Şimdi efendiler, fb, gs ve bjk taraftarı futbol taraftarı değil, bilinaltımızda gücün yanında durayım, şampiyonluk kutlayayım düşüncesine sahip olan insancıklardır. çünkü futbol taraftarlığı, sana ait, senden bir şey, senin gibi bir olgudur. Dünyanın en iyi futbol oynayan ülkelerin takımlarına baktığımızda, liginde b kategorisinde mücadele eden takımın dahi 35.000 kişiye oynadığı gerçeği var. Ama bizim coğrafyada sadece üç takım tekelleşmiş sal onlar destekleniyor. Bu taraftarlık değildir romlılar, bu güce tapmaktır. Bir büyüğümüzün söylediği gibi "hak iki şekilde alınır ya güçle sevişirsiniz, ya güçle savaşırsınız" siz şampiyon takımların kucağına oturmaya devam edin. biz savaşacağız.
güzel boyunlu, özellikle saçlarını topuz yaptığında harikulade bir güzelliğe sahip olan, enfes bir arkadaş. Şu sıralar bir medya şirketinde analistlik yapmakta.
Deli ibrahimin silahtarı olan yusuf paşanın asıl adı joseph'dir kendisine deli ibrahim 3 yaşında ki kızını şahşahalı bir törenle verdikten sonra boğdurulmuştur... boğdurulduğunu gören deli ibrahim" ne güzelde yüzü vardı yazık oldu kıydım diye" ağıt yaktığı devşirme bir silahtardır...
Neil amstrong aya ilk ayak bastığı zaman iyi şanslar mr gorsky dediği varsayılır. yıllar sonra bu olay ona sorulduğunda "çocukken hemen kapı komşumuz iki yaşlı çift vardı bunlar bay ve bayan gorsky idi. bir gün kaçan topumu almak için onların yatak odasının pencerelerinin bulunduğu bahçeye gittiğim, mr gorsky ms gorskye oral sex talebinde bulunuyordu, ama ms gorsky şiddetle reddederek beni gösteri ve şu küçük çocuk eğer bir gün ayda yürürse o zaman olabilir demişti" işte bu yüzden iyi şanslar ms gorsky dedim demiştir işte olayın kahramanı bay ve bayan gorsky bunlardır
not: bu bir iddadan ziyade bir mizah unsurudur bunun şaka olduğunu amstrong bizzat açıklamıştır.
Dört yıl önce bugün, diğer sahip olduğum hesapta, (bkz: Sunay Akın) başlığının altında, yazdığı bir yazıdan sonra mesaj atmamla başlayan, bugune kadar, sorunsuz devam eden, ilişkimizi 26 ekimde sade bir düğünle taçlandırıyoruz. Kim olduğunu yarın açıklayacağım.
eğer devlet bahçeli milliyetçilere sokağa inin dese idi ne faşistliği kalırdı, ne ölü seviciliği. Bunca yazar, aydın geçinenler Bahçeliyi yerden yere vurur, savunulacak tarafı yok derlerdi. Ama söz konusu kürtler olduğunda aşağılık kompleksimiz öylesine baskın ki sesimizi dahi çıkaramıyoruz.
efendim hürriyet denilen yanlı, güçlünün yanında duran, basın yayın ilkesinden nasibini almamış, patronunun bir zamanlar rte'nin kıçını yalarken, menfaati ters düşünce eleştiren, çalışanların gazetecilik misyonundan sıyrılarak daha çok, yalaka tayfasının oluşturduğu gazete yaptığı yanlı haberlerde, kendisine ters düşen hiçbir yorumu yayınlamıyor. Bu nokta da habervaktim'den, yeni akit'ten bir farkı olduğunu da anlayamayacak kadarda aptallar. iki gündür şike haberleriyle alakalı kasıtlı olarak haberleri maniple eden hürriyet isimli aydın doğan gazetesine, CAS'ın gerekçeli kararı trabzonspor'un resmi sitesinde yayınlandı, neden bunu yayınlamadınız diye yorum bırakmama rağmen, tıpkı dün yaptıkları gibi yorumu mu yayınlamadılar.
Biraz önce basın toplantısı sıradında, yeni akit muhabiri yener dönmez'in itin götüne sokulup çıkarıldığı durumdur. Utanması gerekir diyeceğim ama bu güruh utanma yetisini kaybetmiştir. Öyleki babamız dediği fettullah için kandırıldık diyorlar ve yüzleri kızarmıyor. Ekmel hoca siz istediğinizi yazabilirsiniz, zaten sizin adetinizdir diyerek, Yeni akiT isimli kağıt parçasının politikasını da gün yüzüne çıkarmıştır.
Türkiye'de ölmek değil, yaşamaktır şaşırılması gereken. Polis gaz atar, ıssız bir sokak arasına dalarsın, insanlığını kaybetmiş bir kaç yaratık kafanı tekmeler, vurmayın öldüm dersin, kimse duymaz ölürsün, biri çıkar bizi zor duruma düşürmek için arkadaşları dövmüş olabilir der. Alevisindir, ibadethaneni kimse ibadethane olarak görmez, hakkın olan şeyleri almak için uğraşırsın, hakkın olan şeyleri sana verenler lütfetmiş sanar kendini, onlara minnet duymanı isterler, halbuki hakkındır o senin için, biri kurşun atar ölürsün,birileri çıkar aleviydi der. Madene girersin, mayıs ayıdır yeryüzü sıcaktır, yeraltı soğuk, kendi tabirinle dersinki "biz doğanın kalbini kazma ile söküyoruz" birileri daha fazla kazanmak için, birileri daha çok ısınmak için, birileri daha çok aydınlanmak için daha fazla çalışmanı ister. yüzün kapkara olur, birileri daha beyaz görünsün diye, ölürsün. lümpen toplantılarında, birkaç entelektüel ukala, birkaç satır bahseder senden. sen ölürsün. Biri çıkar fıtratında vardı der. Çocuksundur, savaşın ne olduğunu bilmezsin, alaaddinin sihirli lambasına, uçan halılara inanırsın, gökyüzünde tepende dolaşan her şeyi uçan halı sanarsın, hemen gözlerini kaparsın, dilek tutarsın, belki lambadan çıkan cin kabul eder diye, reklamlardan etkilenirsin, gördüğün uçaklara yön gösterirsin, bizim bu tarafa gel dersin, o uçaklar gelir sana bomba yağdırır. Ölürsün. birileri çıkar hem kürt hem de kaçakçıydılar der. Kadınsın, iyi eğitim almışsındır, güzelsindir, hayallerin vardır, sana aşığım diyen adam gelir otobüste beynine bir mermi atar.ölürsün. Biri çıkar kimbilir ne yapmıştı der. kısacası sen hep ölürsün, birileri hep kılıf bulur, birileri öldürür, sen hep ölürsün. ölümüne bir neden bulurlar, sen öldüğünle kalırsın. Ne çok ölüyorsun Türkiye'm.
ambiyansı düşünün, teoman elinde gitarıyla, istanbul'da sonbahar şarkısını söylüyor, yavaştan konser arkadaşına sarılıyorsun, bir müddet sonra dans etmeye başlıyorsunuz. birazdan yakınlaşıyorsunuz, kız gözlerini kapatıyor, sen ona yaklaşıyorsun. tam o anda biraz önce içmiş olduğun sigara geliyor aklına ve geri çekiliyorsun. saniyeler sonra kız gözlerini açıyor, ellerini omuzundan alıyor. şarkıya konsantre olup, çantasından cep telefonunu buluyor, whatsappa dalıyor. ondan sonraki süreçte en yakın kız arkadaşından farkın kalmıyor. işin kötü yanı bu olan bitenler sadece 5 saniye içinde oluyor.
Eğer izlediğin her filimden sonra geliyorsa aklına, sebepsiz sıkılıyorsa canın veresiye yaşanmışlıklara, kendine binlerce kez inkar ediyorsan, zemheride terliyor, ağustosta üşüyorsan. Farkında olmadan kurduğun hayallerin başrolüne oku koyuyorsan, tüm dünya siluetleşiyorsa gözünde, yalnız onun mimiklerinin farkına varıyorsan, doğan güneşe, yağan yağmura, esen karayele, farklı anlamlar yüklüyorsan. Sırf onun baş harfiyle başlıyor diye, tüm objeler zihninde yer kaplıyorsa, üzülüyorsan hiç yüzünü görmediğin insanlar için, en sevdiğin yemek onunla birlikte yediğin yemek olduysa eğer, aynı yıldızlara baktığınıza düşleyip, aptal bir tebessüm oluyorsa yüzünde. O tehlikeli yolun başındasın demektir. Geçmiş olsun, aşka geliyorsun.
Her olayda, olayın derinliğe inmeden, bir anlık hezeyanla tarafgir davranma yeteneğine sahip olan arkadaşlarımızın, bu fırsatı kaçırmayarak isimlerinin önüne edepsiz yazmalarıyla başlayabilecek kampanyadır.
başbakanın Metin Feyzioğlu'na sarf ettiği kelimeden sonra facebook, twitter, instagram falan filan hesaplarımızda ki nickname ve/veya isimlerimizin önüne edepsiz yazalım. Metin Feyzioğlu'nun yalnız olmadığını gösterelim.
Kültürel kimlik: insanlığın neliğine tekabül eden bir kimlik türüdür. Erkeklik, kadınlık, Müslümanlık, Türklük, Kürtlük, Alevilik, Sünnilik insanın seçemediği ama içine doğduğu kavramlardır. Bunlar insanın kendi iradesi dışında belirlenmiş ve insanlara tanımlanmış kalıplardır. Ve bu yazılı olmayan kurallar bütünü insanın o toplum içerisindeki yaşamını belirler. Bu kurallar bütününün içine doğan bireye neden Türksün, Kürtsün, alevisin, sünnisin diye sorulamaz. Sorulamaz çünkü bu kavramlar insanın içine doğduğu ve dış çevre tarafından belirlenen kavramladır
Kültürel kimlik, farklı toplumlarda farklılık gösterebildiği gibi, aynı coğrafyada farklı yaşam kesimlerinde dahi farklılıklar gösterebilir. Doğumundan itibaren toplumdan bağımsız gibi görülen bireyler. Aynı zamanda toplumun yazılı olmayan kurallarını oluşturan erklerin kendileridir. Bireyler toplumun genel kurallarına eleştirirken aynı zamanda kendini de eleştirdiğinin ve mevcut olan her kuralın aslında tek tek insanlar tarafından değil de ,toplumun kendi iradesi dışında içine doğan ritüel kavramları da eleştirdiğinin farkında değildir. Kültürel kimliğin kendi toplumlarında irade dışı olarak, herhangi bir eğitimden geçmeden bireyin kabul ettiği kurallar bütünlüğünde o toplumun örfleri,adetleri,oyunları ve hatta masalları o toplumun kültürel kimliğinin bireylere tabiri caizse dikta edilmesinde rol oynar. iyi ve kötü kavramı bu kavramların içleştirilmesinde en temel faktördür. Bir şey ya iyidir ya kötüdür, aynı şey hem iyi hem kötü olamaz. Fakat aynı kavram bazen iyiyken, bazen kötü olabilir. Bunda olayın aktarılış şeklidir baz alınan. Örneğin hırsızlık her toplumda kötüyken robin hood her toplumda iyidir. Zaten toplumsal kurallar iyi ve kötü olarak algılanır, insanlardan kötü olanlardan uzak durulması, iyi olanların ise taklit edilmesi istenir.
Toplumsal kimliği oluşturulan bilgiler öğrenilen bilginin yanı sıra edinilen bilgilerin toplamından oluşur. işte toplumsal çatışmanın temeli de bu farktan kaynaklanır. Birey doğuştan gelen bilgileri, sonradan edinilen bilgiler ışığında sorgulamaya başladığında kuşak çatışmaları başlar. Toplumun bir kesimi kültürel kuralların doğruluğunu savunurken. Bir kısmı ise kültürel kimliğinden sıyrılarak evrensel ahlak, evrensel kurallar bütünlüklerini dahi reddeder. Fakat her ne olursa olsun kültürel kimliklerin evrensel hatta sürekli değil, bölgesel ve genel genel geçer kavramlardır. Ve zamana direnemeyerek değişir, değişimi kabul edemeyenler ile değişime erken adapte olanlar arasında yaşanan görüş ayrılıklarına ise kültürel kuşak çatışmaları denir.
Kültürel kimlik insanoğlunun geçmişten bu yana sanatsal üretimini direkt etkilemiştir.
Örneğin batı toplumunda resim,müzik ve modern danslar gelişme gösterirken islamiyetin kabulünden sonra doğu toplumu minyatür,hat,şiir gibi tasavvufi sanat akımlarına yönelmiştir. Uzak doğu toplumlarında ise kabul edilen düşüncelerin insanlarda yarattığı etkilerden dolayı daha yoğun olarak soyutsal kavramlara yönelinmiş, ticaret,iktisadi gelişim,kurumsallaşma gibi kavramlar reddedilmiştir. Soyutsal kavramlara yüklenen anlamlardan dolayı uzak doğu toplumlarında nirvana,kast sistemi,rearkarnasyon gibi kavramlara inanılmış (yahut inanılmak zorunda bırakılmıştır)toplumun hissi senetlere yönelmesi sağlanmıştır. Kültürel kimliği etkileyen,etkisi altında bırakan soyut kavramların başında gelen din,sosyoekonomik durum,statü endişe gibi kavramlardan dolayı toplum içinde yaşayan, aynı toplumsal kimliğe sahip insanlar birbirlerinin aynısıdır. Bir toplumun yaşayış biçimi, dini, sosyoekonomik durumu incelenerek o toplumun herhangi bir olay karşısında ki tepkisini ölçebilir hatta yaşanacakları önceden sezebiliriz. Geçmişten bu yana sosyologlar,kültür bilimcileri ve istatikçiler kültürel kimlikleri inceleyerek toplumun refah seviyesi hakkında tahminlerde bulunurlar. Özellikle bu kültürel kimlik farkının farkında olan kişiler ve kurumlar bu kimliğe göre davranır ve bunu bir fırsata dönüştürürler. Kültürel kimlik aynı zamanda beklentileri etkiler ve insanların mutluluk kavramlarını belirler. Örneğin Türkiyede bazı kesimlerde daha kapalı bir hayat kendi içine dönük bir yaşam beklentisi içinde yaşanıp bu arzu edilirken, bazı kesimlerde asgari ücretin azlığı,sanatsal faaliyetlerin kısıtlanması, uygulanan sansür gibi kavramlardan rahatsız olunur. Aslında yine kültürel kimliği etkileyen kavramlar bunlar olmasına rağmen beklentilerde bunlardır. Kültürel kimliğin nedenleri ve sonuçlarına baktığımız zaman sürekli bir başa dönme, sürekli bir kısır döngü içerisinde buluruz kendimizi. Yani daha net bir kavramla açıklarsak kültürel kimliğe neden olan kavramlarla, kültürel kimliğin sonucunda oluşan kavramlar aynıdır. Sürekli bir paradoks içinde dönen bu kavramlar zaman içinde kendini yeni bir neden sonuç ilişkisine bırakır. Örneğin üniversite öğrencileriyle aynı apartmanda yaşamaktan rahatsız olan bir kişi aynı zamanda üniversitede okumadığından dolayı bu uygulamadan rahatsız olmaktadır. Yani sonuç ve neden aynıdır. Kültürel ritüeller sürekli bir paradoks döngü içerisindedir
Sonuç olarak kendi yetiştiğim toplum içerisinde bana dikta edilmiş olan,üzerime oturtulmuş olan kimlik sendromu üzerinden konuşacak olursam,yanlışlıkların farkında olmama rağmen toplumun baskısından çekindiğimden dolayı tabuları yıkmak konusunda zamanın gücünden faydalanmak istiyorum. Örneğin ben bir kadının fakat toplum tarafından bir kadın olarak benden önce anne, sonra eş olmam bekleniyor. Fiziksel hazlarımdan vazgeçmem kadınlığımın gerektirdiği gibi davranmam. Ve biz kadınlardan beklenen efendi olmak, uysal olmak, hanım hanımcık olmak gibi aslında gereksiz sıfatlara sahip olmak. Bunun yanlışlığının farkındayım ve önce insanım sonra kadınım evrensel ahlak kavramının olabileceğine inanmayan bir kadın olarak,insanların kültürel kimliklere değil bireysel kimliklere sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Ama biliyorum ki toplumu yönlendirmek isteyen kurallar sisteminin en çok istediği bireylerin şahsi düşüncelerinin olmasını değil, toplumların ortak hareket etmesini isterler.
evet özel üniversite mezununlarının da, öğrencilerinin de aptal olduğunun artık kabul görmesi gerekir. Şöyleki barajı ite kaka geçen bir geri zekalı normal şartlarda iki yıllık nalbantlık bölümüne bile giremezken, özel bir üniversitede hukuk fakültesine girerek, bu geri zekalı arkadaş benim hakkımda karara varacaktır. yök'ün sistemini elbette savunmuyorum, elbette bir ölçü değil ama bunların açıkladığı sistemde doğru dürüst puan alamayan geri zekalılar, özel üniversite sayesinde karar mekanizmasında yer alıyor.
mutluyken şiir yazılmaz
kalbi ağırmalı insanın,
küfretmeli,
kızmalı,
isyan bayrağı açmalı
bazı şeylere
sevgiliye de şiir yazılmaz
aslına bakarsan
yalnızlığa yazılır
tutkuya yazılır
yağmura yazılır
ama
sevgiliye şiir yazılmaz
Ne istanbul'a yazılır şiir
ne Paris'e Venedik'e
hiç gitmediğimiz
bir köye
yazılır şiir
yazlık denen
ama kışlarıda oturulan
evlere yazılır
direk tellerine konan
serçeye yazılır şiir
avını bekleyen
kediye köpeğe
kurda kuzuya yazılır şiir
Abidin dinonun fırçasına
yazılır şiir
Arif dinonun bedduasına
tevfiğin neyine
cemal süreyanın
keşkesine yazılır
sunay akının kağıttan gemisine
kız kulesine
kızıl derilisine
yazılır şiir
raskolnikova yazılır
martin luthere
orhan velinin
mezar taşına yazılır şiir
hayyamın rubaisine
muhammed alinin
yumruğuna
ATATÜRK'ün gözlerine yazılır
hepsine değilse bile
müjdelere
yazılır şiir
ne özneye
ne yükleme yazılır şiir
ki ye yazılır
gibi ye yazılır
bağlaca yazılır
ayraca yazılır.
hunharca katledilen duyguların hesabını kimden sormalı insan....
geri dönüşümü olmayan kırgınlıkları....ne zaman baş karakterlerin dışında ki figüranlarından da duyguları ilham olacak bir yazarın kalemine.... öptü uyuyan pamuk prensesi prens hiç bir çaba göstermeden sahip oldu tüm güzelliğe (sizi bilmem ama bence prens olmasının payı büyük bu işte) ... oysa aşıktı yedi cücelerden biri pamuk prensese ama önemsenmedi hiçbir masal anlatıcısı hiçbir yazar tarafından bu ayrıntı.... katledilen duyguların hesabını kimden sormalı insan...
asırlarca aptal yerine konulmuş ikinci karakterleri...
düşündünüz mü hiç ali baba ve kırk haramileri... hiç birinin adı yokmuydu gerçekten de kırk harami diye geçen topluluktaki insanların... doğduklarında da harami diyemi geçiyordu hepsinin ismi....oysa hepsinin ayrı bir hikayesi var bence üstelik en az ali babanın ki kadar ilginç....
katledilen duyguların hesabını kimden sormalı insan...
ticaret malzemesi yapılan keloğlanın hakkını kim arayacak... aptal yerine konulan redkitin köpeği rin tin tini kim savunacak.... kim açıklayabilir bize.... büyüdüğümüz masalların ticarete taşınıp çizgi filme dönüştürülmesine... hangi yapımcı izin almış... pinokyodan.... beyaz perdeye taşırken bütün mahmeriyetini.... katlettik bütün duyguları.... tüketicek bir şey kalmadı muhtemelen... duygu sadece bir kadın ismi olarak kaldı litaratürümüzde.... yok dostum yok saçma bir önerim olacak benim... her bir haltın sendikası varda masal kahramanlarının hiç bir hakkı yokmu masal-sen kuralım diyorum ben...keloğlanın hakkını arayalı... pinokyonun hesabını soralım yapımcılardan... olurmu neden olmasın... belki alaaddinin sihirli lambasından çıkan cin yardımcı olur bize.... 40 haramiler hesap sorar... en güzelide ne katile çıkar balinaların adı nede kötü olarak öğretilir bize gargamel.... bırakalım hayal dünyamız da kalsınlar biz istediğimiz şekle sokalım onları herkes farklı hayal etsin yedi cüceleri keloğlanı bir kalıba sığdırıp tek bir tipe mahkum etmeyelim... her çocuğun zihninde farklı bir karakter uyansın ayakkabıcı cin denince hem böylece hayal dünyası gelişir çocuklarımızın belki dünyanın en çirkin kadınıdır sindrella birilerinin zihninde ne gerek var tüm güzellikler ona vermeye...
yalnızlıktan geberiyorum, konuşabilecek tek bir insan yok, içip içip küfür edebileceğim, kızlara laf atabileceğim, beraber edip cansever okuyabileceğim tek bir insan, hadi be oradan, göethenin dili ağır diyen bir insan yok gözlerimin içine bakarak. Geberiyorum yalnızlıktan... Fakat tek başıma kalamıyorum bir türlü. Evde, ofiste, sokakta insanlar konuşanlar susmak, bitmek bilmeyen bir iştahla konuşanlar. Uğultular, uğultular beynimin içini kemiriyor. Kendimi bir Türk sanat müziği konserindeymiş gibi hissediyorum, orkestra belli bir senfoniye uymadan çalıyor, tüm sazların sesleri birbirine karışıyor, ben hiçbir şey anlamıyorum. uğultulardan başka, kalabalıkların sesi kendi sesime karışıyor, kendi sesimi kaybediyor. susuyorum, sonra tek başınalığa susuyor, yalnızlığın içerisinde bir yerlere gizlenmiş, yada kelimesine fazla geldiği için intihar etmeyi tercih etmiş tek bir harfe dönüşüyorum. Sonra bir gemi oluyorum, okyanusun ortasında terk edilmiş, tüm kamaraları, sintinesi, su almış bir gemi, ilk önce kaptanının terk ettiği bir gemi, tamiri mümkün olmayan bir gemi, sadece intihar etmek isteyen yunusların ve göçmen kuşların mola yeri olarak uğradığı bir gemi oluyorum. Cinayetler işleniyor gözlerimin önünde, masumiyetin simgesi olan bir martı, bir balığı avlarken acımasız bir katile dönüşebiliyor, beynimde bilimsel terimler, paradokslar, anlamlandıramadığım tezatlar dolaşıyor. Oysa ben uyumak istiyorum, oysa hiç kimsenin beni bulamayacağı bir kilisenin zangoçu, yahut bir sünger avcısı olmak, gelir misin benimle diyebilmek? sözcüklerden düşen ünlü harfleri kolundan tutup kaldırmak istiyorum, oysa ben tüm insanların çocukça hayallerinin kahramanı, alaaddinin sihirli lambasının cini olmak istiyorum. Ama insanlar ölüyor yanı başımda, sevginin göstergesi olarak senin için yaşarım yerine senin için ölürüm diyor, ölümün soğukluğu sevginin, aşkın, sadakatin, sıcaklığının önüne geçiyor. Oysa sadece uyumak istiyorum ben, cemal süreya okumak, tek başıma kalmak istiyorum, yalnız olmak değil...
Hiçbir ağaç alet olmak istemez
Gölgesinde barış güvercinleri yerine
idam sehpası kurulmasına.
Ve yağlı bir urganın
Dallarında asılı durmasına
Bir celladın nefesini
Dallarında hisseden ağaç
Hiçbir diktatör
Gölgesinde dinlenmesin diye
Bir daha Meyve vermez
Yeşermez
Önce kuşlar terk eder
idam sehpasının kurulduğu kenti
Gagalarında zeytin dalları
Önce kuşlar terk eder
Yağlı urganların asılı olduğu ağacı
Bir daha geri dönmek istemez
MISIR tarlalarının kuşları
Gagalarında barış şarkıları
Zafer nidaları atan
Bir diktatörün
Kan bulaşmış elinden
Bir daha su içmek istemez
Bu yüzden önce kuşlar terk eder
MISIRın sokaklarını
Gagalarında çocukların umutları
Sonra güneş doğmaz bir daha
idam sehpası kurulan kentin üstüne
Umut yerine
Ölüm korkusu çöker
insanların gözlerine
Sonra hiçbir çocuk oynamaz
idam sehpası kurulan kentin sokaklarında
Kan kırmızı tabiri
Somutlaşır
Bebeklerin yanaklarında
Nerede bir dar ağacı kurulsa
ilk kuşlar terk eder dallarını
Gagalarında zeytin dalları
Gözlerinde gelecek yılların umutları
Arkalarında
Geride bıraktıkları
Ağaçlarda asılı duran
MISIRın yağlı urganları
şu sıralar külhanbeyi müzikali, sıkıyönetim isimli oyunlarda bbt bünyesinde, düğün sandık lekesi isimli oyunda da bi tiyatro ile sahneye çıkan yetenekli tiyatrocu.