Bazen dilinizin ucuna gelip duran cümleler olur, beni yaz beni de yaz diyen kocaman kelimeler, bir türlü çıkmaz sesiniz, defalarca yazıp siler eliniz...öyle olur bazen...
Görür görmez aklınızdan ilk geçen şey, parmaklarınızı saçlarının arasından geçirmek arzusu olur, ardından gülüşüne dokunmak istersiniz, sonra sesinin o utangaç, masum ama muzip ama yaramaz tınısı duyulur... Farkında olmadan, kendiliğinden biri gelir...
Muhteşem bir Akgün Akova şiiridir. Hoş hangi şiiri muhteşem değildir ki kendilerinin...
senin içinde bir orkestra var Yonca
ve dört yapraklı bir keman
saçların kızıl bir köprü
bağlarken bir notayı bir başkasına
üzerinden geçer
yanan ormanlardan kaçan
bembeyaz bir kaplan
senin içinde bir orkestra var Yonca
ve flütünü yüreğine saplayan bir adam
çimenlerde gezdirir seni öksüz bir çiğ tanesi gibi
alır sonra parmak ucuyla, bir masal gibi ağlar
ve çok yakınında yüreğinin
mor bir bıçakla dilimlenir
haritalara sığmayan dağlar
senin içinde bir orkestra var Yonca
ve vişne ağacının altında
kırmızı bir akordeon çalan adam
aşk, kanatlarını açan bir ninni yapraklardan
yüzün duyduğum en güzel çocuk şarkısı
birer çiçek kapısı gözlerin
eşiğinde sevişir şiirle esin perilerim
senin içinde bir orkestra var Yonca
ve yürek söken bir viyolonsel
içinde yağmurlar saklanır
tellerinde parlar yıldızlar
ve Boğaz vapurlarından biri
bir gece
bir denizkızına çarpar
senin içinde bir orkestra var Yonca
ve ıslık çalan bir adam
aşk kadife bir kafes yatağının altında
kucağında yavru leylekler uyur
benim gözümde aşk
soyunduğun çağlayan
ellediğim bulut, daldığım orman
senin içinde bir orkestra var Yonca
bir de
öpüştüğünde
ağzını yıldızlarla dolduran bir adam
...
işe bak sen gözlerinde burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
...
Cemal Süreya
Dilinizde bir dizeyle, içinizde bir orkestrayla uyanmak mümkün müdür hala!
Sabahları,bir yeni dünya
gibi geliyorsun;
Öylesine süslü,öylesine
sadesin ki..
Sen öyle güzelsin ki sabah
Sevgilim
O kadar güzelsin ki..!!!!
Ö.Asaf
Her sabaha böyle, bunun gibi sıcacık dizelerle uyanmak istemez mi insan, ister..
Ben istemez miyim, isterim..
Başka nasıl mutlu uyanılır ki zaten, yüz yıllık uykudan başka nasıl uyanılır?
Herkesin bir gizli bahçesi vardır, bazıları buna arka bahçe der, bazıları hayal ülke.. Benim gizli bahçem burası, içinde lamba cinleri, su perileri, şiir söyleyen kuşlar, danseden gelincikler, kokuları hala sokaklarda duyulan iğde ağaçları, yıldızların altında ateşböceklerinin sesleri ile rüyalara dalan mesut sevgililer var...
Hala öpüşürken utanan...
uyandık birbirimize
izledik
doğan güneşi
sabah serini nefesini
ısıttım nefesimle
kıskandı ayrılıklar
yalnızlıklar utandı
sana uyanmak
canımın içi
seni seviyorum
demek gibi herkesi....
bazen,biri gelir,içinize dokunur,öyle, kendiliğinden..
bunu sözleri ile yapar,karşında oturan herkese bulaştırdığı tutkusuyla da,sahiciliği ile de, sizin kendi gözyaşlarınız ile dokunur bazen Umut,bazen bir şiirle,bilgeliğin aramak değil büyümek olduğunu söyleyen..
ardından içinizin aslında hiç dokunulmamış olduğunu görürsünüz,kocaman bir sarılmak gelir durur Umut'a, kendinize,herkese,dünyaya yani yaşama... ve dökülüverir dudaklarınızdan 'ne güzel' ...
Bazen kelimeler de dokunur, bazen söylenemeyen sözler de, icinizin kuytu, nemli, uzun zamandir girilmemiş köşelerine...
Öyle zamanlarda dizeler parmakuçları olur...
15-16 yaşlarimizin hayal ülkesi...
Büyüyeceğiz, özgür olacağız ve mutlaka aşık ve yaz ya da ilkbahar, güneşli günler, yıldızlı gökler, filmlerdeki gibi uzanacağiz çimlerin üzerine, sevdigimiz yanibasimizda, dirseginin uzerinde, avucunu yanagina dayamis, sisli sisli ve bulutlu ve buğulu gözlerimizin içine bakiyor.. icimizdeki orkestra huzunlu bir rock sarkisi caliyor ve hayat hep boyle akiyor...
Peter pan...
Ya da belki de hic beklemedigimiz bir anda karsimiza cikiveren haylaz ama utangac yine de korkusuz ve zıpır ve kendimizi bile şaşırtan o çok özlediğimiz içimizdeki çocuk...
. . .
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
. . .
Murathan Mungan
iki kişi aynı anda ayrilamiyorsa, iste acı böyle sızar dizelerin catlaklarindan...
icinde ataletle, tembellikle uzanan bir grup yaramaz, muzip perinin, yuzlerindeki maskeleri çıkarma ritüeli eşliğinde ayaklanmalarını görmek, o dans eden peri kızlarının ayak seslerini duymak sizi ağlamaya, o bir daha duyamayacaginiza inandığınız gumburtunun sahiciligi ise sizi gülmeye iterse olacağı budur...
Maskelerin altından çıkan hüzünlü kadın başı da cabası...
Eylül bir kadına nasıl yakışır ki, ne anlaşılır" Eylül sana çok yakıştı" dan?
Gülüşündeki hüzün belki, gözlerindeki " bir kaşık su" misali ıslak aydınlık, omuzlarına gelişigüzel atılıvermiş ince hırka, ellerini çenesinin altında birleştirmiş mırıldanırken yakalanıp kızarıp bozarıp toparlanması, bir de fonda iç kıyıcı bir Azeri türküsü çalıyorsa, belki. Yakışır belki...
Hiçbir çiçeğinkine benzemeyen, doğuya has bir kokusu vardır yapraklarının, parmaklarınızın arasında ezersiniz, gün boyu parmaklarınızı burnunuza götürüp durduğunuzu farkedip öylece duruverirsiniz, dudaklarinizdaki o ince gülümseme ile..
insanın içine dokunan bir de söylenişi var aslında 'ge l kıyma' nın, öyle de bir sesi. Yapma da demek,yazık olmasın da. Belki biraz pişmanlık,biraz da sitem.Ya lütfen, ya keşke,ya olsun...Ben duyuyorum,ya sen...