aniden kaybettiğimiz buzdolabı notları, bazende suratımıza koymayı unuttuğumuz gülümsemeler. herkes için bir şeyler ve her şeylerdir kısacası. ece temelkuran içinse bambaşka bir şey.
(...)
üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. çünkü...
çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. aşık mı olmadın 16 yaşında ? gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. maceraya mı çıkmadın yirminde ? sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.
hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.
git dedi kalbim!
bu yüzden bende bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. dünyanın en sessiz toprağına vardım. başka ülkelere de gideceğim. kalbim, ''burada biraz duralım'' dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim.
ben hayatın ''bir işe yarasın'' diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir, ama adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum.
öylesine bakmayı. öylesine.
ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken ''yol defterime'' bir not düştüm:
taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır.taş durdurur,çiçek yürür. aslında uzun düşmalıklarda bir sadakat meselesidir. yani çiçek de taş da birbirini bilir. ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir.
taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur.
bunun için geldim işte, gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye...
bu sabah erken düştü azizliğin cayır cayır yanan bedenime. vakitsiz tüm bütünlükleri parçalamaktı oysa amacımız. oysa eğer nedir bu ölümcül göz kokularına perdeler koymuşluğumuz? en büyük yaldızı çalmamız mıydı, suçumuzun peşine düşmüş duman seslerinin nedeni? neydi bizi bu gül reçellerine boğan fakir tokluk vakitleri? neydi içimizi ceplere boğan paltoların hiçbir şeyliliği?
yoksa biz kokuların ve renklerin kahvelerini mi sevebildik yalnızca?
bu sabah belki de son kez gözlerimizi gördü devrim ve siyah ve kırmızı! tüm eklerimize renkler serpiştirsek kabullenir mi kokular yalınlığımızı? güneşi devirsek perdelerimize, kahvelerin nefesini kesebilir miydik? öldürebilir miydik yalanlarımızda uluorta?
ve en önemlisi tüm bunları bir ''bu sabah''a sığdırabilir miydik biz?
biz kokuların ve renklerin kahvelerini sevebildik yalnızca. kırmızı kah ve siyah kah ve, ve...
ve ne kaldı ki en uzun şerhlerimizden bize?
1648 yılın da mexica city yakınlarında bir köyde doğmuştur.
evlilik dışı bir ilişkiden meydana geldiğinden meksika resmi kayıtlarına ''kilisenin çocuğu'' olarak geçer. bilinenlere göre 3 yaşında okumaya başlamış, 8 yaşında ilk şiirini yazmıştır. ve o entelektüel olabilmek için rahibe olmayı seçmiştir aslında. juanna ınes de la cruz, latin amerika edebiyatı'nda ilk önemli isimdir.
1691' de yayımladığı ''sör filotea'ya yanıt'' mektubunu yayınlar. mektupta; kilisenin kadına biçtiği rolün dinden olmadığını, erkek egemen kilisenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını savunur .
mektuptan sonra kendisine , sadece dini konular da yazması için yapılan baskıları soyluların desteğiyle yok etmeyi başarır. ve bu mektup feminist bir manifesto yerine geçer.
** ''ya onları ne hale getirdiyseniz öyle sevin, ya da sevebileceğiniz bir hale getirin.''
'' ölümün tüm irtibarı sarsılmıştı. ya şimdi ne yapacağım, daha önce hiç olmamış ve hiç olmaması gereken bir aksaklığı nasıl düzelteceğim, böyle bir şeyi tarih bile yazmamış, diye kendi kendine söyleniyordu ölüm, esas sorun adamın kırk dokuz yaşında ölmüş olması gerekirken elli yaşını doldurmuş olmasıydı. zavallı ölüm şaşkın ve ne yapacağını bilemez haldeydi, neredeyse başını çatlak duvarlara vurası geliyordu. binlerce yıldır kesintisiz sürdürdüğü kariyerinde böylesi bir hata hiç olmamıştı, ama şimdi, tam da ölümlerle gerçek ölüm sebepleri arasındaki ilişkiye yeni bir boyut getirdiği sırada, bunca zamandır inşa edegeldiği ünü büyük bir darbe almıştı.''
sting'in 1993 yılında yayınladığı ten summoner's tales albümünden eşsiz bir eser.
işte türkçe sözleri
inancımı yitirdiğimi söyleyebilirsin
bilim ve ilerlemeye
inancımı yitirdiğimi söyleyebilirsin
kutsal kiliseye
söyleuebilirsin nereye gideceğimi bilmediğimi
tüm bunları ve daha beterini
ama sana inancımı yitirirsem eğer
işim işte o zaman gerçekten biter
yitik bir dünyada yitik bir adam
böyle olduğumu söylüyor kimileri
televizyondaki insanlara inancımı
yitirdiğimi söyleyebilirsin
politikalara olan inancımı
sanki show programı sunucuları
ama sana inancımı yitirirsem eğer
işim işte o zaman gerçekten biter
iz bırakmadan kaybolabilirim onların yalanlarından
ama gözümü kapadığımda yüzün beliriyor karşımda
bilimin hiçbir mucizesine tanık olamadım ben
armağan olarak gelip, sonra belaya dönüşmeyen
hiçbir askeri çözüm görmedim
sonunda daha kötüsünü getirmeyen
önce şunu söylememe izin ver
sana inancımı yitirirsem eğer
işim işte o zaman gerçekten biter