3-Geçen haftalarda Bankaların faiz limitinin 2.2'ye düşürülemsi yüzde 20 ile aslan payının iş bankasında olması.
"Şimdi Türkiyede son bir haftadır olan ekonomik gelişmelere bakalım, sonra ondan öncesine de geleceğiz. Bu hafta TCMB çok önemli bir karar aldı. Bankaların Kredili Mevduat Hesapları (KMH) faizine ciddi bir sınırlama getirdi. Burada haksız ve fahiş faiz oranı tavanını yüzde 2.2 olarak belirledi. Bankalar, bu hesaplara aylık yüzde 5e kadar çıkan faizler uyguluyordu. inanın bu Cumhuriyet tarihinde finans oligarşisine vurulmuş en büyük darbelerden birisidir. KMHları liderliğini -bir kamu bankasını dışarıda tutarsak- iş Bankası yüzde 20 ile elinde bulunduruyordu. Bakın Türkiyede finans oligarşisinin hortumunu kestiğiniz zaman ya da objektif koşullar gereği, finans oligarşisi gerilediği zaman, rejim önce sallanır, sonra değişir. Tabii darbe ile... 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997... Hep böyle olmuştur" http://haber.stargazete.c...since-ne-olur/yazi-759163
normal şartlarda valilik 1 mayıs ve taksim uyarısı yaparken inşaat çalışması nedeniyle 2013 1 mayısı için ibb bir açıklama yapmış
sok-iş, çek-iş, zel-iş, çak-iş, zik-iş, al-iş, ver-iş, hanim-iş gibi gerekli gereksiz bütün sendikalara uyaran ibb "dikkat kafanıza tuğla düşebilir" uyarısında bulunmuş.
chp milletvekili ilhan cihaner'in üstelik eski bir cumhuriyet başsavcısının beyanatı.
dağdaki terörist bizim milletvekilini bırakıyor devlet bırakmıyor o zaman dağdaki daha adaletli sonucuna basit şekilde ulaşılabilirken nasıl böyle bir beyanatta bulunabilir anlamak mümkün değil. üstelik pkk'dan terör örgütü değilde örgüt olarak bahsetmesi ayrı bir skandal. chp a takımındaki murdock'ların sayısı tahmin ettiğimizden daha fazla maalesef.
bir "hürriyet'in bakış açısı" haberi http://fotogaleri.hurriye...58896&rid=155&p=1
hala madalya alamamış türkiye'nin vurduğu silik damganın tersten haberleştirilmesini görünce insanın ağız dolusu; "sizin milliyetçiliğinize de, spor anlayışınıza da, gençleri teşvik biçimize de olimpiyat meşalesi girsin" diyesi geliyor.
1901 yılında ilk basımı yapılmış mehmet rauf'un eylül adlı kitabında geçen bir betimlemedir.
daha sonra nazım hikmet ile özdeşleştirilmiştir nedeni de tabi nazım hikmet'in bu betimleme ile yazdığı kerem gibi şiiridir.
kısaca açıklayacak olursak bir alman casus uçağı soyvet birlikleri tarafından sovyet topraklarında düşürülür.
2 pilot kızıl ordu tarafından esir düşer ve tarihin en kapsamlı harekatlarından biri başlamış olur.
Kendisi Mustafa belgeseline kadar kemalist takılmış, belgesel sonrası gelen kemalist tepkiler sonrası ultra muhalif bir görünüme geçmiş yaranmak amaçlı, bu hareketi sonrası tv'den kovulmuş sahiplenilmediğini düşünmüş ve artık kürtçü takılmaya başlamış. Ben ırkçı olmayan bir türk olarak türkçü olmamama rağmen rojTv'den ne kadar gerçekleri takip edebilir diye soruyorum kendime. Bunun mantıklı bir izahı yok. Can Dündar o cıvıklaşmış romantizmini ne zaman piyasadan adı düşse çıkartır ortaya sempati aşılanması için kendine. En tiksindiğim tavrıdır bu.
en az 200 kişiyi takip eden 100 deneğe hergün 2 saat arayla bir kitaptan 2 satır twitlendiğinde ve insanın ortalama uyuma süresinin 8 saat olduğu hesaplandığında kalan 16 saatte 32 satırın gönderileceği bununda 1.5-2 sayfaya tekabül edeceğinden, kullanıcıların 365 gün sonunda 500 sayfalık bir kitabı bitirdikleri ve sorulduğunda kitaptaki olay örgüsünden tamamen haberdar oldukları görülecektir.diğer yandan bu deney bir kitapla sınırlandırılmadığı takdirde yani 2 saatte bir kitaptan 2 satır twitleyen kullanıcı sayısı 4'e çıkarıldığında ve kitap twitleri arasına 15'er dakika bekleme süresi konulduğunda 1 yılda 2000 sayfalık kitap bitirilmiş olacaktır. bu da bize insanın tembel bir yaratık olmadığını merakının yanlış yönlendirilmesinin onu tembelliğe ittiğini ispatlayacaktır...
31 aralık 2011'de Turgay Güler tarafından twitter'da yazılan betimleme. mit müsteşarı hakan fidan'ı kastettiği aşina. asıl merak edilen nasıl 1.5 ay öncesinden bu öngörüyü yapabildiği.
geyiğini bir kenara bırakacak olursak, heykelin anlatmak istediği bir dişli olmadan mekanik bir sistem çalışmayabilir. türkiye adlı sistemin en önemlisi dişlisini harekete geçiren ya da en önemli dişlisi olduğu anlatılmak istenmiş...
Olay 1: Sekiz Türkü ve bir Yunanlıyı öldüren yeni kuşak Nazilerin, bu işleri Alman derin devletinin gözetimi altında yaptıkları ortaya çıktı.
Somut bir ilişki bu: Hitlerci militanlar saldırıyor... Bizdeki eski, askerci MiT'e tekabül eden Anayasayı Koruma Teşkilatı (Bundesamt für Verfassungsschutz) görevlisi olup biteni izliyor.
Olay 2: Ergenekon Davası kapsamında aranan Bedrettin Dalan, Almanya'da ortaya çıktı. Türkiye'ye teslim edilmesi istendi. Almanya işi yokuşa sürüyor. Dalan, "Alman kanunlarının koruması altındayım" diyor.
Olay 3: Almanya'da faaliyet gösteren Deniz Feneri e.V derneğindeki bazı yolsuzluklar... Alman yargısı tarafından AK Parti'nin, hatta Başbakan Erdoğan'ın üstüne yıkılmaya çalışılmıştı.
O dönemde askerci medya korkunç bir yaygara koparmış, "Ergenekon" ile "Deniz Feneri e.V" davalarını eşitlemeye çalışmıştı. Sanki ikisi denk olaylarmış gibi...
***
Başka olaylar da var... Örneğin Deniz Feneri e.V'deki mali aykırılıkları fevkalade önemseyen Almanya, PKK'lıların çoğunu tehditle toplayıp örgüte transfer ettiği milyonlarca euro'yu görmezden geliyor.
Bu tip tuhaf bağlantıların küçük bir örneğine ben de şahit olmuş ve burada yazmıştım:
Ergenekon ve Balyoz davalarının fasa fiso olduğunu ispatlamak için didinen "angaje" gazeteci Gareth Jenkins'e destek verenler arasında Alman Friedrich Naumann Vakfı da var. (Sabah, 19 Aralık 2010)
Almanya'daki liberal Hür Demokrat Parti'ye yakın olan ve demokrasiyi savunduğunu söyleyen bu vakfın, darbeci zihniyete göz kırpması çok ilginç değil mi? Darbe hazırlığını "girişim özgürlüğü" olarak görüyorlar herhalde.
***
Genellikle bu tip negatif örneklere değiniyoruz. Peki ya pozitif görüntüleri, tatlı dostlukları nasıl yorumlamalı?
Mesela 12 Haziran 2011 seçimlerine kadar, elindeki tüm medya organları aracılığıyla Ergenekon soruşturmasını sulandırmaya çalışan Aydın Doğan'a, Temmuz 2009'da Almanların, Federal Liyakat Nişanı vermesi...
Doğan Grubu ile Axel Springer Grubu arasındaki ilişkilere, mesela Bild gazetesinin Yayın Yönetmeni Kia Diekmann'ın aynı zamanda Hürriyet'in yönetim kurulu üyesi olmasına girmeye gerek yok; ne de olsa küreselleşme çağındayız.
Yapboz oyunu gibi değil mi? Önce dağınık parçalar kafanızı karıştırıyor. Derken iki parça birleşiveriyor. Uyumlu başka parçalar bulduğunuzda da büyük resim ortaya çıkmaya başlıyor
bilmem kaç yüzyıldır kaybettiğimiz değerli insanlar için kullanılan nur içinde yatsın sözünü evirip çevirip `ışıklar içinde yatsın formuna kavuşturan türk entelijansiyasına* ve onların hitap ettiği o kaybettiklerine yeni bir söz formuyla hitap etme şeklidir. şu devirde de çokta nokta atışıdır azizim.
bilimsel olarak cinsel açlık diye bir kavram vardır ama cinsel kıtlık diye bir kavram yoktur. hilal cebeci olayıyla birlikte artık bilim literatürüne kazandırılması gereken kavram olmuştur.
söz de cumhuriyetin en büyük savunucularından halkın haklarını en az savunan kurumlardan, ulusalcıların son kalesi, son yaptıkları tam gün yasasının iptali kararı ile halkı değil haksızlığı seçmekte yine büyük bir başarı kazanan ve ygs iptali ile görevini yerine getirecek olan biricik, küçücük danıştay'ımıza yakıştırdığımız yeni motto.
oda tv'nin yahudi ve türk vatandaşı siyonist yazarı. israil tarafından "israil türkiye'de, israil'de olduğundan daha güçlüdür" sloganıyla spariş üzerine yazı yazan bir adam. zaman zaman sinirlerinizi tepenize çıkaracak cümleler kurar ama "hey türk ben dostunum" demeyi de ihmal etmez.
Balıkçılar ağlarını eskisi gibi çekmiyor
Pavuryaların eski lezzeti kalmadı
Bir keder rüzgârıdır esen bahçelerde
Ne güllerin rengi güzel ne meyvelerin tadı
Dalgın ve isteksiz tablalarda balıklar
Ağlamaklı bir hâli var istiridyelerin
Gidişinle birşeyler oldu istanbul'a
Yokluğun öyle dayanılmaz öyle derin...
Yakamozlar oynaşmıyor denizlerde şimdi
Yosun kokmuyor sahiller
Geçiyor yanımdan bir hüzün gibi kahır gibi
Birbirine sokulmuş sevgililer
Nasıl kıskanıyorum onları bilemezsin
Nasıl içimde birşeyler cız ediyor
Boş ve anlamsız bir zaman yaşadığım
Saatler avuçlarımdan kayıp gidiyor...
Vızır vızır otobüsler, dolmuşlar dört yanımda
Sonra bomboş bakışlar, o silik yüzler
Akşamlar ki alabildiğine mahzun gamlı
Ve kör bir gecenin karanlığı içinde gündüzler
Sabahları ayaklarım zor taşıyor beni
Sürüklenen bir çuval gibiyim caddelerde...
Üzülme akşamları kimse görmüyor ağladığımı
Köhne ve uzak bir meyhanede...
Söyle ne oldu bu şehre, bu istanbul'a !!..
Nasıl sindirmiş her köşesine yokluğunu...
Bir zaman mutluydum seninle,
Bilmezdim sensizliğin böyle zehir zemberek olduğunu...
Engin Ardıç 9 Mart 2008 tarihli yazısında Cumhuriyet kadınını ve yok edilme sorunsalını şu şekilde yorumlamıştır..
Ankara dudusu
Ben bu işi anlamadım hemşerim, kadınlarımız eziliyor, sömürülüyor mu, yoksa gerçekten "cumhuriyetimiz kadınlarımızın omuzlarında yükselerek mi bugünlere geldi"?
Öyle birtakım afişler hazırlamışlar da... Afişlerde çağdaş cumhuriyet kadını imgeleri: Subay hanım, doktor hanım, öğretmen hanım, yargıç hanım... Güvenli ve kararlı bakıyorlar, gülümseyerek, falan filan.
Dün de bütün gazetelerimizde kadın okuyucuyu mutlu edecek yağlamalar yıkamalar...
(işte gördünüz, sabah kalkıyorum, gazeteleri açıyorum, kim ne yazmış diye bakıyorum, ona buna sövüyorum, masa başında kolay yazılar yazıp acınacak durumlara düşüyorum, kendime yazık ediyorum.)
Kendime azıcık daha yazık edeyim: Düşüneyim ve soru sorayım.
Niçin bu ülkede "çağdaş kadın" deyince bazı akıllara hep memur çocuğu düşlerini süsleyen birtakım "Ankara duduları" geliyor?
Niçin ille memure?
Niçin hepsi fırfırlı beyaz bluz giyer bunların, saçları kısadır, makiyaj yapmazlar, takı takmazlar, tayyöretekle dolaşırlar? Kısa tırnak, siyah ayakkabı, siyah çanta...
Niçin genellikle kısa boylu ve iri kalçalı olurlar?
"imaj" bu, kusura bakmayın. Bütün meslek sahibi hanımları tenzih ederim, hepsi böyledir demedim, yaratılan imge bu.
Cumhuriyet kadını "1930 modeli" olmak zorunda mıdır?
Sabiha Gökçen, Afet inan ya da Bayan Mevhibe.
Özel sektörde çalışan, cumhuriyet kadını değil midir? Öğrenci kız, cumhuriyet çocuğu değil midir? Başını örten kadın imparatorluk rahibesi midir?
Temizlikçi kadın hangi rejimin ürünüdür?
Genelev kadını Yunan vatandaşı mıdır?
Hayır, memur olacak, mazbut olacak, oyunu da CHP'ye verecek.
Yok öyle şarkıcı, türkücü, sunucu, gazeteci, garson, ressam, tezgâhtar, eczacı, terzi falan... Cumhuriyet kadını oturur ve maaş farklarının ödenmesini bekler, emekli olunca da Ziraat Bankası'nın önünde kuyruğa girer.
Aşk maşk yaşamaz, nikâhsız iş yapmaz, kocasından başka erkek tanımaz. içki içmez. Ara sıra bir sigara "tellendirir", öksürük tutar.
"inönü Kız Muallim Mektebi"ni falan bitirirse daha da iyi tabii... Ya da
"Gazi Eğitim" ...
Kadınlar Günü'nde benim aklıma hep Elif gelir.
Cumhuriyet kadını olmayan, köylü kadını Elif.
Sekiz çocuklu, on üçünde evlendirilmiş, daha otuzunda altmış gösteren Elif.
Berdel edilen ya da öldürülen Elif.
Büyük şehirlerde kapıcı karılığı etmeden ve de evlere (kayıt dışı, sigortasız ve vergisiz) temizliğe gitmeden önce, cepheye kağnısıyla, hatta sırtında mermi taşımıştı...
Hayır efendim, "çılgın Türkler edebiyatı" yapacak değilim.
Elifcik, Tekâlifi Milliye Kanunu mucibince o mermiyi taşımasaydı kendini istiklal Mahkemesi'nde bulacaktı!
Çılgın falan değil, son derece akıllıydı Elif.
Size dayatılan palavraları yutmayınız. Daima düşününüz ve soru sorunuz. Kemal Tahir'in deyimiyle, "gerçek sandığınız şeyin önünde, arkasında, yanında başka gerçekler de bulunabileceğini" hiç unutmayınız.