iki arkadaşım özel okulda eğitmen olarak çalışıyor, birisi doğa kolejlerinde bir diğeri ise başka bir kurumda çalışıyordu. Kendisi eğitimciliği ve genel kolej yönetimi hakkında çok methedilmişti,
Soy isminden aklımda kalmış eğitimci kişisi.
Edit: az önce gelen bir mesaj ile öğrendim ki mef okulları'na geçmiş.
iyi olmuş, başarılarının devamını diliyoruz, yolu açık olsun.
çalışkan ve dürüst insan sevilir,
ayrıca çalışmaya mecbursan
kendini sevdirmek kendiliğinden gelişiyor
zira insan işe odaklanıyor,
elinden geleni yapıyor,
emek harcamasının karşılığı bir nevi sevgi oluyor,
bazen.
değişim konusunda kafamı çok yoruyorum
yani yaradılışımızda değişimin olup olmadığını sorguluyorum
sonra - irade - denen gücümüzün bunu elde ettiğine inanıyorum
geçmişe dönüp bakınca ne çok hatam varmış diyorum
iyi ki yapmışım dediklerim de oluyor
keşkelerim de
keşkelerimin üzerine ne çok kafa yorardım eskiden diyorum
hatta geçmişte yazdıklarımı okuyorum
oha lan resmen ölmüşüm diyorum
acı çekmek üzerine düşünüyorum daha sonra
ve
şu sonuca vardım
kesinlikle kendi seçimimiz,bunu her zaman düşünmüşümdür
acı çekmeyi seven insanlarız bizler
bizler kim miyiz
melankoliyi sevenler,
o siyah beyaz fotoğraflar,
ufak not defterine karalanmış sarhoşken yazılan şiirler, öyküler,
şairlerin dizelerinde kendimizi bulmalar,
yeraltı edebiyatına sarılmalar,
sigara bitmeden diğer sigarayı yakmalar,
tanımadığımız insanlara çektiğimiz acıları anlatmalar,
acılara ortak olmalar,
hiçbir şeyin düzeleceğine inanmam ben tavırları,
siyahı sevmeler.
bunların hepsi gidiyormuş sözlük ben bunu gördüm, yaşadım
ve
yaşıyorum, şükür !
kendi değişimini istemeli insan diye düşünüyorum,
bazıları mutsuzluğu bir hayat biçimi olarak seçebilmektedir
fırsatları yok saymak,
kendine olan güveni görememek,
inanç konusunda zayıf olmak
bunlar kişinin değişmesini zaten zorlar,
ama
güçlü birisi tüm bunların üstesinden gelebilir.
acı çekiyorum ve ayaktayım hala demek
güçlü olmanın bir şekli olsa da tercih meselesi diye düşünüyorum.
zira kişi istediği zaman çok şey başarabiliyor,
isteme yetimizi sayesinde hayatta kalabiliyoruz,
mutlu oluyoruz,
içiyoruz, yiyoruz, sevişiyoruz,
ve bu isteme yetimizi eğitemediğimiz de ya da
söz geçiremediğimiz de bazı şeyler yolunda gitmiyor,
yoluna koymak bizim elimizdeyken
ne diye daha fazla rakı içip sofraları anason kokuturken ağlayalım,
ne diye sigaramızı söndürdüğümüzde ağzımızdan acılarımızı dile getiren
bir kaç dize çıksın,
mutlu iken de şiir okuyabilir,
hüzünlünebiliriz pekala,
bardağın dolu tarafı da var la !
insanların değişeceğine inanan bir insan değildim,
daha doğrusu belki değişir derdim,
ah bu belkilerim,
ama gerçekten değişebiliyormuşuz,
ben bile şaşırdım bu değişime,
bu değişim kimi zaman hayatınıza yeni giren birisi ile
kimi zaman annenizi kaybedince
kimi zaman babanızı kaybedince oluyor,
kimi zaman da gerçekten değişmen gerek dediğinde oluyor,
öyle zamanları oluyor insanın
kendini değiştirmek istediği,
geçmişi silmek istediği
ya da
geçmişi kabullenip yeni yollar çizmek istediği
ki
güzel olanı bence bu, geçmişi kabullenip
ben artık o değil bu olucam demek,
irade !
ya düşünsenize karar verme gücünüz var, seçme şansınız var,
yaradılışımızda var !
bizi yüce yapan tek şey bu, küçüklükten beri inandığım tek şey bu.
geçmişte yaşadıklarını silmek evet zor
ama imkansız değil
inan değil, sadece inanmak iste.
her şey yoluna girdikten sonra, bitirdiğin sigara paketleri
ya da
kırdığın rakı, bira bardakları hani biz en sevdiklerin
demiyecekler inan.
bir kere geliyorsun lan hayata,
evet üşenmessen git karamsar yazılarımı oku
ve
değişime inan*
kahve iç ! *
kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
sıla'yı sevmiyorum diyorum
ama
şarkılarına bayılıyorum itiraf ediyorum,
ve
hatunun hep beni anlatan bir şarkısı oluyor arkadaş,
gücüme gidiyor,
ısrarla sevmiyorum,
ama
bu aralar
-boş yere-
ahh beee
nasıl da beni yazmış dedirtiyor.
yerinde olmak istediğim kadınlar tanıdım,
ya da
çok kötülerini görüp,
keşke yerimde olsa dediklerim kadınlar,
kadınları tanımak zor derler ya,
hiç inanmadım buna,
ben insanları tanımak zor cümlesine inanan biriydim,
çok kırılanlar ya da çok yıprananlar insanlara
güvenemez hale gelir,
cinsiyet ayırt etmez,
ama ah be ne kadın dediklerim
nasıl mıydı ?
birer ihtiyaçtı !
su,ekmek, hava gibiydiler,
anneydi bunlar, muhtaç olmayı öğreten kadınlar
ne de hoştular
bir de anne olmadan ihtiyaç olanlar vardı
ah ne de özenirdim onlara
bir erkeğin ona ekmek, su gibi hasret kalması,
nimetten sayması,
temel ihtiyaçların da yemekten sonra o hatunun
gelmesi,
ne de kıskanılası idi ,
nasıl olur diye çok kafa yordum,
bazı zaman bakışlarından anlardım sevgililerin nasıl
sevdiklerini,
nasıl muhtaç olduklarını, sanki olmasa ölecekmiş
gibi olması,
bunlar da oluyordu zaten, yoksan ölürüm deyip,
canına kıyanları,
yoksan hep acı içeyim diye şişenin dibini görenleri,
sahte aşk peşinde koşanları,
bir ruh nasıl doymazdı ki, varlığına,
acaba varlığı yok diye mi yokluğu bizi mahfediyordu?
nasıl da severdik mahfolmayı,
nasıl da kan ter içinde kalırdık sevilmek için,
son nefesimiz onun olsun diye nasıl da harcardık ömrümüzden,
elimizde kalanlarla yaşayamazdık sonra
nasılsın dediklerinde
yaşamaya çalışıyorum derdik,
nasıl da koyardı bize sevgilinin yokluğu,
nasıl bir nesildik ki biz ? nasıl seviyorduk ?
sevmeyi mi beceremiyorduk ?
herkes mutlu değil miydi severken
ya da mutlu olmak için sevmiyor muyduk biz,
sevişmiyorduk ki biz,
seviyorduk.
belli ki bir şeyleri yanlış yapıyorduk !
biz aslında çok şeyi yanlış yapıyorduk,
bi kere sevince sevileceğimizi sanıyorduk,
hey yavrum hey,
sen elmayı seviyorsan diye elmanın da seni sevmesi şart mı diye
diye kendimizi eyledik,
sonra sokaklardan duyduk,
aga seven sikilir, siken sevilir dediler
aaa çok ayıp dedik, halbuki gerçekler ayıp gelmemeliydi bize,
ne de doğruydu hepsi,
sonuna kadar.
yanlış yapıyorduk inanarak,
inananların devrinde değiliz artık,biri bize bunu
hatırlatmalıydı, o eski sevmeler kalmadı demeliydi,
yoksa büyüdük mü diye üzülmezdik,
küçükken daha mı güzel seviyorduk,
daha masum,
ya da biz aslında sevdik ama
şimdikiler mi sevmiyordu ?
ama nasıl da masada el ele oturup, gözlerinde boğuluyorlardı,
onlar böyle mutluyken neden ben dudaklarıma kanamayı öğretmiştim,
ne değişmişti ki,
masumiyet mi kaybolmuştu ?
sevişince sevilmiyor muydu yoksa,
beraber uyuyunca sevgi olmuyor muydu,
klişe miydi bunlar,
hani muhtaç oluyorduk sevince, uyuyamıyor insan
uyuyamıyor onsuz,
bu da mı ihtiyaç değildi,
ben de muhtacım tenine, nefesine.
neydi o zaman bizi sevilmez kılan,
bizi değersiz kılan,
belki de hak etmiyorduk sevilmeyi değil mi ?
sahi,
sevilmeyi hak etmek var mıydı ?
kimler hak ediyordu ihtiyaç hatunu olmayı,
onsuz yaşayamam denmek için nasıl bir hatun olmak
gerekiyordu,
kalbinle her şeyinle onun olmaya hazır hatunlar gördüm,
ihtiyaç hatunu olamadılar,
sonra sadece ihtiyaç olarak beden ihtiyacı ortaya çıktı,
kadın beden olarak görüldü, öyle bir hal aldı ki ,
kadın sevişmek için var dediler, öyle yaşadılar,
öyle kullandılar,
kadın zaten neslin devamı için ihtiyaçtı
benim bahsetmek istediğim - manevi -
anlamda ihtiyaç, yokluğunun bünyeye tecavüz etmesi,
sıkıntı, dert, özlemin cisimleşmesi idi ,
nasıl bu kadar sevebilirdi ki bazıları,
tamam bu bazıları seviyordu ama diğerleri neden sevemiyordu,
işte o zaman bir ton cevap çıktı,
şans, karakter, kader, tercih,
hangisine cevap verirdi ki bir bünye,
tek soruda yıkılan insanlarız biz hangisine
ne diyebilirdik, sustuk,
zaten sevilmeyenler hep susar,
öyle sustuk, ihtiyaç olmayı bekledik,
sonra da vazgeçtik aslında -ihtiyaç olmaktan-
gücümüze gitti,
ne ki bu ya diye aşağıladık,
birine muhtaç yetişmedim ben diye isyan ettik,
sanki annesiz bu zamana gelirmişiz gibi,
sonra da çocuk gibi annem hariç derdik,
evet ya biz ihtiyaç olmak istemedik belki de
ama asıl sorun biz dengesiz insanlardık,
ondan kaybettik,
yoksa kim istemez ki, ekmek, su gibi olmayı,
biz bir yerde kaybettik ama nerde ?
orası muamma işte !
birikmiş dertler,
anlatmak istenen mutluluklar,
ağlamak istenen hüzünler,
belki biraz rakı,
belki çokça bira,
ya da biraz şarap,
belki sadece de
- dinleyen- birinin olması gereklidir,
konuşmak için.
içten dinleyen.
hep derim ya
Sevgili gibi bu şehir,
Bu gece de huzur var ama sabaha
Kıyamet,
Bazı zaman da gün cennet gibi başlıyor,
Gece cehennem, öyle dengesiz,
öyle bizden. Sanki birazda dengesiz insanların şehri.
Ama bu akşam bursa ile kıyaslandığına şahit oldum, sen bursa'dan daha güzelsin sevgilim.
bir mesajla tüm hayatı değişsin isteyen adamlar var
ne de güzeller
ne de umutlular,
neden onlar bu kadar umutluyken
bizler umutsuzluk ile sevişiyoruz,
belki de deniz havası gerekli umut için
hı hı
deniz çözer aslında tüm sorunları.
ölüyordum ya la,
resmen dün ölümden döndüm, çok havalı takılır live fast die young diye
ağzımı ayırırdım amao işler öyle değilmiş meğerse,
alkolün bünyeme olan zararını bilsem de şımarık bir yapım olmasından dolayı
bünyenin anasını ağlatırım içerken,
bu izin günümde durum biraz daha fazla oldu, yani,
ara vermeden içilen iki gün herneyse,
uyandım, kahvemi içtim ki, baya acı yaptım ayılmak için,
dolmuştan indim kent meydanından metroya yürüyeceğim, gafam gitti,
bildiğin bacaklarım tutmadı, kafkasın önünde yığıldım,
hemen oturdum sandaleye, elim ayağım nasıl titriyor,
çarpıntı bin beş yüz, kalbim çıkcak sanki bastırmasam yerinden,
ayaklarım tutmadı yahu, var mı böyle bir şey yürüyeceğime inanamadım,
bi arkadaş vardı allahtan bekliyordu metronun orda, geldi bir şeyler yedim,
tansiyonu düzenliyim diye,sonra denedim avm'ye girdik,
ikinci katta gitti yine benim kafa, taksiye taşıdı arkadaş,
eve geldim, dedim işte felç geçiriyom,
korkudan uyuyamıyorum da, uyanamayacağım diye, doktora yürümeye de yemiyo bacaklarım,
ambulansı mı arasak, babamı mı beklesek derken, babam geldi,
götürdü acile,gitmeden de kaç bira içtin dedi akşam 2-3 dedim,
2 biralık belin var zaten neyine senin o ka bira dedi,
bilse daha fazla içtiğimi, her neyse, ekg çektiler, kablolar falan,
dedim çarpıntım var bakın hemen, normalmiş, canım sıkılmış,
şaka mısınız lan siz dedim, müdaheleedemeyiz, 90 kalp ritmi, çarpıntı 120 olunca
falan bık bık bık, eee napcam dedim, sıkmayın canınızı dedi,
kalpte bir şey yok dedi ya,hemen uyudum anasını satayım, kalp krizi falan gelmiyormuş yani,
kafamdan neler neler kurdum ya,
sonra düşündüm de evet baya şeye canım sıkkındı,
iş yerinde üstüme çok geliyorlardı,
yanlış alınmış bi ton kararımı sorguluyordum,
üstüne bünyeyi alkole batırınca, isyan etti tabi,
pişmanım çok, şimdi de bünyeyi temizleme girişimlerine başlıcam,
enginar olur, yoğurt falan,
bi de panik atak mı acaba diye tırsıyorum, bi görüneyim doktora dedim de,
valla öyle lay lay lom değilmiş bu sağlık işi,
hala toparlanma çabasına girdim,,
canınızı sıkmayın lan !