profesor bonbon
228 (ilaç gibi)
ikinci nesil yazar 2 takipçi 16.90 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    emin colasan in cumhuriyet e gecmesi

    1.
  1. mevcut medya yapılanması içinde, emin çölaşan için tek mümkün seçenek.
    ya bir süre suskun kalıp emekliliğin tadını çıkaracak, ya da kah tuncay özkan'ın kanaltürk'ünde, kah diğer ulusalcı kanallarda boy göstererek gazeteci kimliğini bir süre askıya alıp yorumcu kimliğiyle öp plana çıkacak. başka türlüsü en azından yakın vadede pek mümkün görünmüyor. ama burası türkiye bekleyip görmek gerek.
    1 ...
  2. historia calamitatum

    1.
  3. petrus abaelardus'un yazdığı ve bizzat başından geçen kırık bir aşk hikayesini anlattığı otobiyografik kitabı. felaketler tarihi anlamına gelir. Remzi Kitabevinden çıkmış bir çevirisi vardır.
    1 ...
  4. yaraticiliktan yoksun uludag sozluk yazari

    6.
  5. orhan pamuk'un kara kitabı'nın bir yerinde şöyle bir epigraf yer alır ki çok severim:
    üslupta şahsiyet taklitle başlar

    bu cümle madalyonun tam da öteki yüzüne işaret ediyor. insanın kendi sesini, kendi kimliğini bulabilmesi öyle pek de kolay bir iş değildir. ve çokça hata yaparak, deneye yanıla, düşe kalka ilerleyen bir süreçtir. bu durumun elbette farkındayım.
    öyleyse sorun ne?

    sorun ve eleştirdiğim konu, uludağ sözlük yazarlarının ve bizzat sözlüğün kendisinin, kendi üsluplarını ararkenki yalpalamaları, savrulmaları, başka sözlükleri taklit etmeleri değil. sorun kendi sesini bulmaya dair bir çabanın olmayışı, bunun zorluklarından kaçınıp hazıra konma.
    yani tam da şu:
    ekşi sözlükte pişer uludağ sözlüğe de düşer
    1 ...
  6. vakit cumhuriyet in muslumancasidir

    1.
  7. vakti zamanında bir arkadaşım kurmuştu bu cümleyi. o zamanlar çok üzerinde durmamıştım, hatta biraz da ihtiyatla karşılamıştım: bu önerme fazla iddialı değil miydi? iki zıt kutuptaki gazete birbirine ne kadar benzeyebilirdi ki?

    ama zaman geçtikçe bu iki gazetenin savundukları fikirler açısından tamamen zıt kutuplarda olmalarına rağmen, fikirlerine savunma biçimleri, üslupları açından birbirlerine birer ikiz kadar benzediklerini farkettim. tam da bu noktada murahtan mungan'ın bir yazısı geliyor aklıma: kanlı ikizler. özetle şöyle diyordu mungan: birbirlerinden ölesiye nefret eden basının birbirleriyle kavgalı kalemşörleri aslında birbirlerine birer ikiz kadar benzerler.
    eminim vakit yazarları da cumhuriyet yazarları da birbirlerinden nefret ediyorlardır. nefret ettikleri şeyin aslında aynadaki yansımaları olduğunun farkında olmadan hem de.
    2 ...
  8. dev karıncalar imparatorluğu

    1.
  9. çocukken izleyip bilinçaltımda onulmaz yaralar açmış fimlerden biridir.
    efendim hadise kısaca şöyledir. şeker fabrikasının birinde bilmem hangi nedenden dolayı bir şey olur ve bu şekerleri yiyen karıncalar kocaman canavarlara dönüşürler daha sonra da fabrikanın yakınındaki kasaba sakinlene saldırırlar. bu filmi izlediğimde o kadar korkmuştum ki, lambası bozuk olduğu için karanlık olan yan odaya tek başıma gidememiş ve babamı çağırmıştım.

    yine bu filmden kısa bir süre sonra ya da önce, tam hatırlamıyorum, katil arıları yayınlamıştı trt. sonra bir de clementine diye bir çizgi film vardı ki, ben diyeyim halka, siz deyin blair cadısı kıvamında.

    bu filmleri çocukların izleyebileceği saatlerde yayınlayan dönemin trt yöneticileri, memlekete, sorunlu, takıntılı ve kişilik problemleri olan bir nesil hediye ettiler de haberleri yok.
    2 ...
  10. yusuf kaplan

    1.
  11. aşağılamak şöyle dursun üzülerek söylüyorum ki;
    kötü yazar, kötü hatip.

    son derece parlak bir akademik geçmişe ve hatrı sayılır bir entelektüel birikime sahip olmasına rağmen yusuf kaplan, ne yazık ki, gerek yazılarında gerekse konuşmalarında pek çok entelektüelin düştüğü açmazdan kendini kurtaramamaktadır: anlaşılır olmaktan bilerek ya da bilmeyerek imtina etmek.
    5 ...
  12. arabesk muzik dinliyor olmakla ovunmek

    1.
  13. özellikle 90'ların ikinci yarısından sonra türk entelijansiyasının en azından bir kısmının yaptığı şey.
    bu konuyu kendimce irdeledim ben. 80'ler boyunca tu kaka sayılan, minibüs müziği, varoş müziği, alt kültür müziği diye aşağılanan arabesk, nasıl oldu da, özellikle müslüm gürses ve orhan gencebayisimleri etrafında, türk entelijansiyası tarafından kült mertebesine yükseltildi, anlamaya çalıştım.
    sanırım bu da batıdan edinilmiş, öğrenilmiş bir şey. ve ne yazık ki, pek çok başka durumda olduğu gibi geç kalınaraktan. aydınlarımız, çok daha erken dönemlerde ufuklarını misak-ı milli sınırlarının ötesine çıkartabilseydiler, dünyaya açılabilseydiler, oralarda arabesk benzeri müziklerin aşağılanmak yerine önemsendiğini, ciddiye alındığını görebilecekler ve böylece arabeskin daha doğduğu dönemde ona gereken önemi verebileceklerdi. ama aydınlarımız ancak 90'lardan sonra dünya hakkında kapsamlı fikirlere ulaştıkları için, geçmişin utancını da temizlemek adına hor gördükleri bu müziği biraz da gereğinden fazla kutsadılar ve malesef aşk tesadüfleri severgibi iğreti sentezler ortaya çıktı.
    bir ikinci nedenden bahsetmek gerekirse aydınlarımızın bilinçaltına inmek faydalı olabilir. taa tanzimattan bu yana aydınlarımız en çok neyle suçlandı sorarım size? kendi halkına ve değerlerine uzak olmakla elbette. hatta bir çeşit aşağılama ifade eden entel kelimesi tam da bu anlama işaret ediyor. işte arabesk müzik dinlemek ve hatta bununla övünmek, futbolla ilgilenmek, aydınlarımız için halktan ve değerlerinden kopuk, bohem bir hayat yaşamadığını önce kendine, sonra da başkalarına ilan etmenin bir yolu gibime geliyor. hayır hayır, ben züppe entelin teki değilim, bakın tıpkı sizler gibi orhan babayla efkarlanıyor, fenerbahçe'yi alkışlıyorum...
    3 ...
  14. yetis ya muhammed yetis ya ali

    1.
  15. yetişen ya muhammed ya ali demek şirke düşmektir efendim. islam dinine göre yardım istenecek, medet umulacak tek varlık vardır o da Allah teala c.c.'dir. Bir beşerden yardım istemek, velev ki peygamber olsun ya da halife hiç farketmez, Allah'ın kudretini hiçe saymaktır.
    ilgilenenlerin dikkatine.
    3 ...
  16. uc yanlis bir dogruyu nereye goturuyor

    1.
  17. insana aptalca gelse de gülümseten iğrenç bir esprilerden bir tanesi. bu espirinin tarihinin ösym kadar eski olduğu söylenir.
    6 ...
  18. kendi yuzune bosalmak

    1.
  19. bazen kazanmak icin kaybetmek gerekir

    1.
  20. altına kumarda kaybeden aşkta kazanır tadında bir bkz vermek de mümkün tabii ama çok melankolik bir anımdayken duyduğumdandır belki, nedense bana 'bir sevmek bin defa ölmek demekmiş' şarkısını hatırlatan veciz söz.
    2 ...
  21. kasmak turkce mi sorunsali

    ?.
  22. acayip, tuhaf, havalı olan her şeyi cool'a indirgeyen, her türlü durum, olgu ve gerçekliği olay olarak adlandıran, oha felan olmaktan şaşırmaya fırsat bulamayan, gülmekten ölmek yerine yarılmayı tercih eden ülkemin türkçe özürlü yeni kuşağının çok da "kasmayacağı" sorunsal.
    0 ...
  23. mektup almak

    1.
  24. internet icat oldu mertlik bozuldu hesabı, yıllardır posta kutusunda kredi kartıydı, telefondu , kablolu tvydi, askerlik bilmemnesiydi, mahkeme celbiydi, kıldı tüydü bilumum fatura ve resmi evraktan başka bir şey göremeyen kişiyi coşturan, insanı heyecan ve duygu patlamalarına garkeden olay.

    şahsen benim için aldığım son mektup da, yazdığım son mektup da hatırlayamayacağım kadar uzak bir geçmişte kaldı. kimbilir kime neler yazmış ve kimden hangi duygu ve özlem dolu satırlarla dolu bir mektup almıştım son olaraktan.

    laf açılmışken, bir ara ptt'nin güzel bir uygulaması vardı. alıyordunuz elinize kaleminizi ve oturup bilmem kaç yıl sonraki kendinize bir mektup yazıyordunuz. zarfın üzerine de size teslim edilmesini isteğiniz tarihi gün ay, yıl olarak yazıp postaneye teslim ediyordunuz. aradan bilmem kaç yıl sonra zarfın üzerinde tarihe gelindiğinde, postane zarfın üzerinde yazılı adrese o yazdığınız mektubu teslim ediyordu. zamanında keşke yapsaydım bunu, zira birazdan ekmek almak için aşağı indiğimde, posta kutumda, 5 yıl önceki kendimden gelen bir mektup bulmak, sanırım benim için nostaljinin doruk noktası olurdu.
    2 ...
  25. koklasmak

    1.
  26. koklaşmak genellikle hayvanlara izafe edilen bir eylemdir. hatta ve hatta insanların konuşa konuşa hayvanların da koklaşa koklaşa anlaştığı söylenir. bu önermede elbette bir haklılık payı olmakla birlikte, koklaşmak insani iletişimin sanıldığı kadar da uzağında değildir.

    yapılan araştırmalar gösteriyor ki, eş seçiminde partnerin nasıl koktuğu özellikle kadınlar için son derece belirleyici bir faktör. kadın kokusunun erkeği ne kadar tahrik ettiği ise zaten bilinen bir şey. burada ilginç olan nokta erkeğin nasıl kokması gerektiği ile ilgili. kimi kadınlar erkeklerin parfüm kullanmasını asla tercih etmediklerini, erkeğin doğal kokusunun, terliyken bile, kendileri için son derece cazibeli olduğunu söylerken yine muhtelif kadınlar bir erkekte dayanamayacakları şeyin başdöndürücü bir parfüm olduğunu söylüyorlar. ama her grubun birleştiği nokta erkeğin asla pis kokmaması gerektiği. araştırmaya katılan tüm kadınlar bunun son derece itici olduğunu söylüyorlar ve ideal erkek kokusunu, erkeğin banyodan çıktıktan sonraki kokusu olarak tanımlıyorlar.

    yine aynı araştırma kokunun eş seçiminde sandığımızdan nasıl da önemli olduğunu ve yine kadın mantığının ne kadar çetrefilli olduğunu gözler önüne seriyor: sanılanın aksine kadınlar babaları gibi kokan erkekleri değil, kendilerini güvende hissetmedikleri yabancı kokulu erkekleri seçiyor.

    bu pazar günü bu kadar uzun yazı okunur mu diyenler için özet: eş seçiminde koklaşmak, sadece hayvanlara özgü bir davranış değildir.
    0 ...
  27. gelisine vurmak

    1.
  28. bir futbol deyimi olmakla birlikte aslında hayattaki pek çok durum için de geçerlidir.
    futboldan örnek verecek olursak gelen ortayı göğüste yumuşatıp teknik bir vuruşla kaleye göndermek yerine allah ne verdiyse abanmak, top kaleyi tutarsa sizi kahraman yapar, auta çıkarsa da ki daha muhtemel olan budur, ıslıklanmanıza sebep olur. hayatta da böyledir aslında. yaşarken karşılaştığımız durumlara, ölçüp biçerek, hesaplayıp kitaplayarak, mantıklı ve soğukkanlı tepkiler vermemiz öğretilmiştir hep bizlere. yani gelişine vurmayın, topu göğsünüzde yumşatıp duruma göre şut atın, duruma göre pas , duruma göre de çalımla kaleye ilerleyin.
    ama tıpkı futbolda olduğu gibi hayatı her zaman hesaplayarak yaşayamayız. aslında iyi ki de öyledir, aksi takdirde hayat son derece sıkıcı olurdu, (bkz: matrix)
    hayatta bazen öyle durumlar olur ki size doğru süzülen topa ya gelişine vurucaksınızdır ya da topu ayağınızın altında ezip güzelim pozisyonu heba edeceksinizdir. gelişine vurmanın kaçınılmaz olduğu durumlardır bunlar, hem de çoğu zaman topun auta gideceğini bildiğiniz halde. mesela tanju bunu iyi yapardı zamanında. ilhan mansız'ın nijerya'ya attığı altın gol, ya da jardel'in süper kupa finalinde real madrid'e attığı bir başka altın gol, gelişine vurmanın en unutulmaz örneklerindedir. ama unutulmamalı, hayatın ve futbolun tozlu sayfaları, açık farkla auta çıkan gelişine vurulmuş nice şutlarla doludur.
    3 ...
  29. polislerin otobüslerde bilet atmaması

    1.
  30. kanuni hiçbir dayanağı olmadığı gibi, hiçbir mantıklı açıklaması da olmayan eylem.

    polisler de en sonunda, tıpkı öğretmenler, doktorlar, hemişereler, mübaşirler gibi devlet memurudurlar. devletin diğer memurları, belediye otobüslerinde en fazla indirimli yolculuk edebiliyorlarken *, polislerin bu tutumu kanunların kendilerine verdikleri yetkileri ** kötüye kullanmak değildir de nedir?

    hiçkimse lütfen bana polislerin aldıkları maaşlar yetersiz, çok zor altında çalışıyorlar, günde 12 saat görev yapıyorlar demesin. polislerin şartları kötüdür de diyelim ki öğretmenlerin, ya da hastabakıcılarınki iyi midir?

    bunca yıldır belediye otobüslerinde yolculuk ediyorum, bu güne kadar bilet atanına ya da akbil basanına rastlamadım. rastlarsam eğer gidip tebrik edeceğim.

    edit: iett'nin polislere böyle bir hak verdiği yönünde bilgi edindim. doğruluğu konusunda emin değilim. eğer doğruysa bile bu, uygulamanın yanlışlığının değiştirmez. sadece sorumluyu değiştirir. iett'ye sormak isterim, polislere var da mübaşirlere, hastabakıcılara ya da öğretmenlere neden böyle bir hak yok mesela.

    edit2: evet doğrudur, iett gerçekten de polise ücretsiz seyehat hakkı vermektedir.
    http://www.iett.gov.tr/haber_detay.php?nid=223
    ha, doğru mudur, bana kalırsa yanlıştır.
    8 ...
  31. yeni baslayanlar icin guneyli kizlar

    ?.
  32. son derece sıcak kanlı ve rahattırlar. bazıları ele avuca sığmayacak kadar enerjiktir. hemen hepsi her daim neşelidir, yanlarında asla sıkılmazsınız. cilve yapmayanına rastlamak zordur. doğuştan kazandıkları albeni ve işve onları çekici kılar. çukulata kıvamında parlak, koyu tenleri ve simsiyah saçları olur. uzun siyah kirpiklerini kırpa kırpa size baygın baygın bakışları vardır ki, etkilenmemek mümkün değildir. denizle araları iyi olduğu için selülit yağ gibi sorunları olmaz pek.
    genelde maço erkeklerden hoşlanırlar. hayatta ve sekste ne istediklerini bilirler. her ikisinde de sınırlarda dolaşmayı severler.

    kolay lokma değildirler. zor erkekleri severler. hatta erkeklere meydan okumaya bayılırlar. aradıkları bu meydan okumaya cevap verecek, onları mağlup edecek kadar güçlü bir erkektir. oysa erkekler genelde onları etkilemek için yavşayıp karizmamalarını yerle bir ederler. böyle erkeklere asla dönüp bakmazlar.

    elbette çok zeki ve aptal olanları olmakla birlikte, zekaları ortalamadır. sizinle hayatın anlamı, feminizm, postmodernizm, antik çağ felsefesi, üzerine sohbet etmeye çalışıp kafanızı sikmezler. öte yandan memleket meseleleri, avrupa birliği, terör, hayat pahalılığı üzerine oturup konuşmak isterseniz, size aklı başında cümleler kurabilirler. ama dedim ya o güzel gözleri ve kocaman kirpikleriyle size öyle bakıyorlarken bütün bu konuşmaların vakit kaybı olduğunu düşünür,dudaklarına yapışıverirsiniz.

    evcil olmayı istemekle birlikte uğrunuza paspas olmayı isteyecek kadar sizi çok sevmemişlerse eğer, ev işleri yapmaya pek yanaşmazlar. yatkınlıları yoktur demiyorum, isterlerse pekala mutfakta harikalar yaratıp, evi pırıl pırıl yapar, bir haftalık ütünüzü 2 saatte halledebilirler. ama bunu kendiğilinden yapmaya yanaşmazlar pek, onları 'kandırmanız', ikna etmeniz gerekir.
    2 ...
  33. bir ev sakini olarak bocekler

    ?.
  34. son derece beleşçidirler. bir kere evin hiçbir giderine [doğalgaz, elektrik, su, gıda vs] katkıda bulunmadıkları gibi, mutfakta, zemine dökülen yemek artıklarınızı söğüşleyerek yaşamlarını sürdürürler.
    haklarını yemeyelim, allah'ı var sessizdirler. yorucu bir iş günü, kötü geçmiş bir final ya da sevgiliyle edilen kavgadan sonra gelip evde kafa dinlemek isterseniz, eyvallah derler. öyle gürültü patırtıları yoktur. sessiz oldukları kadar sinsidirler de. ortalığa çıkmak için geceyi ve karanlığı beklerler ve tabii ki sizin uyumanızı. sizden fazlasıyla rahatsız olurlar. bu anlamda kötü ev arkadaşlarıdırlar. oturup iki çift laf edemezsiniz. sizi gördükleri anda tüymeye yeminlidirler.
    sonra çirkin olur bunlar. güzeline rastlamadım ben. kara kabuklu gövdeleri, antenleri, vantuzlu bacaklarıyla midenizi bulandırmaya yeterler. elde terlik peşlerine düşersiniz. sessiz ev arkadaşlarınızı öldürmek için sürek avına çıkarsınız. ama kolay değildir. epey hızlıdırlar. yakalamak ustalık ister. gecenin bir yarısı, uyku sersemi tuvalete kalkarsınız, lambayı yakarsınız o da ne birkaç tanesi hızlıca kaçışır. kovalamaya yeltenmezsiniz bile. bir ara şu evi ilaçlatmalı diye mırıldanır, işinizi görür, lambayı kapar yatağınıza dönersiniz. meydan onlara kalır.
    3 ...
  35. burunlarindan kil aldirmayan ustalar

    ?.
  36. genelde ince inşaat ve oto tamiri işlerine bakar bunlar. ne bileyim marangoz, sıvacı, fayansçı, , egzosçu, karbüratörcü olurlar ve yaptıkları her şeyle ama dikkat buyurun lütfen, her şeyle, meslekleri konusunda son derece cahil olduğumuzu yüzümüze bir güzel vururlar. bilerek de değil hem de yılların verdiği bir alışkanlık ve doğallıkla. bir de şu var tabii, evde sigortalar atsa, bir ampül ya da musluk contası değişmesi gerekse, bu tür işlerin her erkeğin elinden bir miktar geldiğini, amma iş arabanın şanzımanı, mutfağın kalebodurları ya da vitrinin camlarına geldiğinde bizlerin kendilerine muhtaç olduğunu bal gibi bilirler ve yaptıkları kasıntı hareketlerle durmadan bizi sinir ederler.

    bir kere bu adamları kolay kolay bulamazsın. diyelim ki kahvede pişpirik oynarken buldun, ha deyince gelmezler. teklif ettiğin paraya değil o işi yapmak, şuradan şuraya gitmeyeceklerini belirtmekten çekinmezler. sanırsın ki tuzları kurudur, bağları bahçeleri villaları vardır. ama öyle mi? silkelesen ceplerinden 3 kuruş zor çıkan bu ustalar, zanaatlerine uygun gördüğünüz ücreti beğenmemeye yeminlidirler.

    diyelim ki adamımız kaportacıdır ve her nasılsa sanayideki dükkanında buldunuz o yüce kişiyi. sanki randevuyla çalışan bir genel müdür edası sezersiniz. ilk yarım saat sizinle muhatap bile olmadan yaptıkları işlere devam ederler. bir soru sorarsınız, yüzünüze boş boş bakarlar. arabayı ne zaman alabilirim, acele olursa sevinirim dersiniz, oralı bile olmazlar.
    tamirat evdeyse eve gelmeye ikna edemezsiniz mesela. evin kaçıncı katta olduğu bile önemlidir. sanırsınız ki adamımız ömründe hiç merdiven çıkmamış. dersiniz "usta, şu tuvaletin sifonu değişecek, şuraya da bir lavoba yapalım".
    istediğiniz kadar deyin, sizin ne dediğiniz değil, onların neyi yapmaya niyetli olduğudur önemli olan. kocaman bir olmaz derler size. sanki bedeli karşılığında bir işi yapması için anlaştığınız insanla değil de ikna etmek zorunda olduğunuz işyerindeki müdürünüzle konuştuğunuzu hissedersiniz.

    velhasılı kelam, zordur bu ustalar efendim. vakti zamanında babama o kadar dedim, baba beni endüstri meslek lisesine gönder diye. hiç bir baltaya sap olamasam bile, ustaların zulmünden korunmuş olurdum.
    2 ...
  37. yanlis saksinin cicegi

    ?.
  38. senaryosunu attila ilhan'ın yazdığı yanlış hatırlamıyorsam yeşim ustanın çektiği doğu batı sentezini savunan, konusu egede bir çiftlikte geçen film.
    1 ...
  39. lacrima

    1.
  40. 1- Latince gözyaşı
    2- Ekşi sözlük yazarı. ekşi camiasının medarı iftiharı.
    eğer uludağ sözlüğü takip ettiğini bilseydim, kendisine buradan hayranlığımı dile getirmek isterdim.
    keşke daha fazla yazsa.
    1 ...
  41. franny glass

    1.
  42. Salinger'in* yarattığı meşhur glass ailesinin nevrotik üyesi.
    Franny, varoluşsal sorunlarının kendisini savurduğu yerde, kurtuluşu bezelye yeşili cildi olan eski bir kitapta bulur: pilgrims progsess(hacının yolculuğu.) bu kitaba göre, tanrı'nın adlarından herhangi birini düzenli olarak sürekli tekrar edersen bir süre sonra artık sussan da benliğin tanrı'nın adını tekrar etmeye devam eder. işte bu insanın arındığı ve huzura kavuştuğu noktadır.
    sevgilisiyle yemek yediği restoranda okuldan, ebediyattan, şairlerden, gelecekten ve hayatın boktanlığından bahsederlerken franny, glass ailesinin üyesi olduğunu unutmaya çalışır, restoranın tuvaletinde ağlarken de öyle.
    2 ...
  43. sakallı bebek

    1.
  44. türkiye'nin en kallavi üç beş kent efsanesinden biri. çocukluğu 80'li yıllara denk düşenlerin bir numaralı altına kaçırma nedeni.
    (bkz: seksenlerde çocuk olmak)

    seksenli yılların ortalarında bir yerde, yanılmıyorsam 87'de, tan gazetesi "sakallı bebek konuştu" diye bir manşet atmıştı kocaman. yanından da temsili bir resim vardı ki bugün sakallı bebeğin hala etkisendeysek , bu biraz da o ilüstrasyonun başarısından kaynaklanıyor. arkasında güneş mi ne vardı bilmiyorum, böyle parlıyordu sakallı bebek; sakallarından başka mavi gözleri de vardı kocaman ama çirkin ya da güzel denilemezdi, tıpkı haberin kendisi gibi bir bebek için fazlasıyla tuhaftı. tam da bu tuhaflık, o resmi bir kere görmüş olmama rağmen, geyiği açıldığında pek çok arkadaşımda da olduğunu öğrendiğim gibi, onu hafızama nakşetmeme yetti ve hafızası yerlerde sürünen biri olarak tam şu anda bile o ilüstrasyonu bütün detaylarıyla hatırlayabiliyorum.

    gazeteyi gördüğüm yer bir kasaba kahvesiydi. hala resmin dehşetinin etkisindeyken alelacele haberi okudum: istanbulda hastanenin birinde sakallı bir bebek doğmuş ve konuşarak bayramın ikinci günü kıyametin kopacağını söylemişti. şu tesadüfe bakın ki bayrama da bir hafta kadar kalmıştı!!!

    (bkz: vay anasına sayın seyirciler)

    gözlerimi usulca gazeteden kaldırıp kahvede şöyle bir dolaştırdığımı, madem kıyamet kopacaksaydı eğer, insanların yüzünde endişe, panik, dehşet türü belirtiler görmeyi umduğumu hatırlıyorum. ama hayır! kahve ahalisi sanki hiç kıyamet kopmayacak, bir haftadan az bir süre sonra dünya yerle bir olmayacakmış gibi alabildiğine sıradandı.

    başım sıkıştığında, korktuğumda, acıktığımda, susadığımda sıkıldığımda hep yaptığım gibi anneme koştum ben de. üstelik kahvedekilerin aksine annem bahçe kapısında komşu kadınla sakallı bebeği konuşuyordu. kadın anneme haberden bahsediyordu, annemse gazete yazmışsa doğrudur diye cevapladı kadını. haber teyid edilmişti. demek ki doğruydu. buraya kadardı. şu kısacık ömrümde hayata doyamadan veda edecektim demek. hem de daha bisiklet sahibi olamadan. hem de hiç kız arkadaşım olmadan. sessizce odama gittim. yatağa girdim epey bir süre tir tir titredim.

    bayramın ikinci gününe kadar her gün öldüm öldüm dirildim. o yüzden bir idamını bekleyen bir mahkum neler hisseder az çok bildiğimi sanıyorum. ama işin ilginç yanı, bu hadisenin üzerinden bu kadar yıl geçti, hala hatırladığımda içime nedenini bilmediğim bir korku sızar, bir ürperme gelir bana. o günleri yaşayıp da şimdi bu satırları okuyan arkadaşlar inanın yalnız değiliz, tan gazetesinin yarattığı bu sakallı canavar, yerli chucky, pek çok kişinin en korkunç anılarından biridir.
    entryimi birinin bu kollektif bilinçaltını deşmesi dileğiyle bitiriyor, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyorum.
    41 ...
  45. kızların tam teçhizat gezmesi

    1.
  46. bir nevi şapkasız çıkmam durumu.
    kızların bit pazarını andıran çantalarında belki lazım olur zihniyetiyle bir yığın ıvır zıvır taşıması.
    çantalarını geçtim beni ilgilendirmez ama tatil valizlerini öyle akıl almaz ve gereksiz şeylerle tıka basa doldururlar ki, birlikte tatile çıkılıyorsa durum biraz can sıkıcı olabiliyor. Bu valizleri taşımak ne yazık ki erkeğe düşeceği için bel sağlığınızdan olmanız işten bile değildir.
    kızları bu huylarından vazgeçiremeyeceğimize göre, idmanlı olmakta fayda var derim ben.
    4 ...
  47. iyi biten her sey iyidir

    ?.
  48. shakespeare'in oyunlarından birinin adı.

    aynı zamanda oldukça iddialı bir önerme. insanda biraz kafa karışıklığı oluşturmuyor değil. nasıl yani? ömrü kötülük ve suç içinde geçmiş cani bir adam hayatının son demlerinde, ne bileyim kendini hayru hasenat işlerine ya da ibadete verdi diye, bu adam için iyi bir yaşam sürdü mü diyeceğiz, diye sormak isterdim shakespeare efendiye.
    0 ...
  49. erkekler seray sever

    1.
  50. güzide bir erkek dergimizin* seray sever hanım kızımızı kapak yaptığı sayı için uygun gördüğü başlık.
    1 ...
  51. cekoslovakyalilasmacilik

    ?.
  52. 19. yüzyılda ortaya çıkmış, türkçülük, islamcılık, turancılık gibi parçalanma sürecine giren osmanlı imparatorluğunu kurtarma iddiası taşıyan bir fikri akım.

    çekoslovakyalılaşmacılara göre kurtuluşun reçetesi osmanlı'nın acilen çekoslovakya'nın mandası olmasaydı. bu fikri benimsetmek için kullandıkları yöntem ise, döneme göre oldukça yenilikçiydi. çekoslovakyalılaşmacılar, manda fikrini benimsetmek için her bir osmanlı ferdini ikna etmek gerektiğine karar kılmışlar, var güçleriyle bunun için çalışmışlardı. Hatta bunun için kendilerine bir slogan geliştirmişlerdi ki, sözkonusu slogan asıl amacından farklı bir biçimde telaffuzunun zorluğundan dolayı, sonraki dönemlerde trt'nin spikerlik kurslarında kullanılmaya başlanmıştı. evet sevgili sözlükçüler, pek çoğunuzun tahmin ettiği gibi bu slogan

    yoksa siz çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?"dı.

    çekoslovakyalılaşmacılar asla kimliklerini açık etmedikleri, arkalarında görüşlerini anlatan kalın ciltli eserler bırakmadıkları için imparatorluğun yıkılışı sonrasıda unutuldular ve tarihin tozlu sayfalarına mahkum oldular. başarısız olmuş doktrinlerini bir kenara bırakırsak günümüzde onlardan geriye bu slogan kalmıştır diyebiliriz.
    her ne kadar savundukları fikirler bugün bize komik gelse de, onlar fazlasıyla vatanperver insanlardı ve vatanlarını yedi düvele yem etmeme adına inandıkları yolda canla başla yılmadan savaştılar. şimdi sizleri soylu geçmişimizin bu isimsiz ve bahtsız kahramanları huzurunda bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum. müteakiben istiklal marşı ve sonra dağılabiliriz.
    2 ...
  53. lovemark

    1.
  54. marka ile kurulan duygusal bağ anlamına gelir kabaca. son yıllarda yapılan araştırmalar bize göstermiştir ki, alışveriş dediğimiz şey aslında sandığımız kadar mantıklı ve rasyonel bir eylem değildir, insanlar bir şeyi satın alırken akli nedenlerden çok duygusal nedenlerden etkilenirler. bu noktada marka ile kurulan duygusal bağ devreye girer. eğer yeterince güçlüyse, kişi daha iyi alternatifler olmasına ya da o markanın o ürününe pek de ihtiyaç duymamasına rağmen satın alma eylemini rahatlıkla gösterebilir.
    2 ...
  55. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük