ilk olarak selçuklu sultanı sencer tarafından bahar kalesini merkez alan eyaleti tanımlamak için kullanılmıştır. Bu eyalet Zagros dağlarının doğusunda ve batısında olmak üzere Hamedan, Kirmanşah, Dinever, Sincar ve Şehrizor şehirlerini kapsıyordu. Bu coğrafya I3. yüzyıl kaynaklarında Cibal (iran tarafı) ve Cezire (Diyarbakır) den oluşmaktaydı. 14. yüzyılda Hamdullah Mustafa Kazvini'ye ait Nüzhet'ül Külub adlı eserde Kürdistan 16 kasaba olarak tanımlamıştır.
osmanlı döneminde de kürdistan kelimesi kürtlerin yaşadığı yer manasında resmi makamlarca kullanılıyordu.
bununla birlikte 1912 yılında yayımlanan kitabında yarbay süreyya bey'in abdülhamid'in hicaz projesinden bahsederken de kürdistan deyimini kullanması da o dönemlerde bölgenin adının kürdistan olduğunun bir göstergesidir:
''Anadoluda Suriye, Irak ve Kürdistanda inşa edilecek şimendifer hatlarının evvela X darb [çarpı] işareti teşkil etmeleri taraftarıyım. Bu darb işaretinin bir ucuna istanbul, mukabil ucuna Bağdat, diğer ucuna Erzincan, mukabiline de Şam diye vaziyet-i coğrafîlerine [coğrafi konumlarına] göre yazınız. Şu vecihle bir ana hattı inşa edilse Kürdistan, Irak, Suriye, Anadolu hep birbirine bağlanmış olmaz mı? Birisine olacak sevkiyatta diğer kıtadan asker sevki pek kolaylaşmayacak mıdır? ''
hayatın her alanında liberal olan, görünümle değil fikirlerle ilerici ya da yobaz olunduğunu düşünen liberal bir söylem. bütün dünya buna inansa, hayat liberal olsa!
seks serbest, giyinmek serbest, her türlü fiil serbest ve zevkler üzerine inşa edilmiş modernizm anlayışının insanı içine çektiği zor durumlara yönelik bir ukde.
başta çok güzel gelen özgürlükleri veren modernizm düşüncesinin insan gerçeklerinden ve sürecin sonundan habersiz olması, insani ahlak değerlerine değil zevklerine önem verdiğini düşünen bir ukde.
özgür seks anlayışının bir süre sonra insanı yalnızlaştırıp sadece seks için yaşıyor duruma getirmesi.
yogada bulunmaya çalışan rahatlama. the secret te aranan dua samimiyeti.
birbirine dua okuyup üfleyenleri aşağılayan yurdum entelinin reiki ile pozitif enerji göndermeye çalışması. ve her şey.
bir müzik grubunun solistinin ne giydiğine göre değişen gardroplar ve onlar gibi olmadığı zaman süründürülen, küçümsenen insanlar..
'onlar gibi yaşamaya onlar gibi düşünmeye başlasanız da fark etmiyordu. bu sefer de böyle davrandığınız için sizi suçlarlardı' şeklinde maksim gorki ukdesinin hatırlanması.
asla modern olamayan ve olduğunu sanan beyaz türklerin hiçbir geliri olmayan halk kitlesini operaya gelmemekle suçlaması.
aydınlık düşünce ile aslında alakası olmayan ama onunla servis edilen bir anlayış: modernizm.
1)Sünnet halkın inananlar ve inanmayanlar şeklinde kamplara ayrılmasına yol açmaktadır.
2)Sünnet bir mahalle baskısı unsurudur. Bildiğiniz gibi sünnet düğünlerinin bir kısmı mahallelerde yapılmakta ve mahallenin diğer sakinleri, kendilerini baskı altında hissetmektedir.
3)Sünnet çocuklarına giydirilen kıyafetlerde Maşallah; yazısı, bu körpe dimağları kaderciliğin kara ellerine teslim etmektedir. işte bu çocuklar da ileriki yaşlarında, Ödevi yarın getirir misin?; şeklinde yöneltilen soruya, inşallah diye cevap vermekte, bu cevap da diğer öğrenciler üzerinde baskı unsuru oluşturmaktadır.
4)Sünnet türbandan bile daha tehlikelidir. En azından türban görülüp başı ezilebilen bir tehlikedir. Oysa sünnet, sinsi ve gizli yollardan amacına ulaşmak için çalışmanın simgesi haline gelmektedir.
5)Sünnet olan çocuklara bilindiği üzere sünnet çocuğu; denmektedir. Oysa Türk çocuklarının cumhuriyet çocuğu olması, ülkemizi ilerletecek yegane güçtür.
6)Bilindiği sünnet operasyonu sırasında dualar okunmaktadır. Bu merasim, yaşları küçük olan çocukların beyinlerinin yıkanması anlamına gelmektedir.
7)Sünnet masum bir operasyon olarak gösterilemez. Sünnet operasyonu ile, şeriatın kestiği parmak acımaz sözüne gönderme yapılmakta, böylece çocuklar şeriatçı olarak yetiştirilmek istenmektedir.
işte bu sebeplerle, masum bir operasyon olarak gösterilmeye çalışılan sünnet;in siyasal bir simge olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Sünnetin yasaklanması, bizi çağdaş uygarlık düzeyine çıkaracak bir adımdır.
Türkiye'nin çok kültürlü yapısı başlangıçta aşırı milliyetçi nüanslar taşıyan ve ülke gündeminin gerginleştiği noktalarda bu aşırı milliyetçi nüansa geri dönen 'Türk' kelimesinin de bir süre sonra 'tanımında' çok kültürlülüğü ihtiva etmesini zorunlu hale getirdi.
Ancak bu tanımında çok kültürlü olan ve savunucuları tarafından da herkesi kapsadığı söylenen kelime; herkesi kapsaması düşüncesinde samimiyetsiz ve üstünlükçü, egemenlikçi olması nedeniyle Türkiye'nin Türk olmayan halkları arasında yaygınlaşmadı. Zaman zaman gerilen ülke ortamında vatan, millet ve hatta laik yapımıza rağmen din ile de ilişkilendirilerek meşru hale getirildiyse de siyasi sakinleşme durumunda tekrar başa dönüldü.
Anadolu tarihini 1071'den sonraki Müslümanlaşmasından bu yana yapısını özetlemeye çalışalım. Uzun bir dönem boyunca bu bölgede yaşayan Hristiyan Rumlar ve 1071'den önce Anadolu'da yaşayan Hristiyan Türklerden oluşan bir topluluktu. Selçuklu'nun getirdiği ve Osmanlı'nın devam ettirdiği 'toprağı işleyene yıllık vergi karşılığında' veren yapısı bu bölgede popülerlik kazandı ve sistemlerin devamını sağladı. Moğol istilası ile birlikte bölgedeki
Türk ve Müslüman nüfusu arttı. Yavuz Selim'in hilafet makamını almasıyla da topraklar tamamiyle islam'ın kalbinin attığı yer haline geldi.
Osmanlı tebaası müslim ve gayr-i müslim olarak ikiye ayrılırdı. Nüfus cüzdanlarında insanların ismi ve dini kimliği yazılırdı. Tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı'da da etnik kimlik uzunca bir dönem ön planda bulunmadı. Fransız ihtilali ile birlikte kendi tebaası içerisinde çoğulculuğuyla yönettiği halkların birer birer isyan etmesi Osmanlı içerisindeki Türk nüfusu ve aydınlarını da kavmiyetçiliğe itti. Aynı şekilde Müslim grubun içerisinde yer alan Kürt ve Arap toplumlarında da bu nüans görüldü.
Birinci Dünya Harbinin sonunda da her toplum kendi devletini kurdu ve her ülke geçmişte yaşanan şeylerden ötürü içine kapanık, ulusçu ve tarihinden kopuk biçimde zühur etti.
Türkiye'de önce tarihi isimlerin alınması yasaklandı. Sonra dine dair diğer mefhumlar kaldırıldı. Hatta bir dönem Tarih kitaplarında da islam diniyle ilgili çok sert söylemler bulundu. Ve tüm bunlar da islami hassasiyetlere sahip halkı devletten soğuttu. Mehteran'ın yerine isveç'ten Bando, Mecelle ve Örf yerine isviçre'den medeni kanun getirildi. Yani dünyanın her yerinde yaşanan şeyler Türkiye'de de fazlasıyla yaşandı.
Ancak Türkiye için ikinci bir durum da söz konusuydu. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşından sonra tüm halklar kendi ülkesini kursa da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde birden fazla ve aynı dine sahip halklar birlikte bir ülke kurdu. Daha doğrusu birlikte bir Milli Mücadele verdi. Kürtler, Sevres Anlaşmasında kendi devletleri kurulacak olmasına rağmen TBMM saflarında savaştı. Lazlar, Çerkezler ve Abhazlar da ''din ve saltanatı yeniden kurtarmak'' amacıyla başlayan savaşıma katıldılar.
Ancak cumhuriyet çok farklı şekilde tezahür etti.
Din ve saltanat kaldırıldı. Din bazlı verilen çok uluslu savaşın sonunda etnik bazlı tek uluslu bir yapı kuruldu. 100,000 kişinin kafatası ölçüldü. Mimar Sinan'ın mezarı kazılıp kafatasından Türk olduğuna dair araştırmalar yapıldı. Hatta bu kafatası bir medar-ı iftar sayıldığı için müzeye bile kondu.
Yurtdışından üstün ırk için damızlık erkek getirilmesinin söz konusu olduğu dönemlerde Adalet Bakanı Mahmud Esad '' Türk bu ülkenin yegane efendisidir, salt Türk soyundan olmayanların sadece köle olma hakkı vardır'' diyordu ve bu sözüne rağmen görevini sürdürebiliyordu. Ve 30 yılı aşkın bir süreç böyle geçerken dini hassasiyetlere sahip grupların iktidara gelmesiyle ortam biraz daha yumuşadı. Ancak bu grupların gücünü yitirmesi ve ihtilaller ile eski yapıya hızla geri dönüldü.
Türkiye'de bölünme sorununu çözsün diye ortaya konan üst kimlik kavramı, sorunun ta kendisi oldu. Çünkü Türkiye'de bunun öncesinde çok uluslu ve din bazlı yapının bölünmeye sebebiyet vermediği Kurtuluş Savaşı'nın yapısı kanıtlıyordu. Osmanlı ve Milli Mücadele TBMM'si döneminde Doğu bölgesine Kürdistan ve bu bölgeden gelen vekillere Kürd mebusu denmesine rağmen bir mücadele verilmişti.
Yani bugün tabusal ve dogmatik biçimde önümüze sunulan, konuşulması yasaklanan terimler ülkede birliği sağlıyordu. Peki neye dayanarak bu oluyordu?
Farklı uluslar ancak ortak olan noktalarının üzerine kurulan devletlerin çatısı altında birleşebilirler. Bu Türkiye'de din ve coğrafya gizi gözüküyor. Ve bu ortak noktaların sonradan eklenemeyeceğinin de en somut örneği Sovyetler Birliğidir. Halkların emek ve rejimde birleştiği Sovyetlerin ömrü bir asırı bulamamıştır.
Sonuç olarak;
Türkiye'de somut bir birlik ancak halkların ortak noktalarının üzerinde birleşmesi ve devletin buna yönelik bir yapıya kavuşması ile mümkün olabilir. Türkiye'deki çok kültürlülük, Türk kelimesi ile anlatılamayacak büyüklüktedir. Ve bu kelimenin çok uluslu olduğunu savunan kişiler alt metninde tek ulusluluğu ve bir ulusun egemenliğini, diğer ulusların biat dahilinde yaşayabileceğini savunmaktadırlar.
Türkiye kendi içindeki en zor dönemeçlerden birindedir.
kötü olan şeriat değildir. allahtan gelen her şey gibi güzeldir diyebiliriz de. şeriatçı ismini alanların kendi dediklerine 'it comes from allah' demesi işi bozuyor aslında. saçma sapan fikirlerini allah dedi bunu dayatmaları işi bozuyor. yoksa allah'dan iyi filozof mu var?
edit: başlığı ben açmamıştım. valla billa bakkal amca.
birinci cumhuriyetcilerin nutugun ve atatürk söylevlerinin işine gelen kısmını alıp işine gelmeyeni savsaklayarak, tartışmanın sonunda 'siz atatürke karşı mı geliyorsunuz yani?' demekten öteye gidemediği ve atatürkçülüğün bir kutsal kitap dogmatizminde korunduğu duruma karşı mustafa armağanın haklı serzenişi. buyrun yazısı da burada;
en az seri eksi oy veren ibnenin kürt olması kadar etnisiteden uzak bir durumdur. yazarlar ve okurlar, beğendikleri veya beğenmedikleri yazılara bu yönde puan verirler. bunun ırk ile cinsel tercih ile alakası bulunmamaktadır.
bununla birlikte türkiye'yi ileri götürmediği gibi halkı çağdaşlığa da düşman etmektedir. çünkü bu laisist-yobazlar ancak kendileri gibi olanlara çağdaş demektedir.
bir takım dini istismar eden kişilerin söylemleri ile tüm halkı yargılayan ve aslında temel halkçılık prensibi eksikliğine dayanan durumdur. çağdaşlık ile alakası yoktur. ayrıca çağdaş olan ülkeler arasında bir tane bile laik ülke bulunmamaktadır. bu iş böyle değildir.
çifti ve işçi kesimi patronlarına kendi aralarında böyle hitap ederlerdi. patronlar sıcak altında zorluklarla çalışmadıkları için bembeyaz kalan derilerinin altından sırıtan mor renkteki damarları bu kavramın adını vermiştir.
zannedildiği gibi eski dinimize çok benziyordu masalı ile alakası yoktur.
tüm dinler cennet, cehennem, günah, sevap, kurban gibi konularda birbirleriyle benzerlikler taşırlar. ayrıca gok tanrı dininde içki, büyü gibi şeyler serbesttir. bununla birlikte gök tanrı dininde türkler tanrının halkıdır. ve tanrının çocukları bulunur. bu yönüyle islamiyetten daha çok hristiyanlığa ve museviliğe benzer.
türkler, islamiyetin yaygınlaştığı zamanlarda da tıpkı bugün olduğu gibi dağınık ve boylar halinde yaşıyorlardı. bu yüzden tüm turklerin muslumanliga gecmesini tek bir nedene baglayabilmek zordur.
ancak turkler ilk basta, emevi hanedanlığının ağır katliamlarına ve soykırımlarına maruz kalarak islamiyet dinine kılıç ile geçmişlerdir. haccac ve talkan adlı iki ayrı katliamda 100,000 türk öldürülmüştür. hatta bu türklerin kanıyla sulanan çiçeklerin kuteybe bin muslim tarafından devrin halifesine hediye olarak gönderildiği bile rivayet edilir.
turkler arasında bu dönem, islamiyet ile emevilerin yaptığının farklı şeyler olduğunu idrak edebilenler şia olarak islam dinine geçmişlerdir.
ve bu şia olan türkler, abbasi hanedanlığı ile birleşerek emeviliğin sonunu getirmiştir.
karahanlılar ise kendi istekleriyle musluman olmustur. kaganin ve pek çok önemli kişinin islamiyete geçmesi itici güç olmuştur.
ayrıca kimse eski dinine benziyor diye din değiştirmez.