gothic eser sever misiniz bilmem ama bunu seveceğinize eminim.
emile jean-horace vernet in the ballad of lenore ya da the dead travel fast adlı eseri.
bu tabloyu sadece gecenin tablosu kısmında paylaşıp geçmek istemedim. çünkü bence bu kış aylarında anlatılıp kahveyle, keyifle dinlenebilecek müthiş bir hikayesi var.
lenore, leonora veya ellenore alman yazar gottfried august bürger tarafından yazılmış bi şiir aslında.
yazında lenore miz büyük bir aşk içerisinde kavrulan prusyalı bir kadın. nişanlısı william yedi yıl savaşlarına katılmış kral frederick için savaşan bi asker. uzun süren savaş boyunca endişeyle nişanlısını beklemiş lenore. beklemiş beklemiş beklemiş.. geçen yıllarla beraber inancı kırılmaya başlamış sabırsızlığı endişesi korkusu artmış ve bu sayede tanrıya sitem eder hale gelmiş çok sevdiği aşkını geri getirsin diye.
nişanlısı william la savaşa katılan askerler birer birer dönerken annesi bile wiliam ın macaristanda başka birini sevdiğini düşünmüş ve kızı lenore dan içindeki umutlarını artık yitirmesini ister hale gelmiş. ancak lenore tanrıya yakarışlarına gündüz gece gündüz gece devam etmiş.
ve bir gece
bir gece yarısı kapı çalmış.
knock knock! william a benzeyen bir yabancı görkemli bir siyah savaş atıyla beraber lenore un kapısında belirmiş. ve kadına kendisiyle birlikte william la evlilik yataklarına kadar eşlik etmesini istemiş. lenore un hissettiklerini tahmin etmek güç değil..
bir hışımla ata atlayan lenore ve bu gizemli adam ok gibi yola çıkmışlar
yıldırım gibi soluksuz ay ışığının altında yolculuk yapmışlar. (the dead travel fast)
müthiş süratle geceyarısı ilerlerlerken esrarengiz, tüyler ürperten manzaralar görmüş lenore. gördükleri karşısında dehşete düşen lenore neden bu kadar hızlı gittiklerini sormuş yabancıya. aldığı cevap ise the dead travel fast.
gün doğumuyla yavaşlayan at bi mezarlığın kapısına gelince iyice duraksamış. yavaş adımlarla mezarlığa girip mezar taşlarının arasından geçerlerken birden o şövalye insan görünümünü yitirmeye başlamış zırhının ve miğferinin içinde bi iskelete dönüşmüş.
açık mezarın yanına geldiklerinde lenore içinde parlak zırhının yanında yatanın william olduğunu ürpererek anlamış ve o sırada toprak sarsılıp ruhlar lenore un etrafını sarmışlar ve ona tanrıya isyan etmemesi gerektiğini fısıldamışlar lenore ölümle cezalandırılmış ve rivayete göre hala affedileceği günü beklemekteymiş. tek kelimeyle muazzam bi hikaye ve bi o kadar da çarpıcı olan tablo ise şöyle.
bir diğer hayranlık uyandıran günümüz sanatçısı kume bryant. bi tarzı olmadıgını söylese de eserlerin incelediğimizde empresyonizm ağırlıklı çalıştığı şüphesiz.
claude monet, paul cezanne edouard manet gibi empresyonizm öncüsü sanatçıların sayısız tablosunu incelemiş biri olarak gerçekten müthiş işler çıkardığını söyleyebilirim.
muhtemelen biz dünyanın en renkli zamanına denk geldik. chad'in modern sanat anlayışı. öyle ki yüzyıllar boyunca o dokunulmaz eserlerin ulaşılmaz edalarına neon renklerimizi tesadüfen vurması bizim eramıza kendisini daha iyi hissettiriyor.
sanatçının viktorya dönemi sanatçısı çok sevdiğim john william waterhouse'un eserlerinden etkilendiği düşünülmekte. öyle ki moira royal academy of arts'ta hali hazırda çalışırken john william waterhouse'un şu iki eseri burada sergilenmiş.
güçlü portreler çizen sanatçı şimdiden sayısız ödüle sahip ve eserlerini dijital ortamda da paylaşıyor. eserlerini ve hakkında kısa bi bilgiyi şu adreste bulabilirsiniz. kim bilir belki bizden sonraki nesiller bizim sir lawrence alma tadema, john william waterhouse için beslediğimiz hayranlığı bu adam için besleyebilir.
polonyalı sanatçı edward okun. art nouveau sanat akımıyla eserlerine hayat veren edward okun. ismi 'the war and us' tablosuyla şöyle karşınıza çıkıyor. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1763636/+
sebebini anlamasam da tablo ismiyle acayip örtüşüyor benim zihnimde. bu; telafuzuyla dahi kafa karıştıran art nouveau sanat akımı ne diye sorarsak şayet benim tanımımla bilincinizle hiç vakit kaybetmeyip doğrudan bilinçaltınıza ulaşan böyle yapraklı, süslü, kelebekli zarif keskin eserlerin bu akıma ait olduğuna dair şüphelenebilirsiniz.
benim artık bi çöl görme hevesim araştırma yaptıkça, instagramda gezdikçe had safhaya ulaştı. nasıl olur nasıl biter diye düşündükçe düşünüyorum.
mad max filminin o çöl sahnesi beni benden almıştı. deve falan bayılıp çöllerde susuz kalıp serap falan görür müyüm acaba, uçsuz bucaksız doğa ana beni bi kez daha ürpertir mi diye deli hayallere dalıyorum. şöyle çaresizce dizlerimin önüne düşer miyim diyorum.
şaka bi yana sanatçı güney hindistan kadınlarının güzelliğini tüm avrupaya sanatıyla göstermiş ve kendine has tarzıyla avrupalı sanatçıları etkilemeyi başarmıştır. eserlerindeki sadelik ve mitolojik hikayeleri betimlemesi ile sanat tarihinde çoktan yerini almış, saygıyla.
fotoğrafçılığa merağım hiç olmadı. meraklı, tutkulu arkadaşlarım oldu. ayrıca belgesellerde profesyonel fotoğrafçıların doğru ışığı günlerce, gecelerce beklediğini de görüp bu insanların gördüğü şeyleri benim göremiyor oluşumu da bi nebze içerlemiyor değilim.
gelgelelim kendi heveslerimin peşindeyken bu adamın çarpıcı bi kaç fotoğrafına uzun uzun bakakaldım. sitesine girdiğimde ise tahmin ettiğimden daha iyi işlerle karşılaştım.daha çok içerikleri sebebiyle vakit geçirsem de 70 adetten fazla kitabı ve sayısız sergisi ile avrupa da hatrı sayılan bi isim massimo listri.
klasik mimarinin temel taşları olan belli başlı düzenleri tanımanız için fuzuli bir görev yazısı yazıyorum yine. hiç gevelemeden klasik mimarinin 5 adet düzeni var önce bunu söyleyelim ancak biz üçünü görelim yeterli, 1. ve 5. sınavda yok.
evet basit, tamamıyla işlevsellik üzerine düşünülmüş görev adamları dorlar. muhtemelen mühendis işidir pek mimari ile alakası yok. şöyle güzel bi örneği için.
muhtemelen mimarların olaya müdahil oldukları anların eseri korint düzeni. benim en sevdiğim başlık korint. barok ve rokoko mimarisinde boğulan ben bu korint başlıklarına öz evlat sevgisi besliyorum. doğru kullanımlarda muhteşem ışık ve gölge dansıyla gece başka gündüz başka perdelerde boy gösteriyor. muhteşem. pek âlâ!
bir medeniyette sanat ne ile şekillenir? geri mi gitsek, medeniyet nedir mi diyelim? böyle zor soruları sorabileceğim etrafımda pek insan yok, sorsam ciddi ciddi düşüneyim diyecek insan da yok. bana gelince; kendime hiç sormuyorum, mahçup olmiyim şimdi. devam edelim.
bi uygarlığın mimarisi kendi hatlarını nasıl bulur? peki ya bu çizgiler bizlere neler anlatabilir?
bla bla bla.. ilk kez italya'da ortaya çıkan sanat akımı.. neden?? neden italya'da çıktı?
17. ve 18. yüzyılda rönesansa akımına tepki olarak ortaya çıkan barok.. niye tepki gösterdiniz? sıkıldınız mı. noldu? neyse.
uzayıp gidecek evetsiz hayırsız sorular. yormayalım kendimizi. devam edelim.
etrüskler.
roma tarihinin en gizemli halkı, döneminin varolan tüm kavimlerinden daha ileri bir medeniyete ve güzel sanatlara sahiptiler. bu burada kalsın.
muhtemelen daha önce duyduğunuz bi yerden bahsedelim roma forumu mö 5 - ms 5 yy arasında çok önemli mimari eserlerin yapıldığı antik romanın el emeği göz nuru bi yer. forum gezimize rastgele bi yerden giriş yaptıktan sonra bahçeleri havuzları derken istemsizce yukarı bi yere çıkıyorum ve şöyle bi manzara var önümde.
buralarda yürürken o antik roma mimarisini hayal gücünüzle tamamlamak ise size bölüm sonu seçtiren oyunların hissini veriyor. ben antik kentleri gezmeye tek kelimeyle bayılırım, gider bi taşın üstüne oturursunuz, oraya kimlerin ayak bastığını, oralarda ne entrikaların sahnelendiğini, nasıl kıyafetlerle insanların arzı endam ettiğini düşünürsünüz; tamamıyla sizin hayal gücünüze kalmış o kentin ihtişamı.
vedutisti.
veduta italyanca görünüm demek. vedutisti ise evet giovanni paolo panini. bu da burda dursun.
bu eserini ilk gördüğüm anda az önce paylaştığım kendi çektiğim fotoğrafım şimşek gibi çaktı zihnimde ve hemen arşivimi açıp buldum.panini'nin tablosunda venüs heykeli, güzel bir arc, iyon düzeninde sütunlarıyla bi tapınak ve bi kaç figür görüyoruz. onun hayal dünyası ile antik bi kent yıkıntısının tasviri şüphesiz çok etkileyici.
romalılar ve yunanlıların buluşması ise başlı başına ayrı bi serüven.
mecnun: ya ne biliyim ben işte öyle insanlar baksana yani kimse adam yerine koy-madı ya beni işe yaramazın tekiyim. ben de dedim bari bi işe gireyim,bi yoluna sokmaya çalışayım her şeyi. hani sen de öyle düşünüyodun ya ; işe yaramaz bi adam olduğumu..
leyla: ben!? ben ne zaman böyle bi şey söyledim sana.
mecnun: bilmiyorum leyla biraz şey oldum yani, aklım başıma mı geldi nolduysa.
mecnun: biraz şeyi anladım insanın sevilebilmesi için kendisi gibi olmaması gerekiyormuş..
taladro, ''ben gibi'' olan herkesten ''sen gibi'' olan herkese gelsin. demiş.
sözlüğün bana verdiği bu sayfaya mutlaka bu şarkıyı da iğnelemeliydim. ben gibiler başka ben gibilerin sen gibisi olmasınlar? nolur olmasınlar.
bu eser apayrı hikayesi ve muhteşem tasviriyle sözlükle buluşmak için cumartesi gününü ve beni beklemiş, sağolsun.
eser isveç kralı xii. karl'ın norveç'te bi kale kuşatması sırasında başından vurularak ölmesinin ardından isveç askerlerinin krallarını anavatanına taşımalarını tasvir ediyor. şöyle bi bakın.
Gustaf Cederström, eserini olabildiğince gerçekçi kılabilmek için çalışması esnasında isveç askeri kostümlerini modellere giydiriyor. bu modeller arasında arkadaşları ve çevresindeki insanlar da yer alıyor. başında sargı olan asker büyük ağabeyinin tasvirinden ibaret. sol tarafta sırtında bi av kuşuyla saygı duruşunda bulunan köylünün hemen yanındaki kız çocuğu ise ressamın öz kızı carola.
resmi yakından incelediğinizde doğrudan size bakan karakterlerin olduğunu görebilirsiniz hatta arkada duran genç yaşta bi asker ellerini ovuşturuyor, yoğun kış koşullarını sezinlemek çok kolay. bununla kalmayıp flamadaki ve askeri üniformalardaki hareketlilik şiddetli rüzgarla da başlarının belada olduğunu seyirciye hissettiriyor.
bu denli güçlü bi tablo son bulduğunda paris ulusal fuarında sergileniyor ve hemen ardından ne yazık ki isveç'in savaştığı rusların grandükü tarafından satın alınıyor. bu olay karşısında isveç halkı büyük tepki veriyor ve ressam hemen ardından şu eserini yaratıyor.
isveç halkına has sarışınlık gözle görülebiliyor. işte bu ikinci eser derhal stockholm ulusal müzesine götürülüyor. ne mutlu ki yıllar sonra eserin aslı da isveç'e teslim ediliyor ve halen göteborg sanat müzesinde sergileniyor.
son bi not konvoya önderlik eden asker ise sanatçının ta kendisi. asıl demem o ki toplumdan bir sanatçı çıkıyor, tarihte yok olup gidebilecek bir olay birinin hayallerinde kendine can buluyor ve sadece o halkın değil dünyanın beğenisini ve hayranlığını kazanabiliyor.
trajik bi sahne, brutus roma'da kurduğu cumhuriyet yönetimine ihanet edip, başkaldıran iki öz oğlunun başlarını kestirerek öldürtüyor. ve resimde oğullarından biri koridoru geçerken diğeri yine sedye üstünde odaya henüz giriş yapıyor.
resmin sağında ise karısını ve çocuklarını görüyoruz. korkunç ve derin bir üzüntü içindeler. ölen çocukların anneleri elini uzatıp onlara son kez dokunmak istiyor, sanki odada acı içinde bu anı beklerlerken cansız bedenlerin odaya girmesiyle yerinden fırlamış çocuklarına ulaşmak isterken duyduğu derin keder ile ayaklarında derman kesilmiş bi kızını ayakta tutmaya çalışıyor, hemen önündeki kızı ise ne ile karşılaşacağını bilmediğinden çocukça hem bakmak istiyor hem de korkuyla kendi ellerini görüşüne perde ediyor.
brutus'e baktığımızda ise kararlı aynı zamanda ürkek bi vücut dili ile karşımızda duruyor. elinde tuttuğu fermanı parmaklarıyla sıkıyor ayak parmakları sıkılmış bi ayağı diğerinin üstünde oğullarına tamamıyla sırt çevirmiş karanlık içinde düşüncelere boğulmuş bir halde tasvir ediliyor.
david muhteşem bi eser yaratmış çok şiddetli bi ışık geçişiyle yoğun duyguları birbirinden bıçak gibi ayırmış bi yanda insani değerler bir yanda ise erdem var. işte tam burada bu tablo fransız devrimine omuz veriyor aslında.1789. o dönem tablonun salon de paris'te sergilenmesi yasaklanıyor. ama devrim ruhu ile önünde durulamıyor ve duvarda yerini alıyor. aslında devrimin taleplerini dile getiriyor burda david; idealler uğruna feda edilenler.
son olarak beni burada en çok etkileyen figür aslında sedyeye omuz veren lictorlardan biri brutusun karısının acı dolu yakarışına tepkisiz kalamayan polis. ona dikkatlice baktığınızda bu dramatik sahnenin çığlığını da duyabiliyorsunuz.
müzede bizi bekleyen trajik eserlerden biri bu. brutus ve oğulları.
mutlaka incelemeniz gereken bi sanatçı paolo veronese!
sözlüğün hakkını teslim etmediği sayısız sanatçıdan biri sadece. ben de gece gece kendime fuzuli bi misyon edinip açtığım bu başlığa tıklayanlara paolo ile sansasyonel bi buluşma ayarladım. buyrun!
kanuni sultan süleyman'ı gördünüz evet, sizden de bi şey kaçmıyor.
küçücük bi hatırlatma,
olur da louvre müzesi'ne gidip sırtınızda çantanız, arka cebinizde şehir haritanız bu tablonun karşısına dikilirseniz hemen arkanızda mona lisa'da sizin kalçalarınıza bakıyor olacak.
değerli okurlar 2018 yılının ilk iki ayını geride bırakırken ilkbahara yepyeni bir yazı dizisinin haberini vermenin haklı gururuyla giriyoruz. diye başlıyorum editörden notlar. nedense sayfanın üçte birini kaplayan bi sütunda yazılmış üs tarafta da benim bir dirseğim deskte diğer elim dirseğimde, deskte olan dirseğimin eli ise çenemde ve içinde pahalı bi kalem şöyle tombul, nikelajlı. allah ne verdiyse sırıtıyorum şöyle kahkahamın pik noktasındayım ama öyle özenilmiş ki fotoğrafıma sahte mi değil mi anlamanız mümkün değil. aha desk falan da demişim vallahi oldu. editörden notlar. paris, new york,milano falan da serpiştiriyorum ortalara.ha unutmadan bienal,portfolyo,eksibiişın,18/19 spring summer fall winter haydi. yakın bi arkadaşımla amsterdamda takside başımıza geleni de anlattım mı böyle çakırkeyf tadında bu iş tamamdır.erkek editörsen gadın, gadın editörsen erkek arkadaşını övüceksin burda. editörden notlar.of mis gibi dergi koktu.
şimdi ben yeni bi şeylerin peşine düştüm. birazdan bahsedicem zaten çok zamanınızı almadan ondan bu yeni yazı dizisi olayı. yalan da değil hani. çok hızlı başlığı aydınlatalım buyrun lüksemburg sarayı.
havuzu da var havuzu da! merak etmeyin. saray fransa klasik mimarisinin 17yy. da bilinen ilk muhteşem eseri olarak öne çıkıyor.saraya yapım emrini veren isim kral 13.louis'nin annesi marie de medici.
muazzam bahçelere sahip hatta yaklaşık 220 bin metrekarelik alana yayılı olan bu park parisin en büyük parkı ünvanını elinde tutuyor bir yerde ikinci büyük olarak da okumuştum ama bi önemi yok.
gelelim beni heyecanlandıran kısmına fransızların büyük imparatoru napoleon kendisinden yaklaşık iki asır önce yapılmış olan bu saraya apayrı bi misyon daha yüklüyor ve fransa senatosunu bu saraya taşıyor.1801 ve buranın restoresi için kimi görevlendiriyor fransız mimar jean chalgrin daha önce entry girdiğim #38927707 arc de triomphe, zafer takının mimarı!
ayrıca hali hazırda döşeme projesi de var elimde. gerçekten anlatacağımı anlatamadım senato binası için tekrar bi şeyler yazarım. hem editör hem yazar olmunmuyomuş şimdilik bu kadar.
editörden notlar.
1506 yılında roma da yapılan antik kazılarda bulunan bu heykel şu an vatikan'da sergilenmeye devam ediyor. en ünlü ve etkileyici antik heykellerden biri olma ünvanını elinde tutuyor. laocoön truvalı bi papaz, yunanlardan gelen hediyenin bir tuzak olduğunu biliyor ve truva halkını uyarıyor bunun üzerine yunan tanrıçası athena önce papazın gözlerini yakarak kör ediyor ardından iki devasa deniz yılanı göndererek laocoön ve oğullarını öldürtüyor. heykelin kısaca hikayesi bu. sanat tarihçileri heykelin ne zaman olduğuna dair kesin bi yargıya varamasalarda milattan önce yapıldığına dair bi inanç hakim. bu da onu bambaşka bir yere koyuyuor.
heykel inanılmaz derecede hareketli ve güçlü. resimleri incelediğinizde dahi heykele hakim olan acıyı hissedebiliyorsunuz. tekrar gitme şansım olursa bu kez uzun bi süre önünde dikileceğim.
içerisinde hatrı sayılır koleksiyonların bulunduğu bu yerde benim asıl ilgimi çeken lorenzo mattielli adlı italyan sanatçının çalışmaları oldu. işte onlardan biri.
ve dahası tam olarak böyle bi hol yaratmayı başararak, barok tarzın şaşaasına rönesans yumruğunu vurarak-bunda italyan olmasının bence büyük etkisi var- beni kendine hayran bıraktı.
italyan sanatçı giovanni strazza'nın muhteşem eseri,örtülü bakire. tam tarihi bilinmese de carrera mermerden yapılmış olan bu heykel kanada'da sergilenmeye devam ediyor. o kadar duru bi işçilik var ki saç örgülerini dahi takip edebiliyorsunuz. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1609790/+
mermerde bu transparan efekti yakalamak öylesine zor ki örtülü heykeller için küçük bi araştırma yaparsanız hataların ne kadar kolay göze çarptığını farkdeceksiniz. üstelik dönemin en iyi heykeltraşlarının arasında daha yirmili yaşlarda böyle bi eser verebilmiş bi sanatçı var karşımızda. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1609793/+
benimle yolunun kesişmesinin asıl sebebi mimarisi oldu döşemeleri, korkuluk detayları, sütunları, işlemeleri, gökyüzü çatısı sonu gelmez zenginliği hem var hem yok hali.
son olarak eğer çok şanslıysanız yani dünyanın en şanslı insanıysanız kitabın arasında ünlü bi filozofun izinsiz aldığı bir kitap için bıraktığı nota bile rastlayabilirsiniz.
semadirek adasında bulunmuş olan olağanüstü heykel louvre müzesinde sergilenmekte. hayır benim kardeşim gidip gezdi bi de burayı bundan bana nasıl bahsetmez victorya anıtını araştırırken karşılaştım yoksa haberim bile olmayacak yazıklar olsun. neyse.çok güçlü, hareketli bi heykel gemi pruvasında duran zafer habercisi bi tanrıça. hatta bazıları heykelin tam hali elde edilebilseydi mona lisayı gölgede bırakabileceğine dahi inanıyor.
ufc featherweight şampiyonu hawaii'li dövüşçü. lamas, pettis ve iki kez aldoyu devirerek izlemesi en keyifli dövüşçülerden biri oldu. conor ne yapar belli değil ama max-mcgregor karşılaşması harika olurdu. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1592849/+
max blessed holloway