kullanılmak sadece cinsel manada olmuyor. öyle bir kullanıldım ki, hani biri yüzüme kezzap atsa böylesi acıklı bir duygu haline girmem. üzülme bile üzülemiyorum. böyle salaklaşmanın ötesi vardır ya, beyin aktiviteleri durur, donarsın. kemal sunal repliği gibi... kimim ben, nerdeyim, keşkül müyüm? hakikaten deodorant şişesi kadar çalışmıyor kafam.
ne kadar temiz bir sesi varmış ido'nun. güzel de bir adammış, önceden hiç dikkat etmemiştim. yaptığı şarkı da iyi, böyle daraldığında dinle dinle gaza ver kendini: allahsız sevgili diyerekten.
dilinin kemiği olmayan burcun erkeği. sinirlendiğinde sizi yerle bir etmek için söylemeyeceği şey yok. çünkü o, o an incinmiştir ve o incindiyse tüm dünya incinmelidir. ister dostu ol, ister sevgilisi, istersen anası ol söyleyeceğinden geri kalmaz. duyguları tarafından yönetilir bundandır uçlarda yaşaması. iletişimi sever ama onunla iletişirken onun şemsiyesi altında durman gerekir. o diyorsa doğrudur, kendisine iman eder. güçlüdür, hem fiziken hem de kişilik olarak. kolay kolay alaşağı edemezsin, boşa deneme. hep kötü değil ya, eğlencelidir hem de deli eğlenceli. onunlayken sıkılman zor. yürümeyi de bilir, koşmayı da, sevişmeyi de bilir, dövüşmeyi de. onunlayken ondan sıkılmazsın ama onun seninle delice eğlenmesi sıkılmayacağı anlamına gelmez. çünkü sıkılma eşiği düşüktür, bütün gün benle ol diyemezsin. beceremez... sizi sevmediğinden değil, yapacak çok şeyi olduğundan. diyeceğim o ki zordur, zora gelemiyorsan zorlamayacaksın. koyver gitsin...
ekmeleddin ihsanoğlu yazıyorsun gogıla sonra vikiye tıklıyorsun şöyle bir eğitim hayatına bakıyorsun, kariyer dediğimiz şeye. sonra kıyas yapmaya utanıyorsun felan. hep derim iyi olan kazansın.
bir sırrı yok bunun bence. ilişkiden ne beklediğin meselesi. kimisi gençliğini, güzelliğini, mevkisini, cüzdanını kullanır ve hayatını yaşadığını düşünür sürekli eş değiştirerek. kimisi biriyle düzenli bir şey yaşamaktan keyif alır. ama uzun süreli ilişki acımasızdır, insan hoyrat kullanır sahip olduklarını. uzun süreli mutlu bir ilişki denirse, işte orada sabır ve sevgi vardır. bunlar ilişkinin ömrünü uzatır, saygı da ilişkinin tadını verir. aşkı, aşığı kafesleyemezsin. izin ver, kendi olsun.
valizler öne! dimdik dur! gülümse! yolcu olduğumuzu sansınlar! pekala... her ne kadar hayali kurulan tren, prag treni olsa da, çoğu zaman herhangi bir trenin bizi yolcu sanıp, hiç bilmediğimiz bir yere götürme fikri bile yeterli. sayfalarca sayabilirim gidilecek ilk yolculuk şehirlerini... budapeşte, varşova, berlin, hamburg, kopenhag, reykjavik, oslo, stockholm, san francisco, los angeles, new orleans, chicago, new york...
"dünyanın altı yönünde de bir şey bulamazsınız. var olan her şey içinizdedir. bu, dünyanın yedinci yönüdür ve biz de onu izleyeceğiz."
türkçe çevirisini okuduğumda daha bir sevdim bu halk türküsünü. anlamadan dinlerken, hüzünleniyordum. şimdilerde dinlerken garip bir gülümseme alıyor. umarım o çeviri doğrudur, varsa gürcü doğrulasın.
Yayladan geldin güzel kız
Çıkan güneşsin
Ne mutlu o oğlanın annesine
Kimin evindeysen
Bak o dağda akbabalar yaşar
Yuvasını bırakmıyorlar
Bakmayacağım sana güzel kız
Ama gözlerim bırakmıyorlar
uzaktan uzaktan olabilir. ama aşkın vücut bulması, sokaklarda gezmesi için başka şeyler gerek. mesela tavır. nasıl durduğu, nasıl konuştuğu, nasıl baktığı, nasıl oturduğu en az yazdıkları kadar önemli. o yazılardaki melankoli dilinde de varsa, sıkılırsın. konuşmayı bilecek yani, konuşmak yazmaktan zordur. parmağındaki özgüven bakışında da olmalı. yüzüme bakmadan konuşuyorsa isterse yeni bir edebi akım başlatsın bir şey ifade etmez. olması gereken her şey yerli yerindeyse o aşk olur. en azından bende.
katılmadığım kampanya. her köşe başına cami yapılmasına da karşıyım. camileri özgür bıraksın mülkiyetçi islamcılar, herkes uğrasın. ayrıca öyle camilerimiz olsun ki yüzyıllara dayansın, yüzyıl sonra mimarisiyle tarih kitapları, sanat kitapları anlatsın. dünya akın akın gelsin, görmek istesin. içerisinde nefes alsın.
bir başka adam şu galata lordu. söylenene kulak asmaz, goy goya gelmez, tam bir asilzade. ona şarkılar yazılır, ona şiirler okunur, o asla çizgisini bozmaz. zira istanbul beyefendileri böyledir. bir de bu sabahki rüzgar, ılık güneşe bıraktı kendini. al işte günün şarkısı. ah galata lordu!
sevmeyen, sevildikleri tarafından iyi anılmayan kimseye söylenen söz. yalnızdır ama seçimle değil, yalnız kalmıştır. birinin gülüşünün, uyumasının, konuşmasının, ona bakmasının tarif edilemez tadını bilmeyecektir. çalışırken aklına düşen biri olmayacaktır, dikkati dağılmayacaktır. biri için değişmeyecek, biri için yol katetmeyecektir. sıkıcıdır, sıradandır biraz da aptal.
sabahları aç karnına ılık su içilmeli, akşamları tempolu yürüyüş ve ağırlıklı olarak sebze yemekleri tüketilmeli. tatlı ihtiyacını da meyveden karşıladığında zayıflamaya başlıyorsun demektir. bunun yanında meyve gibi kokacaksın, nefesi çektiğinde böyle oksijenin vücudunda gezindiğini hissedeceksin, hafifleme olacaktır. aynanın karşısında kendine munzur gülüş atmayı da unutma. sen en güzelsin. basit, etkili tavsiyelerdir.
columbia üniversitesi bir araştırma yapmış, 100 farklı meslek kolundan kadın ve erkeğe tahrik edici resimler gösterilip sesler dinletilmiş. ardından yaratıcılık odaklı bir proje gerçekleştirmeleri istenmiş. araştırmanın sonucuna göre tahrik olup güne ve projeye başlayan kadın ve erkeklerde yaratıcılık yüzde 20 oranında daha fazla çıkmış aynı zamanda bu kişiler daha hızlı karar verip hareket etmişler. sebebi de tahrik olmamızı sağlayan hormonların beyin tarafından aynı şekilde, kendisini uyarmak ve elektrik aktivitelerini hızlandırmak için de kullanılıyor olmasıymış. tabii bizde ağırlıklı olarak, trafikte tahrik olup adam dövmek, karısını öldüren adamın tahrik olma indiriminden faydalanması, tahrik var deyip tecavüze yeltenmek olarak daha fazla bilinen eylem.
istanbul'un semt isimlerini, hikayeleriyle birlikte birinin anlatmasını istiyorum. şu an bir apartman dairesinde olmak yerine müstakil evin bahçesinde çimlere uzanmış olmak isterdim. bir yandan da isimler işte! üsküdar, laleli...
arapçada birisi başkalarının imreneceği, övünülecek, sevinilecek büyük bir nimete nail olduğunda onun bu halini tebrik etmek üzere "ne mutlu, ne güzel" anlamında "ni'me" kelimesi kullanılırmış. ni'me kelimesinin seçilmesi; sevinci, övüncü, mutluluğu yaşatan asıl unsura, yani nail olunan nimete vurgu yapmak içinmiş. biz ihsana nimet derken, onlar ni'me diyormuş. dil güzel şey. (bkz: semerkand)
oturdukları yerin önünden tukalar geçiyordu. iki takatukacı tartışıyordu, havadan sudan. birinci takatukacı ikinciyi, çevrenin doğal dengesini bozmakla suçluyordu. biz ki, ozon tabakasını delen bir ırkın göbekbağlı torunlarıyız, diyerek alaya alıyordu berikini. dilenci, sanki sonradan monte edilmiş elini öne uzatmış, iki gündür aç olduğunu söylüyor, bir ekmek, hiç değilse yarım ekmek parası istiyordu.
ama herkesler, iki gündür yarım ekmek parası bile toplayamayan dilencinin yeteneksiz olduğunda oylarını birliyor ve para vermiyordu. böylece yarım ekmeksizliği sürüyordu.
belki de harcadığı ya da sömürttüğü emeğinden, belki de emeğini sömürecek alan bulamadığından dilenci oldu. senin küçük burjuva şapşavallığın engelliyor bunu görmeni.
boşver ağbi dedi dilenci. boşver...
"sana, beni şeftali kokmuşlar" cümlesini hangi aristo mantığı açıklayabilir? çıktı mı ortaya, göğsünün kıllarını gere gere, bandırma'ya bandırmak için gidildiğini, aslında karayollarının durumu yanlış değerlendirdiğini anlatacak, ırza geçmelerin önce beyinde kanlandığını gösterecek bir göstermeci? var mı?