mythbusters'daki şehir efsaneleri gibi birçok miti vardır. bu mitlerin hepsi; yılın ilk denize girme olayının verdiği heyecanla dalınan sudan, sonradan orta kulak iltihabına varan tahribatla çıktığım anda tarafımdan denenmeye başlanmıştır. mit bir; en basiti. kafayı su kaçan kulağın yönüne doğru bük.
(asla yeterli olmaz) mit iki; mit bir'i uyguladığın durumda aptal aptal zıpla.
(çok zevkli) mit üç; su kaçan kulağın tersi ayağınla, tek ayak üstünde zıpla.
(mit iki'den neden farklı olsun hala anlamış değilim) mit dört; günün belli anlarında aniden kafanı salla.
(dikkat et kimse görmesin) mit beş; sakız çiğne.
(onu hep yapıyorum su kaçmasına gerek yok) mit altı; kulağına biraz daha su dök. hepsi içerde birleşip kulağından taşar.
(çivi çiviyi söker misali. bana da saçma geldi) mit yedi; elektrik süpürgesini kulağına daya. kulağından sıvıyı çekmesini bekle.
(beynimi çekiyor, bak ne hale geldim) mit sekiz; elektrik süpürgesi ile kulağının arasına peçete ya da mendil koy.
(bunu mit yedi'den önce yapmak daha mantıklı) mit dokuz; yatarken kafanı yataktan aşağı sarkıt.
(gözlerin kan çanağına dönüyor hepsi bu) mit on; diğer kulağından biri üflesin, o kulağından çıksın.
(bunu küçük yeğenim söyledi. çözüm bulma çabasını takdir ettim ama belki çizgi filmlerde olur) mit on bir; bir pamuğu uzun ince halde kıvırarak bir cisim yardımıyla kulağına sok. kulak çöpüyle falan.
(sanırım zar delinmesi böyle oluyor) mit on iki; kulağına su kaçmasının ertesi günü o su kulaktan çıkmazsa doktora git. senin ağrısından dokunamadığın kulağını, doktor tutup içine demir bir çubuk soksun. onunla içini temizleyip sana iki de antibiyotik versin. iki hafta da ağrısını çek. mit on üç; ağla açılırsın. hem sesin güzelleşir.
hepsini denedim ve mit on iki'ye kadar hepsi iflas etti. mit on iki ve mit on üç gerçekleşti. sesim de süper oldu. detone falan hiç yok.
"ama amca sen de bir türlü düzgün kesemiyorsun. yıllardır sana saçımı teslim ediyorum sen de homuna koyup geri gönderiyorsun beni. tamam seni seviyorum, yıllardır esnaf - müşteri ilişkisinin önüne geçtik ama sen saçımı kesmiyor biçiyorsun adeta. 5 yıldır saçıma vermek istediğim (yanlar ve üst hemen hemen aynı uzunlukta olacak) şekle hala ulaşamadık. halbuki her o koltuğa oturduğumda 'her zamankinden mi?' demen benim içimi bir garip yapıyor. zaten bu yüzdendir ki o pahalı kuaförlere gidemiyordum. kusura bakma ama bu berber sen olmasan üç kuruş için kafamı sikmene izin vermezdim. kusura bakma yaptım işte bir kere. kusura bakma... kusura bakmaa..." diyerek uyandım bir saç kesimine otuz küsür lira verdiğim o muhteşem kuaföre gittiğim günün ertesinde.
bizim mahalle berberini aldatmak içimde pişmalık ile hıyanet hissi oluşturmuştu. ama rüyamda da berberin yüzüne haykırdığım gibi, yıllardır şu saçlar hiç mi düzgün kesilmez yahu! makassa makas, taraksa tarak... tamam, belki fiyatla orantılı kalite farkı olur ama bu kadar da olmaz ki. bizim de özel görüşmelerimiz oluyor, her şey muhteşem olsun istiyoruz. bir ayakkabıya yüz milyonlar sayarken en önemli unsur olan saçıma verdiğim fazla para bana o kadar koymaz. yine de içim içimi kemiriyor; ben berberimin suratına nasıl bakarım, haftalık iddia tüyolarını kimden alırım, mahallenin dedikodularını nasıl öğrenirim...
lütfen olayı daha da duygusal hale dönüştürmeyelim. bu olay burada bitsin artık. abartıp "kahraman berber züppe kuaföre karşı" durumu oluşturmayalım. zaten bir vicdan azabı çekiyorum. ulan insan kuaföre gitmek için bu kadar düşünür mü?
o yanlarla üstler aynı uzunlukta olsun deyip de dazlağa döndüğüm günden beri bunu düşünüyorum. dile kolay beş yıl oldu. daha öncesinde okul tıraşı, subay tıraşı der geçerdik ama artık serde beğenilme güdüsü var.
evet, yaptım. kahraman berberimi dudak altı bıyığı bırakan, tırnağı uzun, ibnemsi kuaförle aldattım. ama geçerli sebeplerim var. "var da bunu berberime nasıl anlatırım? yine de yıllardır berberim o amca benim" diyerek üç ay sonra olsa da gittim berbere. göt kadar dükkan iki kişi saç kestiriyordu. zaten saç kestirenler dışında iki kişi daha girince içerde yer kalmıyordu. fakat benim hislerimin bu dış görünümle ilgisi yok. vallahi yok. sorun berberde değil bende, sikilen benim kafam olmasa merdiven altında kesseler acımazdı.
her berber sırası bekleyen sap gibi yandaki kahvede iki çay içtim. berber amcamın yolup gönderdiği delikanlı çıkınca girdim berbere:
- selamun aleyküm
- aleyküm selam
- nasılsın barış abi?
- ... iyidir, sen nasılsın? görünmüyorsun?
(biliyordum bunu soracağını. aman allah'ım ne bok yiyeceğim ben şimdi?)
- şeyy.. eehmm.. abi okulla ilgili bir durum oldu da, il dışındaydım.
- haa iyii
kısa süre sonra berber amcam bir kişiyi daha yolup gönderince,
- geç bakalım.
- eyvallah abim.
(es)
- yine yanlarla üstler aynı mı yapıyoruz?
(sanki yapabilecek amınakoduuum ama yapamasa da hatırlaması bile etkiliyor beni, abim benim beaa)
hee der gibi kafa salladım, sonra:
- allah belamı versin benim
- ne oldu koçum
- yok bir şey barış abi, devam et sen.
dedikleri gibi hayat bir sınavdır ve bazıları hep kaybeder.
misal arkadaşın dişi ağrıdıydı, ucuz olsun deyu tanıdık doktora gittiydik. az para verecez diye sıranın sonuna koydu bizi lavuk. bekleyen hiç güzel kız yok deyu gazeteye dergiye abanduk. kadim dost ibo bi kişilik testi buldu. Çözdü, safi mal çıktı. Oysa ben bilirim iyi ibo iyi çocuktu. Ver lan bakam ne oldu dedim de vermedi. zuhhahaha diye güldü. "noldu la iboş" dedim, kaydırma yapmışım dedi. önemsemedim de biraz güldük karşuluklu.
o sıra muhayenehaneden bir afet çıktı. daha ilk görüşemeden aşık oldum kapı eşiğinden. fakat ibo hızlı çıktı. gitti hastayım ayağına kızı ayarttı, telefonunu bilem aldı. anlayacağın ayaküstü kızı tavladı.
sonra girdi muhayene oldu. doktor hıncımı aldı. sikti dişini attı. gittim çözdüğü teste baktım, kaydırma falan yoktu, ibo cidden bir maldı.
bazıları hep kazanır. ibo da onlardandı.
testte kaydırma nedir, bizim hayatımız kaydı.
best fm'de pınarating adında bir program yapan radyo programcısı. fazla derin konulardan bahsetmez. öyle işte allah ne verdiyse. yıllardır bu işi yapıyor, tecrübesi var yani ama bir bayanın programı ne kadar tutarsa o kadar tutuyor.
sesi ile görüntüsü bağdaşmayan kişilerden yalnızca biri. bir can't take my eyes of you yorumu vardır ki sorma gitsin.
biz de yalan yok, hilaf da yok! cool nasıl yazılıyor lan diye evvela sözlüğe bir baktım.
na bu adamın sevgilisinin cool'luk seviyesini neyle ölçersin? bir bokla ölçmezsin kardeşim. tarz farkı falan istemez. iki afili kitap okusa, bir iki dergi takip etse, üç beş yabancı müzik grubunun adını bilse cool'dur. bunun yanına siyasi bir görüşü olup bir iki derneğe üyeliği falan da varsa aşırı cool'dur.
işte bu cool'luk insanı çeker, sarar sarmalar mala döndürür. her söylediğini yapar, her haline taparsın. götüne tekme yer yine ona sararsın. 300 hafta Cuma'ya gitmez her gün ona gidersin. de bakayım kimin kulusun?
ha bu sözlük aleminden tek bir önerme yapamadan göçse idim gözüm açık giderdim. yılların hatrı adına başlığı da ''önermesini yaptığım başlıktır'' deyu tamamlamak isterim. ne olacak amına koyim, götünü sikim, zürriyetine kafam girsin. böylelikle küfür ögesini de içermiş olduk. rahatladık.
istatistisler crazygirl nick'ini kullananların yüzde altmışsekizvirgülondördünün arkadaşlarını tongaya düşürmek isteyen erkeklere ait olduğunu gösterse de sanal alemde bir külttür bu nick. zilyonları peşinde sürükler. neden? çünkü ben bir kızım ve aranıyorum demek için başka herhangi bir bildirim yapmanıza gerek bırakmaz. aslında sırf girl olması bile er kişi için yeterli iken crazy olması ''herkese veriyorum'' imajından ötürü çılgın attırır.
peki halkın ekonomik olmasa da sosyo-elit kısmının oluşturduğu sözlük camiasında durum tam tersi midir? yani nick'i crazygirl olana ''ıyyyk gösteriş meraklısı afişe edilmiş tiki'' deyip sallanmaz mı yoksa ''aha da kız buldum, yumulun'' mu denir? cevap veriyorum: c. herkese gerizekalı tiki lan bu denip özelden msn istenir. açtığı saçmasapan başlıklar prim yapar, mahlas altı dolar taşar. bir popülarite yürür gider.
bu durumdan şikayet de edemem. şu saniye domestickız nickli biri ''neden öyle diyorsun amaaa'' diye mesaj atsa dibim düşer.
e bakıyorsun herkes yakınıyor; yazıyorum ama okunmuyor, yazıyorum ama oylanmıyor, yazıyorum ama nick altıma ''canciş'' diyen yok... tabi yok olum. nick'in ne? ahmed el kafir bin muslim. nick'in ne? buragin babasi. nick'in ne? ahmed, bashir, babacevdet32, yakisikli69... pokezat seni saymıyorum bile!
olmaz dostum. ne kadar iyi yazarsan yaz, crazygirl'ün en boktan entry'sine kurban olursun.
bir yazarın hezeyanı idi, gördüm. aslında demek istediklerini kelimelere döktüm.
güzel bir olay. paraya her ihtiyacın olduğunda üretip kullanabilirsin. ayrıca para kazanmak için farklı şeyler yapmana gerek yok, direkt parayı üretiyorsun.
bunun için ille de merkez bankası'ndan falan izin alman da şart değil. dört yol ağzında bir fırın, bayanların bol olduğu bir yerde mangovari bir mağaza, bağdat caddesi gibi bir caddede hamburgerci, istiklal gibi bir yerde bir cafe, lüks bir semtte abidik gubidik otantik yemekler yapan pahalı bir restoran falan açarsan da küçük çaplı bir darphanen olur.
tabii böyle yerler açmak için de bir tanıdığının darphanesi olması lazım. para parayı çeker.
sen bunu ister tersinden anla ister düzünden. yani istersen bütün gün uykuluydum ama gece uyumadım de, istersen bütün gece uyumadım ama şimdi uykuluyum de hiç farketmez.
uykusuzluk genlerine işlenmiş benim gibi insanoğlunun bugüne kadar ve muhtemelen bundan sonraki hayatında hep yaşayacağı bir süreç bu. neden durum değil de süreç? çünkü durmuyor, sürüyor anasınısatiim.
bu sürece giren insan bütün gün ''bugün çok uykusuzum akşam erkenden yatıcam'' deyip gecenin ilerleyen saatlerinde ''uykum kaçtı amunakoyim'' diye söylenmeye başlar. bir süre sonra ulan sabaha çok az kaldı bu geceyi de uykusuz geçirdik yarın yine uykulu olucam düşüncelerine gark olur.
akşam çok uykulu olduğundan 13-14 saat uyumayı düşünüyorsa; birkaç saat sonra ideal uyku saati zaten 8, çalışan adama 6 saat de yeter, 4 saat uyuyunca insan ihtiyacını karşılar aslında, bari 2 saat uyuyayım da gözlerimin altı morarmasın ve nihayetinde sabah oldu çok uykum var sürecini yaşar.
bu amunakodumun sürecinde ulan uyumadıysam neden uykuluyum diye düşünmeye bolca vakit vardır. bütün gece geçmiş günleri yad edip gelecek planlarımı da yaptıktan sonra ben de bu konuya eğiliyorum. okumayan bir insan okullu oluyor mu? ben uyumadım neden uykuluyum? hayır arkadaş, adam çalışmıyor diye işsiz ise ben de uyumadım diye uykusuz olmak istiyorum. dünya bu adaleti sağlasın. çok uykum var. bu akşam acayip uyuycam.
hep duyardım görevi başında memura mukavemet suçtur, yok bunun gömleğinin bir düğmesini koparmak iki yüz elli yıldan başlar falan diye. özendim anasını satayım. ne kutsal meslekler var.
düşünsene hepimiz bir işte çalışıyoruz, adamlar gelip ağzımıza sıçıyor gıkımızı çıkaramıyoruz. hele ki bir şey satıyor ol. aman allah. o müşteri ''ben bu malı alırım ama sana da kayarım'' dese ''kaymağımsın balımsın'' der zevk almaya bakarız. halbuki görevi başındaki memur öyle mi? iflağını sökerler adamın. sikertirler, sokartırlar.
yalnız bu adamlar sadece görevi başındayken mi memur oluyor, ya da hep memurlar da sadece görevi başındayken mi bunlara dokunmak suç? anlayabilmiş değilim.
adam memur mesela normalde, mesai bitti hooop ev hanımı. artık gömleğini parçalayabilirsin. ya da mesela memur gıcık etmiş birini, adam bekliyor mesaisi bitsin de ağzına sıçayım. ve mesai saati bitti artık görevi başında değilsin diye pataküte dalıyor. hatta görev başında oluşu da göreceli. masasından kalktı tuvalete falan giderken kes önünü. ''nere la bura? görevinin başı şurda, sen burdasın'' de, sonra yer misin yemez misin?
neyse mesaisi başlıyor şimdi bunların, susalım ve saygı duyalım. görevi başında memura hakaretten hepimizi sikertirler, sokartırlar. mukavemet etmeyelim. sıkıyorsa görevinin başından kalk da gel lan!
hastasıyım. eskiden bu sahnenin en karizmatiklerine tanık olmak için amerikan filmlerini izlemek gerekiyordu. artık çok şükür türk dizilerinde bile kralı var.
normalde nedir? açar konuşursun. konuşman bitince ''eyvallah hacı kendine iyi bak, görüşmek üzere, anangile selamlar, ufaklığı benim için öp, hadi gömdüm'' falan der kapatırsın. hadi olmadı ''hadi görüşürüz'' dersin. ama mutlaka telefonu kapatacağını belli edersin değil mi? hadi onu da yapmadın muhabbeti bitirirsin. ''tamam, anlaştık'' ve sair dersin, öyle kapatırsın.
ama bu sahnelerde öyle mi? adamlar konuşmanın en heyecanlı yerinde telefonu kapatıyorlar, bir allah'ın kulunun da gıkı çıkmıyor. bir karizma rüzgarı da esiyor öyle olunca.
adam ''yarın, yemekte'' deyip cevap bile beklemeden şrank diye kapatıyor telefonu. karşı taraf da ''ulan ne yemeği, nerede yiyecez, saat kaçta gidicez'' hiçbir şey sormuyor. o da kapatıyor telefonu. bir bakıyorsun ertesi gün bir restoranda oturmuş öğlen yemeği yiyorlar. hey maşallah.
ben bunun binde birini yapsam ''hacı ne diyordun, telefon kapandı herhal'' diye on saniye içinde aranırım. sonra, vay efendim neden karizmatik olamıyorsun? bırakıyor musun?
yeni nesil özgüven patlamasıyla sayıları gün geçtikçe artmakta olan bir tanecik kızlarımızdır. onlar kardeşlerimiz, onlar sevgililerimizdir. canlarımızdır, canlarımızdan bezdirenleriimizdir.
hani ''yahu sen bırak başkaları seni övsün'' derler ya. dinlememiş bunlar. ''bir taneyim ben'' der, başka şey demezler. yahu bunu da süper yapıyorum, şu konuda da harikayım, dünyada üstüme tanımam, benden başka yok bu kadar mükemmel diye diye zihnimde yer yaptınız.
hülya avşar'ın başını çektiği bu ukala nesil sürekli birincidir ve ikinciyi merak eder. hepsi dünyada eşi benzeri olmayan bu kızlar yekparedir, tektir, birdir, biriciktir, birincidir. asla eşi benzeri bulunmaz bunların. iyice ezber yapalım kaç tane varmış bakiim bu kızceğizlerden? ''biiiiirrrrr''. aferin. otur, bir.
hayır, neden olmasın? en güzel kızları bu filmlerde oynayan abilerimiz götürmüyor mu?
sen, çakır öldü diye cenaze namazı kılan adam, sen neye karşı çıkıyorsun lan! peki sen, bihter'le behlül rahat rahat sevişemedi diye günlerce gözüne uyku girmeyen genç kadın, sen neden garipsedin? bir de bu yaştasın bak. düşün.
yaş küçük. kendine örnek model arıyorsun. jölelenen saçlar, parfümler, giyim kuşama özen bezen, ot bok püfür çare olmuyor. günde 2-3 kızı seviyorsun, 5-6 kıza aşık oluyorsun, 8-10 kızdan hoşlanıyorsun lakin daha bir kızla el ele tutuşmuşluğun yok. orta okul yılları. son çare diye güvenilen mahallenin bıçkın abi tüyoları da işe yaramıyor. ergenlik dönemi falan. allah belanı vermiş...
işte o zamanlar güç bela, arkadaştan arkadaşa devridaimden çizik içinde kalmış bir film cd'si geçiyor elime. filmi tam hatırlamıyorum şimdi ama romantik komedi. çok güzel. hem gülüyorsun hem aşık oluyorsun. izlemedim tabii. bizim arkadaşlardan izleyen olduğunu da sanmıyorum. cd kabına kapak kamuflaj niyetine konmuş.
aslında bizim cd'ye de porno denmez. erotik film tadında. konunun kralı var. aşk, nefret, entrika, ihtiras her şey mevcut. yani kızın kukuyu görmesek rosalinda diye annenle otur izle, o derece. taktım, izledim (yalnızken tabii).
o zamanlar televizyonda gördüğün her şeyden etkileniyorsun ya hani. rambo izleyip okula kravatı kafana takarak geliyorsun ya. e adama da filmde dört kadın eşlik ediyor. o derece başarılı adam. bir anda idol oluyor gözümde.
adamın kızları bir tavlayışı var ki gel de tav olma. yan yan bakıyor, baştan aşağı süzüyor, ağzını açmadan diliyle yanağına dokunup hafiften şişirip şuh şuh gülümsüyor... kızlar eriyorlar hemen. yanlarına gidip gözüne kestirdiği bir tanesine ''bebeğim ilk görüşte aşka inanır mısın'' diyor, kız da ''aşka her zaman inanırım'' diyor. o ara onlar ne zaman adamın evine gitti, diğer kızlar neden onlarla geldi, neden herkes soyundu, sarışın bayanın çektikleri allah'tan reva mı? bilmiyorum yavrucum. gerisi malümunuzdur. ben, o sıra kafamda kurduğum iç bükey bir ayna yardımıyla olayı hayatıma yansıttım. çooğ etkilendim.
gittim ertesi gün okula. bir kız grubu buldum. içinden birine aşık oldum. bütün bunlar en fazla 2 dakika sürdü. kıza şuh şuh baktım. kız da bana bakınca ok gibi fırladım yanına. selam bile vermeden ''ilk görüşte aşka inanır mısın'' dedim, ''inanmam'' dedi doğal olarak. dutu ağacının köküynen yemiş bülbül gibi sustum. bir kıvırmaya çalış, durumu kotar diy mi lavuk? yooğk arkadaş. kız bakıyor, etraftakiler bakıyor. tek kelime daha etmeden döndüm arkamı, siktirolup gittim ki hayatım da hiç bu kadar siktirolup gitmemiştim. gecenin karanlığına karıştım sabahın köründe.
bir hüzün çöktü sonra. üç ay porno izlemedim düşün. adamlar boşuna koymuyorlarmış +18 ibaresini.
dört kızı aynı anda kucaklayıp kaldırabilecek kadar güçlü değilseniz, bunu yapanın taktiklerinden de uzak durun. evde de denemeyin, okulda da. hadi bakalım.
öğrenciyken dört yılda beş ev değiştiren biri olarak diyebilirim ki; bu teyzelerden fazla yoktur. zaten fazla olsa bu kadar ev değiştiren öğrenci olmazdı.
ramazanda aç biilaç öğrenci, her allah'ın günü fast food yemekten sıkılmış kendi çabalarıyla makarna ve salata yapabilmişken, çalan zil akabinde teyzenin gönderdiği yemeklerdeki lezzet hiçbir fast foodda yoktur.
kim demiş bizde noel baba yok diye! noel baba dediğin ille sakallı, göbekli mi olur? var işte, teyze var. ben o ''buyrun gençler'' lafını nice hohohooolara değişmem. o kapının çalışıyla ''yine yemek mi getirdi teyzemiz'' heyecanı, gece şöminenin bacasından iri yarı bir adam iner mi heyecanından kat be kat fazladır.
öğrenci komşusuna yemek getiren teyze mübarektir. yüzünde nur vardır. candan öte candır. öğrencilik hayatı bittikten sonra bile dua alan teyzedir aynı zamanda.
yıllarca kitaplığın en ulaşılmaz rafına konmuş, a'dan z'ye dizilmiş 24 koca cilt ansiklopedi. her biri neredeyse bin sayfa. ya kaçmaz bu fırsat diye gazeteden alınmış ya da okuldan bir hocanın mutlaka bulundurmalısınız gazına gelinip taksitle alınmış.
içeriğini bilmem ama kitaplığa art arda dizilmiş aynı boyut 24 kitabın ihtişamını tartışmam bile. gel gör ki bütün bu ihtişamına rağmen ekstrem bir durum yaşanmazsa aileden hiçbir ferdin elini bile dokunmadığı bir bilgi kaynağıdır aynı zamanda ansiklopedi.
hal böyleyken herhangi bir şey saklamak için de biçilmiş kaftan oluyor kendileri. hele saklanacak bu şey porno cd gibi top secret bir şeyse, iki kere güzel oluyor.
tabii ansiklopediye cd saklamanın da bir uslubu vardır. öyle önüne gelen boşluğa saklayamazsın. 24 cilt ise ansiklopedi, 12 falan olmaz mesela. orta, ilk, son gibi belli yerlere konulmaz. onun yerine 4-8 ya da 13-19 aralıklarında rastgele bir seçim yapılmalıdır. yaptığın tercihi unutmamak ise asli görevindir artık.
yahu bu kuralları yazan benim. yılların tecrübesi. bu tecrübe cd kapağının arka yüzü, ders masasının ücra köşeleri, gardıropta bir giyecek altı, yatak altı vb. onlarca yer denenerek elde edildi. çok güvenli olduğuna kanaat getirildi ve seçildi.
porno kısa zamanın eğlencesi ama hayatın kendisi değil. hayatın kendisinde gerçek ilişkiler var. onları da biliyorum (yazar burada oduna sesleniyor). misal iki üst katımıza taşınan derya. en sevdiğim kız özellikleriyle bezenmiş. annesi onu benim için doğurmuş. gerçi henüz bunu bilmiyor ama öğrenir zamanla. daha taşındığı gün kalbim pıt pıt etmeye başlamış ve mahalleden tüm arkadaşlara ''sarkmayın lan'' uyarısı da yapılmıştır. biliyoruz ki kıza ilgi arttıkça çıkma ümidi azalır.
''hoşgeldiniz ziyareti'' ile başlayan tanışma faslı, iki saat kapının dürbününde bekleyip tam kız merdivenden inerken kapıyı açıp karşılaşmalarla devam etmiştir. sonra bakkalda karşılaşmalar, otobüs durağında karşılaşmalar tamamen tesadüf değildir. hele okulunun çıkışında oradan geçiyor olmak hiç değildir. tesadüf değildir belki ama dünya tarihinin görüp görebileceği en büyük aşk birlikteliğinin zeminini hazırlar.
bu mutlu mesut günlerden bir gün, yine ağzım kulaklarımda eve gelip çorabı odamdan banyo kapısının önüne yüzde 90 isabet oranıyla attıktan sonra şöyle bir yatağıma uzanıyorum. oohh hayat bu. ancak o da ne? kitaplığımın en boktan yerindeki 24 ciltlik şaheserim meydan larousumun 6 nolu en nadide parçası yok. 24'te bir ulan 24'te bir. nasıl olur? kitaplığın her köşesine bir ihtimal aradan sıyrılıp yere düşmüştür diye bakıyorum ancak bir bok bulamıyorum.
ulan bu porno cd satanlar neden cd'nin üstüne ağzında emziğiyle çıplak bir kadın, illaki bir de yakın çekim gol pozisyonu resmi koyarlarki! bilmiyor musunuz kimsenin umrunda değil dış görünüş. hani alenen belli eden bir resim olmasa ödevim var içinde falan diye bir başka yalanla olayın üstünü kapatabilirdim.
kesin annem temizlik falan yaparken buldu cd'yi. sinirlendi ansiklopediyle birlikte attı çöpe. bu duruma halk arasında siki tutmak deniyor sanırım.
acil bir planla az önce eve girerken ''naber len'' bile demediğim annemin yanına sokulup ev kedisi ses tonuyla kısa bir ''nabıyon anneciğim'' hal hatır sorgusundan sonra, asıl soruya geçiyorum:
- anne ya, bu benim ansiklopedinin bir numarası yerinde yok. geçen gün mustafa'ya (sınıf arkadaşı) vermiştim. geri almıştım diye hatırlıyorum... (valla bulduğun o cd aslında mustafa ibnesinin, ben tamamen masumum)
- hee onu üst komşunun kızı aldı. (canım oğlum oğlum ya)
- neeee? (hassiiktirrr)
- ... ne oldu? (canım oğlum bu kitap sevgisine inanmamı bekleme)
- eummm... ımmm. ya tam da oradan bir ödevim vardı. (lan bi' dur anne, ben boku yemişim zaten)
kalp atışımın dışarıdan duyulduğu saatler boyunca bu kıza bu durumu nasıl açıklarım korkusu yaşıyorum. aslında bu durumdan tamamen kaçışımın olmadığını farkediyorum. çarem yok, kız ansiklopediyi geri getirdiğinde teşekkür edecek ben de nasılsa kıvıramıyorum diye ''evet manyağım ben'' gibisinden gülümseyip rica ederim diyeceğim.
sonra tesadüfen karşılaşamama evresi başlayacak. kapının dürbününden bakıp kimse yokken evden sıvışılacak, azalan bakkal ziyaretleri, bir aşağıdaki otobüs durağından otobüse binmeler... bunların hepsi kolay da şu anı bir anlatsam.
aynı akşam kapı çalıyor. o ana kadar babanın eve gelmesi, ablanın eve gelmesi, diğer ablanın eve gelmesi gibi her kapı çalışında yaşanan yusuf yusuf durumundan daha bir yusuf yusuf yusuf durumu yaşıyorum. içime doğuyor, malüm oluyor. kesin derya geldi, bittim ben.
anneme bir ansiklopedi ve bir de üzerinde göğüslerini açmış ''gel bana'' bakışı atan emzikli kadın resmi olan cd vermesindense, bunları bana verip yüzüme de pembe bir tükürük atmasını yeğelerim. hani en fazla ''senden hiç beklemezdim'' bunu falan da der. kızarırım bozarırım. ne yapalım oldu bir kere derim.
o an tek tesellim filmin konulu olması. hem de konusu gayet mantıklı. valla bak. before sunset yanında bok yemiş o kadar söyleyeyim. olmazsa kıza ''ben konusu için izledim'' deme şansım var. derya'nın buna inanma ihtimali yok ama hiç değilse o sapık gülümsemesi ile rica ederim demekten başka bir şey de yapabilmiş olurum.
assitttir ya fazla düşündüm bu esnada kapı ikinci kez çaldı. hemen yerimden fırlayıp kapıya koşup, açıyorum. karşımda tüm güzelliği ile derya. o anda içimden ''ah ahh keşke ikinci bir şansım olsaydı'' diyorum. derya yüzüme tükürmüyor, tam tersine gülümseyip baklediğim teşekkürü ediyor. lakin gözümden kaçmıyor ki ansiklopediyi yan tutuyor kızcağız. belli ki cd'yi görmüş ve düşmesin diye uğraşıyor. ulan ben utanacağıma kız utanmış. böyle de melaike bir insan. insan değil melek. ben de hem diyecek söz bulamamanın gerginliği hem de yüzüne bakacak cesaret olmamasından yere doğru bakıyorum. dakikalar geçmiyor, sanki ben iyice yerin dibine gireyim diye saatler durmuş. derken bu sessizlik bozuluyor. içerden ''bir kapıya bakamadınız elli kişi'' söylenmeleriyle annem geliyor. ohh sessizlik bozuldu en azından. bu derya'da gitmek bilmiyor. kızım ver şunları da git, ağzıma sıçıldı daha ne istiyorsun benden? ama yok annem kapıya geliyor, bir sohbet bir muhabbet;
- içeri gel kızım kapıda kaldın.
(ulan anne aylardır şöyle bir atak yapman için tüm varlığımı verirdim. zamanlamaya bak)
- yok teyze ansiklopediyi vermeye geldim.
en azından bu bahtsız olay sona erecek ve hayatım boyunca yaşayabileceğim en utanç verici anı yaşadım. yani en azından başıma daha utanç verici bir şey gelemeyecek. hoşlandığım kız porno cd'mi yakalıyor ötesi var mı?
derya ansiklopediyi anneme uzatıyor. (dur lan bana verecektin n'yapıyorsun) annem kızcağızın yarım saattir yan tutuğu ansiklopediyi kediyi boynundan tutar gibi tuttu ve bu durumun yaşayabileceğim en utanç verici durum olmadığını gösteriyor. cd asiklopedinin içinden yere düşüyor. yuvarlanıyor, yuvarlanıyor, gözlerimin önünden derya ile evlilik planlarım geçiyor, yuvarlanıyor, pembe panjursuz ev, dönüyor, üç çocuğumuz, dönüyor ve sonunda duruyor. üstelik emzikli hanım kızımızın resminin olduğu taraf üstte.
annem- oğlum cdin düştü.
sanki düşen ders notuymuş rahatlıhıyla eğilip cd'yi alıyorum ve;
- hımm mustafa'nın cdsi.
gayet de belli eder şekilde bir puffpuhaha sesleri duyuyorum. annemle gelin namzeti karşılıklı gülüyor. allah muhabbetinizi artırsın.
ve elveda gökyüzü artık hiç yukarı bakabileceğimi sanmıyorum.
basit bir hesapla bizlerin yeni bir özlü söz söyleyemeyeceğimiz kapısına çıkar.
insanoğlu konuşmaya başladığından beri önce her söz, ardından güzel ve manalı olanları özlü söz olarak nesillerüstü hale gelip zamanımıza kadar ulaştı. felsefenin en yoğun olduğu yakın geçmişte bu sözlere çokça yenileri de eklendi. çoğu çok derin manalı ve harikuladeydi. fakat bitti işte. bize diyecek bir bok kalmadı. her konuştuğumuz sıradan.
hani istanbul'da yaşayan her genç, vaktiyle babasının bir sigara parasına bostancı'yı, içki parasına nişantaşı'nı, ciklet parasına mecidiyeköy'ü satın alabilecekken sigara rakı ve ciklet almayı seçtiğini söyler ya. sen de karşılık olarak ''e sen git şimdi kocaeli tarafında sikimdirik bir arsayı al sigara alacağına'' dersin ''devir o devirdi hacı'' der, geçiştirir. aynı hesap.
modern dillerin konuşmaya başlandığı zamanı düşünsene. her söylenen özlü söz. kimse daha önce söylememiş çünkü. ''ot'' diyor özlü söz ''bok'' diyor özlü söz. ''böyle işin içine sıçarım'' diyor, o bile özlü söz.
nesilden kaybediyoruz. hiç öyle aforizmalarınızı falan sıralamayın. ben düşündüm, özlü söz falan yok başka. mecburen rakı alıyoruz.
gündüz niyetine. çok kötüydü. evlenmişiz şimdi lerzan'la, canım benim. bana 48 dişini göstererek ''kocacım'' diyor. aman yarabbi. ben de biliyorum 32 dişi olması lazım ama yeminle saydım 48 tane var.
bir evdeyiz, dört duvar. kaçamıyorum. mini elbise giymiş, süslü püslü; parıl parıl. güneşten kavrulmuş, simsiyah olmuş. gözleri gündüz feneri gibi.
kendimi sorguluyorum. ulan taş gibi kız işte ne istiyorsun daha diyorum. aynısını lerzan da söylüyor. ''hahaaaayt taş gibi kızı kapmışsın daha ne istiyorsun''. sonra başlıyor konuşmaya:
- bütün gün temizlik yaptırdım, bulaşık yıkattım, ütü yaptırdım, yemek yaptırdım, market alışverişi yaptırdım, çocuk baktırdım, çamaşır yıkattım, ot yaptırdım, bok pösür yaptırdım sen seversin. sekiz tane yardımcım var, hepsini idare etmek kolay mı haa! ama yoooookk, bulmuşsun dünyanın en güzel kadınını heer gün allah'a şükreyleyip ''rabbimin sevgili kuluymuşum diyeceğine'' nasıl evden kaçarımın yollarını arıyosun...
evin en ücra köşesinde bir dolabın içine kaçıp dizlerimi karnıma çekerek hüngür hüngür ağlarken uyandım. rabbime şükreyledim. böyle rüyalar insana şükretmeyi öğretiyor. bir keresinde de köpekbalığı görmeüştüm, 3 gün ''ohhh kolum kopamamış'' diye sükrettim. şimdi en az 1 ay böyle geçer.
bir garibanı falan da doyurmak lazım diye duydum ama daha ben açım. çok korktum lan.
atalarımızdan kalmamasına rağmen gelenek olmayı başarmıştır. muhabbette her şey seyrinde giderken vedalaşma anına gelindiğinde bize böyle bir haller olur. hadi görüşüürüüüüüüz, dikkat et kendineeeee, hadi bay baaaaaayyy, hoşçakaaaalll, öpüyorruuuummm canııııımmmm, anangile selam söyleeeee gibi örnekleri kafanızdan bir geçirin. tanıdık geldi di mi? hacıosmanoğlu bunu yapan yabancı değil, sizsiniz biziz. neden yapıyoruz, negrek var bilmiyorum. ama inşallah bizden de torunlarımıza kalmaz. entry bitti, uzatmıyorum. hadi görüşürüüüüüz...
refleks mefleks, öyle her istediğinde hapşırana çok yaşa diyebilir misin? diyemezsin. neden? çünkü bunun da bir adabı var.
yakınlarda biri hapşırdı ve ''çok yaşa demeliyim'' sinyali beyne iletildi. o sırada beyin hemen olayı analize başlar. ulan şimdi ''çok yaşa'' derim ''sen de gör'' demezse göt gibi kalırım. acaba demesem mi? demezsem de bir sessizlik olur kaba bir insan sanarlar beni. off çok stresli bir ortam oluştu şu anda. ''çok yaşa'' demesem de ''iyi yaşa'' mı desem acaba? bu sefer de ''sen de gör'' diyemeyecek. o zaman ne der? sen de iyi yaşa der. der der ama içinden de ''iyi yaşaymış, yavşak mıdır nedir'' diye düşünür. ben niye bir şey söylüyorum abi, etrafta bu kadar insan var önce başkası söylesin ben de ''evet bence de çok yaşa'' falan der geçiştiririm. yok abi söylemicem. ya da söyliiim lan nolcak. anaammm bayaa da oldu hapşıralı. bir sessizliktir sürüp gidiyor. yok abi demeliyim yaa, baksana çocuk resmen biri çok yaşa dese de ''hep beraber'' diyebilsem bakışı atıyor. yalnız şuraya bak kimseden de çıt çıkmadı ha. şu karşımdaki kadın da epey niyetlendi suratından belli. de kurtul homunakoyim noolcak yaa! tii reziller. ulan bir tane cesur çıkmadı aranızdan be. ben diyorum hacı, artık ne olacaksa olsun.
- çok yaşa
aha da bu paragraf gibi ortada kalırsın. artık cevap alsan dahi ortamın malısın. çünkü bunun bir zaman kısıtlaması var. yaklaşık 3 saniye. 3 saniye içinde söylemezsen daha da söyleme. hapşıran da 3 saniye içinde ''çok yaşa'' denmezse daha etrafa bakınmasın. demek ki kimse bir şey demeyecek. normal hayatınıza dönün. çok yaşayın ve siz de görün.
sırf atasözümüz yalanlansın diye böyle işlere girişen kifayetsiz, meymenetsiz insandır.
bir muhalif ruhu var ya, ''bak demek ki doğru değilmiş'' dedirtecek ya, midesinden vazgeçer inadından vazgeçmez.
bunun tenceresi yuvarlanınca kapağını bulamaz, üzümü üzüme bakınca kararmaz, sakladığı samanın vakti gelmez. öyle de nursuzdur.
serdar gökalp'in best fm'de yaptığı başarılı radyo programı.
ayrıca program dışında da serdar için kullanılabilir, zira o gün kim programını yapamasa onun yerine serdar yayını alıyor. öyle de online bir program işte.
doğum gününde mutsuz olmanın nedeni. çözümleyeyim:
örneğinin çok olduğunu düşünüyorum ya da umarım çoktur ki yalnız değildir. çocukluk çağlarında ''doğum günü mü, iki hediye aldım mı ohh benden mutlusu yok'' diyebilirsin ama belli bir yaştan sonra her yıl aynı gün çok mutlu olmak istesen de çöker bu hüzün.
''örneği çoktur inşallah'' dedim ama tam tersini sonuna kadar ispatlayan kişiler de yok değil. bunlar doğum günü 850 milyon insan tarafından kutlanan abilerimiz, ablalarımız ki bunların çoğu da dışarda, fikis menüsüne en az 30 lira verdikten sonra girilebilen bir mekanda yaparlar kutlamayı. eve davetiye gelir, mail gelir, mesaj gelir, facebook'ta etkinlik isteği gelir oralardan görürsünüz.
benim tipimin doğum günü ise, daha ziyade her yıl ailece bir pasta alınıp başarısız bir sürpriz girişimiyle kutlanır. iki üç arkadaşı mutlaka mesaj atar, birkaç arkadaşı birkaç yılda bir mesaj atar. belki bir tanesi mesaj atmayla kalmayıp arar. hani böyle kırk yılda bir denk gelir de dışarıda beraber olursanız bir dilim pastaya mum dikerler falan. hediye yine ailesinden gelir üç beş. bu herif de bir yandan heyecanlıdır doğum günü diye, bir yandan da bakalım bu yıl kimler hatırlayacak diye beklemeye koyulur. aynı üç beş kişi kutlar, gece yaklaştıkça hüznü artar. bu yıl farklı bir şey olsa diye bekler, bir bok olmaz. olmadıkça da hüzünlenir. muhtemelen sevgilisi yoktur. olsa da doğum gününü çok önemsemez. arar ''ay aşgımmm kutliyorrruum'' falan der öyle. ulan bu hayatta her şey hep aynı aslında falan der. ama sonra kendisinden birkaç gün, hafta, ay önce doğanların doğum gününde ne kadar eğlendiğini hatırlar. yine hüzünlenir, belki kıskanır.
manyak manyak üstüne çöken hüznün nedenini çözümlemeye çalışır. gece saat 12 olur ''işte bir doğum günüm daha böylece geçti'' der, yine hüzünlenir. birkaç gün daha azalan oranlı hüzün yaşar. sonra bir şeyciği kalmaz.
doğum günün kutlu olsun, hayırlı işler.
''ne yani sözlük veritabanına yük binmesin diye evlenmeyelim mi'' diye çığırmaya müsait bayanları karşıma almak istemem ama bazı gerçekler gün yüzüne çıkmalı. maksat sözlük kazansın.
ben de tuba özay gibi, önemli bir müessese olan evliliğe saygı duyuyorum. ve fakat evlenen bayanların soyadı değişince ya da soyadlarının yanına bir yenisi daha eklenince aynı kişiyi anlatan birden çok başlık açılmış oluyor. bu başlıkların ikisi de doğru olduğundan yazarına da laf edilemiyor. bu başlıklar altına yazılan entryler de veritabanını sikertiyor.
buna bir son verilmesi açısından bayanların evlendikten sonraki adlarını, evlenmeden önceki adlarına yönlendiren yazarlarımız var. kendilerini buna adamışlar, varolsunlar. benim çözümüm daha kökten: bayanlar evlendikten sonra soyadını değiştirmesin ya da hiç evlenmesinler. zaten bekarlık sultanlıktır. yaşasın sözlük.
öncelikle; sevgilinin sozlugu takip etmesi ihtimalini göz önünde bulundurarak hafif sansürlü yazıyorum. bu yüzden entry'de zerre küfür, hakaret, sataşma, gönderme yoktur. sözlükteki kızlara selam edilmez.
ben de sevgiliyi evine bırakmanın süpper bir eylem olduğunu biliyorum tabii. özellikle sevgicek; nur yüzlü, bakmaya doyulamayan, onunla zamanın nasıl geçtiği anlaşılamayan özetle aşık olunan bir sevgiliyse hem akşam vakti sarkan eden olmasın hem de beraber biraz daha vakit geçirmiş oluruz düşünceleriyle evine bırakılır. adettir. hatta kuraldır.
(bkz: erkekliğin kitabı s.01 k.01)
iş bu düşünceyle yola çıkıldığında aynı türden ''kıza hesap ödetmeme'' (bkz: erkekliğin kitabı s.01 k.02) kuralı gereğince arabası olmazsa er kişinin yapacağı şey malümunuzdur.
1- bir taksiye el edilir
2- arka koltuğa binilir
3- selamunaleyküm denip kızın ev adresi yakınları belirtilir
(lakin bir sekteye uğrayabilir. bu durumda cepteki paranın taksi ücretini karşılaması konusunda tereddütler varsa yolculuk boyu hesap yapılır oldu ki taksimetre cepteki meblayla durumu eşitledi hemen ''sevkilim yürüyelim biraz'' bahanesiyle taksiden inilir, hesap sorun çıkarmazsa devam)
4- sevgilinin evine gelindiğinde taksiden inilir.
5- sevgiliyle öpüşülür vedalaşılır
6- sevgilinin evine girdiğinden emin olunur.
(para varsa)
7- tekrar taksiye binilip kendi evine doğru yol alınır.
(para yoksa)
7- sevgilinin evine girdiğinden emin olunduktan sonra birkaç dakika daha garanti olsun diye etraf kolaçan edilir.
8- sanki belli bir yere gidilmesi gerekliymiş gibi kararlı adımlarla sevgili mahalinden uzaklaşılır.
9- cepteki para yetiyorsa otobüse binilir, yetmiyorsa kararlı yürüyüş 250 km de olsa eve kadar devam eder.
ortaokul 2, bilemedin 3. sınıf her zaman olduğundan daha gürültülü çünkü ders iş teknik. bu size herşeyi anlatıyordur. bir ortam var ki millet artık konuşmuyor bağırıyor. öyle ki etrafımızdakilere kızıyorsuz ''bi susun lan birbirimizi duyamıyoruz'' diye.
bir iş teknik hocamız var: sıdıka'nın gözlüklü, şarışın, yaşlı hali ama boyu da o kadar uzun değil, sesi cırtlak biraz daha, yüzünde de kırışıklıklar falan var... şimdi anladım ki sıkıka'ya benzemiyor. ama aslında sıdıka'ya benzeseymiş tam olurmuş.
masasında oturmuş sınıfa derdini anlatmaya çalışıyor kadıncağız. ön sıradaki örtmen yakaları bile dinlemiyor kendisini, o kadar da kötü durumda. hocanın sesini en arka sıradan duymak için iki yarasa kulağınız olmalı. bende var mesela. yemin ederim o an hocayı dinleyen tek öğrenci benim. halbuki matematik derslerinde bile dinlemezdim. hocanın çaresizliğine üzülüyordum heralde. yufka yürekliyim maralım.
derken hoca celallendi bağırmaya başladı ama nafile. yine tek dinleyici benim. başladı ödev falan vermeye. hani bütün sınıf konuşurken hoca ''bunlar sınavda çıkar'' dediği an herkes susar ya bizim sınıftakilerin umrunda bile olmadı. hoca ödev veriyor dinleyen yine yanlız ben. tabii o da sinirden abartıyor ödev işini.
- ünlü ressamların kendileri kadar ünlü tablolarından iki örneği cam üzerine cam boyasıyla yapı, boyayacaksınız. yaptığınız eserle ve ressamla ilgili bilgi toplayacaksınız. bunları bir dahaki haftaya tamamlanmış istiyorum. notunuzu buna göre belirleyeceğim.
ben ''abiye bi söv bakiim'' diye büyütülmüş bir çocuk olsam da o güne kadar ettiğim küfür sayılıdır. annem anlatır çocukken de abiye en fazla pipi dermişim. pek küfür bilmezdim yani. ama okul öğretiyor tabii adamı. hocanın bu ödevine tepkiyi bir küfürle vermişim ki bu küfür de ''yarrağı yedik''tir. şimdi olsa neler derdim.
yalnız o saniyeye kadar kendi sesinizi bile duyamadığınız sınıfta bir sessizlik olmuştur ki sorma gitsin. o an dışarda rüzgarın kımıldattığı yaprak seslerini bile duydum benim küfrümün yankısıyla birlikte. bu sessiz ortamda ''yarağı'' kısmı geçti ama ''yedik'' kısmı hala yankılanıyorken bir arkadaş söylemişti bunu ''aaaa kız doğdu''.
gerçi sonra hoca ''kim etti o küfrü he kim etti didiiiiiim'' diye beni disipline kadar götürmüştü. ''ayvayı yedik'' dedim ben hocam ne küfürü diye olayı kotardık. o gün bugündür aniden bir sessizlik olduğunda bu olay aklıma gelir yankılanır diye konuşmam, içime kapanırım. homunakoduklarım susacak zamanı buluyorlar.
ilk buluşma için ''çok önemli, hatta geri kalan tüm buluşmaların toplamından da önemli'' diyen 100 kişiye sorduk, sadece 2 tanesi ilk buluşmada tavladığı kızla ilişkilerine devam ettiklerini söyledi. sonra biz ''nasıl olur lan böyle düşünen kimse ilişkiye devam edemez'' deyip biraz araştırdık, ikisi de yalan söylemiş ibnelerin. tezimiz doğruymuş yani. ikinci buluşma ilk buluşmadan bile daha önemlidir.
bir an için ilk buluşmada, ilk buluşurum gerisini ziklememci olarak düşünelim. ben daha önce düşündüm siz zahmet etmeyin deyü:
ilk buluşma her şeyden önemli diye en pahalısından, kendinize en yakıştırdığınız kıyafetleri giydiniz, daha önce en az bir kişinin ''kimin kokusu bu ya çok güzelmiş'' deyip götünüzü kaldırdığı parfümü baştan aşağı boca ettiniz, sırf bu buluşma için kıyafete uygun bir ayakkabı aldınız, buluşmada konuşabilirim diye konu biriktirdiniz, ağız uyuşana kadar dişinizi fırçaladınız, 10 saat saçınızı yapmak için uğraştınız, bir kontrol , son bir kontrol daha, buluşma yerine gelmeden son bir kontrol daha, kontrol evresi bitti gittiniz ve tüm yeteneklerinizi kullandınız. süper.
alabileceğiniz en iyi sonuç ikinci buluşma için randevu almak olacaktır. hadi önemli olan ilk buluşmaydı randevuyu kaptım diye ikinci buluşmaya ilk buluşmaya gittiğiniz kıyafetlerle, saçıbaşı yapmadan gidip aynı muhabbetleri tekrar yapın bakalım ne olacak! kız daha yarım saat olmadan ''bugün az vaktim var'' demez mi, telefonu çalmadan ''annem arıyor galiba gitmem gerenk'' demez mi, demezse başka bir bahane bulmaz mı? bulur bulur.
ikinci buluşma karşı tarafa benim tarzım bu izlenimini verendir. kız ''başka ayakkabın yok muöö'' der çük gibi kalırsın. ayar üstüne ayar versen de olmaz. üçüncü kez buluşamazsın. çok möhömdür.
asla hafife alınamaz..
hafife alınamaz.
alınamaz.
namaz.
az.
okuyucuyu etkilemek için aksiseda yaptım. biraz da sen gayret et ki len.
dur hıncal uluç gibi açıklayayım:
inanamıyorum! sözlüğün binlerce sözde yazarının bu kadar vurdumduymaz olduğuna inanamıyorum. çocukluğumuzun eğlencesi, yaz gecelerinin vazgeçilmezi, piştilerin kralı sulu piştiyi kimsenin yeni nesle anlatmaması nasıl kabul edilebilir ki! varsa yoksa ergenekon, varsa yoksa parti kapatılması, varsa yoksa eski sevgili... yazık yazık...
bir kişi de çıkıp sulu piştiye sahip çıkmamız gerektiğinden bahsetmemiş.
bodrum'da hamakta sallanırken bir elimde leptapla elbette bu ulvi görevi yine ben yapıyorum.
bu über oyun bildiğimiz pişti ama piştiye sebep olan kişi bir bardak su içiyor. oyun ilerledikçe su içe içe şişen oyuncular artık fenalık geçiriyor ve illaki biri kusuyor. kusan taraf kaybediyor. yok bu kısmı şakaydı. yine normal hesap sistemi var ama pişti yaptırmanın cezası bir bardak su.
neyse türkiye sayemde bir boku daha öğrendiniz. yu ar velkam.
çay bardağı kullanın haa!
bu meymenetsiz sebze (sebze mi la bu) her yemek tarifinde illa ki pembeleşinceye kadar kavrulur ya, ısrarla pembeleşmeyince olay zıvanadan çıkıyor.
öğrencilik yılları, yemek yapmak için o zamanki telsim'in cep panter'inden anneyi arayıp yemek tarifi alıyoruz. nasılsa beleş ya yemek mideye inene kadar anne de olaya şahit oluyor. neyse, gözün yaşara yaşara özenle doğradığın soğanları at tencereye pembeleşinceye kadar kavrulsun aşamasına geldiğimizde muhakkak bir bokluk çıkıyor. kimseye derdini anlatamıyorsun, pembeleşmez o soğanlar. beklersin beklersin çiğdir, bir bakarsın kararır. uyuz olursun.
tamam bolu mengenli ümit usta değiliz ama ister istemez birçok yemek yapmayı öğrendik ama hala şu soğanın pembeleşme aşaması içimde bir uktedir. o yüzden aslında ukte vermiştim bu başlığı ama kimse doldurmadı. yine benim başıma bela oldu.
100 kişiye soralım ''askere gitmeden önce verilen öğütlerden biri'' diye en popüler 5 cevap arasına girmesin bu söz, kafamı keserim.
böylelikle askerden döndüğümü de belirtmiş olayım. gitmeden önce sözlüğün bir hizmetiyle tanıştım. hemen anlatayım; sizle bir sözleşme yapıyorlar. bir kelime aklımdan eklediysem iki gözüm önüme baksın kısa bir süre:
sn. asker adayı
askerliğinizi yapmak üzere birliğinize katılacağınız x.x.xxxx tarihinden y.y.yyyy tarihine kadar sözlüğe giriş yapamayacaksınız. askerlik mükellefiyetini yerine getirdikten sonra aktif yazarlığa devam etmek istiyorsanız, döndüğünüzde hiçbir askerlik anınızı sözlüğe aktarmayacağınıza, milleti sıkmayacağınıza dair söz veriniz.
söz ver / git/ hayırlı teskereler
işbu sözleşmeyi bir punduna getirip imzalamadan kaçmıştım. o yüzden rahatım. allah sonumuzu hayretsin. askerde fazla allah'tan bahsetme de demişlerdi, yalan.
dinledim bu öğütü, daha bu yeşillilerin hangisi komutan hangisi asker bilmediğim için önüme gelene emredersin komutanım diyorum. arada çavuşlar onbaşılar da var, sonradan öğrendim. buraya aktarmamın nedeni de zaten doğru olan birkaç öğüt var bari bunları öğrenin.
ben uyguladım oldu. hiçbir şey bilmeden emredersin dedikten sonra bir bok yapmasan da kimsenin umrunda olmuyordu. zaten o görevi senden sonra elli kişiye daha veriyorlar. arada bir akıllı çıkıp yapıyor. allah razı olsun. bak yine.
yalnız detay değil de öğüde bir ilave yapalım. bari emredersin dedikten sonra komutanın ne istediğini bir araştırın. mesela ''şu evrakları savcıya götür'' derlerse hangi savcıya vereceğinizi sormaktan çekinmeyin. akşama kadar koca ilde savcı ararsınız sonra. yok mesela dedim yani.