ukala'ul-mecanin. ebu'l kasım en neysaburinin günümüzde deli diye bilinen birçok alimin, fikri dünyasını bizlere aktardığı eseridir. aslında yazıldığı yüzyıldan bu yana, bu gibi alimlere ''deli'' denilmesini sağlayan halkımızın değişmediğini gözler önüne serer. bu alim kişilerin, neden meczup gibi gezdiklerini, sırlarını paylaşmaktan neden korktuklarını ve deli olmayı yeğlediklerini anlatır.
"Beni benle deli ettin ve öldüm. Beni onunla deli ettin ve yaşadım. Sonra beni benden ve ondan uzaklaştırarak deli ettin ve kayboldum. Sonra beni delilik derecesinde durdurdun ve geçirdiğim üç hali sordun. Sana: kendimle deli olmam, yok olmaktır. Seninle deli olmam, hayatta kalmaktır. Deliliğin benden ve senden uzaklaşması, yorgunluk, bitkinliktir. Sen bütün hallerde bizden daha üstünsün."
(Arka Kapak)
yazın getirdiği bolluğu anlatan nadide atasözlerimizden biri. yazın meyve ve sebzenin bol olması, bunları kurutup, konserve yapıp saklayanlar için, soğuk kış şartlarında güzel alternatiflerden biri haline gelir. tabii şimdinin şartlarını, derin dondurucuları, hormonlu gıdaları bu atasözünün safının dışında bırakıyoruz.
bursa'nın çekirge semtinde, çekirge caddesi üzerinde kurulu, ''zirvede buluşanlar'' isimli bir slogana sahip dershanedir. gerek kemikleşmiş hocaları, gerek ayaküstü sohbetine doyulmayan kantini, murat hocası, refik abisi, nadire ablasıyla, ev gibi dershanedir.
zamanla alışkanlık yapan bir tür yalıtım tekniği. artan gazeteler, ele geçen kartonlar, poşetler, zarflar, hatta röntgen filmeri bile halı altına döşenir ve halının hacmi giderek değişir, bizim gözümüz alışsa da, eve gelen kimse odanın ortasındaki tepeciğe hayretle bakakalır.
türkçemizin güzel deyişlerinden biri. ben ihtiyacım olan herşeye sahip olayım da,ondan sonra kısmetim neredeyse gelir beni bulur manasını taşır. ama dozunda ve yerinde kullanılması daha makbuldür. aksi halde ünlü türk düşünürü ebru gündeş konumunda buluverir insan kendisini. (bkz: ben seçilmem seçerim)
sakarya çark mesirede, şehzade de sahne alan gruptur. gerek solistleri umut, gerek repertuarları sebebiyle sakaryayı çekilir hale getirirler. salı-çarşamba-cumartesi günleri sakaryaya yolu düşenlere, eğlenceli hoş bir akşam geçirmek isteyenlere tavsiyedir.
platon'un yaşlılık döneminde kaleme aldığı diyaloglarından birisidir. adların doğruluğu üzerine yapılan tartışmaları içermektedir. doğalcı ve uylaşımcı yaklaşımın ''adların doğruluğu'' hakkındaki görüşlerini karşılaştırmalı olarak veren diyalog:
- adlar başkalarına bilgi vermek içindir
- adlar ile onların adlandırdıkları şeyler arasında doğal bir bağ vardır
- birşeyin tek bir doğru adı vardır. bir ad eğer ad ise doğrudur.
- adları ilk veren insan değil, onların üstünde bir güçtür. gibi savları ortaya atıp, karşılıklı konuşmayla çözüme ulaşır.
bir kaleme neden kalem, bir ağaca neden ağaç, bir entrye neden entry denildiğini ve bu adların nereden gelip de verildiğini merak edenler için platonun okunması gereken diyaloglarındandır.
birbirinden heyecanlı ve birbirinde entrika dolu dizilerimizde yayınlanan pırlanta reklamında kullanılan slogan. milyonların ekrana ekran başına geçtiği o saatlerde gözler bu cümleciğe kilitlenir ve olası kavgalar cinayetler körüklenir. çünkü ''tek aşk tek taş''tır, aşk diye birşey yoktur, tek aşk tek taşı alan sevgiliyedir, ya da mali kuvvete duyulandır. bunu söylemenin kibar yolunu reklamcılarımız bu şekilde bulmuşlardır. ''her genç kızın hayali, singer dikiş makinesi'' nin yerini alan bu slogan, aşk aleminde yeni bir çığır açacaktır. hepinize bol tek taşk(!) lı günler.
son derece haklı ve yerinde olan bir tespittir. zira bülent ersoydan korkanlar olduğu gibi serap ezginin konukları da kendisinden korkmaktadırlar, bu yüzden konuklar eziş üzüş bir şekilde koltuğa yapışmış nefes bile almadan durmaktadırlar, korkusu yüzüne vurup da bunu dile getiremeyenler de birşeyleri bahane edip salya sümük ağlamaktadırlar.
kızların birbirine ''nbr, nasılsın gibi'' kolayca sarfettikleri hitap biçimidir. bunu bir ayrıcalık olarak gördüklerinden midir, aralarında bunu bir statü olarak benimseyip iltifat etmek isteyişlerinden midir bilinmez ama, evet bazı kızlarımızın birbirine böyle hitap ettiğine şahit olunmuştur.
- waaay kızım ne kadar yakışmış kırmızı sana, tam kaşar olmuşsun!
- pişt kaşar nbr?
- ahaha kaşara bak nerden buldun o eteği??
- kız kaşar ne güzel olmuşsun bugün!
arkadaşın birçok afra tafrasını çekmek, yolu uzatmak için olmadık yerlere girip arkadaşın bisikletini mahvetmek suretiyle fırçaların alasını yemek, sonra da sümüğünü çeke çeke bir kıyıda oturmak.
5 kiloluk uzun bir termostan alınan çaydır. bardağı termosun oldukça aşağısında tutarsanız ve bardağınız bardaklıktan çıkıp kiloluk bir kupa halini almışsa, taa yukarılardan akıp gelen çayın köpürmesi durumudur. bir an '' len termosa biri pril mi döktü '' dersiniz içinizden ama tatmadan edemezsiniz çayı. tatta problem yoktur, çay capuccinoya özenmiştir.
hz.mevlana nın ölümsüz eseri mesnevi'de varolan ,düşündüren ve birçok hikmeti içinde barındıran herkes tarafından bilinmesi gereken bol bol okunulası, ders alınası hikayelerdir.
deveci ile filozof
. çöllerde avare dolaşan bir filozof, devesi ile yolculuk yapan bir köylüye rastladı. nereden gelip nereye gittiğini öğrendikten sonra, devenin iki yanına sarkmış çuvallarda neler olduğunu sordu.
köylü:
-onların birine buğday,diğerine kum doldurdum... diye cevap verdi.
filozof:
- buğdayı anladım ama, kumu niçin doldurdun? diye sorunca köylü:
-ikinci çuval boş kalsaydı denge bozulurdu! dedi. filozof gülmeye başladı:
- denge sağlamak için buğdayın yarısını bir çuvala,diğer yarısını da öbürüne doldursaydın herhalde daha akıllıca davranmış,zavallı devenin yükünü de azaltmış olurdun dedi.
köylü şaşırmış, bu bilge adama hayranlıkla bakmaya başlamıştı.
- sen, dedi, padişah yahut vezir olmalısın! bu kadar akılancak onlarda bulunabilir.
- hayır dedi filozof, ben ne padişahım, ne de vezir.
- öyleyse dükkan sahibi zengin birisin...
- ne gezer, cebinde mangırı bile olmayan bir adamım ben! bunca bilgi ve hikmetin karşılığı olarak elimdeki şu deynek ve hırpani kıyafetlerimle gezip duruyorum çöllerde...
köylü bu cevap karşısında hiç memnun olmamıştı:
-çekil git yanımdan! diye bağırdı. senin bilgi ve hikmet dediğin şeyin bir faydası bulunsaydı,önce sana yarardı.
torbamın birinde kum, diğerinde buğday olması, senin içi boş bilgi ve felsefenden çok daha iyidir!.
bilgin ile kayikçi
kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
denizin orta yerine geldikleri sırada bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-sen hiç gramer okudun mu?.. dil biliminden anlar mısın?
kayıkçı:
-hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-vah vah dedi bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!..
böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. denizde fırtına çıkmış, bilgin korkmaya başlamıştı.
kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, bilgine dönüp sordu:
-efendim, yüzme bilir misiniz?
bilgin:
-ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
o zaman kayıkçı:
-vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.
fare ile deve
çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fare ile, akıllı ve alçak gönüllü bir deve yaşardı.
bir gün karşılaşıp arkadaş oldular.
fare:
-sana kılavuzluk etmeliyim! dedi... yularından çekip istediğim yere götürmeliyim!...
deve arkadaşının küstahça teklifine razı oldu. bir süre gittikten sonra küçük bir dere kenarına ulaştılar.
devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi...
-ben buradan geçemem diye fısıldadı korkuyla...
deve:-ne bekliyorsun? diye çıkıştı. kılavuz önden gider, dal bakalım suya...
-ama... diye kekeledi fare, görmüyor musun su çok derin?
fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti...
-sizin için küçük ama, bana göre çok büyük bir su... diye inledi. ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim.
-evet, dedi deve, yumuşak bir sesle, herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı...
Tarihi Karabaşi Veli Tekkesi Sadece Türkiye'nin Değil Avrupa'nin En önemli Tarihi Kentlerinden Biri Olan Bursamizda Bulunmaktadir. Mülkiyeti Vakiflar Müdürlüğüne Ait Olan Ve Toplam Alani 1.720 Metrekare Olan Yapinin, 1.380 Metrekaresi Bahçe, 100 Metrekaresi Ise Tekke Binasindan Oluşmaktadir. Yapida 200 Metrekare Büyük Müştemilat Ve 30 Metrekare Alanda Da Küçük Müştemilat Yer Aliyor. Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bina restore et-işlet devret yöntemiyle restorasyonu için 2000 yılında belediyeye tahsis edildiği açıklandı. 16. yüzyılda Yakup Çelebi tarafından yaptırılan ve ünlü Karabaş tecviti'nin de oluştuğu tekke, 19. yüzyıldan itibaren Kadiriye Tarikatı'nın Eşrefiye koluna bağlı şeyhler tarafından idare edildi. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasından sonra semahanesi bir müddet idman yurdu, diğer kısımları ise ev olarak kullanılan binanın Bursa'da günümüze kadar ayakta kalabilen ender dergahlardan olduğu ifade edildi. Miladi 1851 tarihli kayıtlardan dergahın, semahane şeyh odaları, iki derviş odası, misafir odaları, sofa ve abdesthane gibi kısımlardan meydana geldiği anlaşılırken, semahanenin ikinci Mahmut devrinin kabul gören ampir üslubuyla inşa edildiği belirtildi. Semahanenin doğu tarafında yer alan hazirede dergahta görev yapan meşayıhın yanı sıra Bursa'da resmi görev yapmış olan zevat ile onların eşlerine ait kabirler bulunmaktadır. ~kaynak: http://www.mevleviler.net ~
bugün itibariyle dolmuşta karşılaştığım ve gülsem mi ağlasam mı karar veremeyip şaşkınlıkla dört gözümü yerden yere fırlattığım lise öğrencisidir. tahminen 16 yaşlarında olan bu genç okuldan çıkıp eve gitmektedir, gelip yanıma oturmuştur ve boynundaki kravattaki rozet dikkatimizi çekmiştir, iyice kafa eğip bakıldıkça rozetin üstündekinin polat alemdardan başkası olmadığına karar verilmiş, ayağındaki converslerle tezat olan bu durumuna bir anlam verilememiştir ve ne olacak bu memleketin hali denilmeye devam edilmiştir.
ramazanın vazgeçilmezlerinden. özellikle sahur için hazırlanan enfes bir yemek. bursa'da eskilerden kalma bir garnitür olarak da anılır ama tadına doyulmayasıdır. hamurdan hazırlanan galeta şeklindeki sert ve kalın makarnalar uzun halkalar halinde ipe dizilip kurutulur ve öyle satılır. sahur için geceden parça parça bölünür makarnalar ve bildiğin makarna gibi pişirilir ardından üzerine tereyağ ve kıymalı sos dökülür, sonra tepsiye dökülür ve afiyetle yenilir. usulü öyledir tepsiden yenilir. afiyet olsundur.
kaynanaların çocuklarına eş seçerken (!) sıkça kullandıkları tabir :
- ay hüsniye görsen kızı bir evin bir kızı kılçıksız balık yani!
+ nejlacım çocuk süper hiç takıntısı yok, işi de iyi annesi de yokmuş kaynana derdi yok yani, tam kılçıksız balık.
akla kurban'ın :
yalan dostum
aşk diye birşey yok
aşk dediğin 3 günlük eğlence
bilemedin 5 gün sürsün
takılıp da sürünen çok diye devam eden şarkısını getiren parça.
şüphesiz mutfakta yapmak zorunda olduğumuz en iğrenç işler listesinde birinci sırada bulunan iştir. hayır o pislik görüldükten sonra o balık nasıl yenir, o elden o kokular nasıl temizlenilir şaşılasıdır. en iyisi iğrençlikten kurtulmak için zihni başka şeylere yönlendirmektir. mesela balıklarda insanlar gibiymiş yahu, midesi geniş olandan binbir türlü pislik çıkarken, kimini ayıklamaya bile gerek kalmıyor, kafasını koparın yeter. *
bursa - sakarya arası taşımacılık yapan otobüs firması. ultra kibar (!) muavinlere sahiptir. ne zaman ne yapacakları belli olmaz, kimi zaman taa garın başında sizi tanır ve gelir valizinizi taşırlar, kimi zamanda bir bileti iki kişiye satarlar. ama yol boyunca birçok malzemeyle sizi eğlendirirler:
- (içecek ikram etmek isteyen muavin )ne içersin, sarı mı kara mı?
+ (kola mı fanta mı demek istiyor heralde!) saolsun ben böyle iyiyim. *
ne yaparsanız yapın memnun edemeyeceğiniz ve onun için yaptığınız her türlü aktiviteye burun kıvırıp, bir kusur bulan zihniyet için söylenilen güzel deyimlerimizden sadece biri. *