devlet ideolojik ve ekonomik araçlarla sürdürülen baskı ve sömürü mekanizmalarının uygulayıcısı bir olgudur *. devlet millet elele geleneği bizim gibi sivil insiyatif ve demokrasi geleneği gelişmemiş ülkelerde tutan bir slogandır. kendini devletin bir parçası olarak gören ve onun için ölmeyi düşünen bir özne -yaşamını ancak biyolojik bir şekilde sürdürmekte ve zaten kendini ağır ağır bir ölüm sürecine teslim etmektedir. devlet başıyla sonuyla antidemokratik bir örgütlenmedir. askere gittiğinizde hangi kutsallıkların savunuculuğuna silahla kuşatılıyoruz? kaçımız içine girdiğimiz bir çatışmanın nesnel nedenlerinden haberdarız? kaçımız kapitalizmin en üretken alanın silah sanayinin olduğunu biliyoruz? bu devlet için ölmeyi zorunluluk olarak görmek ölmemeyi tercih edenleri hain olarak görmeyi gerektirmez mi? ve kaçımız "devlet" için öldüğümüzde katil tohumlarını bu halkların tarlalarına ekeceğimizi biliyoruz? biz ölüyoruz onlar yaşıyor.
bir kendin olamadın be sözlük. günü geldi foruma günü geldi küfürbaz bir sokağa, bazen bir ikna odasına bazende bir idam sehbasına döndün. "özlü hakaretler kılavuzu" yada "bayatlamış fenomenler trajedisi" halinle artık sen, şartlı refleks monolog(çu)ların seçilmiş milis günlüğüsün.
somut alanlardan dışlanmış ve kendine ancak soyut alanlarda * yer bulabilen haksızlık etmeyelim birde darbecilerin ve tsknın desteklediği mitinglerde ortaya çıkan, militarize edilmiş sivil güruh ve faşistler. faşist görüşlerinizin yaratıcılığına ve birtakım kutsal soslarla süslediğiniz küfür edebiyatınızın sınırlarına erişmek mümkün değil. kendinizi o kadar özgür hissedebilmeniz beni mutlu etti açıkcası. oysa bu ülkede özgürlük için-sizin untturmaya ve çarpıtmaya çalıştığınız- ne canlar verildi. sizin tıpkı devlet gibi örtbas etmeye çabaladığınız cezaevi katliamlarını, işkencelerini vs vs. sürekli "pkk" olayıyla bulanıklaştırmaya ve önemsizleştirmeye çalıştığınızı anladık. bu hırsınızın ve hedef saptırma çabanızın önüne geçmek isteyen en "sosyal demokrat" kişilere bile hakaret etmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. kendinizde bu çatışma ortamında meşru bir sözel saldırı hakkı görmeniz çok normal. kaldıkı geleneklerini ve faşizan yöntemlerini kimliklerinize yerleştirdiğiniz bu baskıcı devlet size yeteri kadar "ogün samast"lık yapma iznini vermektedir. çekinmeyin.
sapla samanı karıştırarak insanları manüple etmenize ancak gülerim. çok komiksiniz. binlerce senedir halklar acı çekti bugünde çekiyorlar. bugün evlatlarını kaybetmiş ailelerin acısı neyse binlerce sene zulüm görmüş hakların yaşadıklarıda odur hiçte farklı değil. bu acıyı kategorize etmek ancak ve ancak sizin gibi faşist emekçi düşmanı sefillere düşer.
Lazika krallığı MÖ 150 - MS 600Laz halkı antik çağ ve sonrasında Kolhis, Osmanlı döneminde Lazistan, günümüzde ise bazı Laz aydınları tarafından Lazona olarak adlandırılan Kuzey Doğu Anadolu ile Gürcistan'ın birleştiği coğrafyada otokton olarak yaşamaktadır. Kolhis'in varlığına ilişkin ilk yazılı belge Urartu kralı II. Sarduri döneminde Lazların yaşadığı ülke Qulha [12] olarak geçmektedir. Lazlar MÖ 150-MS 600 yılları arasında Doğu Trabzon ile Abhazya arasında kalan sahil ve hinterlandının tek hakimi olacak Lazika krallığını kurmuşlar bu bölgede yaşayan çok sayıda halkı yönetmişlerdir. Arrian, Trabzon ile Dioskuria(Sebastopolis) arasında yaşayan halkları sayarken Lazları da saymıştır: Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohlar, Helonlar, Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abazglar, Sanigler [13] MS 456 yılında Roma imparatoru Marcian bölgeyi ele geçirmiş ve Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun eğdirmeyi başarmıştır. [14] Bölgeye bizzat giden Prokopius'un notları (MS 554)yazarın Çani olarak adlandırdığı Lazlar hakkında detaylı bilgi vermektedir:
Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Ömürlerinin tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu dağlarda yaşayarak geçirirler. Zira, toprağı işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar, engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir. Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler. Böylece yaşam biçimlerini huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar. [15]
Bizanslı tarihçi Agathias'ın MS 6. yüzyılda tuttuğu notlarda Laz ve Kolhis [16] terimlerini özdeştirmektedir:
"Lazlar büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır" [17]
Prokopius' Lazlar'ın Roma imparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat sürdüğü bildirilmekteydi. [18] Bizans ile Persler arasındaki mücadelede oldukça yıpranan Lazlar, MS 7. yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğramasıyla topraklarını terkederek güneye inmek zorunda kalmışlardır. Bizans'ın bölgede etkinliğini yitirmesinin ardından Trabzon imparatorluğu ve ardından Osmanlı hakimiyetine girmişlerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Batum ve civarındaki Lazlarin büyük bölümü Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmışlardır.
birileri emperyalizm derken ,faşizm derken, sömürü derken hayır kardeşim bizde yoktur böyle birşey, vatan hainliği yapmayın , hüsnü kuruntunuzdur bunlar diyen sağcıların bir zamanlar yaladığı parmaktır. bir yandan altıncı filoyu denize dökenlerle alay edip ve hakaret edeceksiniz (bkz: devrim şehitleri) diğer yandan emperyalizm diye babalarınızın ağzına bile almaktan korktuğu kelimeyi hiç bir bedel ödemeden (çünki bu bedeli binlerce devrimci ödemiştir) dile getireceksiniz. ballı parmaktan gereken nasibini alan amerikanın "bizim çocukları" şimdi köşe başlarında yerini tutmuş halkları birbirtine kırdırtıyor. ve bunu sadece abd nin gizli bir planıymış gibi göstererek kendilerini gizlemeye silikleştirmeye çalışıyor. evet abdnin dünyanın her yerinde böyle planları var. ama bu parmak öyle çıplak bir kralın yerli işbirlikçileri ve yalakaları olmadan kolay kolay atılabileceği bir parmak değil.
ismail türüt gibilerinin el üstünde tutulduğu ( hatta hakettiği değeri veren entryler girildiğinde silindiği!), sıradan bir vatandaşın bile militarizmle kuşatıldığı, çeyrek yüzyıldır hala darbenin hesabının sorulmadığı bir ülkede mücadeleleri yüzünden her türlü işkence görmüş ,ısrarla, inatla ve gururla adlarının zikredilmesi gereken önderlerdir. ayrıca dinde şehitlik mertebesi insanları kutsar oysa devrimciler kişileri değil mücadelelerini "kutsar". çünki sürecek ve ilerleyecek olan mücadeledir bedenler doğaya karışır sadece. bazı kavramlar oluştukları zeminden çıkıp daha geniş ve toplumsal bir zemine otururlar. eğer aksi bir durum olsaydı ıraka göndermek istediğiniz askerler öldüklerinde "şehit" deme cesaretini kendinizde göremeyecektiniz.
kutsallıkların kurumsallaştığı, kurumların kutsallaştığı, hukukun kanunlarla çiğnendiği, yaşam vaadiyle insanların öldürüldüğü (hayata dönüş operasyonu) bir ülkenin pekte dillendirilmeyen gerçekliklerindendir.
köşeye sıkıştığında analara dil uzatmayı kendine hak görecek kadar küçük beyinli ve "insanlık çöplüğü"nün arta kalanlarından bile nasibini alamamış bir değerli kişilik.