney bir gün yine iki dirhem bir çekirdek giyinir ve dışarı çıkar. kendisini gören ve üstü başı dökülen bir gariban da "sen ne biçim solcusun, bi benim kıyafetlerime bak, bir de kendi üstündekilere" der. yılmaz güney de cevaplar :"ben ikimiz de senin gibi giyinelim diye değil, sen de benim gibi giyinebilesin diye solcuyum".
seksen darbesiyle birlikte kendisine ait bir dünya görüşü olan, bunu dile getiren her gencin terörist damgası yiyerek hapis ve işkence tezgahından geçmesi sonucu, devlet, tv ve aile işbirliğiyle yaratılan yeni nesildir. bunlara kuran kurslarında beynini aldıran kitleyi de eklediğinizde, tablo daha da vahimdir.
abd de yapılan bir araştırmada harvard gibi üniversitelerde okuyan gençlere mezun olduktan sonra elde etmek istedikleri şeyin ne olduğu soruluyor ve çok azı para diyor. genelde çoğu piyasaya atılıp, rakiplerimin canına ot tıkamak, herkesi alaşağı edip onlara en büyük kimin olduğunu göstermek falan diyor. tabi bu elemanların çoğu 25-30 yaşında mutluluğu kokainde arayıp, 40 yaşında ilk myocard enfarktüsü ve anjiyoyu tecrübe ediyor.
michael lövy, "marksizm ve din" adlı kitabında latin amerika devriminin oluşumunu incelerken, oradaki katolik din adamlarının devrime nasıl önayak olduğunu, hatta bazılarının elde silah faşist cuntaya karşı savaşırken vurularak öldüğünü anlatır.
devrime yardım eden din adamları: "biz insanlara öldükten sonra cennet vaat etmek için değil, o cenneti bu dünyada yaratmak için din adamı olduk" derler.
adnan menderes zamanından beri türkiye'de dinci, ılımlı islam, amerikan kıç yalayıcısı iktidarların söz sahibi olduğunu bilmeyen cahal lakırdısıdır.
şimdi gelelim asıl mevzuya : osmanlı imparatorluğu içinde çok iyi yetişmiş, tecrübe sahibi bir sürü devlet adamı, okumuş, avrupa da eğitim almış teknotratlar vardı ama, şimdi tutup da elli altmış yaşlarında olan ve sarayda bir mevki sahibi olan adamların hiçbiri 38 yaşında ordudan ayrılmış bir askerin: "ben yeni bir ülke kurmaya karar verdim, gelin beraber çalışalım" teklifini kabul edemezdi. o yüzden atatürk ülkeyi kurarken bu elit ve eğitimli kitleyi yanına alamadı. cumhuriyetin ilk yıllarında devlet memurlarının ankara garında sotaya yatıp, istanbul'dan gelen trenden inen takım elbiseli insanlara devlet kadrolarında iş teklif ettikleri, hatta adam yanındakiyle fransızca falan konuşuyorsa direkt dışişlerine alındığı anlatılır. ankara'da sene seksenler falan, kuğulu parkta yeğenimi oynatırken yanımda oturan 94 yaşındaki amca bana hikayesini anlatmıştı. cumhuriyet ilk kurulduğunda okuma yazma bilenler hemen memur oluyor, ilkokul okuyanlar müdür olarak işe başlıyordu. ben de ilkokul mezunu olduğum için müdür olarak işe alındım ve müdür olarak da emekli oldum" demişti.
hah işte olayın asıl can alıcı noktası da bu. atatürk sonraları zeki gençleri yurtdışına gönderdi ama bu çocuklar geri geldiklerinde onların amirleri ya anca okuma yazma bilen, ya da ilkokul mezunu olan kimselerdi. bu insanlar, yurtdışından gelenleri kendileri ve mevkileri için bir tehdit olarak algıladıklarından, eğitimli gençlerin asla gerçek anlamda birşeyler başarıp sivrilmesini ve yükselmesini istemediler. cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki idealist düşünce, yerini koltuğunu kaybetmemek için her türlü bizans oyununa hazır memur zihniyetine bırakmıştı. ve kısa sürede bu yurtdışından gelen gençlerin çoğunu canından bezdirerek, tekrar yurtdışına kaçmaya zorladılar.
özetle : cumhuriyet ikinci, hatta üçüncü sınıf memurlar ve teknotratlara emanet edildi ve bu adamlar da zaten ellili yıllarda yerlerini adnan menderesin gerici kadrolarına bıraktılar. sonrası malum.
dilin de yaşayan bir organizma gibi sürekli dinamik bir değişim içinde olduğunu düşünürsek, binbeşyüz yıl öncesinin arapçasını bugünkü arapların bile anlamadığını söyleyebiliriz.
bir de daha önce görev yaptığım yere dört tane kuveytli stajyer öğrenci gelmişti. bunlara eğitim materyali ve sınav kitapçığı olarak arapça kitaplar verildi ama hepsi sınavlardan çaktılar. söyledikleri şeyse : "arapça konuşulan tüm ülkelerde arapçanın zilyon tane farklı diyalektiği olduğu ve en saf bozulmamış arapçanın suriye diyalektiği olduğu, kendilerine sınavda verilen soru kitapçıklarının da suriye diyalektiğiyle hazırlandığı ve bi bok anlamadıkları yönündeydi.
bir de islam dünyasına bi bakın amk. bir tarafta taliban, kuranı ve islamı nasıl algılıyor, diğer tarafta iran, suriye, türkiye, hepsi kafasına göre takılıyor. ne demişler : kutsal kitapları okuyup anlamayan dindar olur, anlayanlar ateist.
hiç olmazsa o misyonerlerin fiilen orada bulunup (çocuklara okuma yazma öğretmek, sağlık ocağı açmak gibi) birşeyler yaptıkları düşünüldüğünde bir derece kabul edilebilir bir eylemdir.
son yıllarda ülkemizde "kurban parasını bizim banka hesabımıza yatırın, biz o parayla afrikadaki aç kardeşlerimizi doyurucaz" diyerek, afrika'ya adımını bile atmadan, sadece o insanların varlığını kullanarak milyonlarca lirayı zimmetine geçiren islami organizasyonlardan bin kat daha iyidir.
amcan okuduğun lisede okul müdürün olunca ske ske gidersin. odasına gidip esas duruşta durarak sınıfta kimsenin olmadığını söyler ve eve gitmek için izin istersin. daha dün akşam beraber maç seyrederken daşhak geçtiğin adam, kafasını masasındaki evraklardan kaldırmadan ne kadar angarya kağıt kürek işi varsa sana kitler ve akşama kadar okulda esir eder, ki o da akşam evdekilere "lan bu salağı bugün okulda asker ettim" diye anlatıp bir gece önceki maç muhabbetinin intikamını alsın.
"bayramda yedi yaşından büyük çocuklara el öptürmeyin, tahrik olabilirsiniz. çocuk yedi yaşından küçük ama gelişkin ve çekici bir vücuda sahipse, kendi çocuğunuz ya da akrabanız bile olsa ona da el öptürmeyin, baştan çıkarsınız" diye nasihat verirken aslında çocuklara ne gözle baktığını beyan eden cübbeli denen yaratık ve etrafındakilerin kendilerini şeytandan koruma amaçlı aldıkları tedbirdir.