eğer size 3 yıllık ilişkiniz boyunca "sen benim ilk ve son aşkım olacaksın." "seni ömrümün sonuna kadar unutamam." "senin tenin, senin kokundan başka diğerleri sadece mide bulandırıcı, daha fazlası değil." gibi binlerce hatta tonlarca cümle sarf edilmişse, başınıza geldiğinde artık kimseye güvenemeyeceğinizi kabullenmekten başka çareniz kalmaz
acı gerçekleri yüzünüze hiç çekinmeden vuran şarkıdır. kendinizi kandırdığınızı fark edersiniz bir bakıma bu şarkıyı dinlediğinizde. 'unuttum onu.' 'bitti artık.' 'gerçekten bir şey hissetmiyorum.' kendinize söylediğiniz bunun gibi milyonlarca yalanın bir gece gördüğünüz bir rüya sonrası ağlayarak uyandığınızda gerçekten de birer 'yalan' olduklarını fark edersiniz. ve aklınıza bu şarkı gelir.
gece ağır ağır gelir
gelir baş ucumda bekler
bana bittiğini söyler
bir daha sevmeyeceğini de
uyumaya calışsam da faydası yok
sana sarılmayı özlüyorum hala...
sudan çıkmış balığa dönmenize sebep olan olay. eğer ki bir de başınıza ilk defa geliyorsa, gözünüze takılmış toz pembe gözlüğün acımasızca çıkarılıp yerde parçalandığını hissedersiniz. inanamazsınız. size daha geçen hafta 'sen benim her şeyimsin. sensiz yaşayamam. sen bana ne yaptın böyle?' gibi gerçekten de inandırıcı sevgi sözcükleri söyleyen birinin, uğruna onca şeyi feda etmenize rağmen, bir sebep bile göstermeden aniden çekip gitmesine anlam veremezsiniz. mümkünü yoktur, hala seviyordur sizi tabi ki, 'sadece kafası karışık' diye kendi kendinizi avutursunuz. bugüne kadar kimseye taviz vermemişsinizdir, kimse için kendinizi küçük düşürmemişsinizdir. ama onu karşınızda gördüğünüzde dayanamayıp, 'ne gururu lan' dersiniz kendinize, 'benim canım o, hayatım o benim. o olmazsa ben nasıl devam ederim. hem o da beni seviyor.' diye yanına gidersiniz. ama o gözler, onun gözleri değildir. sizin gözlerinize aşkla bakan o sıcacık bakışlar yoktur artık. karşınızdaki tanımadığınız biridir. boş ve anlamsız gözlerle size bakar. 'ağlama' der sadece. eskiden ağladığınızda sırf siz ağlıyorsunuz diye ağladığı anlar gelir aklınıza. sıkı sıkı sarılırsınız kokusunu çekersiniz içinize. son kozlarınızdır artık. size deli gibi aşık olan o insanın artık orda olmadığını bile bile, bir ümitle yalvarırsınız: 'bırakma beni lütfen.'. herkese övünerek bahsettiğiniz o umursamaz ve gururlu siz kaybolmuştur. düşünebildiğiniz tek şey karşınızda duran sizi sevmeyen birine gitmemesi için neler yapabileceğinizdir. o an idrak edemezsiniz. ama yapacak bir şey kalmamıştır. (bunun aşamalarını entry min ilerleyen kısımlarında anlatacağım.)'bitti işte. olmuyor.' der o çok güvendiğiniz, asla sizi bırakmayacağını ne olursa olsun yanınızda olacağını söyleyen insan. bir şey diyemezsiniz sadece ağlarsınız. son bir umutla sorarsınız 'beni çıkardın mı artık tamamen hayatından?'. çıkarmasa nolucaktı ki sanki ama o an bu tarz ayrıntıları düşünemezsiniz sadece onu istiyorsunuzdur hayatınızda öyle veya böyle. 'artık yüzüne bakamam. bitti bu kadar.' ve gider.işte terk edilme eylemimiz tamamlanmıştır. bundan sonra yaşanacaklar bir kaç evrede gerçekleşir.
1) isyan evresi
gözleriniz ağlamaktan acıyana kadar ağlarsınız. hiç durmadan ağlarsınız, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmazsınız. sürekli onunla olan anılarınız aklınıza gelir size hiç 'seni hiç bırakmayacağım. asla.' dediği anlar gelir. daha çok ağlarsınız. inanamazsınız. kendinizi tırmalamak istersiniz hatta bazen yaparsınız da. genel olarak bireyin kendine zarar verme eğilimi bu evrede sıkça görülür. bilinçli olduğunuz anlarda hep aklınıza o ve onunla yaşadıklarınız geldiği için bilinçsiz olmayı istersiniz. bunun yolları da uyumak, sarhoş olmak, uyuşturucu kullanmak ya da ölmektir. karakterinize göre bu dört yoldan birine yönelirsiniz. kendinize acı çektirmekten mazoşistçe bir zevk aldığınız için eskiden size ait olan şarkıları dinlersiniz. ağlamanın sınırlarını zorlarsınız. arkadaşlarınız sizin için oldukça endişelenir ve terk eden taraf hayatı boyunca yemediği küfürü bu evrede yiyebilir. arkadaşlarınız sizi eğlendirebileceklerini düşünerek kafanızı dağırmak için saçma sapan yollar deneyebilir. ama en klasiği tabi ki 'sana sevgili mi yok' cümlesidir. yok ulan. tabi ki bu evrede yemek size hatırlatılmadıkça ihtiyaç duymadığınız bir nesneye dönüşür. eğer terk eden kişiyle aynı ortamda bulunuyorsanız (okul, iş yeri, sosyal bir ortam vb.) onu görünce size acıması ve ne hale düştüğünüzü görmesi için zaten bok gibi asık olan suratınızı iyice asarsınız. bunun esas nedeni hala terk eden kişinin sizi sevdiğini düşünmenizdir. dediğim gibi bunu kabul etmesi biraz zaman alır. belki size acır ve geri döner diye zaten yok olan gururunuzu iyice yerlere atarsınız. eğer ortak bir iki arkadaşınız varsa onların yanında da iyice kendinizi acındırırsınız. dıştan bakılınca tam bir zavallısınızdır artık. bravo amacınıza ulaştınız.
2) sorgulama evresi
biraz daha mantıklı düşünebilmeye başladığınız evredir. artık o kadar sık ağlamazsınız. geceleri başınızı yastığa koyduğunuzda biraz ağlarsınız, birlikte yaptığınız şeyleri günlük hayatta yalnız yaparken ağlarsınız, birlikte geçtiğiniz yollardan yapayalnız yürürken ağlarsınız, en son onunla buluştuğunuzda giydiğiniz kazağınızı belki kokusu sinmiştir diye koklamaya çalışırken acizliğinizin ve onu ne kadar özlediğinizi fark edip ağlarsınız. küçük şeyler sizi ağlatir, küçük anılar... ama dediğim gibi birinci evredeki gibi durup dururken ağlamazsınız. iştahınız hala kapalıdır ama en azından yemek yemek için çabalarsınız. artık onu gördüğünüzde kendinizi acındırmak için uğraşmazsınız. bunun için ekstra bir çaba harcamanıza gerek yoktur zaten. sadece olduğunuz gibi davranırsınız ve mümkün olduğunca onunla göz göze gelmemeye çalışırsınız. bu evreyi diğerinden ayıran en önemli özellik artık terk eden eski sevgilinin sizi sevmediğini kabullenmeye başlamanızdır. 'yalanmış.' diye düşünüp durursunuz. kendi kendinizi ikna edersiniz. çok acıdır, ama yüzleşmeyi başarırsınız. bu kadar güvendiğiniz birinin nasıl böyle bir şeyi size yaptığını anlamaya çalışırsınız. bir insan bu kadar kötü olabilir mi? bu kadar acımasız ve adi? onun uğruna kaybettiğiniz şeyleri düşünürsünüz. gururunuzu, inancınızı, masumiyetinizi düşünürsünüz. onunla birlikte olabilmek uğruna kırdığınız diğer kalpleri düşünürsünüz. tüm fedakarlıklarınız gözünüzün önünden geçer. 'bunu hiç hak etmedim ben.' diyebildiğiniz an bu evreyi tamamlarsınız.
3) intikam evresi
artık ağladığınız anlar baya azalmıştır. daha doğrusu ağlamanın anlamsızlığını fark edersiniz. giden gitmiştir. yapabileceğiniz bir şey kalmamıştır. üstelik gözünüz aniden açılmıştır. siz orda bitkisel hayattaki hıyardan farksızken o hayatına kaldığı yerden son hız devam edebiliyordur. bir de yüzsüz gibi eğlendiğini size duyurma merakındadır. sanki seni bırakan benim allahın belası bu neyin egosu hala. neyse. onu sevdiğiniz anlar artık size çok uzak gelmektedir. sanki o sevdiğiniz insan ölmüştür ve şu anki onun bedenini ele geçirmiş bir piç kurusudur. böyle düşünmek sizi rahatlatır. karşınızdaki insana nefret duymaya başlayabilirsiniz. artık size acımasını istemek şöyle dursun ağzına itinayla sıçmak istersiniz. bedduaların doruk yaptığı bir evredir bu evre. anca idrak edersiniz çünkü size yapılan haksızlığı. ve artık oldukça neşeli davranmaya çalışırsınız. hatta arkadaşlarınızdan kafanızı oyalamak için size yeni birilerini ayarlamasını istersiniz. kimse sizin onu unuttuğunuza inanmaz. aslında unutmamışsınızdır. (diğer evrede bundan bahsedeceğim.)ama siz herkese dersiniz 'yok ya valla böyle bir insanı sevemem, geçmişte kaldı.' genelde bu evrede ilk evrede yapılanlardan büyük pişmanlıklar duyulur. ve o anlar hatırlanmamaya çalışılır. artık terk eden bireyle olan anılar yasaklı bölgedir ve beyninizin o alana girmesine asla izin vermezsiniz. bir kaç kısa ilişkiniz olabilir ve bunu onun gözüne sokmak istersiniz. abartılı kahkahalar ve 'bak hayata devam ediyorum' kaygılı facebook paylaşımları(resimler statusler şarkılar) bu evrede görülebilir.
4) yanıldığını kabulleniş evresi
bu evreye geçiş uzun olabilir. çünkü bu evre için tetikleyici bir olay olması gerekir. bu, ona ait , unuttuğunuz bir eşyası, size yazmış olduğu önemsiz bir not, ya da bir gece görülen sinsi bir rüya olabilir. bunlardan biri onu hala sevdiğinizi fark etmenizi sağlar. köpekler gibi seviyorsunuzdur hem de. her şeye rağmen şu an dön dese koşarak dönersiniz. ne kadar inkar etmek isteseniz de o hep farklıdır, hep sizin için farklı kalacaktır. çünkü yarım kalmıştır içinizde, tamamlayamamışsınızdır. onu özlemeye ve sevmeye mecbur olduğunuzu hissedersiniz. 'başka kimse o olamayacak mı? kimseyi sevemeyecek miyim ben?' diye düşünmekten kafayı yersiniz. hatta uzun bir süre sonra ilk kez bu evrede şiddetli ağlamalar görülebilir. ama ilk evreye göre daha mantıklısınızdır artık. sahte mutluluk oyunlarına son verirsiniz. zamanı akışına bırakırsınız ve geçişiyle birlikte acılarınızın da azalacağı günü beklersiniz. ve zaten fark edersiniz ki ilk zamanlardaki kadar yoğun değildir o acınız. bunu fark etmek size biraz da olsa umut verir. hayatın sürprizlerle dolu olduğunu kendinize hatırlatırsınız ve zamanın neler değiştireceğini, bir sene sonra belki tamamen başka biri için üzüleceğinizi düşünerek kendinizi avutursunuz.
5) alışma evresi
o hayatınıza girmeden önceki rutininize dönmeyi başarırsınız. artık eskisi kadar sık aklınıza gelmez. onu belki bir gün unutacağınızı bilirsiniz ama size yaptıklarını unutmazsınız. bir hayat dersi gibi sürekli aklınızda kalır. kimseye koşulsuz güvenmemeyi öğretmiştir çünkü size. olgunlaştığınızı hatta büyüdüğünüzü hissedersiniz. toz pembe gözlükleriniz bir daha takılamayacak haldedir, yeni hayatınıza alışmaya çalışırsınız ve yeni biriyle tanışana kadar bir daha o gözlüklerden takmayacağınıza yemin edersiniz kendinize.
bazen de aşık olduğunuz insanın kollarında, sizin saçlarını okşarken kokusunu içine çekerek ağlamaktır aşk acısı. iç çekmeleriniz ve hıçkırıklarınızdan başka hiçbir ses çıkarmadan gömleğini ıslatmaktır. onu içine hapsetmek istemek, zamanın durmasını ve sizin göz yaşlarınız dinince onun kalkıp gideceğini unutmak istemektir belki de. kulağına 'gitme' diye fısıldamak ama çaresizce son anları belleğinize kaydetme çabalarıdır aşk acısı. saçlarınızda onun kokusunu hissetmenin size acı vereceğini bilmenize rağmen iyice sokulmaktır belki de. fazla değil, bir kaç saat sonra yatağınızda yalnız yatarken bu anın tekrarlarca düşünüleceğini ve ağlarken sarılacağınız tek şeyin soğuk bir yastık oluşudur. onsuz yaşayamacağının bilincinde olup elinizden hiçbir şey gelmemesidir aşk acısı.
sokakların boşalmasını, takipçisi olmayanlarının dahi ekran başına geçmesine sebep olmuş bir finale sahip dizidir.
türkiye'de halkı bu kadar derinden etkileyen nadir yapımlardan biridir. özellikle beren saat in oyunculuğu takdir edilesidir. bu kadar beğenilmesinin ve yıllar sonra bile en kaliteli yapımlardan biri olarak sayılacak olmasını acı sonla bitmesine bağlıyorum. bu bir gerçek ki kötü son her zaman daha akılda kalıcı oluyor.
son olarak behlül'ün haline öyle acıdım ki... ben behlülün yerinde olsam jigololuk yapar, paranın ağzına sıçardım.
ne nihal karakterini ne behlül'ü ne de bihter'i sevdiğim dizidir. ama diziyi severim bak o ayrı. şimdi şöyle nihal'i elime verseler öyle bir döverdim ki hayatım boyunca izlediğim tüm dizilerdeki en gıcık karakter olmaya layıktır kendisi. bir de böyle masum falan demiyor mu behlül onun için...yok arınacakmış yok çok safmış... öff be sus ya...
behlül'ü sevmememin nedeni sanki daha bir iki ay önce, hatta nihal'le nişanında bile yengeciğiyle yatıp şimdi hiçbir şey olmamış gibi davranabilmesidir. deli oluyorum vallahi. o ne pişkinlik öyle, onun mutlu olmasına katlanamıyorum. lakin olmayacak ta hepimizin de bildiği gibi.
ve bihter... aslında bu karakteri sevmememin nedeni adnan'ı aldatması, behlül'ü rahat bırakmaması galan değil. şu hizmetçilere ettiği eziyete katlanamıyorum.
ha bu arada;
-- spoiler --
74. bölüm fragmanında görmüş olduğumuz malum öpüşme sahnesi, ne oyun, ne rüya, ne de bir plandır. tamamen gerçektir ve salak behlül, bihter'i çok sevdiğini fark ediyormuş, seni çok özledim falan diyormuş. kesinliği hakkında bir fikrim yok ama setten tanıdıkları olan arkadaşlar böyle olduğunu iddaa ediyorlar ve genelde söyledikleri hep doğru çıkmaktadır.
lakin böyle bir durumda, öngörülen sonun nasıl gerçekleşeceğini anlamamaktayım. yani bihter'in intihar etmesinden bahsediyorum. ancak şöyle olabilir, bihter ve behlül yeniden birlikte olurlar ve bir gün nihal bunları yakalar, behlül kaçar, bihter dayanamayıp intihar eder...
-- spoiler --
artık hiçbir şey anlamadığım dizi. yok kardeşim anlamıyorum. sadece izliyorum, meraktan izliyorum. ama artık neyi merak edeceğimi bile anlamıyorum. hakkında yazılmış bir sürü teori okuyorum, okurken anlıyorum, sonra hepsini unutuyorum. bence lost benim gibi orta zeka seviyesine sahip insanları aşar arkadaş. eskiden ne kadar güzeldi bir flasback ler vardı, her şey dümdüzdü. tek bir zaman vardı. adaya nasıl düşmüşler, daha önce hayatları nasılmış onları öğrenirdik. sonra işin içine flashforward girdi, tamam eyvallah. yine tek bir zaman var, sadece önce ve sonra olanları da izliyorduk. ama ne zaman ki zamanda yolculuklar, eğer böyle yapmasaydık böyle olurlar, yok paralel evrenmiş yok kelebek etkisiymiş benim kafam almıyor yiğen. anlayan varsa şöyle adam gibi açıklasın da sevaba girsin. yoksa ben ve benim durumumdaki zavallılar hala kate jack'e mi verecek sawyer'a mı ona takılır kalır. jacop mış black dumanmış iyiymiş kötüymüş öhööö... o şeytani benjamin linus bile yusuf yusuf olmuşsa, morona bağlamışsa, benim gibi bir vatandaş napsın. burdan dizinin senaristlerine sesleniyorum, dizinin sonunda 'gerçekten' kim öldü, kim yaşıyor bunları öğrenmek istiyorum. adadan geçtim, vallahi bak. öldürdüğün adamı karşıma çıkarma kardeşim. sağda solda görünmesin öyle. paranoyak oldum ya.
çok pis hava yapmama sebep olmuş olaydır.
acun: uludağ sözlük iyi blablabla
ben: (arkadaşlarına dönerek) ben de yazarım uludağda...
arkadaşlar: hadi canım! süper! harika! vaaay! nickin nedir? nasıl yazar olunuyor? yazarlara karşı her zaman bir ilgim olmuştur. cuma akşamı boş musun? (bkz: varım diyor)
ne zaman twilight manyağı salak kızlardan biri elinizi tutsa "oha ya sen vampirsin falan yanee. bak tenin de beyaz gözlerin de bal rengi. kızaam sen edward cullenin kız kardeşimisen, öyle bi tipsin falan yane." gibi bir tepki vermesine yol açan, can sıkıcı bir durum.
tamam tüm ayrıntılarını geçtim de 197 gündür istanbulda oluyor olması nedense ben de küçük çapta bir histeri krizine yol açtı. hıçkırıp duruyorum yahu.
bir şey değil arkadaşlarla da alay etmiştik.
arkadaş: kızım şu bakkaldaki çocuk cem garipoğluna benzemiyor muydu?
puvedibuvi: ahahahaha yok daha neler adamı amerika da rusya da arıyorlar senin dediğin şeye bak.
arkadaş: doğru haklıısn.
gören beşirdir. hazal kayanın ağzından duydum. ve bu arada yakın bir gelecekte yani birkaç bölüm içerisinde nihal ve behlül öpüşeceklermiş. ben hazalın yalancısıyım.
beyaz teni, güzel gözleri ve kusursuz bacaklarıyla dikkat çeken ama bu özelliklerinin uzun çenesini, çarpık dişlerini, ifadesiz suratını, iğrenç saç modelini ve berbat ötesi giyim tarzını kapatmaya yetmediği orta güzellikte oyuncu.
(bkz: overrated)
çok uzaklarda bıraktıklarını düşünürken televizyonda duyup birden bire şarkının sözlerinin ne kadar uygun olduğunu fark ettiren, gözleri bir anda doldurup iç acıtan güzel,çok güzel bir şarkı.
sarp apak'ı görüp hayal kırıklığına uğramak değil de efe'nin ölümünün hemen ardından olanları göstermemesiyle yani efe'yi hemen sepetlemeyi amaçlamış yapımcılarıyla beni çıldırtan bir dizi.
az önce yeni sezona dair bazı görüntülerin verildiği dizi. anladığım kadarıyla aradan bir kaç yıl geçirmişler. çünkü "artık hiç bir şey eskisi gibi olamayacak. bakalım yıllar herkesi tekrardan bir araya getirecek mi?" gibisinden bir şeyler dediler ama pek anlamış değilim. sonra anladığım kadarıyla fırlama ve düzenbaz bir tiple karşımıza çıkacak olan sarp apak bizim karakterlere* bakış atarken "bu herifin yüzünden her şey değişecek." gibisinden bir şeyler dediler.hayır gibisinden değil aynen böyle dediler. biliyorum hiçbir şey anlamadınız ama ben de anlamadım.
toronto da neredeyse adım başı rastlanan pek bi ucuz pek bi güzel pizzacı.
özellikle yonge subway station'ın karşısındaki pizza pizza daki kasiyer abi türkçe konuşuyor,bilginize.sonra benim gibi rezil olmayın.insanlar anlamıyor diye suratlarına küfür etmeyin.iyi bir insan olun.belki şirinleri de görürsünüz.
muhteşem bir romanın muhteşem karakteridir. (bkz: a tale of two cities)
romanın ilk sayfalarında bu adamın kahraman olacağını söylesem bi tarafınızla gülerdiniz heralde.zayıf,korkak,aptal ve beceriksiz bir sarhoş gibi anlatılan bu karakter, aslında esas zayıfın kitabın başından beri harika,muhteşem,olağanüstü olarak tanıtılan charles darnay olduğunu hikayenin acı sonuyla hepimize kanıtlamıştır.aşk için böyle bir fedakarlık yapılır mı diye hepimize düşündürmüştür.sevdiğinin uğruna ölmek değil,sevdiğinin sevdiğine kavuşması,mutlu olmaları için yapılan bi fedakarlık...adamımsın sydney carton.you are the best fuck the rest demek istiyorum