insanların gönül borcu olan ata'sının mezarıyla dalga geçileceğine, müslümanlar'ın kabe'sinin arap iti tarafından getirildiği hale dikkat çekilseymiş, islamiyet'e daha büyük fayda sağlanabilirmiş..
kabe hadi ayakta; peki o aptal saat kulesinin altında peygamber efendimiz'e, sahabi'ye, halifelere ait hiç kalıntı, hatıra falan yoktur, değil mi?
erzurum/diyarbakır/yozgat/maraş... aslında şikayet edilen şey çomarlık değil, eğitimsizlik.
dediğimi tamamen ispatlayacak akademik bir çalışmayı incelemek isteyenler için, il ve bölgelere göre eğitim düzeyi göstergeleri: kabalcı, m.; metin, g.; 2012.
ankara: can sıkıcı köy
izmir: kimliğini korumaya çalışırken can çekişen köy
istanbul: başına birşey gelecek diye üç buçuk attığımız, ama daha fazlasını da yapmadığımız köy
antalya: rus turist/güneydoğulu esnaf işgaline uğrayıp içine edilmiş köy..
mutlu etmesi gereken şeyler:
12 gibi kalktım, duşumu aldım, kendime güzel bir sucuklu yumurta yaptım, hafif bir müzik açtım ki, dışarıdan gençliğe hitap eden atatürk'ün sesi geliyor, kapatıp dinledim.. az sonra üzerime birşeyler giyinip bu güzel havada çarşıya ineceğim...
mutlu muyum?
kafamda bir konu var ki, canımı sıkıyor be sözlük..
o uefa kupasıyla milletçe övünüyoruz ama, cezasını da 20 senedir tek bir adamdan kurtulamayarak fazla fazla ödedik.. keşke türkiye'ye hiç gelmeseydi diyecek noktadayız maalesef..
osmanlı'nın 500 yıl idare ettiği bizans toprakları türkleşti mi peki? makedonya'da makedon, yunanistan'da yunan yaşamıyor mu? osmanlı'nın çekildiği balkan trakya türkler'i hristiyan mı oldu peki? o da olmadı...
general rütbesindeki askere yolluk iaşesinin tenekeyle ve de elden verilmesi.. enteresan....
her hafta yani her hafta, günübirlik olarak şehirdışı bir seyahate gidiyorum. genel müdür olur'u çıkıyor, yazılar yazılıyor, paraflanıyor, uçak bileti alacak firma aranıyor, biletler alınıyor, gidiş-geliş sonucunda harcırah dolduruluyor, günlük iaşe + taksi ücretleri yazılıp imzaya sunuluyor, oradan saymanlığa gönderiliyor, saymanlık banka hesabıma yatırıyor, yatırıyor derken de havaş'ın 11 liralık fişine kadar yazı ekine koyuyoruz, orada dünya kadar yazışma oluyor, ödeme emri bankaya yazıyla gönderiliyor, bankada tek tek hesaplara giriş yapılıyor... bu kadar tantana 85 lira harcırah için..
-"mustafacığım sana bi teneke altın veriyorum, al bununla halkı bana bağla"..
-"kaç kilo var burada?"
-"bilmiyorum, bizim 700 yıllık devletin hazine sistemi, geliri gideri saymanlığı olmadığı için, ben böyle elden, kafama göre ödeme yapıyorum"..
-"yani ben bunları cebe indirsem"...
-"kimsenin ruhu duymaz, rahat ol"..
şunu diyeceğim, osmanlı'da örtülü ödenek kavramı var mı bilemiyorum.. bu ödeme örtülü kalemden yapılmış olsa dahi, öyle kafaya göre harcanmaz, bir yerde küçük de olsa bir kaydı durur... saraya alınacak gıda madde kalemleri bile defterlere işlenmiş ve bugün üzerlerinde araştırma yapılıyor da, bir tek bunun mu kaydı yok?
not: kemal de babandır diyecektim ama, kendisi genetik açıdan kemale ermiş olsaydı ben de bu saçma yazıyı yazmak zorunda kalmazdım..
Şöyle açıklanabilir... bazı adamlar saçını uzattığı halde modeline bakıyorsun falan, "adama yakışmış, bizimki gibi dökülmüş değil, uzatsın" diyorsun.. kimisi dalgalı yapıyor, gölge falan attırıyor, adamın yüzünü çıkart beyninde, bir kadın yüzü koy, sırıtmıyor.. mesela hakaret değil, armağan çağlayan'ın saçı bana hep böyle gelmiştir.. bu grup için bu ifade benim de aklımdan geçiyor.
Aslında gıcık olduğum kesim bu da değil.. ön tamamen dökülmüş, arka taraf 40 cm at kuyruğu, yaş gelmiş 60'a... yaşına göre bi ağırlık kazan, bi ergen hareketi yapma... birşey denmiyor tabii ama güzel durmuyor.
Chp'den muharrem ince gibi güçlü biri aday olmasaydı mecliste grup kurabilir, olmaz ya cumhurbaşkanlığı birinci değil ikinci tur seçiminde diklate alınacak bir oy oranını yakalayabilirdi. Ama şimdi demirtaş falan, kurtarmaz kendisini diye düşünüyorum.. ama muharrem ince chp milletvekili oy oranını da biraz etkiler, kendisi de 26 falan alır.
Kontrol ettiğim projelerim yapım bedeli 1 milyar lira, günde 3 toplantıya giriyorum, doktora hocam deli ve yarına incelemem gereken 15 kaynak var, ayda 1 yurtdışı, haftada 1 yurtiçi seyahatlerim var ve her gün 1 saat araç kullanırken biraz olsun beyine ihtiyacım oluyor.
Yanlışlıkla hocamın elmacık kemiğini çatlattım. O da Bir kere bana bir yumruk attı, kemiğimin üstüne geldi, yan yana dört parmak izi simsiyah bir ay falan öyle durdu. Kaç kişiye gururla göstermiştim..
Bir kere bir maça çıktım, kazanan taraf olarak 10 gün yataktan çıkmadım.. burnumda bir boşluk hissi vardı.. epey bir müddet o hissi taşıdım.. bir nedenle yere eğildim, yere yarım bardak kan boşaldı.. meğer sinüslerime falan dolmuş o kan..
Yaşım 40'a yakın.. hala o kadar büyük bir bedensel kuvvetim var ki, 60 kilo civarı bir ağırlığı bulunduğu yerden omuzuma atarken fazla eğilmem gerekmiyor.
Bir de duvara yumruk atma hadisesi şehir efsanesi değil ama tekniği olan birşey.. bilmeyen biri çatır çatır parmaklarını kırar.
12-13 yaşıma dair fotoğrafım yok, sayılır..
Sene 92'di.. dünyada heavy metal fırtınası esiyordu. hiçbir zaman zayıf biri olmadım... hafif saç uzatan, metallica tshirt'ü giyen besili bir ergenin gerçekte seksi olmadığını söyleyecek kadar beni seven kimse yoktu etrafımda..
Yok edemediğim 2-3 fotoyu da annem saklıyor, yoksa çoktan halletmiştim..
1. Kadınlar hakkınızdaki gizemi çözdüğü anda gider.
2. Kadınlar, sizi herhangi bir konuda yardıma muhtaç gördükleri anda gider.
3. "Çok doludizgin giden" bir ilişki 2-3 ay bile sorunsuz geçebiliyorsa artık uzun vadeli sayılabilir. Ondan önce çok bel bağlamamak gerekir..
Türkçesi.. yukarıdaki doneler yerine oturmadığı sürece hislerinizin tek taraflı olabileceğinden şüphe edip, ona göre davranın.
Lise arkadaşlarım:
Belis (deforme olmuş melis)
Şişe (neşe olarak değiştirdi 18'ine gelince)
Duygu (erkek basketbol takım kaptanı olunca garip).
arapeşe (arap: arap baba isimli bir yatıra adanma nedeniyle eşe: ayşe... kırşehir, aksaray civarında rastladım).
fatuli: giresun civarında gördüm.. fatma yerine kullanılıyor.
gözlemlerime göre:
1. seninle iletişim kuramadan duramıyorsa,
2. kafasında aptal aptal politikalar uygulayıp, "yok, önce o adım atsın" gibi hesaplara girmiyorsa,
3. "seninle olamıyor çünkü sen şunu yaptın" diye, sürekli hayali engeller çıkarıp seni suçlamıyorsa,
4. senin yanında olmak onun için, alternatifi olmayan veya ötelenemeyecek bir gereklilikse,
5. seninle olan ilişkisi onu daha cesur ve belli ölçülerde gözükara hale getirmişse,
sana aşık olduğu düşünülebilir..
ama yine de ilk tartışmalara vs bakmak gerekir.. direkt "olmazsan olma, çok da dertti" minvalinde konuşuyorsa veya tartışmayı uzatıp sürekli laf üzerine laf söylüyorsa; barış zamanındaki o melek tavırlarını çok dikkate almamak gerekir diye düşünüyorum..
bunun dışında, dilinin ne söylediğine bakmayı çocukça buluyorum.. kadın veya erkek, duygularını hareketleriyle ispatlar..
Sümer, Asur ve eski Yunan gibi medeniyetlerde kutsallık, bereket, üreme ve seksilik aynı anlamlarda kullanılmıştır (Bkz. M. ilmiye Çığ: Kutsal Fahişe).
Antik dönem mabetlerde yağmurun toprakla birleşerek tabiata yaşam vermesinin ifadesi olan “Bereket Ayinlerinde” icra edildiği bilinen cinsel ilişkiler zamanla, tapınak görevlilerine gelir sağlamaya dönüşmüştür.
Her bekar ve bakire kadın evlenebilmek adına tapınaklara hizmet etme zorunluluğu bulunurdu. Evlenebilmek için başlarını örtüp bir tapınağa en az bir çocuk verene kadar “Tapınak Fahişesi” ya da diğer ismi "Tapınak rahibesi" olarak hizmet eder ve ilk çocuk mabede adanmış olurdu.
işin daha da dikkat çekici yanı, erkeklerin de tapınak fahişesi olarak hizmet ettiği kültürler vardır ki, sansasyonel olmaması açısından isim belirtmiyorum.
bazen, önümdeki tarihi doku proje görsellerini incelerken istemsizce proje bitmiş de, sokaklarda dolaşıyormuşum gibi hayal kurduğumu fark ediyorum. hatta kulağıma sokak satıcılarının sesi geliyor...
mara'nın düğünü:
babası sırp despotu tarafından 2. murat'a nişanlandıktan sonra politik nedenlerle nişanı bozulan, başka bir prense sözlendirilen ve yaklaşan osmanlı tehlikesi nedeniyle tekrar 2. Murat'a nişanlanan mara'nın durumunu alimlere soran 2. murat; "sonuçta size nişanlanmıştır" cevabını alınca saruca paşa ve eşini, gelini getirmesi için görevlendirir.
MARA GELDiĞiNde, olayların o zamana kadar gelişiminden hiç memnun olmayan 2. murat tarafından "kefere bir sipahinin kızına düğün mü edecektik" denilerek, düğünsüz alınır. her ne kadar fatih'in gelişiminde rolü büyükse de, saray içerisinde fazlaca barınmayarak selanik'te ölmesinin nedeninin bu iddia olabileceğini düşünüyorum.
Sultan 1. Murat'ın sefer sırasında başkent bursa'da bıraktığı şehzade Savcı Bey, en küçük şehzade olması nedeniyle saltanat sırasının kendisine gelmeyeceğini bilmektedir. Kendisi gibi taht varisi olan imparator Yannis'in oğlu Andronikos ile gizli bir ittifak yaparak isyan hazırlığına girişir. Bu durumu haber alan Murad Gazi, ordusu ile isyancı şehzadelerin üzerine yürür ve onları mağlup eder. Andronikos teslim olup babasından af dilemeye gitse de Savcı Bey, Dimetoka hisarına sığınarak 10 ay daha isyanını sürdürür.
Hiddetlenen Murad Gazi ceza olarak şehzadesinin gözlerine mil çektirir. Yannis de isyancı Andronikos'a mil cezasını uygular ama iki toplum arasında bu cezanın uygulama biçimi arasında fark bulunmaktadır. Bizans milinde gözlere kızgın sirke dökülür ki, bu cazaya maruz kalan andronikos bulanık olarak görmeye devam etmiştir; osmanlı milinde ise kızgın bir demir gözlere yaklaştırılır ve gözün işlevinin tamamen kaybolması sağlanır.. Bu olay, aşıkpaşazade tarihi'nde, "şehzade nur-ı basıradan mechur bırakıldı ve gönül gözü açıldı" biçiminde tarif edilir. Savcı bey, bir süre sonra Murat gazi emriyle (bir iddiaya göre bizzat eliyle) boğularak hayata veda eder.
son beyi 2. süleyman, moğollar'a karşı hakimiyet alanını genişletmek üzere büyük beyliklerle ittifak zemini aramıştır. ortada hakaret etme vs gibi iddialar da olmakla birlikte, zavallı ikinci süleyman bey bizzat anadolu moğol valisi timurtaş tarafından öldürülmüştür. ama ne ölüm...
ölmeyecek kadar haşlanıp canlı canlı derisi zımparalanan (zımpara değil, muhtemelen demir keseler kullanılmıştır) süleyman bey, tuzlu-sirkeli suda bekletildikten sonra canlı canlı gözleri oyulmuş ve beyşehir gölü'nde boğularak öldürülmüştür.
mutezile; islam itikadi mezheplerinden biri olup; "nas akıl ile çelişiyorsa, akıl seçilmelidir" düsturuyla özetlenebilmektedir. yani aklı, gelen ayetten üstün tutma eğilimindedir.
kendimi itikadi mezhep olarak ait gördüğüm maturidilik'e göre ise; "nas ile çelişmediği sürece aklı üstün tutma" felsefesini savunmaktadır. mukayesesini yapacak olursak, niçin bu mezhebi kendime yakın hissettiğimi şöyle açıklayabilirim: ayetlerin %80-90'ı, benim bilimsellik anlayışıma uymaktadır ve kainatta mucize diye nitelendirebileceğim olaylar bütünü, beni deizm'den ileri bir noktaya taşıyabilmektedir. yani, allah'ın varlığına, birliğine ve dünya veya kul ile olan, sınırları ayet ve peygamberlerle çizili ilişkisine bütünüyle inanıyorum. ayetleri büyük oranda akla yatkın bulma durumundayım, kalanı da yorum/tercüme veya bilgi eksikliği gibi nedenlerle merakımı uyandırıyordur ve bunun için bütünden şüphe duymam.. dolayısıyla, mutezile'nin epistemolojik üstünlük düşüncesiyle, yani mutlak bilgiye erişmişçesine aklı nas'tan üstün tutma iddiasına katılmam mümkün değildir.
maturidi mezhebinin mutezile ile uzun bir mücadele süreci vardır. maturidiliğin mutezile'ye bakış açısını detaylı olarak görmek için şu kaynağı tavsiye edebilirim: KOÇOĞLU, k.; MÂTURÎDÎ’NiN MUTEZiLEYE BAKIŞI, ANKARA ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ, yayınlanmış Doktora Tezi. Ankara, 2005.
Scientific american dergisinin yıllık aboneliğine 600 lira ödemiş olmam lazım..
Bir arkadaşım, prestijli bir müzenin yazma eser kütüphanesi yıllık vip üyeliğini doğum günümde hediye etmişti... miktarını söylemeyeyim... bir tam yıl geceler boyu her tür kitabı indirdim.. nitelikli bir kitaba başladığımda kendimi zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissediyorum ve bunu tarif edecek birşey yok ..
