şimdi efendim, x kişisi uzun zamandır görmediği y kişisiyle karşılaşıyor ve 2 dakikalık yapmacık bir merasimle ''naber nasılsın görüşemiyoruz'' muhabbeti yaşanıyor.
bu merasimin ardından vedalaşırken el sıkışıp kafaları tokuşturan bu x ve y kişilerinden birisi ötekine kati süratle ''bi isteğin var mı?'' sorusunu yöneltiyor, lakin dikkat ediniz ki ''şahıs'' belirtmiyor, yani x kişisi y kişisine ''bi isteğin var mı?'' derken ''benden, ondan, şundan, bundan'' diye isteme eyleminin gerçekleştirilebileceği kişileri kullanmadan soruyor bu soruyu.
fakat y kişisi bunun farkına varmıyor ve kendisine bu soruyu soran x kişisine ''eyvallah canının sağlığı'' deyip ayrıldıktan sonra, ''lan sanki bi şey istesem yapıcan amk'' diyor.
halbuki x kişisi ona sadece ''bi isteğin var mı?'' diyor ve y kişisinin 1 değil binlerce isteği var, x kişisi de bu cevabı istiyor sadece.
yani y kişisi x kişisinin ''bi isteğin var mı?'' sorusuna ''evet, var'' dese yeterli olacaktır çünkü x kişisinin oksijen tüketmesi bile bir isteğin sonucu olarak gerçekleşmektedir. yaşamak isteyen x kişisi bunun gereği olarak oksijen tüketir. olay aslında bu kadar basittir.
uyandığımda telefon çorabımın içindeydi amuda kalkıp buzdolabına koyduğum tırnak makasını aldıktan sonra cüzdanıma mazot doldurup tekneye binmiştim ki aklıma ansızın fernando geldi. ah fernando ! başımın belası... uykusuz gecelerimin baş mimarı !
tekneden aşağı bakarken aşağı yuvarlandım ve bataklığa düştüm, her yer çamurdu. düştükçe düşüyordum ve bu düşüşün sonunun ne zaman geleceğini bir hayli merak ediyordum. düşmekten sıkılmıştım artık, o halde neden düşüyordum ki ? hayır yani sıkıldığım bir işi yapmanın mantığı nedir ? o yüzden düşmekten vazgeçtim ve deneme odasına girerek kendime almayı düşündüğüm mandalinayı kulağıma sokup elimdeki şofbeni duvara vurmaya başladım. yan masadaki adam rahatsız olduğunu belirterek elindeki kaplumbağayı yüzüme attı.
bu hareketin altında kalamazdım, bu adama yaptığının cezasını vermeliydim. deneme odasından sinirli bir şekilde çıkıp karşısına geçtim ki ne göreyim ! karşımdaki adam, az önce yüzüme kaplumbağa atarak sol ayağımda büyük bir acı hissetmeme neden olan bu adam O'nun ta kendisiydi ! O, evet O ! işte karşımda ! fernando karşımdaydı...
O'nu görünce bütün sinirim yok oldu, derhal yerdeki gitarı alıp yoldan geçen zebraları kovalamaya başladım. fernando da arkamdan geliyordu ve onun arkasından da birileri geliyordu. herkesin arkasında birileri vardı ve en baştakini merak ediyordum, en baştaki, yani arkasında kimsenin olmadığı o adam kimdi ?
o adam kimsenin tanımadığı biriydi, çünkü o adam bendim. beni kimse tanımıyordu... ben boş vakitlerini tornacıda mantı açarak geçiren, can sıkıntısını amuda kalkarak gideren bir adamdım ve kimse tarafından tanınmaya ihtiyacım da yoktu...
boşuna kendini yorup taa uzaylara çıkıp dünyaya atlamış kişidir neyin derdinde olduğunu anlayabilmiş değilim ulan otur evinde çay iç nette takıl ne biliym yatağa yat uzan kafa dinle. neyin derdindesin la felix ?
uykusuz'da umut sarıkaya'nın köşesi ve barış uygur'un yazılarından sonra baktığım 3. köşeye yani ''şizofren'' köşesine sahip olan çizer. kafasında bu köşeyi albümleştirme fikri var mı bilmiyorum ama yoksa düşünse iyi olur diyorum. ilk müşterin hazır sayın abicim *
komik adam, evet en yalın tanımıyla ''komik adam'' bu abimiz. kendisi hakkında en çok merak ettiğim nokta ise, gerçek hayatında mala vurup vurmadığı. yani yazıları ve karikatürlerinde yarattığı o kızlar karşısında çaresiz ve başarısız profil gerçek hayatından mı alıntı, yoksa kendisini yansıtmıyor mu ? çok merak ediyorum lan !
çöpü layık olduğu yere atmaktır daha sonra bu çöpler büyük bir çöp kitlesi haline gelir ve çöp kutusuna doldurulur bu çöp kutusuna doldurulan çöpler ise büyük çöp sepetlerine atılır daha sonra çöp arabaları çöp sepetlerinden aldığı çöpleri çöplüğe götürür. ne olacak bu çöplerin hali diye kimse sormaz ve çöp döngüsünü yaşamaya ve yaşatmaya devam eder.
--spoiler--
sen de bilemezsin. gece yağmurda mezarlık diplerine kıvrılıp yatmanın ne olduğu sıcak yataklarda bilinemez.
10 çocuk, 20 çocuk üst üste kıvrılıp yatarlar ısınmak için. öksüzler yurduna ve ıslahhaneye kapağı atanları saymıyorum.
gece gündüz birbirleriyle dövüşürler ama yine de bi dam altındadırlar. kursaklarına sıcak bi lokma girer.
asıl sokaktakiler, evleri, kimseleri olmayanlar, herkes tarafından itilip kakılanlar, onlar ağaçlardaki kuş yuvalarına bile düşman kesilirler.
yavrularına gagasında yem taşıyan anaç kuşu, yuvayı, ne varsa her şeyi taşlayıp paramparça etmek isterler.
şimdi, şimdi anladın mı o zavallıların dinmeyen acılarını ? neler çektiklerini öğrendin mi ?
--spoiler--
hayattan ve kendisinden sıkılan kişi bir şeylere değer vermek ister ve aidiyet duygusunu yaşayarak mutlu olabilmek için bilinçli olarak aşık olabilir ve bana kalırsa aşkta öncelikle mantık olmalı ve bu mantık karşılıklı samimiyet ve sevgiye dayanmalıdır.
taksim-beyoğlu bölgesinde akşam saatleri yavaş yavaş yerini geceye doğru bırakmaya başladığı zamanlarda içki içmek ve eğlenmek için son derece elverişli olan yer. canlı müzik yapan çingeneler ortama ayrı bir güzellik katmaktadır. ortamın içki kültürü muhteşemdir.