yine yeni bir veda ile buradayım. Dileyin, umun veya dua edin de tekrar dönemeyeyim. Zira bu döngüden ben de sıkıldım. Varlığı özsel olarak düşünmekle, ulviyetle, sir ve Premses olmakla belirlenmiş olan Marcus'a iyi geceler dileyin.
Ve unutmayalım ki "insan nedir" değil, "insan kimdir?" diye sormalıyız. Özünüze yaxşı baxın. Birileri martin heidegger başlığını arada sırada canlandırsın. Saygılarımla.
Hazır çaylakken bir şeyler yazayım. Oldukça uzun, çok uzun süredir, yıllardır gerçekten nasıl hissettiğimi, nasıl olduğumu ve bu bağlamda ne düşündüğümü hiç açma fırsatım olmadı. "çünkü soran olmadı" demeyeceğim, zira sorular sorulduğunda değil, dilediğimde anlatırım.
Yaklaşık 1.5-2 yıldır içerisinde olduğum depresyon benzeri bir hal var. Kafam türlü düşüncelerle dolu fakat ne bunları aktarmak ne de tutmak istiyorum. Bazen bir yazı yazma niyeti ile oturuyorum sandalyeme, o sandalye çekiliyor altımdan yazmama'ya doğru. Çıkmıyor, kafam kabız olmuş gibi. Ne bilgiyi ne düşünceyi ne de duyguyu aktarabiliyorum. Zaman zaman bunu yapacak halde oluyorum ve tam dışavuracağım zamanda tekrar geliyor o sıkılmışlık.
Kendimi yavaş yavaş eriyen bir mum gibi hissediyorum. Sıcağım ve ışık saçıyorum ama gittikçe kısalıyor boyum ve gölgem, gittikçe daha fazla eriyorum. En çok korktuğum şeylerden birisi olan entelektüel kapasitem ve felsefi yetkinliğimi kaybetmektir, ne yazık ki sanki oraya doğru gidiyorum. Biliyorum ki bu yalnızca bir kaygı, bunları kaybedecek değilim ama bunu hissetmek dahi çok sessizleştirip kaçırıyor beni.
Bu bahsettiğim 1.5-2 yıldır Kayıtsızlığım öyle zirvede ki... Öyle acımasız ve umursamaz oldum ki bunu yazarken dahi rahatsızlık duymuyorum. Hayatımın her zor zamanında bir rahatlama aktivitesi olarak gördüğüm seks hususunda dahi çekimserim, tabii şu sıra yeniden alevlendiren bir şeyler var.
Ne anlatıyorum ben diye düşünürken, aklıma küçüklükten beri düdüklü tencere olma isteğim geldi... Evet, benim gibi kibirden tecessüm eden soğuk bir insanın şu anda ihtiyacı olan, bir göğüs ve saçımı okşayan bir el, biraz öpücük. Bazen insan gibi hissetmek istiyorum, duyguları ve hisleri olan bir insan gibi. Sadece ultra zeki bir primat gibi değil. Hakikaten ya, antik yunan yüzlü, Roma sütunları andıran parmaklı, rüzgarlarla taranmış saçlı, öpülen toprak gibi dudaklı ve zarafet ve estetiğin üzerinde dans ettiği bele sahip bir kadın yatırsa göğsüne de sevse biraz beni.
çok zor da kaldığım yıllarda cebimde beş parasız gezdiğim sıralarda durumumu anlayıp hiç söz etmeden aylarca beni idare eden adamdır. adam gibi adamdır.
Sartre, hakkında en çok konuşulan ve en az hemfikir olunan filozoflardandır. Bunun iki nedeni var: (i) kendisi felsefi alanda kendi hakkında çok açık olmamış ve söylediklerinde hep açık kapı bırakmıştır. (ii) ikinci neden çok komik. Varlık ve hiçlik veya felsefi düşünceleri incelenmeden, felsefi kimliği yalnız edebi eserlerinden anlaşılmaya çalışılmıştır.
Öncelikle ben varlık ve hiçlik adlı eseri okumayan kimselerin sartre hakkındaki - eğer onun felsefesi üzerine makale, yazı okumamışlarsa- konuşmalarını çok eksik buluyorum. Bu bir aşağılama değil, eleştiri.
Sartre, varoluşçuluğun kökenine heidegger'i koyar, Onun varlık ve zaman'da işlediği dasein'ın Eksistansını varoluşçuluğun Eksistansı olarak kabul eder. Lakin heidegger bunu ta en baştan reddeder. Heidegger, insanı mevcut-bulunan olarak göstermek istemediği için onun var-oluşmasına doğrudan işarət etmek maksadıyla Eksistans terimini kullanır.
Ne var ki sarte bunu varoluşçu felsefeye, varoluşun (Eksistans) getirdiği varoluşçu haller ile birlikte alır. Yani Eksistans tek başına bir varoluşu değil, varoluşan bu insanın kaygı, umut, inanç ve özgürlüğünü, bulantısını da içine alan bir varoluştur; insan varoluşu bunu beraberinde getirir.
Sartre elbette yalnızca basit bir kaygı şöyledir, bulantı böyledirci adam değildir. fenomenoloji geleneğinden gelen yetkin bir ontolog olarak da kendisini gösterir. Varlık ve hiçlik adlı eserinde fenomen üzerine yaptığı serimlemeler ile batı metafiziğine karşı bir bozum da gerçekleştirmiştir. Tabii bazı çevreler sarte'ın dualizme karşı üzeri örtülü bir dualizm getirdiğini söyler. Bunu kitabın başında eleştirdiği fenomen ve gerçek ayrımından çıkarırlar.
Fenomenolojide gerçeklik epistemolojik şekilde ele alınmadığı gibi öncelikli de değildir. Fakat ta Husserl'den sartre'a kadar "gerçeklik nedir o zaman" diye gelen ısrarcı ve kaynağı anlayışsız olan sorular sartre'da patlar ve fenomen gerçektir der. Tabii bu her ne kadar üzerinde durulmasa da büyük bir ifadedir. Zira heidegger fenomenolojisinde fenomen açığa-çıkmış olan, eşyanın kendisi anlamındadır. Bu onun gerçekliğini değil, varlığını ifade eder. Gerçeklik var olmanın yalnızca bir türü olduğundan fenomen gerçektir demek varlık gerçekliktir demek olacağından hatalıdır. Sartre bu hatasını umursamaz, çünkü bu ontolojik kısım onun için temellendirme kısmıdır. Onun için asıl mesele varoluşçu felsefedir.
Son olarak sarte için "edebi bir filozoftur" düşüncesini çok indirgemeci bulsam da tam bir "yalnız felsefe" filozofu diyemeyiz. Lakin kendisi hakiki anlamda yalnız felsefede değil, edebiyatta da çok etkili olmuştur dünyada.
Oluş bir sürece işaret eder. "Ölüm, yok oluştur" demek "ölüm, yok olma sürecidir" demektir. Dolayısıyla ifade etmek istenilen ölümün yok olma olduğudur. "ölüm, yok olmadır." denilirse daha uygun olur fakat bu da eksik bir ifadedir.
Çok can sıkan bir durum. Sürekli boğa burcu, Terazi burcu erkeği şöyle böyle. Balık burcu erkeğini umursayan yok. Yalnızca sözlükte değil, her yerde böyle. Neyse sz mşglsnz glba.s
Amacı anlaşılamamış kızdır. "sende de varsa bana kalpli mesaj at." ya da "benim emojilerde kalp var, sana atayım mı?" demeye çalışıyor olabilir veya bilmiyorum.
Ve yine var olmayan namustur. Şahsen benim yok. ilk başlarda kum torbasına bağlayarak bu hususta çalıştım fakat tutkunun olmayışı beni yavaşlatıyordu. Daha sonraları tutkunun var olduğu sahalara gerçek sahalara daha fazla önem vermeye başladım. Ve olanlar oldu, artık sütyen kopçasını tek elle olabildiğince hızlı açıyordum ama bu kazanımla birlikte bir şeyi kaybetmiştim: namusumu.
Değer vermesi yalnız haz ve çabaları sadece bir gece uğruna olan kadındır. Felsefeci erkekler ise her hususu derinlemesine düşünüp türlü türlü akıl yürütmeler ile o hususlarda temkinli olurken, ne yazık ki bu kadınların ağına düşer. Lütfen;
Bazen Rüyalarımı teşrif eden üstad-ı azam, filozof. Geçenlerde belgeselini 52455224. Defa izlerken yine o son sahnede gözlerim doldu. Ah, varlığının özü ulviyet ile belirlenmiş varolanım. Senden başkası huzur vermiyor. Özledim. iyi geceler.
Geleneksel bir eyleme dönüşmüştür. Masonluğun dünyada menfi her durumun arkasında durduğu düşüncesi insanın bilmediği şeyden korkmasından başka bir şey değildir. Masonluk, dinlerle uğraşmaz. Masonluk, dinsel bir kuruluş da değildir. Masonluk enteresan cinayetlerin ardında değildir. içerisinde olanın dışarıya çıkmaması o çıkmayanların komplo teorileri ile örtüştüğü anlamına gelmez.
Masonluk hususunda atıp tutmak zevkli ve insanı fail bulmuş hissine kavuşturması yönünden rahatlatsa da doğru değildir.
Ben de birkaç kez kendisiyle mesajlaşma şerefine nail oldum. Birlikte bir şeyler yapıp yapamayacağımızı sordum. O da "bu ne cüret" diyerek karşılık verdi. Nereden bileyim kendisine karşı bile kibirli olduğunu.