Taze mezun olarak sudan çıkmış balığa dönmüş olmak. Ne yapacağını bilememek. Her gün bir başka plan yapmak ama bi türlü geleceği öngörememek. Daha bir hafta öncesinde özel sektörde çalışmak için deli gibi aranıyorken şu an şu dakikalarda yüksek lisans yapmaya karar verdim mesela. Bütün bunları çok önceden planlamalıydım biliyorum ama nasıl anlatsam yüksek lisans ve de asistanlık için çabalıyor olsam sanki bir yerlerde daha iyi bir fırsatı kaçırıyor gibi hissedeceğim ve daldan dala atlatıyor bu hissiyat beni. Lanet olsun en büyük mutsuzluk sebebim bu 3 aydır. Hiç mezun olmamalıydım beni beni alın burdan.
odtü kampüsünün son yıllarda bu denli tartışma konusu olması normal karşılanmalıdır. ankaranın nadir oksijen alanlarından olan kampüs artık birilerine batmaya başlamıştır * boş boş duruyor bir beton atmak lazım anlaşmalar lazım rant gerek rant dimi. üç üniversite de sahip oldukları kampüs alanlarını fazlasıyla hak etmektedirler. başka üniversitelere yer kalmadığı konusuna gelirsek; açılmasın daha fazla üniversite lan. işsizler bir ordu kuracak yakında.
baktım da şimdi hoş görünüyor ama ben üşenirim bunları düzenlemeye falan. zaten sürekli bize sormadan etmeden değiştiriyor her şeyi çok anlaşamıyoruz facebookla bu konuda. *
bir çocukluk hatırası. o malum pazar banyosu yapılır sonra oturup bizimkiler dizisi izlenirdi *. anne de ütü yapıyor olurdu. öyle bir sahne var net. bu arada bizimkiler ne şirin ne bizden bir diziydi değil mi.
bir yazar diğer bir yazarın ismiyle benzerlik gösteriyorsa ve bu yazar diğerinin isim altına bunu belirtip diğeri de bu yazarın isim altına aynı şeyi belirttiğinde anlar ki bu yazar her şey karşılıklıdır. (bkz: saçmalıklar furyası)
"ey burjuvazinin devrimci ilkelerinin acınası başarısızlığı! ey ilerleme tanrısının iç karartıcı armağanı! filozoflar, hiç çalışmadan para pul, han hamam edinmek için yoksullara iş verenlere, insansever diye alkış tutuyorlar. bir köyün orta yerinde bir fabrika kurmaktansa, oraya veba tohumları saçmak, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. fabrika işçiliğini başlatın, ne neşe kalır ortada, ne sağlık, ne de özgürlük. yaşamı güzel ve yaşanmaya değer yapan ne varsa, hepsi gitti gider."
bu paragraf paul lafargue'nin tembellik hakkı diye bir kitap yazma nedenini çok net açıklar. o savunur ki; işçiler fabrikadaki işlerine öyle gömülmüşlerdir ki makinanın hızına erişmek için normalde çalıştıklarının 2 ya da 3 katı çalışmaya başlamışlar ve bunun için sağlıklarından olmuşlar, özgürlüklerini yitirmişlerdir. onlar asıl gücün proletaryada yani kendilerinde olduğunu unutmuşlardır * kapitalizmin getirdiği ve onların da ne güzel kucak açtığı çalışma tutkusu sarmıştır dört bir taraflarını ve bu yüzden de der ki eğer bir topluluğu yok etmek, onu sersemletmek istiyorsanız sürün onların önüne 'ilerleme' çılgınlığını!
şimdi sanık değil de davacı iseniz ve size karşı bir suç işlenmişse sakın ha ezik durmayın. hakim size soru sorduğunda sesiniz titremesin. onun gözlerine dik dik bakın, sakın kaçınmayın. suçlu olduğunu bilsin ama bir yandan da yaptığının karşısında ezilmediğinizi de görsün. hayatınıza aynen devam edin ve zorunlu olmadıkça katılmayın duruşmalara o gidip gelsin canı çıksın gebersin. *
ersin karabulut'un son yıllardaki en samimi yazılarından biri. bir insan bu kadar mı benden olur beni anlatır. bence okuyun ben arkadaşlarıma zorla okutuyorum size o kadarını yapamam ama okuyun lan n'olursunuz sanki çok uzun biliyorum ama okuduğunuzda hani sizin gibi düşünen biri daha var bu dünyada tıpa tıp aynı duyguları paylaştığınız onu farkettiğiniz anlar vardır * işte o hissi yaşayacaksınız o kadar diyorum ben size. burdan sana sesleniyorum ersin abi yazı müthiş olmuş yahu. öhöm. sevgiler, saygılar.
bir umut taşıyordum farklı ve çarpıcı olacağına dair. bir kaç kez izlemeyi denedim ama çevre baskısıyla kanalı değiştirmek zorunda kaldım. çok üzgünüm ama şu anki haliyle * gerçekten katlanılası değil.
anlat istanbul adlı filmde ismail hacıoğlu'nun oynadığı karakter eskort olduğunu bile bile platonik aşıktı kıza. adam kızı namusu yapmaya kararlıysa da onu asıl yıkacak olan kızın travesti olduğuydu ki bunu hiç öğrenemeyecekti. tam burda sustum olur ya izlemeyen vardır.*
ordu'da çokca kullanılır ağzında yara çıksın, ağzına zehir dolsun gibisinden bir anlam taşıyor kendisi. çocuk ısrarla söyleneni dinlemezse ve yaramazlık yaparsa ağzına davun çıksın hee yeter şeklinde uyarı yer. bence çok samimidir yılların içinde kaybolup gitmesine izin verilmeyecek cinstendir.
şom ağızlı bir uyarıdır. sen bunu söyledikten sonra bir şey kırılacaktır büyük ihtimalle ve kırılan şey çok uyduruk ve pahalı bir şey olacaktır. tecrübeyle sabittir maalesef. neyse ki uyaran taraftım.*
bu gerçek olamayacak bir şeydir bizim annelerimiz dondurma kabına salça koyar ama tersi asla. hem ben yemem o dondurmayı salça kokar o midem bulandı be.
müzik çalarımı kaybettim ve hala evde bir yerlerde olduğunu iddia ediyordum bu berbat duygudan ne güzel de kaçıyordum; ancak geçenlerde taşındık ve berbat hissediyorum. yüzük kaybettim ama bence o da arabada koltuğun altına falan kaçtı bi dakka ya arabadan da taşınamıcağımıza göre neyse hayırlısı ordadır orda.
filmlerde görürüz hep bu sahneyi. çok sahtekardır aslında çekici değil bu kadın ama çekici olma çabalarında velhasıl çekicilik insanın ruhunda duruşunda olur ne gerek var sanki öyle gözlük kemirmeye.
bu yaz gereğinden fazla var bolca üretilse fena olmayacak galiba. geçenlerde belediye otobüsünün içinde en kocamanından bulunmaktaydı ve birinin ayağından düğerinin eteğine ordan başkasının kafasına atlayıp durdu oyun yaptı kendince ve ben de dahil üstünde başka bir şeyin varlığını hissetmenin verdiği irkilmeyle ıh ıg gibi seslerin ve bazılarının da çığlıklarının eşlik etmesiyle tam bir oyun sahasına çevirdi kereta otobüsü. eh fena olmadı ankara'nın suratı turşu satan büyük insanları güldü, çığlık attı, bi tepki verdi adamlar yahu.
üzülerek söylüyorum ki iş imkanı bulunmadığı, geleceğinin parlak olmadığı söylenen bölüm odtü olsa bile. nerden cesaret alıyorum bunu yazmaya ve bölümdeki arkadaşların hevesini kırmaya, benim bir lafımla nasıl kırılacaksa o heves ne düşünceliyim, odtü tarih okuyan bir arkadaş 2 yıl okuduktan sonra bırakıp tekrar hazırlandı ve ankara üniversitesi halkla ilişkiler bölümünde bu sene. aradaki uçurumun farkında olun. odtü tarih 3000 sıralamaya, ankara ünv halkla ilişkiler ise 25000 sıralamaya sahip. halkla ilişkilerin iş imkanını daha yüksek buluyor kendileri.
işte bunları ösys açıklandığında durumlarına yazıyor bazı insanlar odtü hukuk hu huuv
ya da odtü tıp be bu kadarını beklemiyodum gibisinden iyi hoş da hiç mi düşünmezsin türkiye'nin kıytı köşesinde yaşayan kuzeninin arkadaşın olduğunu ve bu yazdığına saf bir heyecanla helal be kuzenime vala bu kadarını da beklemezdim tıp haa diye bir yorum yapabilme ihtimalini? bence bundan sonra düşün ,bundan sonrası olmasın tabi kazan sen, çünkü bu anlattığım diyalog yaşanmış bir olaydan alıntıdır dost.
bunlardan ankara sincan'da bolca bulunuyor olsa gerek ki kendinden büyüklere kafa tutuyor bunların evlatları. bir arkadaşımın annesi küfür ettiğinde ağzına kırmızı biber doldurmuş de sonra öğrenmiş büyüklere nasıl saygı duyması gerektiğini; tuvalete acı içinde tükürürken o pul biberleri. bu sincan bebeliklerini allah yarattı demeden dövmek isteği duyuyor ben ve benim gibiler ama yeni bir önerim var a dostlar. yanınızda küçük bir poşet şöyle an acısından pul biber taşıyın eyvah çocuk urfalıysa falan orayı karıştırmayalım. çok iyi kendi kendime önerimi çürüttüm bravo bana. siz gene de aklınızın bir köşesinde tutun vallahi de daha etkili bunları zaten yeterince dövüyorlardır farklı bir bakış açısı farklı bir canilik. kıh kıh kıh.
samimiyet herkesle kurulduğunda değersizleşen bir şeydir. dostunla, sevgilinle samimisindir, ailenle samimisindir, kuzeninle falan da öyle ancak sen her arkadaşınla samimiysen olmaz arkadaş öyle şey ne bileyim bir terslik gariplik vardır sende o durumda. ayrıca ufak bir bilgi: eğer tanıdık biriyle karşılaştğında el sıkışırken kendi elini onun elinin üstüne koyup da nasılsın keyfin yerinde mi tadında sohbete bu şekilde devam edersen, sen o kişiyle samimisindir vücut diline göre.
ODTÜ'de lgbtt adında bir toplulukları bulunmakta aslında daha bir topluluk olabilmiş değiller resmi olarak rektörlük ve kültür işleri tarafından kabul edilmiyormuş. Lezbiyen, gay, biseksüel, travesti, transeksüelmiş açılımı. Bu yıl şenliklere denk gelen bir günde onur yürüyüşü yaptılar baya renklilerdi flamaları olsun pankartları olsun sempatikti ancak sonradan biraz azıttıklarını düşünen vatandaşlar tarafından yuhalandılar ve evet biraz abartmışlardı ama yine de gerek yoktu heralde yuhalamaya falan adam zaten yılda 1 kere böyle bir özgürlüğe kavuşmuş rahat bıraksan hani ne zararı var. Bu topluluğa dahil insanlar kendilerini normal kelimesini reddeden bir grup ODTÜ öğrencisi olarak tanımlıyorlar.