sözlüklere hakim olan yazar tipidir ne yazık ki. okuduğunu anlamaz, çünkü öncelikle yazılanı tam olarak okuma yeteneğine sahip değildir. sonra da hiç alakasız, aptalca yorumlarla, lise hela duvarı düzeyinde esprilerle entry kirliliğine neden olur. sözlüklerin ciddi platformlar olduğunun farkına varan sağduyu sahibi, zeka gelişimini tamamlamış insanlar meydanı bunlara bıraktığı sürece bu salakları çekmek zorundayız ne yazık ki.
sağda solda kendisini ciddiye alan tanımları duymaktan şaşkınlık duyduğum ve böylelikle popüler kalite anlayışımız konusunda karamsarlığa düşmeme neden olan şahıstır. hele bizim bir komşu kızı aysel var ki, kendisine türk popunun kilometre taşı demez mi dün gece? bize misafirliğe gelmişlerdi annesiyle. sık sık gelirler , kadının niyeti kızı bana kakalamak aslında ama hiç tipim değil ne yazık ki. üstelik görüldüğü gibi salak da. dün akşam da öyle konuşunca artık dayanamadım, dedim aysel git başımdan allaşkına. sen ya kilometre bilmiyorsun ya da hiç taş görmemişin. ama tabi bu kıza laf anlatmak zordur, demez mi ki "ayyyyyy hiç görmez olur muyum pursewarden abi, taş gibi atilla taş ne güne duruyor", diye. ben o noktada koptum zaten, dedim hay başına kilometre taşı düşsün, ananı da al git burdan. tabi yine banamısın demedi ve başladı şarkı söylemeye: "ballı lokma tatlısııııııııııı hadi canım hayırlısııııııııı". tövbe yerabbi tövbe.
açıldığı ilk yıllarda kalifiye elemanlarıyla dikkat çeken bu kuruluşun son dönemlerde mağaza sayısının artmasıyla ortaya çıkan ve bazı çirkin olayların görülmesine neden olan olumsuz gelişmedir. birçok şubede işe başlayan bazı varoş çocuklarının, genelde genç bayanlarla ve özellikle de turist kızlarla gereksiz muhabbetlere girdikleri sık görülen vakalar haline gelmiştir. aynı kişilerin boşları alırken de özellikle genç kızların bulundukları masalara yönelmeleri de dikkat çekicidir. küresel krizden etkilendiği anlaşılan türkiye starbucksının bu konuya eğilmesinde yarar vardır.
son dönemlerin en can sıkıcı olgularından biridir. amerikadan çok amerikancı olmayı ilericilik diye sunan paragöz kapitalist bir anlayışın hayatın her alanına sinmesi ve devlet-özel sektör dengesinin anlamsızca özel sektör lehine bozulmasının getirdiği bir durumdur da aynı zamanda. beyoğlunda emek ve saray sinemalarının bulunduğu tarihi binalar, pekala devlet tarafından ve kazanç amacı gütmeden, tarihi doku korunarak restore edilebilirdi.beyoğlu nun simgesi olan, emek sineması, inci pastanesi gibi mekanların kapanmasına da gerek kalmazdı o zaman. eğer iki tarihi binayı da yenileyemiyorlarsa ne işe yarar o belediyeler anlamadım gitti. belediyenin görevi, o temizlik yapmaktan çok gürültü kirliliğine neden olan araçları habire caddeden geçirmek değil, o tarihi semtin dokusunu da korumaktır öncelikle. beyoğlu için tarih bilinci olan bütün aydın gençler harekete geçmelidir, yarın çok geç olacak.
özet geçmek gerekirse hayatı boyunca 31 çekmeye mahkum erkektir de denebilir. kasmaya gerek yok arkadaşlar, kızları ne aşağılayın ne de zihninizde ideal bir konuma oturtun. size iş atan kız zaten bellidir, siz de beğeniyorsanız kafadan girin olaya. öyle çok havalı, kendine film yıldızlarını filan layık gören, iş vermeyeceği baştan belli hatunlara kafayı takarsanız sonuç alamazsınız, adınız başarısıza çıkar. optimizasyona gidin, sizin için en iyi olanı seçin. neticede hatunlar da sevilmek ister, verin dalgayı eline o hayatınızı yaşayın. uzatmayın bu işi fazla.
can sıkıcı bir gelişmedir. şahsen pilav severim, bakırköy merkezde taksim dolmuşlarına yakın bir yerde mukim bu kuruluş da çeşitli pilav menülerini gayet ucuza servis ederdi. insanlara iyilik yaramıyor azizim. koca tabağın içine göt kadar salatayı 25 tl ye satan midpoint gibi yerleri doldururlar, böyle yerleri iflas ettirirler. ne diyeyim allahınızdan bulun.
türk edebiyatı nın gamzeli gamzesi, boktan aşk romanlarının baygın bakışlı perçemlisi ve de magazin hayatımızın vedet oryantal çöp tenekesi olan şahsiyetin, atilla dorsay ın polanski yazısına tepki olarak ortaya koyduğu ve elbette hayırlara vesile olacağını umduğumuz durumdur. çünkü ve zira, edebiyatımızı katletmekle yetinmeyeceğini ortaya koyup bir de eskişehir fonunda romanlarından da boktan bir aşk filmi kotardığı bilinen kerameti kendinden menkul ve haliyle medya zortlatması olan malum şahsın, bu işin arkasını getirip yakın gelecekte türk sinemasını da murdar etmesi pek muhtemeldir ve bu kararından sonra bir daha yönetmenlik de yapmamasını beklemek biz gerçek sinemaseverlerin en doğal hakkıdır. öte yandan bu muhteremin önceden de ne kadar sinemasever olduğu da hayli tarışma götürür haliylen ve yine çünkü, insan sevdiğine zarar vermek istemez. ama ne yazık ki kendisinin bu bağlamda yönetmenliğe soyunması bir anlamda sevdiğini yok etme sendromu olarak yorumlanabilir ki iş bu noktada daha da korkunç hale gelmektedir. şimdi acaba bay kiremitçi artık sinemayı sevmediğine göre onu katletme girişimlerini pervasızca ve daha rahat olarak sürdürebilir mi? edebiyatı kendisine kurban verdiğimize ve şabalak türk hatunları varoldukça da roman yazmaya devam edeceğine göre, kendisinin elinden sinemayı nasıl kurtarabiliriz bunu düşünmek lazım gelir.
istanbul teşvikiye semtinde mukim, devletin kadrolu tiyatro oyuncusu. devlete kapağı atmış bütün benzerleri gibi bol bol rol keser, oynarmış gibi yapar. bar geyiği molalarında prova yapar gelir, evi işine yakın zira. oyuncu müsveddesi de denebilir kısaca, şu sıralar mükemmel çift adında, ve elbette ki buram buram amerikan life kokan taklit bir dizide boy gösterip allah bereket versin demektedir.
bir yerlerden apar topar apartalım da nasılsa izleyen salak elbet çıkar, biz de reklam aralarında yayınlarız formülüne uygun olarak kotarılmış yaz dizisi. eskiden yaz dizileri ada da moda da foça da filan çekilir ve hiç değilse biraz daha sevimli sıcak olurlardı. oysa bu, birbirinden kaknem kıl tiplerin bir araya toplandığı TV tarihinin en uyuz dizilerinden biri. türk malı na bile rahmet okutacak neredeyse. tabii bu arada nişantaşı bebek hattının henüz bodrum a çeşme ye vs gidememiş oyuncu müsveddeleri yevmiyeyi doğrultup akşamları istanbul barlarına takılıyorlar, böyle bir faydası var ayriyyaten yani.
bir yerlerden apar topar apartalım da nasılsa izleyen salak elbet çıkar, biz de reklam aralarında yayınlarız formülüne uygun olarak kotarılmış yaz dizisi. eskiden yaz dizileri ada da moda da foça da filan çekilir ve hiç değilse biraz daha sevimli sıcak olurlardı. oysa bu, birbirinden kaknem kıl tiplerin bir araya toplandığı TV tarihinin en uyuz dizilerinden biri. türk malı na bile rahmet okutacak neredeyse. tabii bu arada nişantaşı bebek hattının henüz bodrum a çeşme ye vs gidememiş oyuncu müsveddeleri yevmiyeyi doğrultup akşamları istanbul barlarına takılıyorlar, böyle bir faydası var ayriyyaten yani.
dün gece cnbc-e de tesadüfen rastladığım, kendi çapında yenilikçi olmayı ukalalığa düşmeden başarmış güzel film. bağımsız sinema denen türün alçakgönüllü temsilcisi mark norfolk tarafından 2004 de çekilmiş.
bir blog adresinde olmasına karşılık içine girildiğinde okuru bir edebiyat ve sanat labirentine sokan saygın bir internet oluşumu. borges'in labirentlere olan merakı düşünüldüğünde bu pek şaşırtıcı değil elbette. mavi melek edebiyat sitesiyle birlikte son yılların en önemli edebiyat sanat hareketlerinden biri borges defteri dir kanımca ve suyun başını tutmuş belli isimlerin tekelindeki piyasa dergilerinden çok daha değerlidir. aynı zamanda en anlamlı ve güzel isimli dergidir de.
yani kanımca bu başlığa görse, anlaşılan bu entry sahibinin kıçı o kadar rahatta ki böyle ipe sapa gelmez şeyleri konu yapıp başlık kirliliği yaratıyor diyerekten o kaşığı söz konusu şahsın kıçına sokmayı da deneyebilecek adamdır, diye düşünüyorum naçizane.
an itibariyle görünen odur ki, entry sahibi arkadaşın kendisinin de inandığını pek tahmin etmediğim bu kurgusuna biraz abartılı biçimde vesile olmuş olgudur. kendi adıma fırıncının kızı öyküsünü bile bu anlatıya tercih ederdim sanırım. aslında işi bu kadar sorunsal bir zemine çekme samimiyetsizliğine girmeden söz gelimi milli kütüphaneden kız kaldırmak şeklinde bir başlık hem saraydan kız kaçırmaya hoş bir nazire olurdu ve hemi de üstelik tarafımıza dayatılan hayal gücü üretimini de hafif bir tebessümle geçiştirmeyi denerdik. amma velakin her ne kadar hikaye berbat olsa da, ana fikir itibariyle takdir ettiğimi ifşa ediyor ve öykü sahibi şahsın gönüllü oyuncusu olarak milli kütüphaneye gidip doğal halimle ve istemediğim halde bir kızı tavlamaya söz veriyorum. edebiyatın faydaları işte böyle hiç beklenmedik lahzalarda açığa çıkabilen tezahürlerdir ve immanuel kant ın meşhur beyanı gereğince bizler sadece tezahürleri bilebiliriz. "saçlaaaınız ne kaaarr maron ve belle ma belle üstelik mademoiselle annabelle,votre yeux bei bedhğn aldı je perdu ma tette sizi gördükten kelli avec şeyinizdeki etiketle, olmaz ki chaque nuit tek tek, elimde kalmağdı ağtık beğeket".
dinlemeye maruz kalan açısından dünyanın en sıkıcı işlerinden biridir. maalesef birçok ailede de böyle cins bir kuzen ya da yeğen çıkar, anne babası olacak gerzekler de onu aile ortamında çalması için zorlar. çocuk genellikle hevesli ama kabiliyetsizdir, ve fakat ne kadar boktan çalsa da sonunda onu riyakarca alkışlamak ve samimiyetsiz bir iki övgüde bulunmak zorundasınızdır.
notos edebiyat dergisinin edebiyattan anlamayan editörü. onca insanın zihinsel ve edebi uğraşı, bir yandan oje sürerken öte yandan msnde koca arayan deneyimsiz ve birikimsiz şımarık kızların eline bırakılmamalıdır.
istanbul açık hava tiyatrosunda kaçırmış olanların üzüleceği bir konserdir. piyanoda chick corea, alto saxda kenny garrett, basda christian mcbride ve davulda 85 yaşındaki efsane roy haynes in yer aldığı dörtlü izleyenlere nefis bir caz ziyafeti çekmişlerdir.
kimilerinin iddia ettiği gibi asla en iyi edebiyat dergisi filan olmayan, tam aksine, edebiyattan anlamayan kıl bir hatunun editörlüğünde , hatırlı edebiyat şambabaları tarafından uzatılan metinlerin yayınlanıp diğerlerinin yüzüne bile bakılmadığı, picus un yerini almaya çalışan sistem içi bir nişantaşı teşvikiye dergisidir. gerçek ve aykırı edebiyat dergileri görmek isteyenler mavi melek edebiyat, kitap-lık, yumuşak g gibi dergilere göz atsınlar.
adnan polat ın galatasaray ın başına musallat ettiği ve her nedense bir türlü vazgeçemediği sevimsiz şambaba. gittiği her takımı batırmayı başarmış, sosyete mekanlarında hava basmaktan başka bir halt bilmeyen ne idüğü belirsiz karanlık kişilik. iki adnan körler sağırlar birbirini ağırlar misali bunca taraftarı hiçe sayarak koca galatasaray ı felakete doğru sürüklüyorlar. fenerbahçe de olsa aziz yıldırım çoktan onu paçavraya çevirmişti ama malum galatasaray hanım iğnesi muhallebi çocuklarının yeri, kimse ağzını açamıyor.