halkın nazarında ossuruk kadar değerleri kalmayan, "ey bilim!, yerim seni dilim dilim" şeklinde maniler yakmış yontma taş dinazorları. hukukun üstünlüğüne inanılan bir ülkede kendini devletten üstün görenin anüsüne biber sürerler.
her kanalın, her haber bülteninde ya da her gün her gazetede sürekli aynı haberleri dakikalarca ya da sayfalarca verip travma yaşattığını görünce, türk medyasına karşı uzunca bir küfürden sonra dudaklarımdan dökülen analiz maksatlı niteleme.
seçimden sonra akp'nin %47'si, deniz baykal'ın %1,5'u başarı olarak nitelemesi, fazıl say'ın götümü kesecekler yardım edin de kaçayım şuradan çabaları, kuzey ırak'a operasyon, ardından türban, başörtüsü, şulebaş, sıkmabaş, onlarla da eş zamanlı olarak, akmerkez'de namaz kılan adam, kızların bacaklarına tüküren insan-lama karışımı marslı, ve en son olarak da kar. aynı filmi aynı saatte 150 defa izlemek gibi bişey bizim medyayı takip etmek. kafaya taktığı meselenin amına koyuyor, okuyanında ağzına sıçıyor. ne lan bu? adam gibi bi heberin varsa bir kere dersin biter, aynı konu üzerine ard arda yaptığın her haber "malumu ilân"dan öteye gider mi lan? sürekli aynı yörüngede dön, dur. ne sikimden medyamız var böyle allah aşkına?
"etek tıraşı olurken, taşaklarımda unuttuğum bir tutam kılı, ertesi gün tuvalete domaldığımda farkettim. ve tarifi zor bir korku yaşadım, "ya sakal bıraktığımı sanarak bana da yobaz, softa, irticacı deselerdi?""
stefan zweig/kendileriyle savaşanlar
söz konusu hikaye, sivas'ın herhangi bir sokağında ya da herhangi bir kaldırımında, biri sakallı, diğeri de "başörtüsü, sıkmabaş, türban" artık her ne sikimse diye tabir edilen kardanadamların fotoğraflarının çekilmesiyle başlar. ellerine de türk bayrakları verilmiş kardanadamlar irticanın göstergesi olmuştur.
hemen akabinde de anlayışı kıt, yaftalama meraklısı medyanın küçük bir temsilcisi olan fatih çekirge abimiz, "bu kadarı da ayıp artık" şeklinde başlık attığı o absürd yazıyı kaleme almış.
kardanadamları yapan kişi, birine erkek, diğerine kadın görüntüsü vermek istemiş. bunu erkek kardanadama yarak, kadın kardanadama da kuku yaparak belirtemeyeceğine göre, her memlekette yapıldığı şekliyle kadına örtü, erkeğe de sakal yapmış. tahrik desem tahrikle ne alakası var? şimdi ben bu olayı "irtica geliyor, iran olucaz, şeriat geliyor, çok tırsıyoruz çookk" şeklinde ciddiye alana, hatta bazılarının utanmadan, köşe yazısı yazmalarına götümle gülmeyeyim de neremle güleyim?
az önce gönderdiği mesajla beni, "peter kahkahalar diyarında hahahayt" isimli bir kitap yazmam konusunda tahrik eden sevimli şempanze. her başlığın altında vicir vicir ötüp "kuru kafa zikeceksen ali mezarlığına leyn" dedirten ibibik. "bırakın küçük enişteyi salıverin gitsin, ıhııh eşşoleşşek" sendromundan hala kurtulamamış şaban.
özelden mesaj atmış. hala inanamıyorum. liseli bir çocuğun yazarlık yapmasını geçtim, açıp açıp yeniden bakıyorum mesaja. ahahaha! hayır yaa yanlış okuyo olamam, resmen mastürbasyonun nasıl yapıldığını bilmiyor bu süzme. aman allah'ım kendi penisinden hala "pipim" diye bahsediyor. "demek ki pipisi bir yiğitlik gösteremedi ki isim koymadı oba büyükleri" deyip kahkahayla gülüyorum. gerçi şimdi o işlere rehberlik öğretmenleriniz mi bakıyodu, işte her neyse, isim koymamışlar pipisine. hala pipi. hatta bildiğin çük lan ne pipisi.
bana düşen abilikti, onu da layıkıyla yerine getirdim, tarif ettim. işi azıttı bu defa "evimde, siz büyüklerimiz gibi, çılgınlar gibiçatır çatır sevişilen, herkesin çırılçıplak havuzlara atladığı, crazy seks partileri vermek istiyorum. bana ne tavsiye edersiniz?" diyor. "lan hödük, nohut olmadan leblebiliğe soyunmayın layn. hem sizin gibi 18 yaşından küçüklere yasak öyle şeyler, bi yerinize bişey edersiniz" diye cevap verdim. lisedeki yıl sonu partileri gibi sanıp erkek erkeğe, ya da kız kıza dans ettikleri etkinliklerle filan karıştırırlar mazallah.
"kavramların mı içi boşaltılmış, yoksa bu ibibiğin kafatası mı?" diye düşündüren hödük. aklın yolu birdir atasözüyle başlı başına çelişen geri. çırılçıplak soyunup "beni becerin, beni becerin" diye bağıran psişiklerden az bişey ileri. ipi kopuğun biri tarafından laikliğe atılan çamuru, "eee dinde de şu var o zaman" diye cevaplayan sümsük. kıçından çıkan eğri boku dinden bilen "allahsızgillerdenoğlu".
uzun bir tanım oldu, farkındayım. ama anlamıyorlar kısa ayarlardan bebeğim, ben napayım?
ulan süzme benlikli düdük, kıyasladığın şeylerden biri din. allah'la kul arasında yaşanan, vicdani bir haslet. diğeri toplumların birbirine barışık yaşaması için konmuş düzenlemeler bütünü. lütfen bu konuyu kaç dakika düşünüp karara vardığını söyler misin? öküzlerde algılama süreci uzundur ama sen ne hikmetse az düşünmüşsün be!
"çorbada benim de tuzum bulunsun, benim de adım geçsin, diye birşeyler zırvalamaktan vazgeç allah aşkına" diyecem ama "allah aşkına" dedim diye bana da yobaz dersin sen şimdi. demeyeyim en iyisi. nereye sıçrayacağın belli olmuyo senin. çamur gibi paçalarıma sıçrarsın, sinirlerim bozulur. kalbini kırarım.
şimdi düşünüp "ulan terk etmekte ne kadar da haklıymışım" diye kendimle gurur duymama sebep olan durum. bir kız faşizmden etkilenip te birine aşık oluyorsa zikilip terkedilmeye mahkumdur.
"bağdat'ı almaktansa, almaya çalışmak daha mı zevkliydi ne?" IV. murat
dersanede etüdlerini, türklüğü tebliğ etüdlerine çevirmemle başladı herşey. kızlarla fazla ilgileniyor, benden çocuk doğurmalarını istiyordum. yanlış anlaşılmasın, benim gibi genlerinde türklüğün en orjinal şifrelerini barındıran bir erkekten bebek dünyaya getirsinler diye. safkan türk bir bebek. vay be! oltama epeyce sazan da takıldı ama benim tarzım bu olmamalıydı. kolay kazanılanı sevmem.
lan normal kızlar gibi çiçekten, böcekten etkilensene sen de. "vay be! ne kadar faşist" diye birinden etkilenilir mi yahu? yok, illa onu düşünecem dediğin zamanlarda, "şu kitapları okumuş, şunun biyografisini gözü kapalı biliyor, götü sıkışıp cevap veremediğinde de hangi organından sallaması gerektiğine çok vâkıf" şeklinde düşünme. ne bileyim saçımı yana taramamla, kısa kestirmem arasındaki görsel farklılıkların analizini yap mesela. yok ama sen ne anlarsın romantizmden. seni erkek doğurmalıymış annen. bilemem, belki de erkeksin haberin yok.
yaşadığım o korku ve utanç dolu ilk tecrübeden sonra artık benim oğlan beri benzer şeylere kalkmaz oldu. çok seçici, kılı kırk yarıyor. bana anlatmak istediklerini de çekinmeden pat diye söyleyiveriyor, asi it. seviyorum keratayı yine de. içten pazarlıklı değil bi kere.
neyse uzatmayalım, geçenlerde arkadaşlar "hovardalık yapalım" deyip eve fahişe davet etmişler. haberim yoktu, bana sonradan telefon açtılar. hiç te niyetim yoktu aslında ama huy işte, kaçırmak ta istemedim. eve geçtim hemen. gelen hatunlardan en güzelini gösterip "sen benim odaya geç" dedim. arkasından da bişeyler atıştırıp ben de girdim odaya. rutin haller işte. ağzınız sulanmasın diye bazı bölümleri atlıyorum.
kadın işinde fena sayılmazdı ama hiç konuşmamıştı. benim oğlan ikna olmamıştı bu yüzden, kurbanından son sözlerini işitmek istiyordu. dayanamayıp kadına "yaa konuş, bişeyler söyle de beni tahrik et, ölü gibi durma" dedim. demez olsaydım. kadın hiç düşünmeden "ahh bir baklavaya, bir de yarraa dayanamıyorum" demesin mi? bütün sıtkım sıyrıldı. hayır, cevap vermek için düşünmediğine göre besbelli bunu daha önce birilerini tahrik etmek için kullanmış. "ne dedin? o sözlere tahrik olan birini gördün mü lan hiç? bunca yıllık erkeğim ama yarın iş başı yapsam senden daha iyi fahişelik yaparım lan. kalk yatağımdan. senin gibi birini ziksem ne anlıycam" deyip kovdum evden. tek kelimeyle iğrençti.
kuvvetle muhtemel yarın yaşayacağım heyecan verici durum. kimse laf edemez, edenin kalbini kırar, insan içine çıkamaz ederim.
küpe, top sakal, uzun saç... emsallerimin aksine hiç de yadırgamadığım imaj durumları. gerçekten de yakıştığını düşündüklerime de itiraf etmişimdir. ama hilal bıyık bizim jenerasyonun biraz mesafeli durduğu bir olgu. nedeni, bir takım aklı evvel niyet okuyucuları tarafından, tıpkı başörtüsü gibi siyasi bir simge addedilmesi.
yarın olacakları şimdiden gözümde canlandırabiliyorum. sekreter özlem siyasetten hiç mi hiç nasiplenmemiş bir kız olarak "aaa peter bey çok yakışmış, inanmıyoruuum" diyecek ağzından sular aka aka. ben ise gayet kendinden emin bir tebessümle ona teşekkür edeceğim. pazarlama müdürü serdar "keşke dudak altında küçük bir üçgen sakal bıraksaydınız, daha tarz olurdu" diyecek. ben ise "işine bak lan piç" diyip geçeceğim. patron yuing ise "peter bey lütfen bıyığınızı yarın kesin, biliyorsunuz ki müşterilerimiz hep elit ve sosyete, lütfen" diyecek. ben ise "lan sikik benlikli deyyus! ben senin fırça bıyığına laf ediyor muyum lan? duymamış olayım" diyeceğim. ah heyecandan tuvaletim geliyor.
timaş tarafından yayınlanan hayat hikayem, "bir psikopat doğuyor" adlı kitabımın içinden sadece bir bölüme verdiğim isim. mukaddime.
bir ortaokul ekolünün önemli bir yerini işgal eden "sınıfta yalnız kalıp garip garip düşünme" safhasındaydım. tam olarak ne düşündüğümü hatırlamıyorum ama akşamki tarkan filminin kritiğini yapmakla, eniştemin sorduğu "kamışa su yürüdü mü leyn? ehehe şerefsiz" arasında bir yerdeydi düşündüğüm. "bu ursula, tarkan'ın abisini nasıl ayarttı acaba lan?" ile "kamış ne? su ne? benle niye taşşak geçiyo lan bu godoş?" gibi ortalık yerde.
sessizliği süzme melih bozdu. sararmış yüzüyle sınıfa girdi, sıraya kapandı, ağlamaya başladı. "noldu lan süzme?" dedim. "10-a" dedi, "10-a'dan ömer isminde bir çocuk kız kardeşimi rahatsız ediyormuş". tekrar kapanıp ağlamaya başladı, elinden bişey gelmeyen çaresiz abiyi oynuyordu. kendimi en karizmatik hissettiğim bir duruşla "üzülme ve gel benimle" deyip, sınıftan çıktık. ben, don kişot, ve yanımda süzme arkadaşım sanço panza, 10-a'ya gidiyorduk, fonda çalan ya da sadece benim duyduğum deliyürek film müzikleri eşliğinde.
"demek sensin ha!" deyip bir osmanlı tokadı aşkettim ömer'e. ah Allah'ım tarkan'a ne kadar da benziyordum. sevdiklerini koruyan, karizmatik ve güçlü.
ertesi teneffüs okulun en deli çocukları bana doğru yürüyorlardı, yanlarında ömer. korkmadım. en fazla liderleri konumundaki çocuğun, gelip bana "bizden korkmuyor musun? aferim, delikanlı, yaman bir çocukmuşsun. ama çok sivrilme, bir daha olursa senin gibi bir çocuğa yazık olur" demesini bekliyordum. en azından tarkan'a öyle diyorlardı filmde.
bu kadarını hatırlıyorum, bir anda film koptu sanki. uyandığımda müstahdemler odasında yatıyordum, ve iki dişim yoktu. ve ben yine de "melih, melih iyi mi?" diye soruyordum.
şimdi anlıyorum, ursula'nın, tarkan'ın abisini kamışına yürüyen suyla ayarttığını.
kuantum fiziği, çekim yasası ve the secret. entellektüel biri olarak kayıtsız kalamazdım. "pozitif düşünün, güç içinizde, he he içinde amına koyim" şeklindeki ifadeler, japon bilim adamlarının su molekülleri üzerindeki o meşhur araştırmaları filan derken bir baktım ki herkesin yattığı bir saatte balkonda su bardağını beyin gücümü kullanarak döndermeye çalışıyorum. tabi ki dönmedi. ama yılmadım.
ertesi gün sabah işe giderken pozitif düşünceye takmış vaziyette, herkese gülücükler savuruyor, top oynayan çocukların kafalarını okşuyordum. yumuşamış bir haldeydim. kesinlikle negatif düşünmüyor, çocukların kafalarını okşadığım için kendimden utanmıyordum. baş okşamak tüketmiyordu beni.
iş yerine vardığımda çaycıya takılıyor, hatta gülerek pandik atıyordum. çünkü hoşuna gittiğini biliyordum. derken annesiyle içeri "o" girdi. aman allah'ım bulunduğumuz muhitin en güzel kızı bizim işyerimizdeydi. "hoş geldiniz" dedikten sonra masama davet ettim. bir taraftan kendimi en yakışıklı bulduğum açıdan kıza bakış atıyor, bir yandan içimden "seni çok seviyorum bebeğim, benim ol, benim ol" diyordum. aklıma şahan'ın "beni seç beni seç" espirisi geliyor, hafifçe tebessüm ediyordum. diğer yandan ise yine boş kalmıyor, verdikleri siparişle alakalı notlar alıyordum.
görüşmeyi bitirip kalktıklarında mahsustan "bir aksilik çıkarsa lütfen beni arayın" diyip cep telefonu numaramı tutuşturdum eline. tabi onun numarasını zaten almıştım. akşam da "olum ne zamandır aramıyosun hayırsız ahaha" şeklinde bir mesaj atıp, sonra da "çok özür dilerim, arkadaşıma gönderecekken yanlış gönderdim eheh" şeklinde iki mesaj gönderdim arka arkaya.
sonuç? altı kez koynuma aldım. pozitif enerjiyi ve kuantumu çok seviyorum. teşekkürler albert einshtein, teşekkürler rhonda abla.
her hafta olduğu gibi bu hafta da kendi kendime sessiz sessiz dillendirdiğim hayalkırıklığı. biraz üzüntü, biraz keder, biraz da sitem.
baktım, üç küsür milyon lira sadece bir kişiye çıkmış. önce, burda bir adaletsizlik var gibi geliyor, ama sonra bu da geçiyor. "zaten alacağım arabaya karar verememiştim, evi tarabya'dan mı yoksa istinye'den mi alacağım netleşmemişti, zaten, zaten, zaten, koy dötüne gitsin zaten" gibilerinden teselli ediyorum kendimi.
çıkan adam bakalım ne kadar dua etti, kurşun döktürdü, kırkbir yasin okuttu. ben fakir fukaraya bile ne kadar dağıtacağımı hesaplamamıştım ki zaten. kesin ondan çıkmadı.
haram zaten yahu. çıksa da almazdım kesin. nasıl yerdim o kadar haram parayı? hem devlet kendi eliyle kumar mı oynatır lan? sen ülkedeki bütün kumarhaneleri kapat, sonra milli piyango, sayısal, şans topu, iddaa derken milleti kendin düz.
atasözlerindeki o meşhur delinin kuyuya attığı taşı çıkaramayan kırk adet akıllı. "beşinci nesil, bizim neslimiz amaaa, neden bir türlü bizi aralarına kabul etmiyolar yaaa?" diye ağlayan somun düşmanı. niye yaşadığını anlayamadığım sazan güruh.
ulan senin işin yazmak. yazabiliyorsan yazarsın, yazamıyorsan da kırar kıçını okursun. ha yazıyor olmana rağmen birileri yine eleştiriyorsa bakarsın eleştirilere, aklı başında olmayanların koyarsın dötüne gider.
öbür foşingci antin kuntin yazarlara kulak asma bebeğim sen. yazını yaz rahat ol, germe kendini. insanlık tarihinden bu zamana kadar birilerinin önüne taş koymak ve çelme takmak gibi ibnemsi hareketler içine bir çok insan girdi. ne kazandılar üçün biri'inden başka?
memleket meselelerine duyarlı ve ülke gündemini yakından takip eden, ahlak timsali erkek bir yazarın, "evet lan, daha önceden niye aklımıza gelmedi?, işte budur arkadaş" diyip, sonra ise ayağa kalkarak saatlerce alkışlanacak önermesi.
ne yaptıklarının farkında bile değiller. dalından kopmuş yaprak misali, rüzgar ne yandan eserse o yana savruluyorlar. ulan sen geleceğin "türk anne adayı"sın. nasıl böyle bir aymazlık, ahlaksızlık içine girebilirsin ki? hangi hayvani şehvet sana bunu yaptırdıysa git şimdi ona sığın bakalım. lan herşeyi geçtik, çocuklarına zamanında hafif meşrep olduğunu nasıl anlatacaksın? hadi anlatmadın, utanıp sakladın diyelim, senin ne mal olduğunu bilen insanların çocukları, oynadıkları saklambaç oyununda senin çocuğunu piç diye sobelediklerinde de mi "çağdaşlık, medeniyet" zırvalarından yumurtlayacaksın?
böylelerini vesika da kesmez aslında. resimlerinden çoğaltıp okul kantinlerine, sokak lambalarına filan da asmak gerek ki herkes bilsin ne mal olduklarını. bırakın yaa savunmayın şunları bana.
erken boşalma fobisine böyle bir çözüm bulmuş psikopat. diğer bir ifadeyle, direkt testise konsantre kaşar.
daha öncesinde ufak sevişmeler, elleşmeler yaşamıştık. bir defasında pandik bile atmıştı. ama ilk kez sevişecektik. böylesini görmemiştim. kudurmuş gibiydi.
evdekileri akşam gezmesine göndermiş ve hemen beni aramıştı. gittiğimde kapı açıktı. bu zilli de üzerine rahat birşeyler giymiş, oturduğu koltuktan seksi pozlar veriyordu ve yine kudurmuş gibiydi. "ulan it kapı niye açık? ya kapıcı girse?" dedim. "aşkım çok fazla vaktimiz yok hadi hadiii" diye üzerime atladı. allah'ım yarabbim kudurmuş olmalıydı. dahasını anlatıp ağzınızı sulandırmadan yatak odasına geçtik. çok tutkulu sevişiyordu. bir ara pozisyon değiştirirken bacak arama sert bir diz attı, ben yere yığılıp kalmıştım. "aşkıım çok özür dilerim, valla istemeden oldu" diyordu "istersen sen de bana vur" gibi salak öneriler sunuyordu. aman tanrım yoksa kudurmuş muydu?
ondan beri kim olursa olsun sevişirken tekvandocuların taktığı bacak arası korumalarından takmaya yemin ettim. kudurmuş olmalıydım.
az önce, mümkün olduğunca objektif davranarak yaptığım sosyal tespitten sonra söylediğim sonuç cümlesi. ah allah'ım ne kadar da doğru.
insanlık sorgulamayı öğrendiğinden bu yana tartışılan bir konudur bu. "din nedir? ahlak nedir? iyi ahlak için din şart mıdır?" gibi sorular hemen hemen bütün filozofların hareket noktası olmuştur. ilginç kısım şurası: "din yoksa ahlak ne sikime yarar?" işlediğim bir günahın hesabı yoksa, ben şahsen, sınır tanımam.
geçenlerde de yine o meşhur isviçreli bilim adamları bir araştırma yapmışlar ve "ahlak için dine gerek yoktur" demişler. araştırmalarını ise, nasıl bir araya getirdiklerini hala anlayamadığım değişik dinlerden olmak üzere, afrikalı yerliler, üniversite öğrencileri ve -buraya dikkat edin- bekaretini kaybeden kızlar"dan seçmişler. bir takım sorular sormuşlar. "ıssız adaya düşme sorusundan tutun, "sihirli bir deyneğin olsa bana verir misin?" gibilerinden onlarca soru. netice olarak demişler ki "din olmadan da ahlaklı olunabilir". peki neden din yokken ahlaklı olalım? ses yok.
işte burada devreye "insanın üstün yaratılışı" girmiş demektir arkadaşlar. zaten allah'ta bizim düzgün bir fıtrat üzere yaratıldığımızı söylemiyor mu? bu araştırmaya konu olan insanların sorulan sorulara hep aynı cevapları vermesi, onların temiz bir fıtrat üzere yaratıldıklarından başka türlü açıklanamaz. bir nevi "katranı ezsen olur mu şeker? cinsine tükürdüğüm cinsine çeker" hesabı.
"eğer reenkarnasyon doğruysa kesin bu önceki hayatında amazonların sağa sola fırlattıkları kadın bağlarını toplayan, akşamları atlarını yemleyen, ama yine de yaranamayan, hatta "lan çirkin nonoş, topla şu sofraları, it herif" şeklinde hakaretlere maruz kalmış oğlandı" dedirten modifiye bünye. harem ağası eşcinsel.
ulan yazamadığını geçtik, haddinden fazla da çirkinsin. bari biraz cool takıl, ya da ne bileyim şöyle ara sıra derin ufuklara filan bak. bak ki "yakışıklı değil ama biraz karizmatik" dedirtebilesin. böyle hatun yazarların etekleri altında ne kadar sürdürebilirsin yaşamını? hem çirkin hem de şakşakçı bir yazar hiçbir ortamda kabul görmez. öğren bunu artık.
önünde onca ingilizce argüman varken hala türkçe konuşan özgüvensiz oski. engin ardıç'ın tabiriyle de "postmodern kültürü özümseyememiş, hazımsız bünye..."
yok bir yere kadar anlarım. "yeteneksiz olabilir, gerici olabilir", ya da "yabancı dili ingilizce olmayabilir" derim. ama babana "dady", annene "mam" diye seslenecek, sinirlenince de ağzını doldura doldura "ooh shit" diyecek kadar da mı çağdışısın lan? yahu hiç mi alt yazılı film izlemedin? o kadar mı amelesin?
şu kokuşmuş asimile olmak kaygılarından da arın artık olum. bu edebiyatlar artık para yapmıyor, sok bunu beynine. annene banana ingilizce hitap edemiyorsan "adamım" diye gezme. yok hitap edemiyorsan da en azından aşağıla onları "cahil cühela insanlar, bir entry giremezler bana bekaretten bilmem nesinden bahsederler" diye. herşey de devletten beklenmez ki.
bünyesinde türk müziği ile ilgili bir eksik bırakmadığı gibi batı müziğine de hakim olmayı başarabilmiş, ayrıca sesi yedi oktav olan mükemmel bir yazarın kutsal söylemi.
aslında eski sevgilim, ki kendisi saksafon ve yan flütte duayen bir müzisyendir, "aşkım, bu fazıl say, orhan pamuk'la aynı tayfa. türkiye karşıtlarının ödüllendirdiği bir şaklaban" dediğinde de anlamalıydım olayın vahametini. ve eklemişti "öncesinde arif susam'ın altında çıkan bir piyanist şantördü"...
ahh aptal kafam, nasıl da anlayamamıştım onun bestelerindeki oyun havası kokan bu ilginç tınıların sebebini. kendimi asla affetmeyeceğim.
"beleşçiliğin bu kadarı olur, yok yok o kadarı bile olamaz" dedirten, sinirden kafamı soğuk sulara sokup nevazil olmama sebep olmuş mesele.
sen sabahtan bu yana, elin tombala pozisyonunda otur, bırak aklı başında bir başlık açmayı, açılmışlara da "akıllı bakınız" bile verme, sonra tv'yi aç, karşına çıkan ilk programda da duyduğun ilk repliği yaz. yoo dostlarım yoo. uludağ sözlük gibi ulu bir sözlüğün yazarları bu kadar beleşçi olamaz.
hem sen az önce osbir çekmiyor muydun? ya da etek tüylerinle "tek mi çift mi" oynamıyor muydun? nerde az önceki keyif çocuğu? şaşırdım. enteresan.
maço, maskulen ve seviyeli bir yazarın direkt sonuca yönelik söylemi. ve de çok haklı.
sevgililerimi teşhire ihtiyacı olmayan kızlardan seçerim. bu yüzden bugüne kadar ki sevgililerim hep bulundukları muhitlerin en güzel kızlarıydı. ama hiçbiri mini etek giymiyordu. "neden" diye sorduğumda hepsinden aynı cevabı aldım, "ben yalnızca seninim"... sonra da yılışık bir şirinlikle "ama aşkııım ben mini etek giyerek dikkat çekmek isteyecek kadar çirkin miyim?" akıllıca bir tespitti aslında.
hatta bunlardan biriyle üsküdar sahil'de yürürken karşılaştığımız minili bir hatunu "paçooozz" diye eleştirip "sevgilim görüyor musun? kendisini birine kakalamak için mini etek giyen kızlar da var" demişti. zavallı minili kız utancından kızarıp sonra da ağlamıştı. çok gülmüştüm. aslında çok da hoşuma gitmişti tavrı. çünkü bana ait olan şeyleri sadece ben görmek isterim. ve eğer sevgililerimden biri hasbel kader mini etek giyerse bu tespitten sonra "çirkin biriyle beraber olacak kadar ucuz değilim" der ve onu dehlerim.
gereğinden fazla uzadığı otoriteler tarafından sabit bir konuda, modlar tarafından "zamanı geldi mi?" sorusuna "evet" diyen yazarın, buram buram güven ve sahiplenme kokan daveti.
bakın kızlar, mini de giyseniz dostluğumuz hiç bozulmayacak.
maskulen, karizmatik ve memleket meselelerine duyarlı bir erkeğin günde ortalama 13 gazeteyi satır satır okuduktan sonra bazıları için söylediği söz öbeği, tavsiye. ve de çok doğru.
türkiye'de gazeteler; ya köşe yazarlarından dolayı, ya bulmaca, magazin ekinden, ya da sırf ideololojik sebeplerle satılıyor. "türkiye'de ulusal ve ideolojik bir gazeteyim" diyorsan, o gazetenin tirajını 25.000'de bırakmayacaksın aslanım. bıraktıysan şaşkın ördek gibi dönmek yerine hatayı kendinde aramalısın, "tehlikenin farkında mısınız?", "cumhuriyetine sahip çık" diyerek millete sırnaşma.
her şeyi yaptın ama yine mi satmadı? o zaman sen de ideolojin de yok olmaya mahkumsunuz bebişim. bu demektir ki senin gazetene kimse evinde sağa sola sermek için bile para vermiyor. ve bu demektir ki "sen de ideolojinde beş para etmezsiniz".
sosyal sınıf safsatalarını ortadan kaldırmak için emperyalistler tarafından geliştirilen alternatif. hedefin, kitle bilincini sınıf bilincinin önünde tutup, toplumda sınıf hakimiyeti değil, kitle hakimiyeti oluşturmak olduğu söylenir.