bir bakış açısına göre, çıkış itibarı ile dogmatik olmayan inançlar bütünü. çark şöyle döner (örneğimiz şu anda dini bir ritüel olarak addedilen abdest olsun): günde 5 kez elini ayağını yıkamanın iyi bir şey ve gerekli olduğunu düşünen peygamber bunu laftan sözden anlamayan cahil halka abdestin farz olduğunu söyleyerek anlatır. dini oluşturan ve abuk subuk görünen her türlü ikonun ya ortaya çıktığı anda gerekli olan ve temeldeki mantığı da hesaba kattığımızda aslında göründüğünden farklı olan ya da genel bir doğruya işaret eden böyle bir sürecin sonucu olduğunu söylemek mümkündür bu bakış açısına göre.
aklı mantığı, hali vakti, gücü kuvveti, dengesi dermanı yerinde bir insan soracaktır: bunları insan kendi düşünce süzgecinden geçirip de doğruyu kendisi bulmadığı sürece böyle koyun sürüsü gibi muamele görmek onun ne işine yarar? tabii ki yaramaz, buradan da dinin sadece belirli bir kesime hitap ettiği sonucunu çıkartabilir ve onun psikolojik ferahlama sağlaması da dahil olmak üzere bütün inanan kişiye faydalı olan yanlarını onun asli amacından bağımsız olarak düşünebiliriz. kısacası, aldatılıyorsunuz dindarlar!
kendi aklı mantığı zekası sezgisi boyu posu ve varsa diğer özellikleriyle abdest almanın iyi bir şey olduğunu keşfeden kişiye dindar denemez; hem kendi inançlarını yaşayıp hem hiçbir anlamı, getirisi ve sairesi olmadığı halde kendini bir dinin mensubu sanmanın derinlerdeki anlamına kuran ı kerim başlığında değindim. bu kişiler kendilerine koydukları sınırı dışavuruyorlar ve şartlanmışlıklarını gösteriyorlar sadece. sonuç olarak, dindar olmak ya saçma ya anlamsızdır.
bir de olaya masum insanların (gerçi bastırılmışlığa gönüllü birer eziktir hepsi ve bu da bir nevi suç sayılabilir) duygularıyla oynayan din alıcı-üretici-satıcılarına bakalım. bunlardan kimisi gerçekten inanmış ve asıl din tüccarları ile onların oyuncakları arasındaki koordineyi sağlayan tiplerdir ki iki tarafın da kötü yanlarını üzerilerinde toplayarak duruşlarıyla, konuşmalarıyla, ağızlarından düşürmedikleri "allah" lafıyla, aralarındaki dedikodulardan olaylar karşısındaki yorum ve tutumlarına kadar her şeyleriyle başlı başına bir tiksinti sembolüdürler. kimisiyse bütün her şeyin yalan dolandan ibaret olduğunu bilerek limuzininin arkasında (eski çağlara uyarlarsak son model çadırında) çikolata soslu iki güzel hatunla (ya da kurduğu haremiyle) viski içecek (ya da hurma yiyecek) ve bu sırada, aldattığı insanlar aklına bile gelmeyecek.
ne tarafa çeksen o tarafa gelecek, kimin yazdığı/yazdırdığı belirsiz, kendisine inananların çoğunun içinde ne yazdığıyla ilgili bir fikrinin olmadığı, en çok satan kitaplar listesinde ilk 10'dayken en çok ezberlenenler listesinde 1. sıra olan, şu an orada burada bulabileceğiniz kopyaları arasında farklılıklar üstü her ne kadar örtbas edilse de bulunan ve hangi kopyasının doğru olduğu orijinali (ilk nüshası) yakıldığı için bilinemeyen, uğruna birçok insanın kanı dökülmüş, milyonlarca kişinin maddi manevi zengin ve aynı şekilde milyonlarca kişinin maddi manevi fakir olmasına sebebiyet vermiş kitap.
yok efendim batı filozofları hristiyanlığı eleştirmişler de islamiyet bambaşkaymış, tasavvufçular öyle derin insanlarmış ki boğulurmuşuz derinliklerinde. ulan bir kere birisi ne derse kayıtsız şartsız doğru kabul etmenin ve buna bağlanmanın, bağlanmayanları konjonktüre göre öldürmeye kadar varacak muamelelere mahkum etmenin neresi savunulabilir? peşinden gittiğiniz adamlar da bizzat bu dinin kurucusu değil hayatında kadın tenine dokunmamış ve bu sebepten kafasında sapık sapık teoriler üretip onlara inanmış, kimisi ağlak ağlak konuşmalarla mürit yapmaya ve onları elinde tutmaya çalışan sorunlu insanlar. kendinize gelin be! titreyin!
daha geçen hallac-ı mansur'un yorumlarının postmodern analiziyle ilgili bir şeyler okudum. rezalet! ulan bir kere bir kitap öyle de böyle de anlaşılabilip her isteyen kafasına göre yorumluyorsa ne diye bir çatı altında birleşiyorsunuz elin katilleriyle, tek amacı bu kitap üzerinden siyaset yapıp fayda elde etmek olanlarla? dediğim şu, "postmodern müslüman'ım." lafıyla "postmodernistim." arasında ne fark var da sen o ne idüğü belirsiz sıfatı kendini tanımlamak için kullanıyor ve ta derinlerinde yatan, dışına çıkamadığın o sınırların acısını, acınası halde olduğunu yansıtıyorsun?
sıradan olaylardır. uyanma, temizlenme, kendine gelme, çalışma, yemek yeme, gezme dolaşma, sıkılma, muhabbet, içki, müzik, seks, aynı hırslar, aynı korkular, uyku... acı olaylardır. açlıktan ölen çocuklar, savaş ilan eden devletler, kavga eden insanlar, bir dirhem bal için bir çeki odun yiyen küçük hesap insanları, doğuştan kaybedenler, doğdukdan sonra kaybedenler... umut verici olaylardır. uçan kelebekler, coşan deniz, uzaktan gelen bir blues parçası, ağlayan bir kadın, origamik eyfel kulesi...
"... gelenekçi bir ailenin ezik bir ferdiyim. üzerimde gerek ailem gerekse temelde yetişme tarzımdan kaynaklanan ama fenomenal olarak arkadaşlarım tarafından kurulan baskıların beni yeterince rahatsız ettiğini anlayacak kadar büyüdüm bu baskılarla ne yazık ki, fakat buna bir dur demenin mümkün olabileceğini düşünüyorum; henüz hiçbir şey için geç değil. biliyorum, kısa çöpü çekerek doğdum; bu satırlar o kısa çöpü kullanarak yazdığım son satırlar olsun.
bugün annem bana ne dediyse yaptım sırf onu gıcık etmek için. gözlerindeki ona karşı çıkmamı isteyen ateşi her defasında görmezden geldim, çektiği acıdan zevk aldım. sanki bana dediğini yaptığım saniyelerde bütün ezilmişliğimin farkına varmasını sağlamam onu kendi ezikliğime mahkum etmek gibiydi, ne de olsa onun eseriydim. teslimiyetin verdiği loser ferahlığı değildi yaşadığım, öyle olsa teslimiyetim süresince yaşadığım her anı çekip sonsuza kadar uzatma isteğim beni endişelendirirdi. oysa ben farkında bir teslimdim, biliyordum ki en azından bugünlüğüne annemle paylaşmıştım kısa çöpümü..."
"... her çocuğun hayalinde kendisinden büyük bir çocuk vardır, demiş şair. artık çocuk olmadığımı hissetme isteğimin bittiğinde anladım artık çocuk olmadığımı. hava çok sıcak, bu yüzden geceleri yaşıyorum. herkes benim gibi düşünse daha mutlu olurdum. ama milletin salaklığını niye kendime dert edeyim ki, bana yetecek kadar insan var ne de olsa. hem farkım olsun biraz, belki de böylesidir iyi olan. düşündüm de gündüzlerimi kitap okuyarak ya da film seyrederek geçirmeliyim. kendime sürpriz yapıp meşhur ama öteden beri bok attığım eski bir dizinin tüm sezonlarının dvd'sini aldım..." (ps, paralel evrenden notlar, 2007, içinden)
hayvan olduğunun farkında olan bilinçli insanın eğer maddi manevi eziklik ve ruhsuzluklardan yeterince arınmışsa yapması gereken eylem. dikkat edilirse burada üzerinde durulması gereken üç nokta var. birincisi hayvansal ihtiyaçların normal karşılanması ve salt haz amaçlı yapılan eylemlere aptal aptal duygusal anlamlar yükleme gibi 19. yy.dan kalma düşüncelerden kurtulmuşluk. ikincisi bunu yapabilecek zeka, kendine güven vb. özellikleri bulundurma ki bu özellikler üçüncü nokta olan maddi yeterlilik ile doğrudan ilişkilidir.
en unutulmaz ve çarpıcı olanları beklenmedik şekilde karşılaşılanlarıdır, "sadece eğlenme amaçlı gittiğim bardan körkütük sarhoş çıkıp arkadaşlarıma elveda dedikten sonra herkesin ayrılmasının akabinde kaldırımların üzerinde sızdığımı farketmiştim ki ayıldığımda saat 2 filandı. kompleksli bir insan olsam 'of be, hiç elit bir insana yakışmayacak bir haldeyim!' derdim ama hem kompleksli değilim hem de o sırada yoldan, o saatte oradan tek başına geçemeyecek kadar güzel bir hatuna kilitlenmişti gözlerim. o da beni fark etmiş ve her ne kadar güç bir durumda da olsam karizmamdan bir şey kaybetmeyişimden etkilenmiş olacak ki hızlı hızlı attığı adımlara ara vererek bana saati sordu. işte o anda artık gecenin nasıl ilerleyeceği tahmin etmek mümkündü. sarhoş olduğumdan tam hatırlayamıyorum fakat aşağı yukarı 5 dakika sonra hatunla birlikte gene hatırlayamadığım bir şey aramak için onun hızlı adımlarıyla yürüyorduk." gibi.
insanın dışarıya çıkma amacının one night stand olması ise onulmaz bir ezikliğe delalettir. damarlarında dolaşan insan kanına ihanettir bu yaptığı. abazanlığını ve karşı cins konusundaki yetersizliğini döker davranışlarına. bakışları samimiyetsiz, gülüşleri sahtedir. kendisiyle en ufak bir göz teması kuran karşı cinsle hayaller kurmaya başlar. tabii ki bu hayaller eve gidince otuzbir malzemesi olmaktan başka bir işe yaramaz. eğer beraber dışarı çıktığınız arkadaşınız bu veya benzeri bir amaç güdüyorsa gününüzün/gecenizin mahvolması neredeyse kaçınılmazdır, en iyisi sarhoş olup arkadaşı da ezikliğini de unutmak ve bir daha böyle bir hataya düşmemektir.
öküz anlamına gelen eski bir kelime. bildiğimiz öküz yani... diğer adı boğa, dişisi inek, yavrusu dana olan hayvan... sonradan, arapça elif harfinin bir çizgi çeklinde olmasından dolayı, kız çocuklarına verilen, uzun boylu, ince hatun anlamında bir isim olmuş. uzmanlar tarafından günümüzde türkiye cumhuriyeti'nde yaklaşık olarak üç yüz bin kişinin adının elif olduğu düşünülmektedir. ne var ki muhtemelen onların büyük çoğunluğu isimlerinin öküz demek olduğunu bilmiyor.
ismin hikayesiyse şöyle: eskiden alfabe yokmuş. günümüzde hala alfabesiz diller kullanılır, bunlardan en önemlisi çincedir. yazıyı icat eden sümerliler taşların üzerine birtakım şekiller çizerek anlatıyorlarmış dertlerini. giderek bu işaretlerin dildeki tüm kelimeleri karşılamak için kullanışlı bir yol olmadığını kavrayan fenikeliler alfabeyi icat etmişler. alfabe taşlar üzerine her kelimenin okunuşunu çizmeyi olanaklı kılacak sınırlı sayıda şekle sahipmiş, bu şekillerden her biri şu an harf dediğimiz şey.
harflerin seçiminde şöyle bir yol kullanılmış: a sesi için, okunuşu a ile başlayan bir nesne seçelim ve onu çizelim; b sesi için b ile başlayan bir nesne; c sesi için c ile... bu sisteme göre mesela ben "at" demek istiyorsam taşa önceden nasıl okunması ve çizilmesi gerektiği üzerinde anlaştığımız "akrep" ve "taş" resimleri çizeceğim. a harfi için fenikeliler kendi dillerinde öküz anlamına gelen "aleph"i seçmişler. alfabe sistemine geçen birçok dil bu ismi kabul etmiş ve alfabenin ilk harfi olan a sesi arapçada elif, eski yunancada alfa olmuş.
yeni nesil çağa ayak uyduramayan kesimin anlamakta güçlük çektiği önemli kavramlardan biri; her normal ergen ve daha yaşlı bireyin içinde bulunması gereken haller bütününün genel belirlenimi; insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri; bir insanın değerini anlamada kullanılabilecek olası saygın bir test sorusunun olası kilit noktası; insanın hem doğasından hem çevresinden gelen zorunlu güdülenme. tenakuza o veya bu şekilde karşı çıkan kişi problemlidir, ve ona aşina olmayan kişinin gelişiminde çok büyük bir boşluk vardır ki bu boşluk yaş ilerledikçe kapanması zor türdendir; sarı alarm verilesidir.
"ama daha dün beni sevdiğini söylemiştin", "son yaptığından sonra seni affetmem imkansız", "hani söz vermiştin bir daha içki içmeyeceğine", uzayıp gider. derdiniz ne sizin kardeşim? insanın anlık duygulanımlardan, ama sürekli olarak bunlardan, başka bir şey olmadığını kavrayamadınız mı? 40'ını geçmişsindir, artık seni paklayacak kendine uygun eller bulamıyorsundur da söylersin bunu, anlarım, ama hala azma fırsatı olanların bu çocuklukla yaşlılık arasında gidip gelen iki arada bir derede kalmışlığının affedilebilir bir yanı yok. yaşını yaşamayan insanın affedilebilir bir yanı yok! hep demişimdir, mantıklı olacaksan git bilimsel makale yaz, senin yerin yaşamın kıyılarında bir yerde.
yeni tanıştığınız birisine sorun, doğrudan sözel olarak ya da sadece gözlerinizle... kendinizle çelişin. waffle'ı hiç sevmediğinizi söyleyin mesela, sonra onu waffle yemeye davet edin. tepkileri eğer alaycıysa ve bunu önemsemiyorsa sorun yok. fakat teneşir yolundaki birisi gibi düşünmeye şartlanmış –ki bu şartlanış muhtemelen annesinin/babasının dizinin dibinden ayrılmayışından ve sürekli annesinin/babasının arkadaşlarıyla, aile dostlarıyla muhabbet edişinden kaynaklanan bir vakadır– ise söz konusu tenakuza gereğinden çok daha fazla önem verecek, zaman zaman ayar vermeye yeltenip sevinecektir. ne yapacağınızı muhatabın yaşı, cinsiyeti, fiziksel özellikleri filan belirlese de bence alınabilecek maksimum fayda alındıktan sonra hiç beklemeden siktir edilesidir bu kişiler.
varlığı gerekli olan tenakuzu stabil ve kendini koruyan cinste olanından ayırmak gerekir. ikinci türden tenakuza klavye delilanlıları çok iyi bir örnektir. atıp tutarlar, ağızlarıyla tutmadıkları kuş, onlardan habersiz uçan bir sivrisinek ya da onlardan daha yetkin, daha erkin birisini bulmak imkansızdır; kendileri olmasa da bağlı bulundukları grup ya da kendisini ait hissettiği üst kimlik en yüce ve en kutsal olandır. hepsi de içlerindeki ezik karakteri yok etmek için internet gibi bir nimeti istismar eden zavallılar güruhunun bir üyesidir. örnekler çoğaltılıp ikinci türden tenakuz daha iyi anlaşılabilir, her şeyi devletten beklemeyin.
tükürdüğünü yalamak, yiyemeyeceği muzu soymaktır. oysa ne güzel hayallerle yazılmıştır o giri. belki de anlık bir sinirlenmenin engisizyonel sonucudur sadece. öyle ya da böyle, giriyi yazıp aşağıdaki "evet" tuşuna basarken yazar, tam da o basma anında, artık bütün tereddütlerinden arınmıştır ve ortaya bir eser koymanın sevincini içinde hissetmeye eser iyi ya da kötü olsun hazırdır. fakat bir şey olur! ve yerle yeksan olan geçmişte kalmış umutların kalıntısından başka bir şey kalmaz geriye.
belki bu, yazıyı yazarken göze alınmıştır ve belki de daha yazarken biliniyordur ileride duyulacak pişmanlık. gene de kendinden emindir yazar yazıyı yazarken, korkularından arınmalı ve cesur olmalıdır. yoo dostum, yoo! salaklığını ve kendine güvenmeyişini böyle lafların ardına saklanarak gizleyemezsin. bütün bu yaptığın eziklik ve içinde bulunduğun acınası ama yardım edilmeyesi durum "kim bu"ya basılınca silinen giriler hanesinde görülecek, yok öyle yazıp yazıp kaçmak.
sosyopsikolojik çözümlemeler bir yana, adam olun ulan biraz adam! bir zamanlar yazdığın, doğru olduğunu düşündüğün bir fikirden vazgeçtin diyelim; ne diye onu silerek geçmişini unutma dallamalığına giriyorsun, ne diye utanıyorsun yaptıklarından, altına bir edit yazıp durumu açıklamak çok mu zor? kendiyle barışık, gücü kuvveti ve iradesi yerinde kişinin giri silmekle işi olmaz. ama yoo, ille gidip en salakça olanı yapacaksın ya, sil ve kaç, sana da bu yakışır.
başlangıçta klitoral bir masumiyetken sosyal yaşam ve beraberinde gelen medeniyetle birlikte oluşan sistemlerin ve üstyapının etkisinde özünü kaybederek rekreasyona uğramış bir dürtüdür. sözlük dikkat çekme kavramının ne kadar sapma gösterdiğini anlamak için güzel bir gözlem alanıdır. amacı hatun kaldırmak olan daimi ezik daimi abazanların güç gösterisi alanı bulduklarını sanmalarını gözler önüne sererek temelde dikkat çekme dürtüsünün bulunduğu kabın şeklini alabilirliğini ve gerektiğinde ne kadar iğrençleşebileceğini bize gösteren sözlüğün sanallığının ve baskıcı regülasyonlardan uzaklığının ezikliğe özgürlük tanıması bu durumun temel nedeni.
kırlangıçların öttüğü, kekliklerin özgürce havalandığı, yeşilin her tonunun göz alıcı güzelliğiyle kendisini tüm doğaya sunduğu bir bahar öğleden sonrası kırlara gezintiye çıkmış bir dişi arslanın olanca kıvraklığı, güzelliği, çekiciliği ile arz-ı endam eylemesinin ve erkek nasıl ki yaşamak için avlanıyorsa o da bu özelliklerini kullanarak kendisine ömür boyu arkadaşlık edeceği güçlü, kuvvetli, çalışkan, bilgili bir eş aramasının ilk basamağını teşkil eden nadide bir kutsallık çabasının zorunlu yan ürünlerindendir dikkat çekme dürtüsü. aslanlardaki zerafeti sözlükteki denyoluklarla kıyaslayın hele!
anlayışlı modern insan numaraları yaparak seksi kültürün bir parçası haline getirmeden tut geleneksel değerlere kıyasıya saldırmaya kadar, bilgili ve zeki görünmek için kıçını yırtana kadar internet araştırmaları yapıp sonunda ne idüğü belirsiz beş para etmez, içinde kendi görüşünü, kendi dokunuşunu barındırmayan saçmalıklardan tut hayal gücünde sınır tanımayarak bu saçmalıkların kendisini tabiri caizse sözlük piçi yapacağını düşünmelere kadar ezikliğin her türlü dışavurumunu görmek mümkün satır aralarında. eğlenceli, bilgili, kültürlü olabilirsiniz ama bütün bunları "o halde dikkat çekmeliyim"le birleştirip başarısızlığınızı abidik gubidik şebekliklerle süsyelince buram buram aptallık kokmaktan başka bir işe yaramıyorsunuz.
bir iki saçma sapan giri gir, tespit yaptığını san, ondan sonra milletin eksi oy atması bile senin dikkat çektiğin anlamına geldiği için kendi kendine orgazm ol. hele bir de nick altı yazmıyorlar mı, of of! sürekli bakıyorsun değil mi yeni bir şey yazılmış mı diye? biliyorum, sürekli şahsım'a tıklayıp zevk alıyorsun oylandığını görünce. böyle tipler kendi halinde, kendi eziklikleri, kuruntuları ve başarısızlıklarının doğurduğu o karşı koyulmaz dikkat çekme istekleriyle baş başa bırakılmalı, zira ne bir mesaj ne bir oyu hak ediyorlar.
insanın içindeki gizli kalmış kötü yanların dışavurumlarını ve günlük yaşantıdaki etkilerini göremeyenler için güzel bir öğüt niteliğinde olan ebeveyn söylemi. öte yandan arkadaşlarında seçici ve gözlem-değerlendirme kabiliyeti yeterince yerinde olan birisinin kulak asmaması ve kendi bildiğine güvenmesi gerekir bu ve benzeri "insanları tanımanın yolları" öğütlerine. düşündüğünü açık açık söyleyemeyecek kadar ezikse, saçma sapan ve alakasız düşüncelerine bağlılığı sonsuz olan kuruntulu biriyse ya da ne bileyim, pantolonunu paçasının içine sokacak kadar zevksizse o kişiyi tanımak için onunla tatile çıkmaya filan gerek yoktur.
insan arkadaşlarını tanımamakta ısrar eder ki bu da onlara muhtaç olduğu dürtüsünün yani ezikliğinin bir yansımasıdır. yahu onun için göz göre göre abazan muhabbetlerine katılıyor ve kendini mahvediyor, zihniyetini zedeliyor, kişiliğini kaybediyorsun; bu kişinin peşinden koşmanın, hala onunla birlikte aktivitelere katılmanın ne alemi var?! güçlü insan bu gücünü gerektiği gibi kullanmalı gerek fiziksel gerekse fizikötesi anlamda, ha arkadaşlarını seçemeyecek kadar asosyal bir özürlüysen senin layığın seçemediğin o kişilerdir.
arkadaş tatilde filan tanınmaz; daha ilk göz göze gelişte, ilk "merhaba" diyişte anlaşılır insanın ne mal olduğu. insan sarrafı olmayan kişiler için birkaç günlük bir birliktelik de yeterli olabilir tabii. bu, karşıdakinin sizi tanıması için de geçerlidir. ilk "merhaba"nızdan kendinizi, çapınızı, çevrenizi ve diğer ölçülerinizi ele veriverirsiniz. bu kaçınılmaz gerçeğin altında ezilenler de vardır, ilk "merhaba"ya olduğundan daha fazla önem verip kendini kasarak olmadık maymunluklara imza atarlar. genellikle çıkar amaçlı ilişkilerde görülür bu vaka, muhatap acınası olduğu kadar siktir edilesidir.
başlangıçta klitoral bir masumiyetken sosyal yaşam ve beraberinde gelen medeniyetle birlikte oluşan sistemlerin ve üstyapının etkisinde özünü kaybederek rekreasyona uğramış bir dürtüdür. sözlük dikkat çekme kavramının ne kadar sapma gösterdiğini anlamak için güzel bir gözlem alanıdır. amacı hatun kaldırmak olan daimi ezik daimi abazanların güç gösterisi alanı bulduklarını sanmalarını gözler önüne sererek temelde dikkat çekme dürtüsünün bulunduğu kabın şeklini alabilirliğini ve gerektiğinde ne kadar iğrençleşebileceğini bize gösteren sözlüğün sanallığının ve baskıcı regülasyonlardan uzaklığının ezikliğe özgürlük tanıması bu durumun temel nedeni.
görgüsüzlüğü yetişme biçimiyle çok alakalı olan kepaze; insanoğluna bahşedilmiş sıçmak gibi süper bir pislikten arınma sürecini tamamıyla tersine çevirerek onu bir pislenme haline getiren, tabiri caizse boktan kurtulacağına ağzını yüzünü boka bulayan kendinibilmez biçare bedbaht; sorgulama ve kendini geliştirme yeteneği gelişmemiş sefil, akıl fikir fukarası. olay kabaca şöyle gelişir: güzelim sıçma işi yapılır ve tam her şey sonlanıp mutluluğa kavuşmanın tadı çıkartılacakken şap şap şap diye acımasızca, hunharca saldırılır popoya.
bu insanların bu işlemden sonra ellerini kokladığı da klinik araştırmalarla sabittir. hatta bazılarının boku daha iyi hissetmek ve bir nevi düşmanını tanıyarak tam bir temizlik duygusuna erişmek için ellerini öptüğü, yaladığı da görülmüştür. çocukluk döneminde anne/baba tarafından kıçı yıkanan çocuğun üstüne başına sürülen bokun duyarsız ebeveyince görülmemesi bok ile bireyin arasında böyle bir bağ kurar işte. hastalığın ilerleyen aşamalarında bok kokusuna duyulan sempati gibi semptomlar da görülegelmiştir.
ne oldum değil ne olacağım demeli, ancak tabii bunu demenin de bir yaşı var. ne kadar erken vazgeçerseniz pislikten, o kadar iyi. mesele sadece kimsenin görmediği bir yerde yapılan iş de değil. bu kişiler bu özelliklerini sosyal yaşantılarına da yansıtarak her daim bir pislik olmayı sürdürür ve mesela burunlarını karıştırıp bir arkadaşlarının üzerine silmek, ulu orta osurup kokusuyla övünmek türünden zarar ve tiksinti verici şebeklikler yaparlar. elleri bok kokan insanlar, gidin biraz medeniyet öğrenin de öyle çıkın karşıma.
en iyisi en ilkeli olan fiziksel işkencelerdir. önce sözle hırpalanır, sonra bir iki tokat atılır, yalnız kalındığındaysa temiz bir dayak artık kaçınılmazdır. bu dayak esnasında sopa, zincir vs. kullanmamaya dikkat edilmelidir, zira materyaller bir sonraki aşamaya saklanmalıdır. asla acınmamalıdır, intikam olsun diye mesela bir de onu aldatılan durumuna sokmaktan çok daha erdemlidir bu acımayış. aldatmayı alışkanlık haline getirmiş sevgililerin durumu ayrıdır, onlara en ağır işkenceler yapılmalı ve derhal terk edilmelidir. o işkencelerden sevdiğim ikisi:
yatağa bağlanan sevgili günlerce aç bırakılır ve çok az su verilir. hayatını devam ettirmesi için hap verilir. reddederse üzerine 300 kg civarında bir ağırlık koyularak ya da sopa ile dövülerek karşısında kahkahalar atılır "sen beni aldatırken benim bundan çok daha fazla acı çektiğimi biliyor muydun?" bakışı eşliğinde. her gün tecavüz edilir ve bunlar itinayla kaydedilir ilerleyen safhalarda, tavana yerleştirilmiş olan dev ekran televizyondan kendisine izletilmek maksadıyla. opsiyonel olarak, üzerine sıçma, yatağı ahıra taşıyıp ineklerle birlikte uyumasına müsade etme gibi iğrençlikleri hayal gücünüzün yettiği ölçüde uygulayabilirsiniz.
bir kütüğe bağlanan sevgiliye gücüne ve yapısına göre 100-200 kırbaç vurulur. saçları uzunsa çok kısa kesilir, bu ona unutulmaz bir ders olacaktır. sonra bir ağaca ayaklarından asılarak kanın beyne hücum etmesi sağlanır. mahallenin cani çocukları çağırılarak ağaçta asılı adamı birbirine iteklemece oyunu oynanır. daha sonra çocuklar ortamdan uzaklaştırılarak sevgili çırılçıplak soyulur, geceyi orada donarak geçirecektir. merak etmeyin, ölmez. o bunu hak etmiştir, daima onun bütün bunları hak ettiğini düşünerek hareket etmelisiniz. yeterli olduğunu hissedene kadar bu işkencelere devam edin ve sonra serbest bırakın, 5 günü aşan işkencelerde sevgilinin çok daha sadakatli bir hale geldiği yapılan deneylerle kanıtlanmıştır.
hala seven normal bir insanın yapabileceği normal bir eylem. insanız ulan; tutkuyu da pes etmeyi de, yalvarmayı da kendisine yalvarılan olmayı da tatmayacaksak, bunun önüne "gurur" dediğimiz saçma sapan bir şeyi koyacaksak, kendimizi kısıtlamanın yolu olarak böyle kelimeleri seçeceksek yaptığımız şey ezikliğimizi kabullenmeyerek daha da beter bir duruma düşmek değildir de nedir! içinden yalvarmak geliyorsa yalvaracaksın; hiç bir işe yaramayacağını bile bile yalvaracaksın; içinden geldiği için, kasıntı insan olmayı insan olmaktan saymadığın için yalvaracaksın; o kadar!
acılarında kısıtlayıcı olursan zevklerinde de öyle olursun. ey değişme potansiyeli olan angut dallama, sana sesleniyorum, bırak etrafın alaycı aptallıklarını da özünü bul, her şeyin üzerinde olan ve kutsal muamelesi görmeyi hak eden isteklerini "gurur" gibi insan icadı kelimelerle ya da "nasıl olsa işe yaramayacak." gibi insan icadı mantıklı hareketlerle engelleme. bilesin ki mantıklı olmak salaklara özgüdür. ulan madem mantıklı olacaksın, git bilimsel makale yaz, ne işin var burada? yaşam burası yaşam; ya yeterince yaşamak için mantığından yeterince kurtulmuş olman gerektiğini anlayacak ve heyecanıyla, kaybedişiyle, kazanışıyla bir insan olacak ya da "niye hep böyle şeyler benim başıma gelir?" ağlak yalnızlığından kurtulamayacaksın.
şairin dediği gibi, hayatı ıskalama şansın yok senin. yalvaracaksın sonunu düşünmeden, içinden öyle yapmak geliyorsa... yalvarmanın yaratacağını düşündüğü ezikliği asıl yalvarmayarak yaşar insan. öyle bir yalvarmayıştır ki bu, aslında yalvarmayarak yalvarırsın hayata, kadere ya da gözüne kestirdiğin herhangi bir şeye. sorun ne hayatta ne kaderde ne de suçu kendisine yüklediğin diğer şeylerde, sorun tam da sensin, ezik geldin ve ezik gidiyorsun, kendi ezikliğine dayanamıyor ve onun içinde boğuluyorsun. beter ol!
yalvarmayı kaybetmekle eş tutmak yukarıdaki türden bir ezikliğin sonucudur. zaten kaybedilen kaybedilmiştir, içine attığın isteklerinle bunu perçinlemenin anlamı yok. güçlü insan yalvarır! gider peşinden, ağlar, sonuç değişmez, giden gitmiştir, yollar ayrılır ve güçlü insan yalvarmanın kötü bir şey olduğunu düşünen ezik gibi durumu kabullenmemezliklere gelmez. ve güçlü insanın gözünde eziğin yaptığı "ya gözüme gelseydi!" ya da "yanımda kadeh götüreyim de içkiyi pet bardaktan içmeyeyim!" nidalarına benzer biçimde küçük hesaplar peşinde koşmaktan başka bir şey değildir. yalvarmayı yüceltmek ve bu yüceliğin altında ezilmek ancak problemli bir insanın düşüncesi olabilir.
ilgisiz kalmışlığın deneysel yazarlık kisvesi altındaki yansıması; sol frame'de kendi eseri olan bir tümceyi görme isteği gibi abuk bir bencilliğinin ve hakimiyet kompleksinin süper egoyu alt etmesi; ilgi çektiği anlaşılınca komplekslerinin kendi içinde bir halının altına süpürüldüğünün görülmesi üzerine devam edilmesi durumunda onlardan sanki tamamen kurtulunacakmış gibi çocuksu bir hevese kapılmanın mümkün olduğu eylem; sosyal açıdan, tedavisi zor bir hastalık; psikolojik açıdan, savaşması zor bir mikrop.
amacı daha işin başından, dikkat çekmek olan fevkalbeşer yazarımız bir süre sözlüğün havasından suyundan ve diğer nimetlerinden yararlandıktan, kendi halinde gezintilere çıkıp kırları dağları bayırları ovaları çiçekleri böcekleri gördükten sonra artık gözünü semaya dikmiştir ve ilginç bulduğu, geyik oranı yüksek ve gerçekten komik fikirleri, tespitleri vs.si yeterince ilginç olmadığından/bulunmadığından olsa gerek, onları daha iyi değerlerlendirebileceğini düşünerek gerek biçimsel gerek içerik açısından değişik yönlere ufak sapmalara yönelmiştir; bunlara verilen tepkilere ve/veya kendisinin tatmin olma oranına bakarak ne tarafa gideceğini kestirir yazar. bu süreçte önemli bir noktadır işte önerme şeklinde başlık açmak ki kendisi yukarıda da anılan hakimiyet kompleksine de cevap vermekte olduğundan artık bir gelenek halini almıştır.
birtakım özentiler bu süreci yaşamazlar ve doğrudan, ilgi çektiğini gördüğü başlıkları üstat edinerek onların yolunu takip, yazılarını taklit, yöntemleriniyse inkar etmiş olurlar. bakarlar ki gerçekten işe yarıyor, devam ederler. ezikliğin yanında özentiliği de yol edinmiş bu yazarlar sözlüğün baş belası değildir, bilakis açtıkları eğlenceli başlıklarla güldürürler ve kendilerini okuturlar; kimi başarılı örneklerinin sürekli takip edilen, hiçbir yazısı kaçırılmayan yazarlardan olduğu da görülmüştür. ne var ki bu durum onların gerçek yaşantıdaki özenti/ezik karakterlerini değiştirmez. aslolan, yazdığı gibi yaşamak, yaşadığını yazmaktır.
birçok insanın temel problemlerinden biri olan bok atma hususundaki önemli gelişmelerden sadece biri; hoş teşbih, güzel teşhis. ancak "yapamıyorsan yapanlara bok at!" prensibiyle çalışan insan suretli beceriksizliğini ezikliğe dönüştürme abidelerinden bıkmış usanmış bir bünyenin, ki bu bünye öz eleştiri yapıyor da olabilir – tabii bu durumda eziklik/komplekslilik konusunda daha başka şeyler geçerlidir, realizmin doruklarına çıkarak en içten duygularıyla haykırdığı zaman anlamı olan ve kullanım amacının iğrençliklerini gıcıklıkla sağlamlaştırmak ve iticilikte son noktaya ulaşmak isteyenlerce saptırılabileceği bir cümledir bu.
çok basittir aslında, nasreddin hoca'nın attan zaten inecek olması gibi bir şeydir. insanın içi yanar tutuşur önceleri ama bunlar asla ezikliğinin önüne geçemez, bastırır duygularını ve başarızlığı kabul etmektense saldırganlığı tercih eder. bu türden insanlar yakın çevrelerine karşı da olumsuz etkilere sahip olduklarından kendileriyle arkadaşlık edilmemesi tavsiye olunur, zira yan komşunun karısına kötü gözle bakar, arkadaşının gömleğini kıskanırlar ki bu sebepten her türlü hainlik beklenir biraz zeki olanlarından; normal bir eziğin ise hainliği dahi hayallerindedir, onu gerçekleştirme gücünü kendinde bulamayarak hainliğe de bok atar onun gerçekten kötü bir şey olduğunu düşündüğünden değil sırf gerçekleştirmeyi beceremediğinden.
pis ciğere de pis denecek elbette. başkalarının öğrettiği şekilde yaşayan kişiliksizler, insan türünün yüz karaları kimi zaman kendilerindeki bok atma özelliğini fark edecek kadar insan olabilirler. o zaman tehlikenin boyutu daha da yücelir ve kişisel gelişim olarak kendilerinden çok daha üstte gördükleri kişilere saldırmaya başlar bunlar. ayak kokusunu sevmeyen birisine "senin ayağın kokmuyor da ondan öyle diyorsun." türünden trajikomik saçmalıklarla çıkarlar insan içine. sonuç olarak, gelişmeleri insanlığın daha da aleyhine olan bu insan müsveddeleri ergenlik döneminde iyileştirilememişse artık iyileşemeyecek kategoride olduklarından sosyetenin katilesi için feda edilmeli ve her görüldükleri yerde en kötü muamelelere maruz bırakılmalıdır.
yazar geçinenlerin yazı geçinen geçintilerinden her biri; kimi zaman bir ya da birkaç bakınızdan, kimi zamansa üç beş içi boş satırdan oluşan, çoğu zaman teferruatsız dışkı; ezikliğin üzerine örtülmüş boktan bir yorgan; aceleye gelmiş histerik ve biraz da tecimsel düşüncelerin anlık dışavurumsal patetik dalgalanması. kısa giri girmem, gireni de sevmem, kısa yazacağıma hiç yazmam az-öz ya da söz-gümüş-sükut-altın edebiyatı yapan ağlak arabesk beyinli fikirden yoksun kişiliksizlere kulak asmayan her normal yazar gibi.
beş satırdan az giri bulunmamalı. ne yapıp edip doldurulmalı o beş satır, dolduramayanlar çaylak ve gerekirse hadım edilmeli. hatta yok edilmeli. bu görüş ekseninde "beş satır etmeyen girileri eksileme kampanyası" gibi seri eksi oy veren ibneye yakışacak türden hareketlerde bulunmak her ne kadar hoş değilse de bu duruma tepkisiz kalmak sözlüğün ebesinin göz göre göre elden gitmesine müsade etmektir bir nevi.
minimalist cevaplar da tıpkı kısa giriler gibi fıtık eder adamı, mesela "peki." öyle bir "peki"dir ki bu, bütün yapısöküm bilginizi konuştursanız dahi anlayamazsınız kastedileni. eksiklik hissi ile eksiksizlik isteminin karşı karşıya geldiği andır işte o an. soru sorulmaz, açıklama yapılmaz, bir garip haldir herkesin ayrı dili konuştuğu babil üklesindekine benzeyen. "artık kısa cümleler kuruyorum." demiş şair; cümleleriniz kısa, girileriniz uzun olsun.
konuyla ilgili ilgisiz, tecrübeli tecrübesiz birçok kişinin hakkında atıp tuttuğu üniversite tercihleri meselesinin yalanıyla gerçeğiyle, doğrusuyla yanlışıyla olmazsa olmazlarından biri; babalar, amcalar, üniversitede halen okumakta olan abiler, ablaların doğrudan ve birebir olarak, bilgilerini güç ya da çekiciliğe dönüştürme arzusundan kaynaklanıp kaynaklanmadığını henüz tespit edemediğim, içinde bulunmaya gayret ettikleri oluşumun ara ürünü; öğrencinin kafasını karıştırmaya, zaman zaman geçici kasılmalara, kimilerinde major depresyona neden olabilen patetik hadisenin yardımcı rol oyuncusu.
hayır, ne var yani bu kadar abartılacak? 18'inde bir ergensin sen, ne diye memleketi kurtarma arzusuna bütün bastırılmışlığın ve oldurulmuşluğunla itaat ediyorsun ki? bir de kendi geleceğimi düşünüyorum ben ayaklarına yatanlar var. ulan başka şey mi yok düşünecek sahtekar dallama? istediğin kadar iyi tercih yap, puanının ya da babanın parasının yettiğinden fazlasına giremezsin; öğrenemedin mi bunu? ne istediğini bilmiyorsan, "hele bir puanım gelsin de..." diyorsan zaten durum haddinden fazla trajikomiktir senin kendinibilmezliğinden dolayı; bir de tercihti formdu filan, dallamalığın alemi yok!
alıyorsun bir boş kağıt, açıyorsun üniversitelerin ve bölümlerin yazdığı kitapçığı, puanını önemsemeksizin önce bölümü ve sonra üniversiteyi göz önünde bulundurarak dolduruyorsun isteğine göre. 20 küsur tercih hakkın var, sınırı aştıysan pek hayalperestçe seçtiğin birkaç tercihi at gitsin. daha sonra bu tercihleri sıraya diziyorsun ve formalite neyi gerektiriyorsa paşa paşa yapıyorsun devamı ona uygun şekilde. bütün bunlara yarım saatten fazla zaman ayırmamaya özen göster ve üzülme; tutuyorsa zaten hep senindir, tutmuyorsa hiç senin olmamıştır.
çingence "habe" (= yemek) kelimesinin sonuna çingence "-zan" (-sız) ekinin gelmesiyle yemeksiz, aç anlamına gelen "habezan"ın türkçeye geçmiş hali olan, genellikle, mecaz yoluyla farklılaşmış anlamıyla kullanılan kelime; abazan cinsel olarak aç olandır, açlığı daimidir çünkü abazanlık bir duygulanım değil duygudurumdur, tıka basa doymak ister sürekli, geç yaşlarda tedavisi aynen kişilik bozuklukları gibi pek mümkün değildir, ergenlik döneminde teşhis konulmalı ve tedavisi için her türlü eziklik, beceriksizlik, aptallık, kuruntu önleyici yöntemler kullanılmalıdır.
bu kişilerin kendi eziklikleri bir yana, toplumsallık açısından tehdit unsuru olacak bazı davranışları vardır. karşı cinse yaklaşımları sabit ve tektiptir, bu yüzden genellikle sevilmezler. renkli kişilikleri olamaz çünkü geniş spektrumlu yaşayamazlar, kültürleri de değerleri de sabittir ve kendilerine koydukları/koyduruldukları keskin sınırların dışına çıkamazlar. muhabbetleri bayağı, esprileri hep aynı merkeze odaklı, zevkleri banaldır. biraz zeki olanları bazen kendi gibi olanlar haricindeki insanları etkilemeyi de başarırlar. farklı yerlere yönelip asıl ve değişmeyen amaçlarını ve yaklaşımlarını gizlemeyi tabii ki yüzüne gözüne bulaştıran bu eziklere tav olanlar elbette karşı cinsten bir abaza olma, sevgilisinden ayrılıp bunalıma girme benzeri bazı sorunları olan dışlanası tiplerdir. yaşadıkları ikişki de elit bir insan için "benim elimin ulaştığı yere sizin hayalleriniz ulaşamaz." şeklinde değerlendirilebilecek türdendir.
kendi dostları olan fakat onlar gibi olmayan normal insanların baş belalarıdır bunlar. sülük gibi yapışıp adeta dilenirler gördükleri küçük bir umut olan normal insandan. bu yüzden kişinin gizli ya da açık/doğrudan abazan olduğu anlaşılır anlaşılmaz ondan ve bulunduğu ortamdan uzaklaşılmalı, onu kendi zayıflığında boğulması için yaşam denen ve onun çapına çok fazla gelen bu meşakkatli denizle baş başa bırakmalıdır. türün ve sosyetenin devamı, gelişimi için, abazan bakış açısına meyleden ve ergenlik dönemini atlatmış her sosyopat bir böcek olarak görülmeli ve ezilmesi için elden gelen arda konmamalıdır.
ne doğru ne yanlış olan önerme, zira insan ne zayıftır ne de güçlü. insan ne ise tam olarak odur, bir eksiği ya da bir fazlası değil. onu olduğu gibi ele almayıp ona "zayıf", "güçlü" gibi kavramları mal etmek insanın zayıflığından ileri gelmektedir. böylece zayıflığına bir kılıf uydurmuş olur insan, ya da güçlülüğünün [ki bu güçlülüğün içinde zayıf olan birisiyle (bu kişi hayali de olabilir) empati kurup kendisini onun zayıflığına mahkum etme zayıflığı vardır] elinden gideceği vb. korkularına çare...
eziklik, beceriksizlik, kompleks, kuruntu, bastırılmıştık, oldurulmuşluk, kıskançlık, aptallık olarak sayılabilir insanın zayıflıklarından birkaçı: aşık olduğu kişiye açılamayan birisi ezik, sevdiği kişiyi etkileyemeyen birisi beceriksiz, başkalarının sevgilisinin olmasından dolayı üzülen birisi kompleksli, "acaba sevgilim beni sevmiyor mu?" diye düşünen birisi kuruntulu, yetişme tarzı olarak sevgilisi olmaması gerektiği öğütlenmiş birisi bastırılmış, kendisi öyle düşünmediği halde çevrenin etkisiyle bir kızı kendisiyle sevgili olunmayası olarak etiketleyen birisi oldurulmuş, başkasının sevgilisinin kendisininkinden güzel olmasından dolayı üzülen birisi kıskanç, aptal olan birisi ise aptaldır.
bütün bu zayıflıklar hayatın çeşitli yerlerinde çeşitli şekillerde gösterirler kendilerini. mesela kimisi için karşı cinsle iyi ilişki kuramama beceriksizliği aptallıkla birleşerek eşcinselliği doğurabilir. bu zayıflık ilerleyen safhalarda kuruntu ve kıskançlıklarla birleşecek ve homofobiklere bok atma türünden saçma sapanlıkları doğuracaktır. hoş, homofobiklerin de bastırılmış eşcinselliklerini kompleks haline getirip kendini reddediş süzgecinden geçebilmiş ezik insanlar olduğunu söylemek mümkündür.
bir benzetmeyle açıklanacak olursa, ağzına sıçanın kim olduğunu önemsemeyen, sorunun ağza sıçanın kim olduğunda değil de ağza sıçma işinin kendisinde olduğunu anlamış kişinin yapacağı eylem. yahu bir kere kim başa geçerse geçsin, mini etek giymiş bir güzel hatuna laf atan ve bulduğu her fırsatta bu türden tacizlerle ezikliklerini bastırmaya çalışan abazanlar, onun bunun namazına orucuna karışan faşistler, en basit olaylarda dahi yalan söyleyen, aldatan, eşşoğlueşeklik yapan ve bütün bunları içselleştirerek, kültürün bir parçası sayarak bunların karşısında durmayan ibneler varlıklarını sürdürmeyecek mi?! kimi kandırıyorsunuz kardeşim, çapınız ne ki çevrenizi dikkate alalım?
boş oy atanları kötülemeleri gerektiği öğretilen ve buna kayıtsız şartsız riayet ederek, boş oy atanları tümden hedef alan, apolitizm, antipolitizm, anarşizm vs. nedir bilip bilmeden bu konularda atıp tutan, ahkam kesen bilinçsiz boş beyin sürüsü, size sesleniyorum; apolitik olmanın kötü bir şey olması ya da onun da politik bir duruş olması, bu durumun onun kendisiyle çeliştiğini gösterip göstermemesi konularına hiç girmiyorum; ulan politika dediğiniz şey sizin bütün gün orada burada sürtmek ya da mayışık mayışık oturmak, bulmaca ya da arka sayfasında gördüğünüz hatun için arada sırada aldığınız gazeteye ne olmuş ne bitmiş diye tesadüfen bakıp bir felaket haberine üzülerek iktidara küfretmek mi? ne yaptınız inançlarınız uğruna da oy kullanmayan adamı kötülüyorsunuz embesiller?
oy moy kullanmayacağım; varsın birkaç sülüğün gözünde, farklı görünmeye çalışan bilinçsiz apolitik olayım. eskiler ne güzel demiş "cihat ikidir." diye: büyük cihat, küçük cihat. büyük cihat insanın kendisiyle olan iç savaşıdır, kendisi eğriyken elalemi doğrultmaya çalışmak zarar vermek için kötü niyetin gerekmediğini gösteren güzel örneklerdendir. ne yapacağıma kendim karar vermiyorsan, "konulmuş önümüze bir sandık, sisteme uyalım da (ya da bize sisteme karşı olduklarını söyleyenlerin dediklerini sorgusuz sualsiz kabul edelim de) boş gelip boş gitmişliğimizin ezikliğinin bıraktığı tatminsizlik açığını bununla kapatalım." diye düşünüyorsan kendinle olan savaşını bitirmemişsindir ve boş oy kullanmayı kötüleyen o sülüklerle aynı derecedesindir. saplantılarından ve ezikliğinden kaynaklanan hayallerine inanmayı bırak; hiç olmazsa, ağzına sıçıldığının farkına var!
istenmeyen tüylerden kurtulma yöntemlerinden diğer yöntemlere göre daha pahalı olsa da en kesin çözüm olanıdır. aynı kıl alma işlemlerini periyodik olarak sürekli tekrarlamak zorunda olan diğerleriyle kıyaslandığında, bu yöntemi tercih etmiş kişinin maddi olarak da karda olduğu söylenebilir, zamansal açıdan karda olduğuysa kesin. her zaman yüzde yüz sonuç vermez, ama normal bir derisi ve normal kılları olan birisi için kıllarından kurtulunmak istenen bölge birkaç seansta tamamen tüysüzleştirilebilir.
bunu yapan erkekleri metroseksüel olmakla adeta suçlayanlar vardır ve bunlardan bazıları bizzat bu yöntemi kullanırlar, yaptıklarını bu yüzden saklama eğilimi içindedirler (aslında bu durum inançlarıyla yaşayışı arasındaki regülasyonu sağlayamamış bireyin tipik bir özelliğini gösterir bize). metroseksüel olmak bir suçmuş gibi kurulan cümlelerin buram buram metroseksüelliğe özenip de elde edememe türünden bir eziklik kokmasının yanı sıra lazer epilasyona rağbet etmekle metroseksüelliğin alakası yoktur.
kılla tüyle fazla uğraşmayan, bundan zevk almayan kişinin yöntemidir lazer epilasyon. göğsünde kıl mı var? sevmiyor musun bunu? buna rağmen dayatma aptal inançlarla isteğinin önüne engel koyuyorsan sen duvarda bir tuğla bile değilsin o zaman. isteklerini açıkça belirtebilecek kadar güçlü ve teknolojinin imkanlarından kendisini "gavur icadı!" benzeri saçpa sapan düşüncelerle alıkoymayan normal bir insan ihtiyacı varsa bu nimetten de faydalanmalı ve maddi ya da manevi sebeplerden erişemediği ciğere mundar diyenlere kulak asmamalı.