iki olasılığı mümkündür bence.
ilk olarak tanıdığın bir insanın ölüsünden korkmak, diğeri tanımadığın birinin. tanıdığındaki korku biraz üzüntüyle birlikte gelir, daha önce gözünün önünde gülümseyen, ağlayan, konuşan, tepki verebilen, kısacası yaşayan bireyin artık bir ölü olması fikrine alışmak bile zorlayıcı bir şeydir, korkutur insanı. sonra bu kadar yakından tanıdığın birinin ölebiliyor olması, hele ki ilk yaşadığın ölümse, kendinin de ölebileceğinin tak diye kafana inmesini sağlar. ya o da demin yaşıyordu, ben de biraz sonra ölü olabilirim düşüncesi...
tanımadığın birinde ise tanıdığında olduğundaki duyguları da taşırsın biraz ama tabii bir de dışardan verilen etkiler var. dirilen ölüler, tabutu tırmalamalar vs. görsel ve yazınsal medya etkiliyor hayatımızı, korkularımızı. halbuki o da bir zamanlar sen ben gibi biriydi diye düşünmek yerine korkmak ondan, belki günahlarını düşünmek ve bağışlanması için dua etmek genel tavrımız. bunlar yerine yaptığı güzelliklerden dolayı türdaşımıza saygı duyup onun sonsuz huzura ulaştığı için mutlu olmak lazım. onun hatalarla dolu bir hayatı bıraktığını değil, yaptığı iyiliklerle gülümseyerek el salladığını düşünmek lazım. onu cehenneme gidecek, cezalandırılacak bir ruhun dünyada kalmış bedeni olduğunu değil, yeryüzündeki güzel yaşamını sonlandırıp tabiata karışmayı bekleyen hücerler bütünü olduğunu kabullenmek lazım.
doğaldır. herkesin sevgilisi yok en basitinden. sevgiliyle yolda yürürken yalnız insanlara bakıp bile ego tatmin edilebilir. hele ki hoş bir insansa, ve arkadaş, eş, dost, çevre bunu onaylamışsa her gece yatağa yatıldığında düşünülebilir, hele bir de sevgili de o yataktaktaysa söylenen cümle: vay be neymişim ben.
Halkımızın genel sorunu. 5 yaşındaki çocuktan 70 yaşındaki amcaya kadar herkes yapıyor bu eylemi, ben dahil. Ama en çok, hangi marka makarna alacağıma karışan teyze... bunu okumayacağını biliyorum ama yine de sana sesleniyorum: Sana ne! Tercihlerimi, yaptıklarımı sorgulamak senin işin değil. Üstüne bir de doğru yolu gösteren kutsal ışık gibi beni bir tarafa yönlendiriyorsun, hatalarımı düzeltmeye çalışıyorsun. Sana ne be teyzem, sana ne! Saygısızlığım için bağışla ama ne haddine demek istiyorum burdan sana.
Araba ile duraklaması yasak olan bölge imiş. Halbuki benim bildiğim bir tanesi var ki dünyanın en güzel yerlerinden biri. Uzaklardaki şehrin ışıklarının yolu değil ama kalbimi aydınlattığı bir yer. Hemen yakındaki nehrin gözlerimi yaşarttığı yer. Rüzgarın sadece tenime değdiği için sanki ona karışmış kilometrelerce gitmişim, uzaklardayım, belki yeryüzünde bile değilim gibi hissettiren yer. Ordayken o an çalan şarkının ne olduğunun önemi olmadan dünyanın en güzel melodisi gibi gelen yer. Bir insanın nefesinin sıcaklığının en iyi hissedildiği yer. Kendimi en güzel hissettiğim yer.
Sanki bir an tüm boyutlardan kurtulup var olduğundan emin olunmayan cennete gittiğimi hissediyorum, ancak tabii bir süre sonra arabanın kontak anahtarı dönüyor avcumun içinde, ibreler hareket ediyor direksiyonun arkasında ve ben cennetten dünyaya döndüğümde sadece bir insan olmaktan uzaklaşıp çaresizlik sıfatını alıyorum. Cennetten kopup dünyaya düşmüş bir insan. Adem vardıysa onun acılarını paylaşıyorum. Ve mükemmellikten çıkmak bir yana, ordaki mükemmelleri 500m ötede gördüğümde sadece basit şeyler olduğunu anlamak; işte asıl hüsrana uğratan bu. Aşk gibi bir yer işte; bir an dünyanın en mutlususun, sonra kahrolmuş bir zavallı.
O şarkı. Şans eseri girdi hayatıma ve şu anda büyük bir yer kaplıyor, tıpkı şarkıyı paylaştığım insan gibi. Bir gece vakti, gökyüzündeki yıldızlar ve uzaktaki şehrin yansımaları dışında hiçbir ışık olmadan, bir nehrin kenarında dans etmek için arabayı durdurduğumda radyoda çalan şarkı. Kulağımdaki seslerin bu şarkı dışında sadece rüzgarın doğayla dansının hışırtıları ve karşımdakinin nefesiyken ne muhteşem olduğunu anladığım şarkı. Ne sevgilim ne de sevdiğim bir şarkıydı anı paylaştıklarım. O danstan sonra şarkı "o şarkı" oldu ama karşımdaki, şarkı kadar mükemmel olsa da asla "o" olamayacak. Üzücü ya da değil, ama öyle.
Yunanistan'da her yerde bulunan içecek. Turkiye'dekiler nedense o tadı vermez, belki de oraya ait olduğunun bilincinde olmaktan kaynaklanıyor olabilir. havuzun kenarındaki bar, çalan yunanca pop şarkı, güneş, arkadaşlar, frappe... rahatladım düşününce bile.
ilk olarak hindistanda kullanılan, insan vücuduna sıvı madde enjektesinde kullanılan araç. modern olanını Charles Gabriel Pravaz isimli cerrahın ilaç verme amacıyla ilk defa 1850lerde kullanmıştır.
milattan önceki zamanlarda Çin'de ve japonya'da kullanılmaya başlanan ve hala günümüzde kullanılan, boncukları hareket ettirerek basit anlamda hesaplama yapmayı sağlayan araç.
başka bir karakter tarafından doğurulmuş bir karakterin eceliyle ölürse baby, toddler, child, teen, young adult, adult ve elder aşamalarından geçmesi gereken oyun.
ilk yapıldığı zamanlarda soğuk olmayan, insanların zamanla dondurma ile servis edilmesi talebinden sonra son haline gelen içecek. Ayrıca rahatlatıcı etkisi tartışılmazdır.