tanım: türk çılgınlarının yaptığı çılgınlığın sonucudur efendim.
''fanhouse'' isimli sitede yazan abdli tomasson, istanbulda taksiye mi bineceksiniz? sihirli düğme'ye dikkat edin başlıklı yazısında şampiyona için istanbula gelen ziyaretçilerin genel olarak çok iyi vakit geçirdiğini ancak taksicilerin buna gölge düşürdüğünü ifade etti.
tomasson, olayı yaşayan bir sırp televizyon programcısının deneyimlerini de paylaştı. programcı kendi blogunda olayı 1978 yapımı geceyarısı ekspresi filmiyle karşılaştırarak, yaşadığı durumu taksi ekspresi olarak tanımladı.
"sihirli düğme"
bunun dışında brezilyalı bir internet yazarının ve bir bbc muhabirinin de aynı şeyi yaşadığını ifade eden tomasson, bindiğim takside taksimetrede önce 16 tl ibaresini gördüm. sonra bir düğmeye bastı ve ücret bir anda 27 tlye çıktı dedi.
tomasson, taksicilerin turistleri kandırmak için bulduğu bir diğer yolun da turist 50 lira verdiğinde, 5 lira verdin diyerek fazladan para almak olduğunu yazdı.
ancak bütün taksiciler dolandırıcı değil diyen tomasson şehir içinde 90 kilometre hız yapan taksicilerden örnek vererek, ama hepsi çılgın ifadesini kullandı.
şerefsizin en önde flama taşıyanıdır. gece boyu üzerinizde döner de durur döner de durur. niyeti kan almak değil uyutmamak, sinir etmektir.hele birde kulağınıza pike yapması yok mudur... gece gece insanın sinirlerini bozar. cana tak edince ışığı açarsın hedef saptamak için, kalleş sivri hemen kamufle olur yatmanı bekler...
geçenlerde buldum bunlardan birini serdim leşini yere. çöpe de atmadım ibret olsun diye bekletiyorum olay yerinde. o günden beri rahatım.
showtv'nin isminin türkçe olmaması ve üstüne üstlük okunuşunun şov tivi şeklinde olması, flash tv'nin ve star tv'nin de aynı durumu uygulaması nedeniyle gözümde değeri artmış okunuş şeklidir.
atv yozlaşmayı reddetmiş, yabancı takipçiliğinin en yoğun olduğu televizyon sektöründe dahi türkçeyi ve milli dili savunmuştur. gerçi yönetiminin değişmesi ve mülkiyetinin satılmasının ardından süper baba'yı, ali kırca'lı ana haber bültenini, tarafsızlığını vb. özletse de, bu davranışıyla hala takdire şayandır.
referandumda "hayır" diyecek şeyho dayı'yı sabah gazetesinin 'evet'ci yazması durumudur. yandaş medyanın son bombasıdır.
''30 yıldır darbecileri protesto etmek için siyah giyinen malatyanın şeyho dayısıyla görüşen sabah gazetesi, asparagas haberciliğin doruğuna çıktı. 12 eylüldeki referanduma hayır diyeceğini söyleyen şeyho karakoçun beyanı, sabahta evet olarak yer aldı.''
''30 yıldır siyah giyinen 12 eylül mağduru şeyho karakoçun yanına beyaz bir gömlek alarak giden sabah gazetesinin malatya muhabiri, gömleği giydiremedi ama söylediklerini tamamen çarpıttı. referandumda hayır oyu vereceğini belirten karakoç, oyunu evet olarak yazan sabah gazetesine dava açmaya hazırlanıyor.''
dağınık, sorumsuz askerlerdir. sefere gönderirsiniz, olay yerine ordunun anca yarısı gidebilir. kimi sura takılır kimi ağaca çarpar durur. bir de yıkmaya gönderdiğiniz binayı yıktıktan sonra bina enkazı ortasında toplanıp öbek öbek beklemeleri yok mu.. len madem o binayı bitirdin yandakine geç!..
bu işin en temizi age of empires köylüsüdür. bakma sen. aoe askeri sorumsuz dağınık berkecandır. aoe köylüsü ise cefakar, vefakar temiz aile çocuğudur.
1 saat kadar önce, minibüste duyduğum cümle. birkaç dakikanız varsa, olayı anlatmak isterim. zira çıkarılacak çok önemli mesajlar var.
1 saat kadar önce ankara'daki etlik semtinden, bugün kılıçdaroğlu'nun konuşma yaptığı keçiören'e gidiyordum. mitingle falan alakam yok, evim orada. neyse. minibüs biraz kalabalık, 40-45 yaşlarında bir adam, şoförün yanındaki para kutusunun az ötesine oturdu. ve sohbet başladı:
amca: ya bugün keçiören'de şu adam varmış partici.. neydi adı..
şoför: he erdoğanla kavga eden. kılıç mıydı neydi..
a: chp'liydi hatta.. kılıçoğlu kılıçoğlu..
ş:he onun konuşması varmış. ondan kalabalık yollar.
a: bu adam boşuna konuşuyor. kin doluymuş bu adam kin.
şimdi konuşmanın devamını yazmak istemiyorum. zaten bu kadarı durumu özetlemeye yetiyor: durum çok vahim. zira, daha adını bile bilmediği bir adamın* içindeki hisleri bildiğini iddia ediyor bu adamlar. bunla da yetinmeden, teşhisi koyuyorlar:durum vahim.
neyin vahim olduğunu ben söyleyeyim, seçmenin durumu vahim. halkın yönetici seçme ve destekleme yolu vahim. kendi aklını kullanmadan, araştırma yapmadan, birilerinin kulaklarına fısıldadıkları şeyleri kendi düşüncesiymiş gibi anlatması vahim. susuzluk zamanı kızılırmak'tan su getirten melih gökçen'in bu hareketi için ne zeki adam neler de akıl ediyor diyen 30 yıllık ankaralı komşumuzun durumu, her seçimde inadına chp diyen izmir doğumlu yan komşumuz sabahat teyze'nin durumu vahim...
hani bir söz vardır ya, bir mıh bir nalı kurtarır, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır diye..
işte o en temeldeki mıh'ın durumu vahim...
ve tüm bunlar birleştiğinde en kötüsü ortaya çıkıyor*, ülkenin durumu çok vahim.
hindistan asıllı ingiliz kardeşler, ravindra ve meeta singh, ailelerinden beş kişinin ölümüne neden olan kansere karşı önlem olarak midelerini aldırdı.
meeta'yı ameliyat eden dr. simon dexter bunun zor bir operasyon olduğunu ve insanın midesiz de yaşayabileceğini söylüyor:
"bağırsaklar yukarıdan aşağı inen boru gibidir. mide de işte bu borunun ortasında bir şişkinlik. mideyi alınca, aradaki boşluğu dolduruyorsunuz. midenin asıl işi besin depolamaktır. sonrasını düşünmemeniz için büyük miktarda yemek yiyebilmenizi sağlar. ama mideniz yoksa siz de fazla sayıda küçük öğünle idare edersiniz."
'tek çare buydu'
dr. dexter şöyle devam ediyor:
"midedeki asit, yiyeceklerin sterilize edilmesine yardımcı oluyor. ama günümüzde bu o kadar da çok önemli değil. nihayetinde yerden bulduğumuz şeyleri yemiyoruz. ayrıca mide asidi demir ve b12 emilimine yardımcı olur. bu nedenle dışarıdan takviyeye ihtiyaç var. gerekli mineralleri temin ettiğiniz sürece genel sağlığınız üzerinde çok ağır bir etkisi olmaz" diyor.
genelde, her entryi akp'ye ateistlere, laikliğe, kürtlere kısaca sözlükte geniş yer bulan her konuya anlamlı veya anlamsız bağlama çabasıyla vuku bulur.
''..tanrı ilk başta insanı eksiksiz bir bütün olarak yarattı. ama insanın bu haliyle çok güçlü olduğunu gördü ve onu erkek ve kadın olarak 2 ayrı parçaya böldü. işte aşk, başta bütün olan bu iki parçanın birbirini bulma çabasıdır..''
şeklinde bir düşünce barındıran, avrupa'da pek fazla öne çıkmasa da var olan mitolojidir.
bir ozanla tanıştım. hasan adında. ergani doğumlu. harput'ta bulunmuş. ankara'ya sinop'tan gelmiş. Neyse şimdi memleket saptamasıyla uğraşırsak altından kalkamayız. ülkeleri olmaz onların. ozan dedik ya. dar ve değişkendir coğrafyaları.
kış günü duymuştum sesini. sakarya meydanı'nda dolaşırken, taa uzaklardan gırtlağı beni olduğum yerde yakalayıp, sokakları aştırarak, başucuna götürdü. ince, kısa, zayıf bir adam. elleri sazının bağrında ezbere gidip geliyor. onu çok iyi tanıdığı besbelli...
''yüksek minarede kandiller yanar'' gibi zor bir harput uzun havası çekiyor. ara sıra göz ucuyla başındaki kalabalığı taramak için yalancıktan gök yüzüne bakıyor..
bir kaç bozukluk düşüyor önündeki mendile. bu ona daha bir heyecan veriyor,''kandilin şavkına canım'' türküsü son hız ilerliyor.. hemen ısınıyorum ona ve kirli yüzünü öpüyorum.. diyarbakır'ın, harput'un, ankara'nın, sinop'un toprağı bulaşıyor ağzıma yüzüme..bir de diğer yanağından; adana, siverek, izmir, istanbul... ilk türküsünü bitiriyor, ağlıyor. kireçlenmiş dizlerini ters yönde altına alıyor. mendilini düzeltiyor. şarabından bir fırt çekiyor. ateş istiyor. ama iyi içine çekemediğinden sönen sigarasını yakmam için bana uzatıyor. yakıp veriyorum. yanıp duruyorum. birlikte yanıyoruz. ''aç mısın?'' diyorum. ''hayır'' diyor. rahatlıyorum. zira son kuruşuma kadar biraz önce ona vermiştim. pişman değilim. sazın telleri ellerinin altıda cilvelenip inliyor.''baba bugün dağda duman yeri var''bitiyorum... çantamı altıma, kafamı dizlerimin altına alıp bi cıgara da ben yakıyorum. yanıyorlar.. kalabalık artıyor. bütün ülkem başıma birikti. ''öff ülen..'' diyor biriler. bazısı ''gadan cannıma keko'' diyor..
biz kardeşiz. hepimiz. canız biz. işte aynı gemideyiz. sular ne olursa olsun, aynı gemideyiz. birbirimizi sevmek zorundayız diye haykırıyorum... ''he gardaş'' diye onaylıyorlar. hasan abi susuyor. medeniyet sallanıyor. eyvah kopacağız... susma hasan abi. hadi coştur bizi.
birbirimizi sevmesini öğret. tutkalsın sen, yakala çatlaklarımızdan. yapıştır bizi. sonsuza dek. hadi kurban olurum, türkülerin susmasın. ayırma bizi. vur teline, mızrabın olayım, bak üşütmüyor bu soğuk bile...
kalabalık dağılınca ona nasıl geçindiğini soruyorum. ''karnım acıkınca lokantanın önünde tınlatıp döneri kapıyorum, susayınca birahanenin, ayakkabım yırtılınca...''
''ya sevince,sevince?'' deyip, sevdiğime koşuyorum..
peşimden yanık bir ses kovalıyor uzaklaşıncaya dek:
''el vurup yaramı incitme tabib...''
tanım: ''yağmur getiren fırtına'' isimli romanıyla 90'lı yıllarda ünlenen bülent akyürek'in 1998 tarihli bir yazısıdır.
olay şu şekilde cereyan etmiştir :
-seyfettin barlas isimli bir öğretmen yatalak hastaların yaşamını kolaylaştıracak bir proje geliştirerek finansman için sağlık bakanlığı'na başvurdu. sağlık bakanlığı, seyfettin barlas'a kaymakamlık vasıtasıyla 1 ton kömür yardımında bulundu.
--efendim, kömür gönderilen öğretmen telefonda, yardımdan memnun kalmadığını söylüyor ?!
++daha ne istiyormuş...isterse bir de kömürlük yapalım beyefendiye!..
--odunluk yapmayın yeter diyor. *
genellikle türk müslümanlarında görülen türk dua etme geleneğinin bir parçasıdır. islam'a göre allah, her yerdedir, fakat türklerin eski inançlarından olan göktanrı* inancında, yaratıcının gökte olduğuna inanıldığı için türklerde dua ederken göğü referans almak gelenekselleşmiştir.