arkadaş ezgi isminde yeni bir kızla tanışmış ve sevgili olmuştur. akşam eve giderken kızdan telefon gelir ve yemek yaptığını, beraber yemeyi teklif eder. ben seni bırakırım vs desem dahi ikisi de gelmem için ısrar eder.
eve girdiğimizde kız yalnız değildi. 1.75 boyunda, siyah saçlı bir arkadaşı vardı ve içeri girer girmez bu kız gelip kulağıma yaklaşıp "seni istiyorum" dedi. yok yok bu kısa süreli hayal. ama cidden yalnız değildi. 40 cm boyunda kahverengi bir köpeği vardı. köpek beni görünce kulağıma yaklaşıp... yok yok bildiğin köpek işte hopluyor, kuyruk sallıyor vs. o boyuttaki köpekleri bilirsiniz, hiç yerinde durmayan, deli dürtmüş gibi sağa sola koşan hayvan işte. arkadaş sevgisine sevimlilik olsun diye köpeği sevmeye çalışıyor, ben ya hiç gerek yoktu zahmet ettin türünden sikko tavırlar sergiliyorum. neyse sevgili okur bunlar mutfakta hazırlıklara devam ederken, ben de fırsattan istifade ellerimi yıkayayım süsüyle işemeye gittim.
yerimden kalkınca rozi de kalktı. anlayacağınız üzere köpeğin adı roziydi. bazen insanları anlamıyorum amk. ben bir adım attım o da attı. banyoya doğru yürüdüm o da geldi. kapıda gözgöze bakıyoruz. yav bi siktir git desem de anlamıyor. köpek olduğundan olsa gerek. hoş bazen insanlar bile bakışlardan anlamıyor. kapıyı hemen açıp girerim diye düşündüm ama olmadı. o sırada "ya ezgi, rozi yi alsanda bi işesem" diyemeyeceğim için ses edemedim.
göt kadar banyoda itle başbaşayım. hayvanda olsa insan utanıyor işemeye. ayağımla hafif iteyim dedim olmadı. tam o anda bornoz bağıyla oyuna başladı. bundan faydalanıp işemeye başladım. hayda hemen koşup bacağıma tırmanmalar, kafasını aradan sokmaya çalışmalar. sevgili okur insan en fazla ne kadar sürede işer. hadi olsun otuz saniye. ama bu otuz saniye bazen çok uzundur. işerken bir köpekle uğraşmak ise anlatılmaz. dur olum, etme kızım derken bu gerizekalının kafasına işemiş bulundum. işte o an kafamın üstünde bir bulut ve içinde bir cümle...
-şimdi ben ne bok yiyeceğim?
hayır arkadaş yıkasam ne diyeceğim. valla öyle duruyorduk bi yıkayayım diyemem ya. hayvan, hayvan gibi tüylü bir de. kafaya çişi yiyince sallayıp bulaştırdı her yana. hayatında doğru söylemeyi şiar edinmiş bir adamım ama bu olmaz yav, olamaz. allah ım bir fikir ihsan et dememle, artık zamanında kime ne iyilik yaptıysam duam hemen geri döndü.
- ezgi bu hayvan susamış, gel bak ne sevimli.
+ aaa musluğa kaldırıp su mu içiriyorsun. hayvan sevgisi böyle birşey işte.
- evet. biraz kafayı ıslattık ama güzel içti haylaz. (yavşak ağızlılığın bini bir para)
arkadaş (yalaka) hemen bir havlu alıp sarıp sarmaladı. çişin etkisi midir nedir hayvan mahsun şekilde kucağında duruyor. neyse bunlar biraz köpekle biraz biraz birbirleriyle oynaştıktan sonra yemeğe geçtik. o an benim ülserimin azdığını, biraz su içsem geçerse yemeği yerim deyip kalktım. bunlar çiş çeşnili salata eşliğinde afiyete erdiler.
iki ay sonra bunlar ayrıldı. bir ay sonra da kızın facebook unda biricik kızım rozi öldü yazısını gördüm. lan yoksa diye içimden geçirip vicdan yapsam da bunun bilimsel olarak imkansız olduğunu düşünüp rahatladım.
sonuç olarak sevgili okur. bu hikayeden çıkaracağımız hiçbir ders yok. ama siz çıkardıysanız bana da anlatın.
günlerden bir gün(tam hatırlamıyorum) bir galatasaray maçında sabri oyuna girdikten hemen sonra sakatlanıp çıktı. önümüzde oturan kızlı erkekli bir grup var, durmadan konuşuyorlar. maçı takip ederken bir yandan da bunları dinliyorum elimde olmadan. kızın teki sabri yapma diyip duruyor. bakıyorum topu kaptıran selçuk. uyarıcam susuyorum. tekrar sabri yapma diyor, bakıyorum dışarı vuran burak. uyarıcam susuyorum.
beş on dakika sonra melo hatalı bir pas yaptı.
-sabri yapma.
-bayan -bu noktada kendimden nasıl tiksindim bilemezsiniz, bayan ne amına koyim- sabri oyunda değil, yok yani. çıktı gitti.
-?!!
durakta bekleyen hanımefendi veya beyefendi görünümlü yolcuların bir kaç saniye içinde özlerindeki vahşi kimliği açığa çıkarıp mağara dönemine ışınlanmalarını yadırgamayın. siz de özünüze dönün.. sahte kent soylu kimliğinizle metrobüslerden faydalanamayacağınızı bilin.
duraklarıyla birlikte metrobüsler, sadece görgü kurallarının değil, en temel insanlık değerlerinin iptal olduğu, tüm yolcuların bir kaç dakika uğruna ölümcül saldırganlıklarını sergilemekte beis görmedikleri kansız arenalardır.
istanbul'daki metrobüsler sayesinde şu gerçek açığa çıkmıştır: istanbul'da yaşayan kadirşinas ve yardımsever türk halkı bir felaket anında, bir doğal afet sırasında, ya da bir kıtlık/yokluk döneminde birbirini çiğnemeye/boğazlamaya hazırdır.
zombiler, metrobüs kalabalığı yanında 18. yüzyıl fransız soylusu kıvamındadır. o derece.
dil kursunun düzenlemiş olduğu yurtdışı gezisinde başıma gelmiş olaydır. edinburgh'da gecenin ilerleyen saatlerinde iki arkadaş caddede yürümekte ve ingiltere ile türkiye'nin kıyaslamasını yapmaktadırlar.
x: ben
y: cansu
x: yani tamam da, sen burada hiç korna çalan şoför gördün mü?
y: e görmedim ama...
x: kırmızı ışık yeşile dönünce öndeki ışık hızıyla hareket etmediği için kornaya abananı? öndeki arabadakinin "ne diyon sen lan!!!" hareketi yaptığını?
y: tamam bunlar yok ama...
x: bunu gören arkadaki şoförün aracından indiğini gördün mü hiç? böyle boktan bir olay yüzünden kavga çıktığını, çevredekilerin de sinema izlermiş edasıyla olayı izlediğini???
tam o esnada ışıklara gelinmiştir. yeşil yandığında en öndeki araba anında hareket etmeyince arkadaki aracın sürücüsü kornaya abanır, öndeki araçtan kolunu "ne diyon lan!!!" edası ile çıkarır, arkadaki el frenini çeker ve dışarıya çıkar, öndeki de çıkar bağırışmaya başlarlar, biri türkçe küfür eder, diğeri gülmeye başlar. evet, kavga eden iki türktür, öküzün trene baktığı gibi onların kavgasını izleyen diğer iki kişi de öyle...
-bir çay daha mı içsem
-ya da siktir et
-içim içim garson ters ters bakıyor zaten
-amına koyim sanki herkes dolu dolu yiyip içiyor
-niye bakıyor lan bu ibne
-tekim diye mi acep
-hay sikecem ya
-ne zaman girdi lan bu işe
-olm birine mi benzetti acaba
-sigara mı uzatsam göte
-bahşiş bırakmayacağımı mı anladı lan yoksa
-sempatik görüneyim
-gülsem mi
-oha amına koyim ya böyle mi gülünür lan yuh
-ibne zannedecek durduk yere
-zerre tebessüm etmedi olm acaba gözleri mi daldı
-günahını alıyorum belki
-diğer garson gelsede hesabı ödeyip siktir olup gitsem
-gemiye bak oha!
-kaç yapıyor lan bu
-hala bakıyor
-en son şalterler atacak kalkıp ağız burun girecem
-1000 tane konteyner yoksa götümü siksinler bu gemide
-kocamaan kocamaaaan gemileer dırırı dırırıııım
-çayda buz gibi amk bişey desem içme der bu
-dostum senin derdin ne
-bi uçan tekmelik işi var he
-ama yakışmaz bana
-elleride balyoz gibi
-vursa sikertir
-telefonla konuşur gibi yapsana be olm
-aloo evet benim
-ciddi misiniz hemen geliyorum
-ok ok geliyorum emniyete yakınım zaten.
bunun bir de ben intihar ettim versiyonu vardır. kişi niyetini eyleme geçirmiş sonuçlanma aşamasından önce arayıp haber vermektedir. şöyle bir örnek tarafımdan yaşanmıştır.
- abi ben intihar ettim.
+ ne??
- ettim işte.
+ e nerden arıyosun şimdi çok yazmasın kapa ben ariyim bari. para geçiyo mu oralarda sevaplarından kontör mü düşüyolar?
- ölmedim daha ama çok kötüyüm.
+ olm sen ciddi misin?
- evet abi
+ olm sen salak mısın?
- ya naapçam ben.
+ naaptın önce onu bi de bana.
- lazervak içtim.
+ neey?
- lazervak var ya abi onu diktim kafaya.
+ o ne lan?
- tuvalet temizleyicisi var ya lan. tuvaletler lazervakla ak pak vak vak diye cıngılı var.
+ hmmm eheheh yani şey, ya vah vah geçmiş olsun. hmm eheheheh ay dur çok fena ben hastaneyi arıyorum derhal evdesin di mi? ehehahahaha. ya valla çok pardon. sinirim bozuldu biraz.
diğer telefondan hastane
- merhaba acil bir durum var arkadaşım intihar girişiminde bulunmuş şu adrese bir ambulans istiyorum. bir de bu süre zarfında ne yapabilirim o konuda yardımcı olabilir misiniz?
- ne yapmış arkadaşınız?
- bişey içmiş.
- nedir?
- abi ne içmiştin sen?
lazervak içmiş.
- pardon?
- lazervak..... var ya hani tuvaletler vak vak?
- beyefendi dalga mı geçiyorsunuz?
- hayır efendim geçmiyorum. bu acil bir durum ve lütfen gülmeyin.
- ama siz de güldünüz.
- gülmedim.
- bakın hâlâ gülüyosunuz.
- tamam biraz sinirim bozuk. gülmüş olabilirim ama durum ciddi. lütfen yardımcı olur musunuz?
- tamam hastayı kusturun
- olm kusman lazımmış.
- nasıl kuscam lan?
- ne biliyim çamaşır suyu falan iç
- abi intihar mı ediyoruz bahar temizliği mi yapıyoruz nasıl içicem ben çamaşır suyunu?
- bana mı sordun lan lazervak içerken ibnetor? nasıl içersen iç. zaten gecenin bi vakti lahmacun söyler gibi ambulans istedik. lazervak diyince götüyle güldü adam bize.
- abi kusura bakma düşünemedim en başta. bi dahaki sefere daha ciddi bişeyler içerim karizman bozulmaz.
- dur eşşoğlueşşek çıkıyorum yola. dua et ambulans benden önce gelsin. tuvalet temizleyicisi içen adam ağzına sıçılmasına da ses etmez herhalde. sen de bu arada geçen yaz sarhoşken götürdüğün bıyıklı dişlek karıyı düşün. belki kusarsın.
geçen hafta dolan yirmi beş yıldan beri yirmi beş kuruşla ev geçindiriyorlar. iki çocuk büyütmüşler, okutup adam etmişler. iki çocuklarına da aynı sevgi ile bakmışlar hep, gözlerinde hala o sevgi. hani olmaz da, göstermek istemeseler bile ele verecekler kendilerini, naif bir sevgi sızıyor gözlerinden. işe gitmek için evden çıkarken, arkamdan usulca aralanan perdenin arkasındaki annemin gözünde görüyorum, her sabah...
nasıl başladığı değil nasıl yaşandığı önemli; onca yıl nasıl büyüdüğü, bizi büyüttüğü. onlar dolu dolu da yaşamışlar, damdan düşer gibi de. tepeden tırnağa sevdalılar, sevda nedir biliyorlar çünkü.
çünkü yaşamışlar, yaşıyorlar bu hayatı. tüpsüz kalmışlar, vesikayla ekmek almışlar, kuru üzümle çay içmişler herkes gibi. kaç ihtilal kaç kriz görmüşler. ve hala, sabahın yedisinden gecenin körüne kadar haberlerde gördükleri "dünyaya" üzülüyorlar. yirmi yıldır onları sabır ve umut ederken gördükçe tüylerim diken diken oluyor benim.
keyif almasını da bilmişler. uğrak lokantasında kızarmış yarım piliç ve haydari ile içmişler rakıyı, tam cam kenarındaki masada hem de. bizim gibi rakının yanına pırasa getiren, fasıl diye taverna müziği çalan, damsız girilemeyen yerlere, olmadığı gibi görünen insanların arasındaki masada birkaç arkadaş mahkum kalmamışlar. en son ne zaman sinemaya gitmişler hatırlamıyorlar, dilleri dönmüyor hatırlayınca da zaten filmin adını. o akşam televizyonda ne varsa, bir bardak da çay yanına, en seyredilir eser oluyor o akşam.
bu sevgiyi anlamak istiyorsanız, görmeniz lazım. birbirine güzel söz söylemez, çarçur etmezler iltifatlarını. aşkım, birtanem bunlar sahte laflar, yer yok onların lugatında. her gün milyonlarcası gırla giden gerçek sevgi sözleriniz gerçek kıymetini biliyorlar.
yıllarca işten gelirken kesik ankara soğuğunda yüzü kızaran emekli memur babam gibi yüzüm, aşk hakkında düşünürken, utancımdan. hayat bana daha ne öğretebilir? onlarla karşılaştırınca, hokkabazın ağzındaki yalancı alev gibi yabancıyım aşka. oysa onlar, birbirlerine sarılıp kenetlenmişler. ve kalbime bıçak sokar gibi kirpikleri bana, bize doğru dönmüş soruyorlar:
arkadaş, yaya ışıklarına uyan yaya olur mu ya? bugün bir tanesiyle karşılaştım. çok duygulandım yemin ediyorum. kendisi 30'lu yaşlarda bi delikanlı, yayalara kırmızı yanmasına rağmen yolda bi tane bile araba neyin yok, hiç niyetlenmiyor bile geçmeye. ben de yanındayım. o gitmeyince lan ayıp olmasın diye ben de onla bekledim. yol hala boş, boş yola bakıyorum öyle uzaklara dalmalı sanat filmi gibi, yeşili bekliyoruz ısrarla. yüzümde avrupai bir tebessüm var delikanlı kardeşimize doğru. neyse yeşil yandı ben geçeyim artık dedim, adam hala oradaydı. dolmuş bekliyormuş meğersem mınıskim kendimi salak gibi hissettim lan.
zaten ''mal mı lan bu zürriyetini sktiğimin'' tarzında bakıyordu adam bana, oradan anlamalıydım, hayır arkadaş yaya geçitinde insan karşıya geçecekmiş gibi dolmuş mu bekler ya.
küçük kuzenime bakıyordum, kahvaltı ediyorduk. nutella yiyeceğim diye tutturdu. "yok kızım, bu soğukta çıkartma beni şimdi dışarı" dediysem de ısrar etti, çocuk işte. üşengeçlikten apartman görevlisini çağırdım, sipariş verdim. zaman geçti görevli geri gelmedi. cama çıktım bakıyorum.
görevli, bir eliyle benim kuzenimle hemen hemen aynı yaşta olan kızının elinden tutmuş, yağmur çağmur arasında sürüyerek yürüyor, öbür eliyle de kuzenimin masada olan onlarca şeyi beğenmeyip istediği nutellayı taşıyor.
resmen utandım. o kapıyı açıp, adamın yüzüne baka baka o poşeti almak istemedim.
neticesinde açtım. küçük kıza bakarken belli etmiş olacağım ki, "annesi temizliğe gitti, evde yalnız bırakamadım." diye açıklama yaptı görevli.
"annesi gelene kadar bizde dursun, oynarlar bizimkiyle hem." dedim. seve seve geldi içeri. masaya ikisini yan yana oturttum, ikisine birden bakınca, birinin o çekingenliği, ellerini dizlerinin arasına alıp oturuşunun yanında diğerinin "bu nutella donmuş sürülmüyoo" serzenişleri.
otobüse bindim. biraz sonra uyumuşum. kalktığımda herkes fantaları ile birlikte topkeklerini yiyordu. ''ben de alabilir miyim?'' diyemedim, diyemedim...
yaklaşık 4-5 sene önce yaşanan bir olayı annemin itiraf etmesinin ardından ağlamamak için kendimi zor tuttum. ancak başaramadım.
hayatımın bir bölümünü ailemden uzakta geçirmek zorunda kaldım, yurtdışındaydım. ailem ne kadar eksiklik hissettirmeye çalışsa da zaman zaman parasız kaldığım dönemler oldu. fazlasıyla hem de. ama yine de bir an olmamıştır ki "anne/baba/abi param kalmadı yollar mısınız?" isteğim boş çevrilsin.
yine öyle bir dönemde, arkadaşlarla dışarıdayız. sanıyorum hep beraber birlikte gidilen bir film çıkışıydı. türklerin dünyanın her bir yanına yayılması, türkiye'de yaşadığım günleri bana daha çok hatırlatıyordu. balıkçılar çarşısı gibi bir yerden geçiyorduk. oradan geçerken hep farklı bir gözle bakardım, duygulanırdım. çünkü balığı pek severdim ve her geçişimde "evde olsaydım bu akşam kesin balık olurdu" derdim. karadenizli olmasakta çok severdik. haftanın çoğu günü balık olurdu sofrada. yine böyle bir günde, balıkçıların önünden geçerken, içeriden gelen balık kokusu ile o özlemi daha bir derinden yaşamış olmalıyım ki annemi arıyorum.
akşam saati, sofrayı hazırladığını söylüyor. ramazan da olabilir. merak ediyorum "anne yemekte ne yaptın?" diyorum. annem balık sevdiğimi biliyor. annem en çok tavuk'lu yemekler sevdiğimi de biliyor. ve hiç bir zaman ben uzaktayken yemekte tavuk var demiyor. yine soruyorum. "anne yemekte ne var?" diye. annem yine söylemiyor. taze fasulyeyi hiç sevmediğimi biliyor. "taze fasulye yaptım, oğlum." diyor. yemekte aklım kalmasın istiyor. "amaan o sizin olsun" diyorum. "burada balık gördüm, canım istedi. merak ettim kesin evde balık yapılmıştır." diyorum. annem duruyor. "yok evladım" diyor buruk bir sesle ama ben anlamıyorum.
...
üzerinden yıllar geçiyor. annem hikayeler anlatıyor. hayatta annemi dinlerken aldığım keyfi henüz başka bir şeyden almamışımdır. ilkokul mezunu annem, babası ve dedesinin kurbanı oluyor okutulmuyor. yobaz zihniyetin esiri olarak kalıyor. ilkokul mezunu ama anlattığı herşeyi can kulağı ile dinliyorum çünkü kadın bilgi deryası. yine neyi anlatacak bilmediğim diyorum. başlıyor bu olayı anlatmaya.
"hani bir gün aramıştın" diyor. "evde ne yemek var diye sordun da sana taze fasulye var demiştim, sen de balık gördüğünü söylemiştin ve evde olsaydım eğer balık yerdik demiştin" diyor. hatırlamaya çalışıyorum. zorluyorum kendimi "aa evet hatırladım" diyorum. "o gün ben balık pişiriyordum, senin aklın kalmasın, canın çeker de alamazsın diye sana söylememiştim ama sen bana 'keşke evde olsaydım, burada balık gördüm anne, keşke evde olsaydım birlikte balık yerdik' dedin" diyor. diyor ama sesi çıkmıyor, birlikte ağlıyoruz. "sen öyle dedin ya" diyor. "sen öyle dedin ya, biz o balığı yemedik" diyor. "bir hafta boyunca, o balığa kimse dokunamadı" diyor.
babamın favoriler bayağı aşağıda,
işten yeni geldiği için kravatı çıkarmamış,birazdan çıkarıp cebine koyacak
annem elişi örmekte,aynı zamanda konuşulanları dinliyor,
mutfaktan 3 gözlü ocağın üzerinde patlamaya çalışan mısırın kokusu geliyor,
beyaz florasanın aydınlık etkisi hissediliyor.keşke bizde de olsa diyorum
sokaktan inek sürüsünün dönüş sesleri geliyor, belli ki geç kalmışlar,
ara ara böğürüyorlar...mööö
isminin selin olduğunu anladığım sarışın kız bana bakıyor. benim yaşlarımda olduğu belli, olmasa bile boyu tam benim kadar.
bakışlarından anladığım kadarı ile oyun oynamak istiyor.
mavili kırmızılı bir elbise var üzerinde, çok zengin görünüyor... acayip utanıyorum, keşke bir erkek çocukları olsaydı
annesi sesleniyor...
- seliiin, hadi öp bakalım misafirlerin ellerini
( onay vermeden kalkıp öpüyor babamın ve annemin ellerini )
annem: aman ne şeker şeysin sen öyle, gel bakiiim diyip yanaklarından iade-i öpücük veriyor.
sonra...usul usul bana doğru geliyor.
( gözlerime bakıyor )
( allahım bitsin bu çile,çok acayip utanıyorum, yere doğru eğiyorum başımı...)
annem yetişiyor imdadıma...
- kızım arkaşına da hoşgeldin de hadi...
( hoşgeldin diyor sevimli bir ses tonuyla )
( kaşlarım çatık, suratım asık )
bişey demiyorum, utandım... hemde çok, bu kız nerden çıktı, hemen eve gidip, voltranımla, oynamak istiyorum... yada tabancamı alıp yorganı başıma çekip kahraman hayallere dalmak, hemen anneme sarılıyorum, kaşlarım hala çatık...
- oğlum, hadi selinle oynayın siz diğer odada, bak biz konuşuyoruz...
( sonra benim duymayacağımı zannettiği bir ses tonuyla etraftakilere )
- utandı, utandı diyor.
gülüşüyorlar,
tabi ben sinir oluyorum...
iki elimle dudağıma tuhaf dokunuyorum ve göz ucuyla seline bakıyorum, gayet neşeli. benim utanmış olmamdan aldığı cesaretle elimi tutup çekiştiriyo.
( bir kızdan çekinmenin bir erkeğe yakışmayacağını hissediyorum sanki, başım önde elim selinde, yürüyorum arkasından, diğer odaya geçince gösterecem bildiğim tüm numaraları )
- evcilik oynayalım hadi, diyor selin... zaten başka ne oynayabiliriz ki ya saklambaç, ya yakalamaca ( ki en çok onu oynamak istiyorum ben )
( sürekli bana bakıyor garip garip...sonra oyuncak sepetini getiriyor içinde ne ararsan var...oyuncak ayı, bir kaç değişik türde bebek, plastik çatal kaşıklar, beşik, filan )
- top yok mu
- var
- getiiiirr
- bekle
topu getirip eteğinin altına saklıyor.
belli ki, kur yapıyor... işte o zaman asık suratım çözülüp gülüyorum.
- ver topu, diyorum sırıtarak,
- hadi al... deyip kaçıyor... o kaçıyor ben kovalıyorum kocaman bir odanın içinde...
aslında hemen yakalarım ama jet motorları çalıştırmam lazım diyorum...
- yakalayamazsıııın diyor
içimden daha resmi bir ses tonuyla,jet motorların açılış komutunu veriyorum...( vıııııııııııjjjjjjjjjjjjj )
bir hamlede, yakalıyorum elbisesinden... sonra duruyor...dönüyor...gözgöze geliyoruz...
işte o an...
oğuz hakseverlik bir poz yakalıyorum, "o an" zamanın döndüğü, bizim durduğumuz "o an" .. fotoğrafını çekmiş olsaydım çerçeveletip her gün önünde saygıyla eğileceğim "o an". masumiyet tarihi belgeselinin iki figuranı karşımda duruyor...
aşk kelimesinin belkide,
bir çikolata, bir şekerleme, bir dondurma, bir anneanne, anlamına geldiği çağlarda, o minik bakışların kalbime dokunduğunu hissediyorum...
( hala bana bakıyor, utanmıyorum bu defa... )
- baaaak diyorum... sonra o romantizmin tam ortasına sıçarcasına...
( kız bakıyor ellerime )
- parmaklarımı şaklatıyorum... dayımdan öğrendim, nerden baksan 1 hafta uğraştım o sesi çıkarmak için...
birde açık kalan televizyonun uykuda bilinçaltına etkisi varki, insana türlü türlü gerginlikler yaşatabiliyor.
anlatayım:
kadim dostum turgut'la beraber yine bir içme gecesinin ardından sabaha karşı turgutların evine varılmış, bir müddet odada anlamsızca dolaşılmış (sarhoşken oluyo bu), yataklara girilmiş (iki farklı yatağa bittabi), televizyon açılmış ve ardından sızılmış. buraya dek herşey normal. anormallik sabah başlıyo zaten...
can hıraş bir biçimde "aaaah ooooh" sesleriyle uykum bölünüyor, ne olduğunu anlayamıyorum. tam ayılabileyi başaramadığımdan gözlerim kapalı, durumu kavramaya çalışıyorum. kulağıma gelen sesler tek bir şeyin habercisi : şu an biri birini çok pis sikiyo, bu çok net. ihtimalleri gözden geçirmeye başlıyorum bir kaç saniye içinde:
1) dün gece barın birinden hatun düşürdük, şu an sevişmekteyim :
ereksiyonu kontrol et > müspet.ereksiyon halindeyim.
pipi herhangi bir şeyin içinde mi? > negatif. güzel, turgut'un oyuncak ayısına bi penetrasyonum olmadı demek. muhtemelen ön sevişmedeyiz (umarım ayıyla değil, hatunla)
elimde bir meme var mı? > negatif. tüh!
bi kalça hiç olmazsa? > o da yok..
dilin yaladığı bir boyun? > ı-ıh...
sürtülen bi pantolon arası? > yok.olmasın zaten. benim kuşağım erkeklerinin pipisinde sürtünmekten "loft" yazısı çıktı metal düğmeden, "ykk" ibaresi belirdi fermuardan.
o zaman bu sevişen ben değilim
2) dün gece barın birinden hatun düşürdük, şu an turgut sevişmekte :
ereksiyonu kontrol et, noolur nolmaz durum gruba gidebilir > müspet.ereksiyon halindeyim.gürlüyorum.
ayak tırnaklarımı kesmiş miydim? toplum içine çıkıyo sayılırız > müspet. ayaklarım cillop gibi.çekinilecek bir şey yok.
ortamda o klasik küçük dil titreşimli genizetinden gelen turgut horlaması mevcut mu ? > müspet. turgut horul horul uyumakta.
o zaman bu sevişen turgut da değil
3) çok afedersiniz uyur haldeki turgut'u sikiyorum
ereksiyonu kontrol et > negatif. gitti ereksiyon turgut diyince.
ne kadar içtiğini hatırlamaya çalış > turgut'la birbirimizin olacak kadar çok değil. çok şükür.
10 milyar verseler turgut'u siker misin > ı-ıh. hayatta da yapmam.
güzel...durum bu da değil.
4) allah muhafaza turgut beni sikiyo
turgut'un ereksiyonunu kontrol et > oha! herşey bu kontrolle mi başladı acaba ?
üzerinde bir ağırlık hissediyor musun? > negatif. çok şükür.
anüste basınç ? > çok hafif.
osurunca geçiyor mu ? > müspet. son yenilen döner sıkıştırdı demek.
ortamda o klasik küçük dil titreşimli genizetinden gelen turgut horlaması mevcut mu ? > negatif. osuruğu koklayınca nası sustu bak hayvan birden ehehe
çok şükür durum bu da değil.
5) dün gece barın birinden iki hatun düşürdük, şu an birbirleriyle sevişmekteler :
ereksiyonu kontrol et > hissedilir bi artış oldu aniden. vay maşallah.
turgut'un ereksiyonunu kontrol et > bak az evvel de aynını sordun; elliyim mi lan herifin pipiye nasıl kontrol ediyim?
yorgana bak, yorgana bak,kabarma var mı? > müspet. turgut erekte.
turgut ayak tırnaklarını kesmiş midir ? > negatif. imkanı olsa onları da yer bu adam.pis adam. sevişen iki hatunun arasına beraber kaynama hayallerimi sonlandıran adam.
tam bu esnada turgut'tan gelen sesle irkiliyorum : "oha lan nooluyo ?". turgut, benim bir süredir duymakta olduğum "aaaah oooh" haykırışlarını sonunda farkediyor, uyanıyor. "hay allahım uydu açık kalmış, sabahın altısında insan sikişir mi be?!!" diyerek televizyonu kapatıyor. benim de nice ümidim ve ümitsizliklerim yok oluyor. (evet içinizdeki soru içinizde kalmasın,derhal cevaplıyayım: uydu:hotbird, kanal:privatespice, şifreleme: viaccess-irdeto, irdeto'ya geçince manuel girin yalnız)
uyumaya devam ediyoruz. ediyoruz da vay ben ne bileyim turgut'un babasının at yarışı hastası olduğunu...tam ben daldıktan sonra odaya girip, başıma dikilip, hipodrom tv'yi açacağını...
"evet atlar starting box'da ki yerlerini aldı"
uykulu iç ses: hatun işi fosladı,dün gece ahırın birinden at düşürdük, şu an sevişmekteyim
"ve start verildi, johnnyguitar iç kulvardan bir boy farkla liderliği ele geçiriyor"
uykulu iç ses: geçiriyor...geçiriyor....yoo...yooooo...bi yanlışlık olmalı?
"dış kulvardan 12 numaralı yavuzum-4'ün atağı..."
uykulu iç ses: atlar...büyükler...çok büyükler...iriler...
"5 numaralı degustasyon bindiriyor,bindiriyor..."
uykulu iç ses: allah müslümana bindirmesin böylesini...
"son 100 metre johnnyguitar geliyor, yavuzum-4 geliyor,geliyor,johnnyguitar geliyor"
uykulu iç ses: birlikte geliyo bi de şerefsizler! adiler! hani evcildiniz lan siz? hani insanın en iyi dostuydunuz lan? böhü lan?
"ve johnnyguitar bir baş farkla kazanıyor"
uykulu iç ses: o baş dediğin ne biçim ama...fırk...
yere 45 derece eğimle pinpon topu atıldığında topun geri dönerken bir yavrucağın eteğini de beraberinde getirdiğini farkedip eve bol miktarda pinpon topu getirmem annem tarafından "bey,bey bu çocuğun sporcu olası var" biçiminde yorumlanmış ve maalesef okulun pinpon kursuna yazdırılmıştım. bu durumdan nasıl kurtulmam gerektiğini kara kara düşünürken gerek pahalı olması ve gerekse pinpona göre daha tehlikeli olması nedeniyle nasılsa yollamazlar diye düşünüp "ben yüzme kursuna gitmek istiyorum" nidalarıyla evi birbirine katmış idim. maalesef bu durumu biraz haykırış biçiminde dışa vurmuş olacağım ki ertesi hafta gerçekten de kendimi klor kokulu bir havuzun kenarında buldum.
hayatımda ilk defa bone takmışım,kafamdaki baskı bir yana şakaklardan gözlerim çekiliyo adeta.çinli gibi hissediyorum kendimi,suya girince pipi de büzüşüyo ki hakikaten inanmaya başlıyorum çin asıllı olduğuma. neyse, bir iki yüzüyorum,hoca öğretiyo falan bişeyler idare ediyoruz. ilk haftalardan sonra aile de gelmemeye başlıyo izlemeye,iyice rahatlıyorum. birkaçda dost edinip başlıyorum kursa gitmemeye,ver elini atari salonları ver elini sinema.
gün geliyo,kurs bitiminde yarışların olacağı ve benim de 100 metre serbest yüzeceğim eve bildiriliyo. değil 100 metre yüzmek,100 metreyi havuzun kenarında yürüyebilecek kapasitede değilim.yarış günü geliyo,akrabalara haber salınıyo ve babanın ayarladığı bir minibüsle (evet,evet minibüsle geldiler) yaklaşık 15 kişilik bir akraba grubu tribünlerdeki yerini alıyo.yarış sıram gelip havuzun kenarına yaklaşıyorum,korku falan bi kenara da rezil olma içgüdüsü çok pis koyuyo, "kesin" diyorum,sonuncu olucam. bekliyorum makus kaderimi. o sırada işaret veriliyo,balıklama atlamayı da tam bilmediğimden -ama serde erkeklik var dediğimden- çivileme değil de eçiş-büçüşleme tabir edebileceğimiz bol göbek yakan bir dalışla suya giriyorum.kafayı çıkarmadan allah ne verdiyse yüzüyorum. nefes alışlarda yan kulvarlara bakıyorum bir allahın kulu yok. herifler bastı gitti sikiyim ya diye düşünerek -ama yine aile nedeniyle kendimi iyicene kasarak- öküz gibi yüzüyorum. son metreler geliyo,nefes nefeseyim,elimi güç bela değiyorum duvara."ohh" diyorum,"bitti sonunda"
o esnada bir tuhaflık olduğunu seziyorum hafiften,salonda bir gülüşme,havuzda bitek ben...anlamaya çalışıyorum,o sırada yüzme hocam gelip elimden tutup çıkarıyo beni. "ne yordun olum kendini,erken çıkıştan faul verdiydi sana" diyo...
100 metreyi,hatalı bir şekilde tek başıma yüzüyorum, diskalifiye veriyolar. tribüne bakıyorum akrabalar gülmekte, sağlam bi küfür ediyorum düdük duymayan kulaklarıma. gözüme birden annanem ilişiyo, kadıncağız ağlamakta.yanlarına gidiyorum,sarılıyo bana. "afferim güzel torunuma" diyo,allah allah diyorum. bizden önce atlama yarışlarının olduğunu,birçok benim yaşlarımda çocuğun atlamayıp geri döndüğünü söylüyolar. annanem,yarışta da bitek benim cesaret edip atladığımı,yüzdüğümü ve birinci olduğumu düşünüyo.
ben de ona sarılıyorum, annemler hiçbişey söylemiyo. çıkıyoruz havuzdan. bi hafta kadar sonra bi de kupa yaptırıyorum kendime modern çarşı'dan. güzelce koyuyoruz annanemin vitrinine.
hala anlatır,bizim torunda yüzme şampiyonu izmir bornova'da diye kupayı misafirlerine gösterip gösterip...
denyoluğun birinci level'ıdır. ha aramızda kendini aşıp bunu bir ikinci level'a taşıyanlar yok mu? var tabi, misal ben.
ayrılmışız elif'le. güzel yazmışım bir sike benzemeyen şiirimi. aha bak yıllar sonra sabahın şu saatinde -o zamanlarda şiirin en vurucu kısmı olduğunu düşündüğüm- o iğrenç son iki mısram hala çınlıyo kulaklarımda:
"ve tüm bu güzelliğinle sen...
tam bir mikropsun esasen!"
"sen" ve "esasen" kısımlarındaki o mide bulandırıcı kafiyeyi hissettiniz di mi? hem güzellik diyorum, hem çektirdin bana allahsız diyorum. bir yandan nestle pakedinden "e"leri kesip 35'e 50 kartona "seni seviyorum" yazan çocuğun duygusallığı bir yandan dar bodymsi t-shirtüyle mahalle kahvesinde oturup kırmızı beyazlı melamin çay tabağındaki çayını içen orhan gencebay delikanlılığı. allah belamı vermesin benim, deterjan reklamına slogan yazıyorum sanki, cillit bang olmuşum, omo matik olmuşum hatunun elinde. kirlet beni mikrobum diyorum, kirlenmek güzeldir diyorum.
bari bu seviyede kal di mi? yok. ben ne yaptım? tuttum, scorpions'larla, bryan adams 'larla bezediğim bi 60'lık kasedin a yüzüne, hemen "please forgive me" nin arkasına kendi sesimle okuyup kaydettim şiiri (evet evet önce şarkıyla bir özür diliyim ben, arkasından veriyim şiiri, veriyim duyguyu)
peki hadi bunu da yaptın, please forgive me dedin, okudun şiirini. bari orda kal değil mi romantik serseri ? (hayatımın herhangi bir dönemi için kendimi tanımlamaya en uygun sıfatın bu oluşu apayrı bir bunalım konusu) yok orda da durmadım, duramadım. şiir bitti, ben uzun süre çıplak ampüle bakarak yaşarttığım gözlerim ve numaradan burnumu çekişimle anlatmaya başladım elif'e.
elif dedim, benim ameliyat olmam gerekiyo. ailemin haberi yok (kulaklarına giderse ağzıma sıçarlar tabi, kız söylemesin diye güya bi güvenlik önlemi oluşturuyorum kendimce) ama olmayacağım o ameliyatı, masadan kalkmak var kalkmamak var, seni bir kez daha görmemeye nası dayanırım diyorum. yooo yo..hayır...hayır elif, hiçbir güç beni o ameliyata zorlayamaz diyorum.
kasedim hazır ve işin ilginç kısmı ben bu yaptığımla o dönem gurur duyuyorum. kıza vericem, bana dönecek, allahım teoriye bak, görüşe bak! lan kız bu kasedi aldığı an bir daha seni hiç görmemecesine kaçacak ulan farkına varsana..yok işte..
kaset elimde çıkıyorum dışarı. bi bakıyorum elif bizim apartmana doğru geliyo. dizlerim titriyo. elim cebimde, okşuyorum kasedi hafiften. tam bu sırada hakkaten en olmayacak şeylerden biri oluyo, elif "ben seni çok özledim" diyip sarılıyo boynuma. kaset hiç ortaya çıkmadan halloluyo herşey. apartmandan inerken yavaş tempoda beynimde çalan hababam sınıfı müziği hızlanıyo. bir neşe basıyo bünyeyi, bir adrenalin! bi de v yaka kazak giymiş, hafif eğilirken göğüslerini görüyorum ki değmeyin keyfime. daha yarım saat önce ayrılmıştın kahroluyodun ya hani? yok, erkeksin ya, oh lan diyosun valla iyi bunun memeleri, resmen net yuvarlaklar işte, iyi ettik biz barışmakla.
aradan birkaç yıl geçiyo. elif melif hikaye olmuş gitmiş. kasedi unutmuşum, öyle birşey yaptığımı bile silmişim hayatımdan. eve geliyorum birgün. anne,baba, kardeş salonda oturuyolar. lan bi terslik var, televizyon açık değil, teyp açık. kendi sesimi duyuyorum salona girerken. "elif, benim ameliyat olmam lazım...ama olmayacağım! olmayacağım elif!!" bir kocaman "haaaaaaaaasssiktiiiiiiiiiiiirrrrr" bağırtısıyla beraber teybin stop tuşuna doğru atlıyorum. babam, yüzünde hayatımda gördüğüm en gevrek sırıtışla durduruyo beni. anneme, kardeşime bakıyorum destek istercesine...yok! gülüyolar! deli gibi gülüyolar!
çaresizce, bütün rezilliğimle gidiyorum, odama kapatıyorum kendimi. gülüyolar...
konuşmam bitiyo kasetteki, whitney houston'dan i will always love you başlarken annemin telefondaki sesini duyuyorum...
anne depeyi : alo aygün ahahaha ayyyyhh aygün, bak ne dicem ahahahah
anne depeyi : ay bizimkinin ahahah kasedi çıktı ayol ahahaha
anne depeyi : yok yok şiir kasedi hah haaayt ooy ölücem dur. "masadan kalkmamak da var" albümün adı kız, ısrarla isteyin bayilerden ahahahaha
anne depeyi : hazin bir ameliyat hikayesi aygün ahahaha, kendi yaşadıklarını anlatmış oğluşum
anne depeyi : ha yok yok ameliyat olmadı bizimkisi hiç ahahaha sinüzit olmuştu bi o dönem, ondan bahsetmiş galiba ahahahaha ay bi de şiiri okurken durup durup burnunu çekmiş ahahaha sinüzit ya hani ahahaha
yazmadım bir daha şiir miir, ayrılığı ayrı sikiyim, şiiri ayrı..ama en çok beynimi sikiyim
Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Değiştim
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim
Sorun değil
Elbet Alışırım
Biraz alıştım.
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Alıştım!
Varlığını istemediğim tüm eksik yanları
Ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum
Bir yanım bırak diyor bir yanıma
Kesin değil! Henüz tanıştık
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
Ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
Bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
Samimi değil
Bir hayli kırıldım
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım
Aslında ne sana, ne olanlara
Kendime kırgınım...
Maziye hiç değil, âna kırgınım
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
Dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
Beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
Bir hayli kırgınım
Beni ben kırdım oysa
iyi değilim.
Galiba yoruldum
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum...
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
Ki Seni sorgulamamasını nasıl beklerim?
Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
Sana bakan yanımsa toprakla aynı
Hıh! Ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!
Gözlerim yorgun
Dudaklarım, dudaklarım hissiz
Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
Söyleyemediklerini söylesende şimdi
Sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır
isteyerek değil
çok çalıştım
paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı gitlerine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
çok çalıştım;
Daha öncede gitmiştim
Kendi isteğimle
Anladım ki daha önce sevmemiştim!
Çok çalıştım inan
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
Her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
Ve alışmaya kendime
Bu göz gözü görmez dumanlı halime
Çok alışmaya çalıştım hem de
Tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
Birini yaşattım! Yaşatıyorum da hala
Ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
Yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
An be an çöküyor, insanın içindeki güç
Işığı sönüyor
Beyaza dönüyor rengi git gide
Hissizleşiyor
Ne yormak istedim Seni,
Nede yormak kendimi
Çok çalıştım
Gitmeye de kalmaya da
ikisi de aynı acı, ikiside rezil
Daha öncede gitmiştim
Ama böyle kalarak değil
Böyle kalarak değil..
kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
namuslu olmanın yürümekten geçtiğini öğretin.
evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
istediğini giymeyi öğretin,
"insanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin."
kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını,
kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı,
bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
arayıp neredesin, kiminlesin vs. diyen adama
seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum? haddini bil. demeyi öğretin.
eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.
oğullarınızı iyi yetiştirin.
karşı cinse saygı duymayı öğretin.
gece yarısı evine dönen kadının "aranmadığını" öğretin.
bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini,
"dokunmaktan korkmamasını öğretin."
sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
"sahip çıkmayla" "sahibi olmanın" farklı olduğunu öğretin.
bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını,
olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını, hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
ama ne olur önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin...
Bir kadının birkaç delikanlının yanındayken neden düşünceli, utangaç ve özür diler bir durumda olduğunu anlamak için, kendini aralarından birini seçmen için bekleyen beş altı orospunun arasındayken neler hissettiğini düşün.
hangi yaş grubunda olursa olsun, yakın çevrenizdeki erkeklerden duymuşsunuzdur; "kadınlar çok karmaşık", "kadınları anlamak mümkün değil" "karım benden ne istiyor çözemedim" "bana niye kızgın anlamadım" türünden cümleleri. kadınların erkeklerin kafasını karıştırdığını doğrulayan tezler ise psikanalizin iki önemli isminden biri olan freud'un kadına "karanlık kıta" ikinci isim lacan'ın ise "kadın bilinemez, belirlenemez" demesidir. belli ki konunun üstadları da çok kafa yormuş kadını anlamaya. kaldı ki atatürk gibi bir şahsiyetin "nice savaşlar yönettim ama bir kadını yönetemedim." demesi de oldukça çarpıcı değil mi?"karanlık kıta" da yolumuzu bulmak çok zor anlaşılan..bununla birlikte yukarıda ismini verdiğim iki ustadan da esinlenerek aşagıda yazdıklarım size de tanıdık gelebilir diye düşünüyorum.
kadın, bir erkeğin en özel kadını olmak ister. bunun en iyi açıklaması çok eşli ilişki yaşayan erkekleri daha cazip bulmalarında görülür. cazip bulmalarının nedeni böyle erkekleri beğendikleri için değildir. kadınlar şuna inanır; "ben onu değiştirebilirim, ben onun için özelim, diğer kadınlardan farklıyım". çapkın erkeklerin peşinden koşmaları ve bu tür bir ilişki içinde sıkıntı yaşadıkları halde daha fazla zaman geçirmeleri bundandır. "aşk ve gurur" filminin sahnesindeki verilen bir davette kendisine yaklaşan soylu ve zengin erkeğe başını kaldırıp şunu söylemesi ilginçtir; "niye beni seçtiğini biliyorum, çünkü ben salondaki diğer kadınlardan farklıyım".
kadın, erkeğin anladığının aksine, arzusunun tamamen tatmin edilmesini istemez. tanıştığı ilk zamanlarda cinsellikle ilgili şeyler konuşabilir. eğer erkek bunu seks istiyor diye algılarsa sonuç fiyasko olur. hemen yaşanan bir cinsellik kadının korumaya çalıştığı "arzu"ya terstir. böyle davranan erkeklerle yaşanan yakınlaşmanın hızlıca bitmesi de bundandır.
kadın, ilişki istediği için "kesintiz" bir süreci yaşamaya endekslenir ve erkeğin beyniyle yapacağı dansa odaklanır. oyun arkadaşıdır aradığı ve arzusunu her daim korumak için dolanmak ister ilişkinin labirentlerinde. cinselliği hemen önüne koyup tatmin edilmek istendiğinde ise oyun biter. kadınların evlendikten sonra eşlerinin yoğun seks yapma talebine karşı isteksiz olmaları ve fıkralara konu olan "başım ağrıyor" bahanesi bu durumu anlatmıyor mu?
erkekler ,seksi kadın bedeninin herhangi bir bölümüne odaklanıp (fetişize edip) yaşayabilirken, kadın erkeğin arzusuna odaklanır yani erkeğin kendisine duyduğu arzunun peşindedir. aşka düştüğünde, romantik karmaşanın içinde kaybolması da bundandır.
"eski tarihli olmasına rağmen yapılan bir araştırmada masturbasyonun kadındaki yeri erkekteki yerinden farklıdır. erkek bir kadınla kurulan bir tür cinsel ilişki imgesiyle birleşir. bu bir cinsel haz imgesidir. fakat bir kadının imgesi şöyledir: kocasından kendisiyle yatmasını ister. adam reddedip başka bir kadın için onu terkeder. kadının yeri kaybolmaktır; cinsel sahneden çıkmak. kadın burada kendi çekilişine erotik bir değer katıyor "
ahmet altan bir kitabında(aldatmak) "kadınlar sorularıyla, erkekler cevaplarıyla sıkıcıdır." der. kadının hep sorduğu "beni seviyor musun?" sorusuna erkeğin verdiği "seviyorum" cevabı hiçbir zaman yeterli gelmeyecektir. çünkü kadın "peki neyimi seviyorsun" sorusuna da verilen cevaptan sonra soruları "başka", "daha başka" şeklinde devam edecektir. aslında hiçbir zaman cevabı tam olarak istememektedir.
sokakta yürüyen iki sevgiliye rastlayan kadının ilgisi erkekten çok yanındaki kadınadır. acaba bu adam yanındaki kadında ne bulmuştur? bu kadında benden farklı-fazla olan şey nedir? böylece erkeğin diğer kadına arzusunun neler olduğuna ulaşmaya çalışır. erkeğin ilgisi ise diğer erkeğin yanındaki kadının güzel mi?, seksi mi? olduğuna ilişkindir.
kadın başka çiftlerin bulunduğu ortamlarda erkeğin kendisiyle daha fazla ilgilenmesini ister. başkalarının buna tanıklık etmesinden ve diğer kadınlara kocasının kendisini ne kadar çok ve nasıl sevdiğini göstermekten hoşlanır.
kadın pornografi seyretmez, hatta "iğrenç" bulur. tamamen erkek fantezilerinin ürünü olan kurgular kadın için uyarıcı değildir. pornografide herşey ortadır ve kadının kendi kurguladığı hikayelerin içine otutacağı birşey değildir. zaten erkeğin de uyarılma eşiğini yükselten giderek daha sapkın porno filmleri izlemesi de ayrıca düşündürücüdür. çünkü porno bir süre izlendikten sonra insanın içini bayıltan boğucu bir duygu yaratir. yurtdışındaki "canlı seks" gösterilerinin yapaylığı ve sıkıcığı karşısında seyircilerin komiklik yapmaya başladıkları, kasvetli ortamı dağıtacak gülünç sesler çıkarttıkları ve oyuncuların da buna katıldığı sahneler ironiktir.
kadın erkekle konuşmak ister. bu yüzden erkek "niye artık seks yapmıyoruz?" diye sorarken kadın "niye artık konuşamıyoruz?" diye sorar.
kadın hangi eğitim düzeyinde olursa olsun erkekten, fazla parası olmasından çok sorumluluk sahibi ve yaptığı işde başarılı biri olmasını ister. erkeğe yüklediği en belirgin özellik budur. haz düşkünü ve yaptığı işi ciddiye almayan erkekten asla hoşlanmaz.
kadın kadınsı özelliklerinin daima aynalanmasını ister. cinsel çekiciliği ve dişi tarafı erkeğin her zaman görme alanı içinde olmalıdır.
en önemlisi, "yok sayılmak" ve "görmezden gelinmek" kadın için "zurnanın zırt dediği yer." dir. hiçbir kadın bu duruma tahammül edemez, yok sayıldığında cansızlaşır ve kurur. ne yazık ki bu durum kadın için ilişkinin bittiği noktadır. görülmediğinde, onaylanmadığında ve yaptığı iyi şeyler farkedilmediğinde kadının gidişini, geri döndürmenin mümkünatı yoktur. bu yüzden bir erkek bir kadını asla "yok saymamalı" dır.
kadını ve erkeği daha çok anlamamız için, daha çok özen göstermemiz dileklerimle...
ulan her şeye saygım var. her şeyi az buçuk kabul ederim. sindiririm. ateistsin, inancın yok anladık. ama bir insan bu kadarda mantık, başlık, insanlık sıçamazki. ulan bu kadarda şirk koşulmazki. ulan dua et. ne diyorum ben ne dua etmesi amına koyayım.
allah seni bildiği gibi yapsın hiç bişey demiyorum.