uzun zaman olmuştu bi' şeylerden heyecanlanmayalı. o kadar çok uzun zaman ki ne yapacağımı ne yapmam gerektiğini bilimiyorum, sen düşün. çıkıp karşısına "Sensin ulan işte!" diye bağırasım var yakasından tutup sallayarak.
herkesin hayaline "Laps!" diye oturttuğu bi' kadın/adam vardır ya hani. hani kurduğun
hayalleree en çok o yakışır vesaire.. Hah onu buldum gibi ben. gel gör ki ne bok
yiyeceğimi bilmiyorum. tek atımlık kurşunum var gibi ve karavana atarsam GG. Aradaki
kilometreleri hiç saymıyorum zaten..
"söylemek istediklerim" kısmı bunlar değil. burdan; "allah belanı versin pavlov !" demek istiyorum, ağzına osurayım.
kafam var ya maltepe. kafamın içi şuan internet tarayıcısı ya. böyle on tane sekme açık. dört tanesi yanıt vermiyo, ikisi 404 http vermiş. biri pop - up reklam kadının teki konuşuyo. Bu sıçtığım müziği bi kere hangisinden geliyo ?!!!11ıbirrrr
selam bir zamanlar müdavimi olduğum mecra. nasılsın ? pardon bunun bi' itiraf olması gerekiyordu değil mi ?
o zaman itiraf ediyorum, mutluydum ulan. buraya yazmayacak kadar mutluydum aylardır belki. ama geldik yine burdayız işte.
farklı nedenler farklı insanlar farklı olaylar zinciri. ama kusup sövmeyeceğim bu sefer. sadece artık mutlu değilim sanırım. hep boşluk hep boşluk hep hep. insanlar mutlu oldukça kanıma dokunuyo gibi hissediyorum. halı saha maçına kız arkadaşıyla gelen arkadaşım sana diyorum. tamam anladık ya mutlusunuz, attığın golü falan alkışlıyo maçtan sonra muhabbete giriyo vesaire. amacı değilse bile insanlar sanki gözüme sokmaya çalışıyo gibi hiçliğimi. yahu tamam diğer arkadaşım on beş dersi bir senede sen verdin, seneye de mezun oluyosun anladık. evet o ders de kolay şıp diye geçilir, çok çalışıyosun anladık. bi' gidin oğlum ya.
tabi ya ne olacağıdı ? at gibi giden it gibi dönmüyo sonuçta. hepsi birer bumerang değil yani.
zaman geçiyo oğlum, bırakın eski sevgili, eski sevgili olarak kalsın. evleniyosa da dert olmasın.
çok kolay değil mi ? değil işte.
zor durum.
çok tatlı bir yazar. arkadaşı olsam ya. zira uzun zaman sonra özel mesaj yoluyla rahatsız etme eyleminde bulunmuştum.
şimdi de burdan çıkıp; ben halan, hayat nasıl gidiyor yavrumculuk yapmak istemiyorum.
daha önce benzerlerinin olduğunu görmüştük. fakat gece dergi farklı bi' çizgide ilerliyo gibi. Bir süredir bakamıyordum, bünyesine yeni yazarlar eklenmiş ve henüz okuyamadığım tonlarca yeni yazı var. bu gece uzun. site tasarımı ve başlı başına baykuşlar beni benden aldı. gece'den "elleri cebinde..." temalı bir yazı dizisi bekliyoruz.
istersen acımasız olarak doldur o Fransızca bölümü, istersen sıkıcı, ister monoton, istersen çok eğlenceli. En mutsuz anında sessizce “hayat bazen çok katrö ven dis be kardeşim” diye geçir içinden anlayacaksın beni. Yada en mutlu halinde haykır “ hayat çok katrö ven dis lan ! ” diye.
Beni sorarsan arkadaşım, sessizce haykırıyorum hayatın katrö ven dis oluşunu. Türk dizilerinde hep yan oyuncu olarak gördüğün adam var ya, o benim işte. Kendi adıma belki düzinelerce hikaye biriktirdim ben, hepsinde başrol benim belki. Fakat insanların hayatında olması gereken, yada bir süreliğine hayatlarını ziyaret eden adamdan fazlası değilim. Yani hiç kimse benden başrol olarak bahsetmez hikayesinde. Gittiğimde üzüldüğü kadar geldiğimde sevinen insan yoktur hayatımda.
Bundan iki üç saat önce kadar Kuşadası sahilde gördüm eski bir arkadaşımı, bisikletle iş çıkışı evine koyulma telaşındaydı kendisi. Sanki zamanında aramızda hiçbir münasebet geçmemiş, beni hiç tanımamış gibi davrandı kendisi. Hiç takılmadan düz devam edeyim tarzı tavır takındı beni görünce. Çünkü ev yolunda ben, zaman kaybından ötesi değildim, Bunu anladım “hasiktir yakalandık” başlıklı sırıtmasında. Yanına uğradığım bir diğer arkadaşımın “ne zaman defolup gidecek bu ?” duruşu hala gözümün önünde.
Dediğim gibi ben, çarşı esnafı için yoldan geçen bir tanıdık, eski sevgili için hayatında ufak bir detay, en yakın gördüğüm insan için bile dert anlatılabilecek ve bunun üzerine konuşulabilecek şahsiyetten fazlası değilim. Yani en iyisi için bile söylediklerinin önemi olan birisiyim. Fakat iş dönüp dolaşıp benim derdime gelince onlar bile dönüp “kasma kendini, takılma bu kadar, kendini kurma” tarzı tavsiyeler verip siktir edebiliyor başından.
Sonuç olarak farklı dertleri olan birisiyim ve hayat bu aralar çok quatre vingt dix be arkadaşım...
küçük yerde yaşayan küçük insanların hikayesi, hayatı yakalamaya çalışan genç insanlar için hayatı gerçekten zor hale getirebiliyor. babaanne kokan bir ev, sol üst köşede duran kuran-ı kerim, sen hangi duaları biliyorsun diye soran babaanne.. en zoru da bunların üstüne; yine mi dışarıya çıkıyorsun ? eve gelmeyecek misin ? sorularının eklenmesi. hatta alt kattan duyulan "bu çocuk yine nereye gidiyor ?" fısıltıları. insanlar çocuklarının "eşcinsel" olduğunu kabul edebiliyorken benim babam hala oğlunun iki adet dövme sahibi ve kulağında iki adet küpe olduğu gerçeğini kabul edemiyor. gel gelelim hepimiz birer vücuda, düşünceye, istekler ve arzular zincirine sahip olan birer insanız. ama en önemlisi de anlayış sahibi olması gereken bireyleriz. pembe dünyalarında benim ailem beni hala çok çalışkan, kışın okulunda yazın işinde bi' adam olarak görürler. çok güçlü olduğumdan eminler fakat bir kere bile, herhangi bir olay için "sen bunu yapabilecek güçtesin" diye yüzüme söylememişlerdir. onları suçlamıyorum zira onların da dertleri başlarından aşkın. saatlerce yemek yemeyip su içmeyip kendilerini sınamak zorundalar. bense bunların hepsini topyekün saçmalık olarak değerlendiriyorum. işin garibi ailemden ayrılmadan, henüz onların burunlarının dibindeyken dahi böyle düşünüyodum. yani olay onlardan kopmuş olmam değil zira onlardan kopmamın sebebi bilakis bu bilinç sanırım. bilinç demişken iş arkadaşımla sabahlara kadar süren muhabbetimizin bitiminde sonucuna bağlayamadımığız bir tartışma var aklımda. cehalet mutluluk mudur ?
bir şeylere körü körüne inanan yahut mutlu olmak adına etik veya ahlaki olmayan hareketler sergileyen, bilmediği şeylerden biliyormuş gibi bahsedip o şekilde hareket eden, sadece sevişmek için eşini aldatan ve bunun savunmasını da "sitende havuz var diye denize girmez misin ?" diye yapan, yiyip, içip, sızıp ay sonunu düşünmeyen ve doğal olarak maaş günü geldiğinde patronuna boynunu eğip utanıp sıkılan adam mı daha mutludur ? yoksa sürekli ömrü sorgulamakla geçen, kendi çizgisini bozmamak için bir çok arkadaşlıktan, beraberlikten, yaşayabileceği hikayelerden feragat eden, her şeyiyle sistemli ve kendi kurallarıyla yaşayan, çok güvenip çok aldatılan(her anlamda) bir adam mı ?
tüm bunları kenara bıraktığımız zaman bir insan ne kadar bilinç sahibi olabilir ? sorusu geliyor önümüze. belki tüm bu soruların cevabını bunca mutlak bilinç sahibi olacağız. yahut bu iki insandan biri maksimum bilinç belleğine zaten ulaşmıştır, ilk özetlediğim bundan sonra yaşadıklarını tecrübe, ikinci özetlediğim adam ise bundan sonra yaşadıklarını bilgi olarak ekliyor kendisine.
işin tamamını kenara bıraktığımız zaman "insan mutlu olmak için mi yaşamalı ?" diye düşünüyo insan. sonuçta her filmi yahut kitabı beni mutlu etsin diye okuyup - izlemiyor insanoğlu.
şahsi fikrimi sorarsanız kafam kırılsaydı da şuan bunları düşünüp yazıyor olacağıma odamda mışıl mışıl uyuyan hatun kişisinin koynuna huzurla girseydim ve mışıl mışıl uyuyup mutlu olsaydım diyorum.
başkalarının hayatına, baba-oğul ilişkilerine bakıp; "benim babamla aramda neden böyle bi' ilişki yok ?" sorusunu sormak çok berbat. ilişkilerine bile değil, baba rütbesi, sıfatıyla yaptığı şeylerin dışında sürdüğü hayata bakıp "benim babam neden böyle değil ?" farkındalığı çok sert. kafayı duvara yaslayıp düşündürüyo, bu duruma gelmekte benim hata - katkı payım yüzde kaç ?
yine de kafasına vuruyo adamın, benim düşündüklerimi düşünüp; "keşke benim de bi' babam olsaydı" diyen insanların durumunu.
en kalp kıran kısmıysa hangisinin daha üzücü bir durum olduğunu bilememek.
o kadar her şeyi değiştirmek istiyorum ki anlatamam. yaşadığım şehri, sevdiğim kadınları, okuduğum bölümü.. ama hayatıma dönüp bakınca "devrim" niteliğinde yaptığım tek değişikliğin, başkaldırının orta okulda olduğunu görüyorum. kalede iyi olduğum için kaleye alırlardı beni, yanlış anlaşılmasın top benim olduğu yahut şişman olduğum için değil. severdim de kaleciliği fakat 4 dönem boyunca hiç bir başarımız olmamıştı sınıf olarak. bu durumda içten içe bozulan paralel yapı gazlamaya başlamıştı beni. yok efendim sen oyunda olsan şampiyonuz, kalede harcanıyosun. dış mihrakların da makarası olmuştum. "ulan adamlar ronaldiho'yu kalede oynatıyor" lafları. durum bu olunca sınıfın "kız" popülaritesini de elinde tutan ben, ultimatom verdim. artık ya oyundaydım yada hiç yoktum. bunlar kendi aralarında maç yaparken kızlarla kantin köşelerinde fingirdemeler olsun, dondurma yemeye gitmeler olsun, dersten kaçıp sahile oturmalar olsun hep benden soruldu o ara. ama futbol oynayamamanın verdiği burukluk içimdeydi anlarsın ya. bunu anlayan kızlar da ipnelik gibi bana destek olup kimseye pas vermemeye başladı, onlardan da bi' ultimatom anlıyacağın. durum bu olunca takımda kendine zor yer bulan "kürt" bir arkadaş vardı.
*yanlış anlamayın lafım ırkçılığa dönmeyecek.
fakat counter strike oynayanlar bilir o dönemde, teröristlerin bir modeli vardı, beyaz montlu. işte bu çocuğun da aynı şekil montu vardı. nasıl benzettiysem artık, serkan deyince o tip gelir gözümün önüne hala. neyse bu arkadaşın da kızlarla arası pek iyi değildi, ironiye c4 mü kurarsın, molotof mu atarsın sen düşün. ne olduğunu anlamadan bu çocuğun da verdiği ultimatomla yanımda yer aldığını farkettim. zira askeri kuvvet bakımından da sağlam bir arkadaştı. çoğu insan ondan korkar, ondan korkmayan da abilerinden korkardı, bense pek sallamazdım sanırım, bilmiyorum. geçen yaz oturup yaprak sardık kendisiyle, gecenin ilerleyen saatlerinde evli ve iki çocuğu olduğunu anlattı, şaştım kaldım o kafayla. çok geçmeden bir iki kişi daha çekmiştik yanımıza, durum bu olunca sınıfta takım çıkarabilecek erkek popülasyonu kalmamıştı, ikiye bölünmüştük. bir kaç gün sonra önümüzdeki turnuvadan çekilmek zorunda kalacaktık ki o muhteşem fikir atıldı ortaya, evet hatun tayfası tarafından;
"ikiye bölündünüz madem, maç yapın kazanan ekip takım kursun kimse de sesini çıkartmasın paşa paşa oynasın."
çok güzel plandı, eyvallahdı, hayırlı olsundu. ertesi güne hemen bir maç planı, hatunlar hazır, çeşmenin ordan maçı izleyecekler, serkan'ın abileri gelmiş, herhangibi' hır gürde araya girecekler. yani tribün baskısı da yanımızdaydı. durum bu olunca tüm gazı arkasına alan ronaldinho tek başına sırtladı takımını ve sınıfın yeni kaptanı oldu.
şimdi şu olaya dönüp baktığımda cedric referansı yapasım geliyo, o yaştaysanız falan diye ama sanırım o hallerimi gerçekten çok özlüyorum ve osuruyorum.
not: o sene turnuvanın şampiyonu bizim sınıf, gol kralı ben olmuştum. oynadığımız altı maçın ikisinde "anneye küfür" yüzünden ayrı ayrı iki kırmızı kart görüp diğer iki maçta da oynayamayan serkan, final maçına ağzında bantla çıktı.
galatasaray'ın şampiyon olduğu sene samsunspor küme düşmüştü. samsun'da insanlar;
"cenaze evinde düğün olmaz" diyerek ağız burun kırıp yol kesmişlerdi.
götüm : kaynak.
özet : şaşırmadık.