Çok can sıkan bir durum. Sürekli boğa burcu, Terazi burcu erkeği şöyle böyle. Balık burcu erkeğini umursayan yok. Yalnızca sözlükte değil, her yerde böyle. Neyse sz mşglsnz glba.s
Amacı anlaşılamamış kızdır. "sende de varsa bana kalpli mesaj at." ya da "benim emojilerde kalp var, sana atayım mı?" demeye çalışıyor olabilir veya bilmiyorum.
Var olan ve aksi iddia edilemez çekiciliktir. Yaxşı gecələr dileyişinden, espri ve şiirlerine kadar estetiğin dil formu olan Azerbaycan Türkçesiyle konuşur. Özünüzə yaxşı baxın.
Ahmet hamdi tanpınar'ın şiirlerini okurken gelen o hayranlık, coşku ve şaşkınlığın garip bir sevinçle harmanlanması ile insanın bunu içine sığdıramayıp parmağını ısırarak dışavurmasıdır.
Bu adam, Ahmet Hamdi Tanpınar, bambaşka.
Şuna bakar mısınız:
"... Ben zamanı gördüm,
içimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda... "
"...Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nereden bilelim bunları!. "
Her okuduğumda ilk sefer gibi dahi değil, tek sefer gibi.
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerin başında gelir. Yaklaşık 900-1000 km uzaklıkta bir yere gidip el kremini yanına almayı unutmaktır. Kremin sürüleceği iki vaktin kaçırılması demek bir yana, bir de gittiğin yerde o kremden bulamamak var. Off ya off.
Yozgat'ta 29 yaşında bir adamın aziz yardımlı'nın çevirdiği felsefe kitaplarından birisini okuyup onu anladığını iddia etmesi haberidir.
ifadeleri şöyle:
Bu yılın başında elime bir kitap geçti. idea yayınlarından yazarı hegel olan "tinin görüngübilimi" idi bu kitap. Büyükannem kitabı görünce onu sittin sene anlayamayacağımı, Almanca bilmediğim halde almancasını okusam daha çok şey anlayacağımı söyledi. Aldırmadım. Devam ettim. Kitabın ilk sayfalarından son sayfasına kadar hiçbir referans kitaba (sözlük gibi) başvurmadan tüm kitabı anladım.
Değer vermesi yalnız haz ve çabaları sadece bir gece uğruna olan kadındır. Felsefeci erkekler ise her hususu derinlemesine düşünüp türlü türlü akıl yürütmeler ile o hususlarda temkinli olurken, ne yazık ki bu kadınların ağına düşer. Lütfen;
Küçüklüğümde, büyüyünce ne olacağıma ilişkin sorulara verdiğim cevap olan "düdüklü tencere" ile felsefenin ilişkisidir. Bu isimle bir kitap yazmayı düşünüyorum. Çünkü düdüklü tencereyi incelerseniz onun özünde felsefi olmaya dair birçok şey bulabilirsiniz.
Hiç kuşku yok ki düdüklü tencere felsefeden bağımsız düşünülemez.
Enteresan olması ile birlikte benim babamdır.
Babamla, telefon görüşmesi yerine kısa mesajı tercih ederiz her zaman. Kendisi imlaya çok aykırı yazmaz ama benim tartışmalarda dahi her virgüle önem verdiğimi görünce, "Sen neden tdk gibi yazıyorsun amk" demişti.
Bahar Candan'ın son döneme damgasını vuran şarkısı "Dondurma Gibisin"in şiir formunda yorumudur.
Eserin poetik yönünün ağırlığından ötürü şiir formunda okumak zor olmadı fakat güçlü bir yapıt olduğu ortada. Bunu seslendirirken bu yönden zorlandım, bağlantı burada buyrun:
Edebiyatın Büyük ustası kahraman tazeoğlu'nun derin düşüncelere sevk eden aforizması.
Kahraman tazeoğlu şarihlerine göre üstat tazeoğlu burada, dilin, duygusal bir ilişkide tarafların içerisinde bulunduğu halleri ifade etmede yetersiz kaldığını ve bundan ötürü aşkın harfler (burada dile gönderme yapar) ile dışavurulamayacağını, ancak içerisinde olunca anlaşılacağını söylemek istemiştir.
sürekli gittiğim kitap&kafeye bir kız gelirdi. aldığı felsefe kitaplarını gösterir ve arada yardım isterdi. bir gün kendimi indirgeyip bir soru sorma gafletinde bulundum, "neden herkes gibi sen de böyle buyurdu Zerdüşt'ün muhtevası yerine Retoriğine odaklısın? "
kız da "nee? ahaha. Ben muhtavasına bakıyorum cnm.s yha Aristo byle byrdu zerdşt adlı eserinde kategorilerden bhsdr." dedi.
bir bahane bulup oradan uzaklaştım. lavoisier yasasına rağmen yok edilmeli bu kız.
Kavram "çözüme almak" anlamına geliyor. Daha çok derrida ile tanıdığımız bir yöntem olan Sous Rature, aslında ilk olarak heidegger tarafından kullanılmış ve heidegger'de aşina olunan metoddur. Bu, basitçe bir kelimenin üzerinin çizilmesine dayanır. Fakat nasıl bir kelime ve neden?
Bunu ilkin heidegger'de incelememiz gerekir. Sous Rature dilin imkanlarının üzerine konuşmaya yetmediği ya da konuşulduğunda aşkınlıktan ötürü hataya nedem olan kavramlara uygulanır, Heidegger bu yöntemi "varlık" kelimesi üzerinde kullanmıştır.
Dil, muhtevası ve ilişkin olduklarıyla tamamen varolanlara işaret eder. Aklınıza gelen her kelime bir varolana işaret eder. Varlık ise varolan değildir, dil doğrudan varolana ilişkin olduğundan varlık kavramına müteallik tüm konuşmalar hatalı olacaktır. Dilden aşkın olan varlık, yine onu dil ile tanımlamaya çalıştığımızda daralır ve tahrif olur.
Peki Varlık'tan nasıl bahsedeceğiz o halde? Dilin imkanları el vermiyorsa varlık'a ilişkin nasıl konuşacağız? işte heidegger bu yöntemi tam olarak bu sorulara cevap vererek kullanmıştır. Şöyle ki;
"Varlık kavramının üzeri çizilir, üzeri çizilen bu kelime yoktur fakat yine okunabilir. Cümleden çıkarılmıştır ama üzeri çizik ve okunabilir halde oradadır. Oradadır, çünkü o kavram zorunludur, olması gerekir. "
Bu tırnak içindeki Paragrafta şunu söylemek istiyoruz: - - - varlık hakkında konuşmak zorundayız ama Varlık'a ilişkin olduğunda dil, - hep varolana ilişkin olduğundan- kendinden aşkın olandan bahsetme hususunda yetersiz kalacak ve okumamızı hatalı kılacak. O halde onun üzerini çizelim. O artık yok ama hala onu okuyabiliyoruz. - - -
işte Sous Rature, üzerine konuşulması zorunlu olan fakat dilden aşkınlığı söz konusu olan kavramları yok edip yine de okumamızı sağlar. Bununla amaçlanan dil açısından yapılan """mecburi""" yanlışlara rağmen konuşulamayan hakkında konuşmaktır.
"Varlık, şu değildir." cümlesi dahi varolanlara ilişkin olan dil ile yanlış kurulmuştur. Çünkü en başta koşaç olan -dir orada varlığı ifade eder. "Bu kadeh buradadır" cümlesindeki -dir onun varlığını ifade eder, varlık varolan değildir ve bu yüzden ondan varolanlardan bahsettiğimiz dil ile bahsedemeyiz. Tam olarak bu durumda "varlık" kelimesinin üzeri çizilir ve öyle okunur: işte Sous Rature budur.
Heidegger bunu Varlık'tan bahsederken kullanılır. Yapısökümcümüz derrida bu yöntemi heidegger'den alıp heidegger Sous Rature olarak belirlediği Varlık'tan başka sözcüklere uygular.
Burada mühim olan nokta şudur: dil ve düşünce örtüşmez. Biz varlığı düşünür ve burada her zaman Varlık'tan kastımızın ne olduğunu biliriz ama varlık, dilden aşkındır ve bu düşündüğümüz varlığı, dile getiremeyiz. Aslına bakarsanız heidegger kaçtığımız şeyin kaçarak gittiğimiz yerden başka olmadığını ifade eder ve yine aslına bakarsanız derrida'nın tüm derdinin temasının, dil ve düşünce Özdeşliğinin var olmadığını söylemek olduğunu söyleyebiliriz.
En nihayetinde Sous Rature olarak belirlediğimiz sözcük, dile gelmediğinden böyle belirlenir ama onu başka nasıl anlatabiliriz ki diyerek belirsiz imleme ile onu belirsizlik içinde zorunlu okuruz.
Az önce youtube'un aniden karşıma çıkardığı enteresan video. Vazgeçilmez kadın olmak üzerine bir şey sanırım. Özellikle "sadece kadınlar izlesin" ibaresi var. 15 saniye izledim umarım çarpılmam.
Son zamanlarda veya - belki uzun zamandır- aşırı derece gözümü ve kulağımı kanatan durum. Birileri bir yerlerden yapısöküm, farklı okuma, kavram yokluğu, kavram hiyerarşisi, binary opposition gibi şeyler öğrenmiş ve kendilerince belli başlı yorumlar yapmaktalar.
Özellikle siyaset dünyasında ve entelektüel imajına sahip birçok insanda sıkça karşılıyoruz buna. Belki hiç dikkat etmiyoruz bu yönüne ama her zamanki gibi felsefi yöntemler ideolojik ve kişisel amaçlar uğruna göz boyamak maksadıyla kullanımda. Bunlardan birisi de yapısöküm.
En başta ilk haliyle heidegger'de ismi koyulmadan uygulanan ve derrida ile isim ve gerçek bir yöntem olarak kullanılan yapısöküm; çoğunlukla tarihsel metinlerde kullanılır. Peki neden? Bu metinler meskun/statik metinlerdir, bu metinlerin köklerine (metafizik köklerine) inilir ve statik oluşlarından ötürü yapısöküm olarak okumada daha az yanlışa neden olur. Çünkü hareketli bir metini bu şekilde okumak hataya yer açmak ve okumada verimsizliğe neden olur, o yorum adeta sağlam olmayan basit bir yoruma dönüşür.
Ne var ki bu yöntem, bu gün bir şeylere alet ediliyor ve bir entelektüellik göstergesi olarak kullanılıyor. Hataya en açık şeklinde -derrida'nın dahi aksini söylediği- dinamik metinler ve sözcükleri yorumlamada... Bu yapılmaz demiyorum ama dinamik olanın statik olan gibi söküm için Hazır-varlığı yoktur, yani statik olan kadar uygun değildir bu yönteme.
Heidegger zaman hususunda gösterdiği ihtimam ve varlığın zamanla ilişkisine verdiği önem açısından birkaç hususta yanlış anlaşılmıştır.
Bilindiği üzere eğer heidegger'den önce Sokrates öncesini ve aristoteles'i geçersek zaman ve varlık konusunda ısrarcı bir ilgi Augustinius ve daha fazla olarak hegel'de görülür. Hatta Augustinius itiraflarında, zamana ilişkin takıntı derecesindeki ilgisini gösterircesine, "kimse onu sormadığında onu biliyorum ama açıklamam istendiğinde hiçbir şey bilmiyorum" demiştir. Bu cümlesi o kadar değerlidir ki bilme ve söyleme, dil ve düşünme hususuna - belki- istemsizce değinmedir.
Ardından kendisini en az heidegger kadar karmaşık bulduğumuz hegel, varlık konusuna son derece eğilmiş ve klasik metafizik temellendirmesini aşıp varlığa ve zamana ontolojik anlamda en çok yaklaşan filozoflardan olmuştur. Hegel, adeta zamanın özünü (burada öz bir şeyin temel'liği anlamında değil, zaten ileride ne anlamda olduğu görülecek) varlık olarak belirlemiştir. Bu belirleme daha önceden yok muydu? Veya zaman ve varlık ilişkisi bu kadar sığ mı ilerledi de ta hegel'de bu şekilde belirlendi? Elbette hayır ama Hegel'in yaptığı bir anlamda önceleri öncül sayılanları dahi sorgulamaktı.
Bu noktada heidegger'in zamanı varlıkta ve hegel'in ise varlığı zamanda gördüğünü söyleyebiliriz. Ya da daha başka ve daha doğru bir ifade ile hegel'de zamanın özü varlık olarak belirlenmiş iken, Heidegger'de varlığın özü zamandır. En başta bahsi geçen yanlış anlaşılma hegel ve heidegger'in zaman ve varlık konusunda aynı şeyi ifade ettiğidir fakat aslında bu, derinden yüzeye büyük bir farktır. Heidegger'de temel alınan ve etrafında ilerlenen tema varlıktır. Varlığın zamanla ilişkisi yüzünden varlık kadar zaman üzerine de düşer. Hegel ise zaman açısından varlığı ele alır.
Heidegger, aristoteles ve hegel'e menfi ya da müspet yönden olarak büyük önem verir. Onların düşüncelerini önemser. Hegel'e çıkış noktası ve yöntemi yönünden kızsa da açtığı yolu reddetmez. Sanki bu, Heidegger; hegel ve aristoteles diyalogu, gizlenmiş gibidir. Ama daha ince çalışmalar ve okumalar ile bu ortaya çıkabilir.
Unutmamak gerek, Heidegger hegel'den bu hususta çok büyük oranda ve temelden farklı olsa da heidegger'in hegel diyalogu göz ardı edilmemelidir.
11. Nesil yazar adayı. Nick altını açanın sir marcus Premses olmasının ihtişamıyla sözlüğe talihli bir giriş yaptı. Bildirim gelmemesine rağmen takip ettiğini gördüm. iyi geçinelim, yoksa; iterim. Öptm.