deli bu! bildiğin deli! zaten akilli beni bulmaz deli kicimdan ayrilmaz. ayrılmasın da zaten. deli deliyi imam oluyu severmiş. böyle deli pek fazla bulunmuyo etrafta. akli olan deli olur, bu boktan dünyada... bokun içinde yaşayıpta akıllıyım diyene yanaşmayacaksın... ya yaşanan boktan herşeyi görmezlikten geliyordur, yalancıdır; ya da boktanlıkları umursamıyordur, aptaldır! o yüzden bu deliyi sevdim ben. yalancı değil, aptal hiç değil! sadece deli! benim gibi...
dedim ya işte bu adam düşünmekten delirdi diye... her insanın yaşadığı süreç bu adamda da aynı şekilde işledi işte. düşündü düşündü, düşünce baloncukları kafasının üzerinde doldu taştı. sonra her biri bir yerden tutunup eylem olma isteğini uyandırdı. düşüncenin eyleme geçme durumunda susamak gibi, acıkmak gibi, sanatsamak ortaya çıktı. yazmakta bi sanat ve eminim bu adam çok yazacak. yazacak çok şeyi var. yaşadığı çok şeyi var. içinde biriktirdiği kurşun misali sıkılmaya hazır, adreslerini bekleyen çok küfür var. kaybetmiş çünkü. tutunamamış bu hayatta. senin gibi... benim gibi... tutunamayanlardan o da! içimizden biri. eminim ki; yazacakları, yazdıkları gibi güzel olacak. ve hatta bir gün eğer uslu bir çocuk olursa şirinleri o da görecek*, coşacak; istatistiklerde yer edecek. (sadece birazcık daha delirmesi, sanatsaması gerekiyor bilgisayar başında...)
sarhoş beyinlerden fışkıran bir sanatsamayla alkol şişelerinden satranç takımı yapmıştır kendisi. (bkz: icki siselerinden satranc takimi yapmak) ben gördüm çok beğendim. gerçi bi boka yaramayacak. o satranç takımıyla kendisini onlarca maçta yeneceğim. birasına yapılan maçlardan mağlup çıkacak belki ama bu hayattan galip çıkmayı bilecek kadar zeki ve haddinden fazla hırslı olduğunu biliyorum. bilmekle kalmayıp inanıyorum. bu hırsı başına bela açarsa bilemem... gerçi kurt gibi, belalardan kurtulmayı bilir. yaratık* misali savaşır her bela'yla. kurtulur hepsinden. içinde beslediği yaratık* onu kurtaracaktır. bakmayın yaratık* dediğime. sana bana karşı evcildir o yaratık*. kime karşı vahşi olacağını iyi bilir.
gerçekten deli olmak kolay değil dostum, yaşamak lazım!
ha bi de unutmadan: kendisi hoşgelmiş beşinci nesil* yazardır. (bu da sözlüğün alışkanlığı olmuş. yazmasam olmaz artık...)
öğrenci evine dayanmıyor bu bardaklar. eskiden alkol gecelerimizde 8 bardak arka arkaya düşerdi masaya. şimdi 2 bardak için kavga eder olduk. iyi sahip çıkın. kaybetmeyin. ya bu bardaklar küçük olduğu için kayboluyo, ya da ipneler sarhoşluğumdan fayadalanıp aşırıyolar.
beş gün arka arkaya dinlenmemesini tavsiye ettiğim şarkı. bok gibi oluyo.
bi de sevgiliden uzaksan aman derim, bi garip yapar. dumanaltı odandan, açık havaya çıkmış gibi olursun, çarpar. farklı duyguları aynı anda yaşatır. dinlerken "yıkılmam ben sensiz de güçlüyüm eninde sonunda seni bulacağım" ve "azıma sıçtın be güzelim yoksun işte" gibi iki farklı modu aynı anda yaşayabilirsin. ne yapacağını bilemezsin. sonunda gözyaşlarına vurur. olan gözlerine olur.
aynı gün doğan kardeşlerdir bunlar. unutmayın aynı gün! o yüzden doğum günleri de aynı!
cramble'la yaşanan bir diyalog:
buket-nuket: ikiz
p: papazzz
c: cramble
p: yaw cramble. sen bu nuket'le buket'i ne zamandır tanıyosun!?
c: 2 sene önceydi. buketin doğum gününde tanışmıştık galiba. yok yok nuket'in doğum günündeydi.
p: hö!? ahuhahauha
c: sus tamam!
bu yazarla yanyana yürürken attığın adımlara dikkat etmek zorundasın. yürüyüş aynı adımla başlayacak aynı adımla bitecek. ben de onunla aynı adımla başladım yürümeye ama sonradan bozuldu adımlarım. bozdular. artık tutmaz oldu. sarhoş mu oldum nedir, bilmiyorum... olur öyle şeyler arada. sarhoşluk gelir geçer. adımlar yine aynı anda atılmaya başlar.
(bkz: hayat ne tuhaf vapurlar filan/#2791553)
hayvanın yaptığı hayvanlıklar arttıkça bu kıskançlık da artar.
"yumuşak kalpli bizim sahip. iki miyavlarım whiskas verir." öyle masum masum bakarsan veririm tabi. ben veririm sen yersin. sonra boyum kadar sıçarsın. temizliği de sahip yapacak nasıl olsa! mis... kıskanıyorum ulan işte. bilirsin kendi bokumu temizlemeye erinirim. seninkini temizliyorum.
o ayar başka ayara benzemez. feci yüz kızartır.
sene 2003. özel bir turnuva. rakiplerimden biriyle maçım oldukça erken bitmişti. boş bi masada maçın değerlendirmesini yaparken, ufak tefek bi kız çocuğu çıktı geldi. hamleleri tekrarlarken. o taş öyle gitmezkiii dedi. gülümsedim, hamleleri yeni öğrenmiş heralde diye düşündüm. gel dedim hadi bi maç yapalım vaktin varsa.
tamam dedi, oturdu sandelyeye. çok şeker görünüyordu. ayakları daha yere deymiyordu. hamle yapmak için sandalyeden kalkması gerekiyordu. öyle şeker sen düşün.
taşların hareketlerini biliyo musun dedim. biraz kötüce bakıp evet dedi ve açılışını yaptı *
kaç yaşındasın bakiim dedim hafif küçümseyerek. 9 dedi hırsla.
öyle böyle derken oyun ortasında merkezde bir tek piyonumu sabitleyemedim. götürdü hepsini.
bi an boğulduğumu hissettim. nerden atak versem nafile..
e kaybettim haliyle. maçın sonunda gülümsedi elimi sıktı.
"güzel oyundu. ama çok çalışman lazım. açılışları tekrar etmelisin!" dedi döndü gitti.
itiraf: ayar'ın kralını yedim.
not: güleni yakarım. küçümsediğim ufaklık bayanlar türkiye birincisiymiş meğer. hem daha sonra resmi maçta süreyle de olsa yendim ben onu. bi daha ufaklıkları küçümsersem iki olsun...
artık yalnız olduğunu anladığın ilk dakika.. bundan sonra (taa ki bi sevgilin olana kadar) hep yalnızsındır.. hayatın sadece senindir.. kimseye hesap vermek zorunda değilsindir.. ve tek kişilik yaşamın hüznünü taşıma zamanıdır..
aşktan korkan insandır. aşk çoğu zaman zayıflıktır. sahip olduğun gücü bi süreliğine başkasına devretmek gibidir. bundan korkar. ipleri başkasına devretmek, hayatın merkezinden kendini çıkarıp oraya bi başkasını koymak korkutur bu insancığı... o yüzden haykırır ya zaten; "ben aşık olmam!" diye.
evet insan bi kere aşık olur. ki bu yüzden aşk lafını dillere pelesenk etmemek gerekir. daha önceki ilişki eğer bittiyse, artık ayrıysa o iki insan, bir kere kalpler kırıldıysa, yaşadıkları aşk olmamıştır, olamamıştır zaten. o ilişkiye aşk demek, o kutsal duyguya saygısızlıktır. aşık olmuştum yok. ben hiç aşık olmadım var.
korkmamak gerek. katı kurallarda koymamak gerek. şu an etrafında olan en doğru insanı düşün. ona aşık olma ihtimalini düşün, ve içinden dokuz kere tekrarla; "ben aşık olmam! ben aşık olmam! ben aşık olmam!"
böyle yaklaşırsan olmazsın tabi!
bırak hayatı kendi yolunda ilerlesin. geçmiş geçmişte kalsın. hormonlarının sana hissettireceği aşk'ı reddetme. "ben aşık olmam" deme! aşk denen şey var işte...
hayatta artık gülecek çok az şey bulabilmektir.
kimselere göstermeden akıttığın gözyaşlarınla, inatlaştığının belirtisidir. espri kötüdür belki evet. en kötü espri de bu hayat olsa gerek. ama gülüyorum ulan! boktanlığına rağmen gülüyorum işte!
bu adamlar bir nevi tarihçidirler. ancak tarihçilere ek olarak olayları yaşanan dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak yazarlar. o tarihteki kültür, hayat tarzı, insanların yedikleri ve hatta bu şeylerin onlara hissettirdiklerini de işin içine katarlar.
mutludur.
başka hangi evde özgürce çekyatları tırmalayabilir ki?
istediği gibi kucağına atlayacak bi sürü ev arkadaşı vardır. hatta arada bir kendisini ziyaret etmeye gelen hatunlar bile vardır. ev arkadaşlarının dışında avcılık yeteneklerini geliştirebileceği bi sürü haşere arkadaşı vardır. hem bi kere bu evde özgürdür. bi perdeye tırmanırsa kimse bunu sorun etmez. aksine kahkahalarla gülerler. isterse ortama girip rakı bile içebilir. (sevmiyo o ayrı)
şekilciliğe önem vermeyen, en asil duygunun insanıdır. zaten şekilci adamdan da solcu olmaz. 2 kitap okumamış insana en yeşil parkayı da giydirsen, sığ bir öküzden öteye geçemez.
boşverin şimdi parkayı da devrim ne zaman bana onu söyleyin?
bu isimde bir 3d modelleme programı var. solidworks gibi... ama solidworks kadar iyi sayılmaz. gerçi aralarında pek bi farkta yok aslında. ya ikiside yerine göre iyidir ya da ben çok kararsızım.
sevgilinin en nefret ettiği şeylerdendir. o kokuyla sevişmeyi bir kenara bırak sizi 2 metre yakından görmek bile istemeyebilir. hatta ağlayarak kaçabilir bile. böyle durumların olmaması için bira ve sigara sevgiliyle beraber içilmelidir. zaten sevgili varken, sap sap bira içiyorsan bi sorun vardır.
neyse, güzelinden bir parfüm almakta işe yarayabilir sanırım...
solidworks - autocad gibi programları kullandıktan sonra bu programa alışmak biraz zor gelir.
catia'nın açılımını da verelim :
(Computer Aided Three-Dimensional Interactive Application) - (bilgisayar Destekli Üç Boyutlu Interaktif uygulama)
bilgisayarınızın celeron 433 gibi çalışmasına sebebiyet veren programdır. 80-90 part'dan fazla parça barındıran bir çizimi render'lamak oldukça sağlam bir bilgisayar gerektirir. (ya da ben biraz bokunu çıkarmışım bu işin)
bilgisayarınız bir zaman sonra "bana ram ver allahsız!" diye küfretmeye başlayabilir. benden söylemesi...
bir de unutmadan özel sektörde oldukça fazla kullanıldığını gördüm. bu programı kullanamayan bir makineciye iş yok arkadaş. internette biraz araştırırsanız bir sürü eğitim videosu bulabilirsiniz. öğrenin!
programın çatı çözümleri türkiye standartlarına uymamaktadır. çatı çizimleri genellikle amerikan standartlarına göre otomatik olarak cıkarıldığı için biraz ön yargıyla yaklaşılan programdır. ama ne olursa olsun, mimari çizim programları arasında zamanla parlak bir yere sahip olacaktır. bir kaç versiyon sonra mimarlar "autocad piyasa oldu yaaa! archi her işimi halleder! " demeye başlar...
üniversite haricinde pek işinize yaramayacak sitedir. içinde her türlü bilimsel yayını barındırır. kampüste istediğin her makaleyi bir tıklamayla ele geçirirken, evinde ancak salak salak monitore bakmak kalır. tez için vazgeçilmez bir site...
son olarak version 15.1'i mevcuttur. endüstriyel uygulamalarda sık kullanılır. programın güzel tarafı istatistiksel uygulamaların yanında bilgilendirici olmasıdır.
üniversitede bu işi vize ve finallerle yaparlar. her iki değerlendirme tipi de öğrenci için ölüm gibidir. sonuçta ortaya çıkacak yargıyı olumlu hale getirebilmek için uykusuz geceler geçirilir. ancak çoğu zaman yapılan bu değerlendirme doğru sonuçlar vermez.
- ulan böyle soru sorulur mu? çan yapsa bari!
evet anlamı* budur. ama öyle böyle değil; kocaman bi bok. öyleki bu bok tuvalet deliğine sığmazda sert bi cisimle itmek zorunda kalırsınız. bu şeyler yüzünden vidanjör diye bir alet icat etmişler. sen düşün artık...
bir de bu nick'te bi yazar var. ama o farklı... tanıdığım kadarıyla hep kendini bok gibi hissetmiş. sanırım bu yüzden böyle bir nick seçmiş kendine. bok gibi hissettirenler utansın. nick'inin aksine pek şekerdir. neşe saçar.
bok sağa sola bulaşır, cramble da bulaşır. eline koluna bok bulaşsa kusarsın, cramble bulaşırsa gülümsersin. bok konuşmaz, kokar. ama cramble konuşur da konuşur. ruhunda hissettiğin boktan adamı çenesiyle sana unutturur. susmaz hiç. her zaman heyecanla anlatacağı bi şeyleri vardır.