tatile çıkmadan önce, sevilen kişiye değişmemesini, hep böyle kalmasını ima eden bir mesaj atmanız sonucu, karşınızdakiyle 1 gün önce yaşanan tartışmadan kaynaklı mesajı okuması ve yanlış anlaması. özgüveninizin eksikliğinden girip değişmesi(!) gerekenin siz olduğunu söylemesi. bunun üzerine afallayıp ne yapacağını bilememek ve özellikle canını yakması için yazılan son sözler:
-mesajı tekrar oku. umarım değişmezsin demeye çalışmıştım. anlayamayacak kadar küt olduğunu unutmuşum. haklısın, özür dilerim.
mantıklı düşünüldüğünde, türk kızlarının da italya'ya gideceği görülerek seve seve kızların gitmesini sağlayacak hede. ne sanıyordun ki arkadaşım? tabii ki giderler. onlar çok mu meraklı burada kalmaya? ha burada demek istemiyorum ki, italyanlar türkleden çok daha yakışıklı. olmayabilirler ki mutlaka olmayanları da vardır. ancak, sıcakkanlılar efendim. bence hoşgörüyle, samimiyetle karşılarlar.hadi karşılamadılar diyelim. italya güzel bir ülke. gidince gelmek isteyeceklerini pek sanmam... ayrıca o kızlar da sizi istemiyor zaten:
(bkz: türk erkekleri gitsin italyan erkekleri gelsin)
hayatında hiç aşık olmamış ve olmayacağını iddia eden, karşı cinsle sadece belirli sebepler yüzünden birlikte olan hıyar(!)ların söylemi.
not:iki cins içinde yazdım. yarası olan gocunsun. lütfen!
gözler... kesinlikle gözler. bir insanın aklından neler geçirdiğini az-çok belli eder çünkü. ayrıca insanların arasında bir yıldız ya da elektrik söz konusu olduğuna inanıyorum. eğer gördünüz kişiyle yıldızınız ya da elektriğiniz tutarsa anlaşırsınız ve bu ilk olarak göz teması kurduğunuzda olur.tabii bence
(#7183916)
bir de denizden korkarım. ama öyle yüzememe tatil yapamama gibi değil. tatile gidince hiçbir şey olmaz ancak, 1 ay denizi olan bir şehirde yaşasam paranoyak olurum.
erkeklerin abartarak saçma sapan şekillerde anlatmasına bağlıdır aslında tüm olay. o kadar kolay bir şey ki, sadece adam gibi anlatılmıyor o kadar.
bilen biri adam gibi anlatınca gayet anlayabiliyoruz.***
(bkz: sorun bende değil sende)
beyin hastalığı kısmından şüphe duyulabilir ama kişilik bozukluğunun başlıca göstergesi olduğu kesin. eh, bunu yapan insan bu yüzden affedilmiyor. kimse böyle biriyle birlikte olmak istemez.*
o pozu tutturmak ne kadar zor hiç bilinmiyor tabi bu başlık açılırken. bir kere tam havadayken çekmeyi başardım diye bütün insanlar bana çektirir oldu bu tür pozları. ancak, o benim yeteneğim değil bir anlık şansmış ki bir daha olmadı.
ne kadar tersi de savunulsa, bence doğru olan önermedir.
insan kendini seven, değer veren birini ister hayatında. sürekli onu düşünen, sevdiği söyleyen ve istediği şeyleri bir lütufmuşçasına yerine getiren birini...
hiç mi yoktur kendisine değer vermediğini bile bile inatla o insanın peşinden gidenler? tabi ki vardır ancak, onlarda ya aldatılır ya terkedilir ya da mutlaka bunun gibi bir şey olur. bunu yaşadıktan sonra, eğer biraz olsun aklı varsa, durup bir düşünür. kendisini sevmeyen biri için değmeyeceğini, yaşadığı mutsuzluğun kendi salaklığı olduğunu kabul edip doğru yolu bulurlar.
bir de bunların farklı bir versiyonu daha vardır. "madem öyle bundan sonra sevmeyeceğim." diyerek kendisini seven insana yaşadıklarını yaşattırır. üzer, değer vermez, mutsuz eder... (sanki o insanların suçu neyse)
not:erkek-kız ayrımı yapmadan yazdım.
kızı hizmetçi gibi kullanırlardı.
büyük ihtimal o pamuk prenses değil pamuk tikky gibi bir şey olurdu.
eve gelince yedi cüceler çizgili pijamaları çekip koltuklara yayılırlardı.
ayrıca:
-kalk bi çay koy bana.
-git kendin al! aaaaa... deli mi ne?
-kalk kız! konuşturma beni. zaten bütün gün çalışmışız...
-ne var be? ben de çalıştım. bütün gün evi temizledim yemek yaptım.vıdı vıdı.....
-tabi yapıcan! zaten geldin beleşten kondun eve bir de yapma da göriyim. kırarım o bacaklarını.
-off! annemi istiyorum ben.
-o öldü canım. çok istiyorsan git üvey annene de gör. bir de buralarda elinde elmayla biri geziyormuş, çok çirkin bir şeymiş sakın eve falan alma. duyarsam fena olur.
hiç düşünmemiştim böyle bir durumu o ana kadar. ne kadar da dünyayla kopuk hayatlar yaşıyoruz. 70 milyonluk ülkede 7 milyon özürlü insanın farkında değilken yaşam çok daha mı kolay yoksa farkında olup onlara yardım etmek mi daha kolay bilmiyorum. ancak oradalar ve özürlüler. biz gibi yürüyemiyorlar belki bazıları, belki konuşamıyorlar, düşünemiyorlar, göremiyorlar. ancak hepsi bizim çocuklarımız, bizim kardeşlerimiz, annelerimiz, babalarımız...
dünyaya görmeyen bir çocuk geldi dört ay önce. benim çocuğum. oğlum canım. çok güzel bir çocuk doğumhaneden çıkan eşimin kucağında. gözleri o zaman da kapalıydı, tıpkı şimdi açık olmasına rağmen kapalı olması gibi. farkında değildik doktorların bazı testler yapıp sonuçlarını bizlere söyleyene kadar. sadece o vardı. küçücük elleri ve küçücük kalbiyle.
öğrendim gerçeği. önce kendimden nefret ettim. suçu kendimde aradım. utandım. bir an olsa da içimden geçen utanç duygusu için şu an kahroluyorum. evet utanmıştım. şimdiye kadar kimseyi umursamadan geçen hayatımdan uzaklaşmış ve insanların düşündüklerini mi önemsemeye mi başlamıştım ki? uzak bir ihtimal bir bebeğin özürlü olarak doğması. evet uzak bir ihtimal ama olmayacak değil. ihtimaller gerçekleşmek için değiller mi zaten. benim başıma gelmişti. çok da inançlı olmamama rağmen ilk defa suçlamak için tanrının adını almıştım dilime. ona lanetler yağdırıyordum.
ancak sonraları farkına varabildim. bu özel bir durumdu. belki de bana bir ödüldü. nasıl bir baba olabileceğimi gösterebilmek adına bir ödül. bütün sevgimi ona geçirebilmek adına her şeyimi ona vermeye adadım bir süre sonra. her şeyi kendim öğreteceğim. onun görmeyen gözü olacağım. uzun bir süre duyduğum üzüntüyü atlatalı çok oldu. bununla yaşamayı öğrendim. eğer ki özürlülük belli bir zamanda ya da belli bir sayıyla gerçekleşmekteyse, başka bir aileye gidecek özürlü bir çocuk umarım bize nasip olur. çünkü benden daha iyi bir baba olamaz özürlü bir çocuğa.
--spoiler--
not:engelli bir çocuğa sahip bir yazardan alıntı...
aslında sadece tek taraflı düşünülen bir olay. böyle bir durumda hiçbir anne çocuğundan vazgeçmek istemez.istisnalar hariç kim kıyabilir ki? sonuçta o da onun canından bir şey ama olayın bir de diğer yönü var...
engelli bir çocuktan bahsediyoruz... bu aile için çok önemli olmasa bile çevreden aldığı tepkiler yüzünden psikolojik açıdan çok büyük sorunlara yol açabilir. aslında tamamen bir risk bu... çocuğunuzun engeline göre yaşıtlarının yapabildiği pek çok şeyden mahrum olması demek... hiçbir zaman yaşını tam olarak yaşayamayacak olması demek... insanların arasına karışsa ya alay konusu olacak* ya da kendini onlardan dışlanmış hissedecek, soyutlayacak... zamanla kendisi de diğerleri gibi olmadığını fark edecek... belki de bizim tahmin bile edemeyeceğimiz acıları yaşayacak kendi içinde?
bunları bilmek bile bir anne için yeterince zor bence. evet, o çocuğun hiçbir günahı yok ve bu yüzden beki doğmadan ölmeyi hak etmediği düşünülüyor ancak, doğarsa da çok büyük zorluklarla karşılaşabilir... bu durumda kürtajı savunmuyorum ama bunu yapan bir insanın gözünden de bakmak lazım olaya. bu yüzden kararlarına saygı duyulmalı.
"böyle bir durumda kalsam ne yapardım?" diye düşünüyorum da... gerçekten çok zor...
annemle aramda geçmiş diyalogdur:
b:ben
a:annem
k:kardeşim
b:odtü'ye de bugün leman sam geliyormuş.
a:eee? ne yapalım? git istiyorsan?
b:olabilir aslında 8'de başlayacakmış.
a:(saate bakar ve sırıtarak) saat 7:50. artık istesen de yetişemezsin. bak akm'ye de emre aydın gelecekmiş.
b:neden gelecekmiş?
a:çok özlemiş beni ondan
b:of! öyle değil yani 19 mayıs için falan mı?
a:bilmem. yabancı arap bir adam geliyormuş...
b:aaa? kimmiş ki o? yanlış görmüş olmayasın? arap?
a:yok işte gördüm esmer sakallı bir şey(kardeşime dönüp) neydi onun adı? hani afişte emre aydın'ın yanına koymuşlar?
k:anne ne arap'ı? ne diyorsun? yoktu orda öyle biri
a:yok ya vardı ya hani böyle kara bir adam, sakallı?
k:sagopa kajmer. anne arap değil o türk!
a:ama adı yabancı işte. hem türk olamaz o.
babam:ben de gördüm sarışın bir adamdı.
insanı delirten tiplerden biri daha... hayır madem yemek yapmayı bilmiyorsun neden katıldın? hadi katıldın diyelim, insan ilk günden kameraya gidip "ben aslında hiçbir şey yapmayı bilmiyorum. elemelerde de yalan söyledim." diyerek kendini rezil eder mi? en azından uğraşırsın, elinden geleni yaparsın. salak diyeceğim ama bu kelimeyle anlatılabilecek bir tip değil malesef kendisi, kelime hafif kalıyor.
-okula yeni tayin edilmiş müdürün okuldan kaçan arkadaşlara giriş kapısını sorması...
-bir belgeyi onaylatmak için müdür yardımcısının peşinde,5 kişi tek sıra halinde koşmak
-müdür yardımcısının seni her gördüğünde "naber lan deniz anası?" diye kafana vurması
-yine aynı müdür yardımcısının kızdığı öğrencilere kendini en üst kata kadar sırtlarında taşıtması****
solar pleksus çakrası olarak da bilinir. on yapraklı lotus ile simgelenir. jüpiter gezegeni ile ilgilidir.
titreşimi fazla olan bir çakradır. insanlarla iletişimimizde önem taşır. karşıdaki insanın titreşimlerini bu çakra algılar ve kendi titreşimlerimimizi de bu çakra yayar.
güneşten aldığı enerjiyi diğer çakralara ileterek onların dengesini sağlayan da bu çakradır.
dengeli olması durumunda maddi ve manevi dengeyi, elimizdekilerle mutlu olmayı yani tatminkarlığı sağlar.
ne kadar pis bir illet bu. istediğidak nar uğraş yok, aşamıyorsun bir türlü... bir koliden fazla eşya vermişimdir herhalde...
mesela, kitap tavsiye edersin şirin şirin "sen de varsa bana getirir misin?" diye sorarlar. hayır demek de ayıp oluyor. 2 seçeneğin kalır:
--"başka bir arkadaşıma vermiştim hala getirmedi" demek
--"tabi getiririm" demek.
e sen zaten ödünç verdiğin bu kitabı geri alamayan biriysen ilkini yapamıyorsun... güzel güzel veriyorsun. 1 ay geçiyor kitap yok, 2 ay geçiyor kitap yok... konuyu açmaya çalışıyorsun bir türlü açılmıyor. sonra da o kitaptan umudu kes zaten.***
tanım:çoğu yazarın uyguladığı teknik.
bir yazar, bir konu hakkında yazdığının eksi oylanmasından korkuyorsa mutlaka yapıyor bunu. okuyorsun adam gayet ciddi ciddi sövmüş. "buna eksi veriyoruz" dediğin anda bir bakıyorsun sonun küçücük, minicik, sevimli bir yıldızlı bakınız... onun sevimliliğine karşı koyamayıp bakıyorsun "swh" yazıyor. o an bir kalıyorsun zaten. "lan adam ne yapmış böyle? ciddi ciddi sövmüş mü yoksa gırgırına mı yazmış?" diye bir düşünce geçiyor. ya o entryi oylamıyorsun ya da o sevimli yıldızlı bakınızın hatırına artı oyluyorsun.
-arkadaşla konuşunca öğretmen kızdığı için sürekli kalem açmaya kalkıp orada konuşmak. *
-öğretmen harflerin tek tek sesini öğretirken "ğ" ye baya uğraşması