bakış açıları;
içinde bulunulan ân ve içtimai, iktisadi şartları muhakeme ve mukayese gibi iki temel dayanaktan yoksun, safsata ekolü ile hayata tutunanlarca apır sapır cümleler eşliğinde tezvirat ile tevil bağlamında ortama istifrağ ile cevap verebilenlere matuf başlık...
bazen yazılı, bazen yazısız olan yasa, örf, adet, töre gibi adlarla anılan ve mecazi ya da gerçek anlamlarda olan kitaptır.
kişilere göre esnetilebilen veya katılaşabilen kurallar kişileri tedbir almaya zorlar.
eğer bir işi arkadan dolanarak yaparsan adına kitabına uydurmak denir.
genel anlamda ahlaklı ya da kafası az çalışan bir tipse mümkün olduğu kadar kitaba uyar.
Soyutlama yeteneği, farkındalığı düşük yada olmayan, irdelemeyen, neye ve niçin inandığını bilmeyen kişidir.
bu durum günümüz müslümanları dahil geçerlidir. Nitekim dininin kendine sunduğu görev ve sorumlulukları yerine getirmeyişi başka ne ile izah edilebilir?
”islam Hukuku, inancına göre annesiyle evlenen Mecusi’ye karışmaz. islam esas alınsın; isteyen nikâhını Müftülük'te, karşı çıkan kilisede kıysın.”
--spoiler--
Gerçeği ayaklar altına almanın deyim olarak ifadesidir. Kişiyi firavunlaştırmaya götürür. Sonunda maruz kalınan taraf olunur, mazur görülmemelidir. mazeretler maruz kalınan durumu açıklayamaz...
--spoiler--
“işte bundan dolayı isrâiloğullarına şöyle yazmıştık: 'Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olmaksızın kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatım kurtarmış gibi olur.' Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler. Ama bundan sonra da onların çoğu yeryüzünde taşkınlık göstermektedirler.” (Maide, 5/32)
--spoiler--
Aktivist. Bangladeşli.
1980'lerde Orta Doğu ve Asya'da hiddetli, silahlı savaşlara katılmış eski bir radikal cihatçı olan Manwar Ali, "uzun süre, ölüm için yaşadım" diyor.
radikalleştirme deneyimi üzerinde duruyor ve şiddeti, vahşiliği asil ve erdemli bir şey olarak gören islamcı gruplar içerisindeki insanlara, güçlü ve doğrudan bir çağrı yapıyor:Öfkeyi ve nefreti bir kenara bırakın ve bunun yerine, diğer insanlardaki iyiliği, güzelliği ve doğruyu görmek için kalplerinizi geliştirin diyor.
Not: Konuşmacının değinmediği bir nokta var; bu tip radikal grupların oluşumunun arkasında batılı devletlerin olduğu ve manipülasyona uygun yetiştirilen gençlerin kolaylıkla kandırılmasına yol açıyor. Mukayeselerinde de ikna edici dil kullananları öne alıyorlar...
Kurgu zekası denilen şeyin ne olduğundan habersiz olmaktır.
--spoiler--
imam Nevevî’nin de belirttiği gibi, satrancın mubah sayılması için dört şartın mevcut olması gerekir:
1. Satranç oynayanlar, oyuna dalmak suretiyle namazın gecikmesine meydan vermemelidir.
2. Satranç, kumara yol açacak şekilde para ve benzeri bir menfaat karşılığında oynanmamalı, yani kazanan ve kaybeden bir şey alma şartını koşmamalıdır.
3. Oynayanlar, oyun esnasında dillerini kötü sözlerden yalan, gıybet ve küfürden sakındırmalıdır.
4. Satranca alışan kimseler, ondan vaz geçemeyecek kadar müptelâ olmamalıdır.
Şu halde, bu görüşe göre, ölçüyü kaçırmamak, ibadetlere mâni olmamak ve günahlara vesile kılınmamak şartıyla, satranç mubah görülmektedir.
Satrancın mubahlığını, oyunun kendi mahiyeti itibariyle ele alan Şâfiî ulemâsından ibni Hacer el-Mekkî ise tavla ile satranç arasındaki farkı şöyle izah etmektedir:
“Tavlada oyun zarlara dayanmaktadır. Fakat satranç düşünce ve zihnî melekeye dayanmaktadır. Bu bakımdan, savaş taktikleri hususunda bundan istifade edilebilir.”
"Ez-Zevâcir" isimli eserinde bu meseleye uzunca yer veren ibni Hacer son olarak şu neticeye varmaktadır:
“Bu meseledeki farklı görüşleri uzun boylu zikretmenin bir faydası yoktur. Kaide anlaşıldıktan sonra, üzerine hükmü bina etmek mümkün olur. Kaide şudur:
"Bu çeşit oyunlar düşünce ve hesaba dayanıyorsa, helâl demekten başka yol yoktur. Satranç bunun gibidir. Şayet zar ve tahmine dayanıyorsa, buna da haram demekten başka çare yoktur. Tavla da bunun gibidir.”3
Netice itibariyle, imam Şâfiî ve Ebû Yusuf’un şartlarına uyarak, ibni Hacer’in de izahını göz önüne alarak, ruhsat tarafını tercih edip, satranç oynayanların mes’uliyetten kurtulmaları mümkündür.
az biraz da hocalara geçirmek lazım. bir ilmihal kadar bilgisi ile koca koca laflar etmeyi bırakıp verdiği örnekleri de adam gibi vermesi lazım. Mesela Farz-ı kifaye'yi anlatırken verdikleri ilk örnek cenaze namazıdır. Ulan it, ilim öğrenmek de farz-ı kifayedir desene. hiç olmazsa oradakilerden üç-beşinin kulağına girse bir şeyler değişir.
Onca salak entryden sonra şunu söyleyebilirim.
mezun olunca "yarım hoca", hatta 1/5 hoca falan oluyorlar onu biliyorum. Tabi türkiye şartlarına göre...
atatürk'ü itibarsızlaştırma hamlesidir. Nitekim Cumhurbaşkanı erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde "BAŞBAKANA DOKUNMAK iBADETTiR DiYEN" adamların(!) olması söz konusudur.
kasıtlı ve bilinçli olarak yapılır ki türkiye'de görüşler arasındaki çatlaklar yarıklara, yarıklar geniş boşluklara, geniş boşluklar uçurumlara dönüşsün...