hayal etmek hayatta gerçekleştirmek için bir amaç seçmektir. hayalleri gerçeğe dönüştürmek ise çok başka bir hikayenin konusudur.
rüya görmek osura osura uyuyan, sisteme karşı gelmeyi aklından bile geçirmeyen insanımızın zaman zaman fazlasıyla tatmin olmasını sağlayan bir eylemdir.
ya fenerbahçe'yi ya galatasaray'ı ya da beşiktaş'ı tutacaksın.
kafasına odunla vurularak bayıltılması gereken bir insan evladı, kendi desteklemediği bir takımı destekleyen ve kendisine 'şşşt' diyen bir insanı öldürdüğü için,
milyonlarca euro para alıp yine de medenileşemeyen ve maçlarda birbirlerine giren, çirkeflik yapan, racon kesen futbolcuların posterlerini duvarına asmaya devam ettiğin için, onlara özendiğin için...
...sen asla iyi bir insan olamayacaksın!
ya akp'yi ya chp'yi ya da mhp yi destekleyeceksin. belki de diğerlerini...
ama senin düşündüğün gibi düşünmeyen insanları ötekileştirdiğin için, onları dışladığın için, onlardan nefret etmen için başka bir sebep bulamadığın halde onlardan nefret ettiğin için...
...sen asla iyi bir insan olamayacaksın!
anneni ve kız kardeşlerini ve kuzenini ve teyzeni ve belki kendi kızını başka gözlerden sakınacaksın.
ama allah'ın belanı vermesi gereken bir azgınlıkla geleni geçeni fantazilerinin tahtına oturtacaksın. başkalarının annesinin, karısının, kızının defalarca üzerinden geçeceksin hayallerinde. hatta bunları gerçeğe dönüştürmeye çalışacaksın. laf atacaksın. yol keseceksin, taciz edeceksin hatta işleri biraz daha abartıp tecavüz edeceksin.
...sen asla iyi bir insan olamayacaksın.
sana küfür etmek isterdim ama eğer edersem seni doğuran o annenin günahını almış olacağım. seni doğduğuna pişman etmek isterdim ama eğer bunu yaparsam senin gibi olacağım.
eğer bir gün senin gibi bir hayvan sana senin gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatabilirse, işte o gece huzurla uyuyacağım.
p.s.: burası büyük bir dünya ve burada çok fazla hayvan var.
birçok insanın yalanlayamayacağı gerçektir. tabii vardır halen aramızda belgesel izleyenler... *
son yirmi yılda gittikçe kirlenen dünya, günden güne daha da çılgın bir şekilde dönmeye devam ediyor. istemediğimiz kadar bilgi ve kaynak ayaklarımız altına serilmişken, biz her şeyi isteyerek ve hiçbirisinden almamız gerekeni almayarak, hangilerinin iyi, hangilerinin kötü ve yararsız olduğunu düşünmeyerek, çabucak sahipleniyoruz her şeyi.
acun halk kahramanı olmuş durumdayken, hiçkimseye, hiçbirşeyi açıklamayacağım babacım. oturun ve düşünün.
herhangi bir insanın düzenli olarak çalıştığı bir işi olmadan gezebileceğini anlatır. yol hikayelerini paylaşmak, yoldayken müzik yapmak, ilginç arkadaşlar arayan insanların yaralarına merhem olmak da elbette karşılayabilir bir insanın günlük ihtiyaçlarını.
yaşarken verdiğimiz savaş içerisinde onlarca değişken ile savaş veriyoruz ve ay sonunda alacağımız üç beş kuruş paranın bizi mutlu etmesi için elimizden geleni yapıyoruz. bütün bu değişkenleri beşe indirerek mi yaşayamayacağız? yiyecek bulacaksın, içecek bulacaksın, sıçacak yer bulacaksın, uyuyacak yer bulacaksın ve yoluna devam etmenin bir yolunu bulacaksın. bu kadar basit...
koca bir hayatı bir şehre sığdırmak, yıllarca aynı işi yapmak, aynı kadına aşık olmak, diğer insanların yaptığı her işi, sırasını bozmadan yapmak ve tüm bunlara rağmen mutlu olduğumuzu sanmak bu uçsuz bucaksız dünya içerisinde yaptığımız en büyük yanlıştır.
farkında olmadan genel geçer kuralların kölesi olup, aslında kendi çizdiğimiz ancak hep bize çizdirildiğine inandığımız bir çemberin içinde, sınırlara yaklaşmayı akıl bile edemeden yok olmayı beklemek eylemini 'yaşamak' olarak adlandırmaya devam ediyoruz.
birisi bize 'höyt' demeden kendi kendimizi höytlemeye alıştırıyor bizi bu düzen, ne yazık! imkansızı gerçekleştirebilenleri gördükçe duygulanıyoruz ya hep. aslında hiç imkansız kelimesinin ne demek olduğunu yanlış anlamış olabileceğimizi aklımızdan geçirmiyoruz. bir yerlerde hata yapıyoruz...
hiçbir kelime 'tanrı' kadar eş anlamlı olamamıştır yalnızlık kelimesine ve başarısızlık en fazla tanrıya atfedilmiştir bugüne kadar. biz daha yalnız olmaya devam ettikçe daha isyankar olacağız. bu isyanın sonunu nasıl getireceğimizi bilemedikçe, kendi yalnızlığımız için hep tanrıyı suçlayacağız. bizim yalnızlığımız onu hatırlatacak bize. onun buna şahit olması ise... herneyse... sözün özü:
(bkz: tanrının isyanı kendinedir)
neye özlem duyuyorsan, hangi konuda eksik kaldıysan, hangi hayalini gerçekleştiremediysen...
işte onları bulmaktır aşk...
kaçıp gitmektir mesela buralardan, başka bir 'daha önce kaçıp gitmiş' insanın peşine takılıp. bulunduğu yer ve çevresindeki insanların bünyesinde yarattığı baskı nedeniyle içten içe somurtan insanın bir deliyi selamlamasıdır aşk!
iki farklı kişiliğin birbirlerine karanlıkta gülümsemesidir aşk. hiçkimseler göremez... hatta kendileri bile. aşk gözlerini kapatmak, aşk hayal kurmak... sessiz kalmaktır aşk. yenilgiyi baştan kabullenmektir. aşk...
kimisi alışkanlık der buna, kimisi kendisini güvende hissetmekten bahseder, kimisi yokluğu bahane eder, kimisi de sessiz kalır efendim... kimlerin çizdiğini bile bilmediğimiz bir kara parçasının üzerinde hapsolmuş durumda yaşamaktan gocunmayız bir ömür boyunca. dünyada görülecek binlerce güzellik varken, bir güzelliğin büyüsüne kapılmış olarak, ya da hiç de güzel olmayan bir yere alışmış olarak devam ederiz yaşamaya ve çürütürüz kendimizi. zamanın kumları akacak yer bulamaz da dökülür sıkıca kenetlediğimiz parmaklarımızın arasından. toplamaya çalışsan bir türlü, toplamasan...
oku da adam ol. ondan sonra istediğini yap...
sıfatların ne olduğunu okulda öğreniriz ilk olarak ve sonrasında üzerimize yapıştırdığımız onlarca sıfatın farkına varırız bir anda. göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşir bu farkına varma süreci. bir anda çakar zihnimiz ve farkına varırız aslında üzerimizdeki en büyük ağırlığın sadece sıfatlardan ibaret olduğunun. pek azı farklı bir rota çizer kendisine bu miladın ardından. birçoğu ise bağımlısı olur sıfatların...
hele bir askere git de...
yaylalar yaylalar... üzerine çok da fazla konuşmak istemediğim bir film şerididir asker olmak. sar sar bitiremezsin bazılarının anlata anlata bitiremediği gibi. lakin bazen büyük kahramanlık hikayelerinin başrol oyuncuları, askerliğini yapmış olanlar içinden seçilmez yine de...
hayırlı bir eş bul... torun torba bıdı bıdısı...
açık açık 'choose your destiny' , 'fatality!' hesabı...
gerisi kısa... çok kısa... ölüme yakın olmak işte böyle bir şey!
o musluğu kullanan ve daha temiz bir popo için o musluğa ihtiyaç olduğuna inanan türk insanının yaşadığı durumdur.
yurt dışında geçirdiğim 9 ay boyunca neredeyse her tuvalete girişimde hep elimin gittiği hayali musluktur. kendisinin olmadığını her farkedişimde içini kaplayan hüznü şu sıralarda tahayyül bile edemiyorum. anladım ki ben yaban ellerde annemin dolmalarından, böreklerinden, lahmacundan, kokoreçten çok taharet musluğunu özlemişim. döndüğüm zaman en çok onunla hasret giderdik.
sırt çantasını toplayan, pasaportunu alan ve yeni yerler, yeni insanlar, yeni kültürler görmeyi gerçekten isteyen her manyağın gerçekleştirebileceği bir hayaldir.
yıllarca dersaneye gidip, ailesinin bütçesine koca bir delik açan öğrenciler, bu masraflı yolculuğun sonunda öğretmen olduklarında ve atanamadıklarında hemen dersanelere kapak atmaya çalışırlar. başka ailelerin bütçesinde koca bir delik açmak için...
öğretmen ne kadar iyi olursa olsun, bu yolu seçiyorsa eğer, yıllarca bu düzene para akıttıktan sonra, bir de bu sistemin içine yerleşip köpek gibi çalışmaya razı oluyorsa, bu işte, bu anlayışta bir yanlışlık vardır.
hala anlayamadığımız bir şey var. bu öğrencilerin dersanelere ihtiyacı yok babacım. bu öğrencilerin daha düzgün bir sisteme ihtiyacı var.
beni öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğuna inandırmak istiyorsan, o çekici ve egzotik dersane binasından içeri girmeyeceksin, o binayı yerle bir edeceksin.
gün içerisinde hizmet vermek zorunda olduğum ve beni anlamamakta ısrar eden anlayışsız, isteklerini tam olarak anlatamayan,, anlatamadığı isteğini karşılamamı bekleyen ve benim bunu yapamadığımı düşünüp sinir olan amcanın bana 'senin ilkokul öğretmenin kimdi?' diye çıkışmasının ardından kafamda çakan düşüncedir.
'hatırlmamıyorum!' cevabını verdim.
amca daha da sinirlendi. 'böyle kutsal bir meslek hakkında böyle konuşamazsın. insan ilkokul öğretmenini hatırlamaz mı?' dedi
'demek ki hatırlamaya değer bulmamışım birçok öğretmenimi...' cevabımla birlikte amcam daha da bir dellendi. söve söve döndü arkasını çıktı kapıdan.
babacım 'öğretmenlik çok önemli bir meslektir.' dersin, anlarım. 'öğretmenlik zor bir meslektir.' dersin, anlarım.
tamam bir sınıfta bazen 30 kişiyi, bazen 50 kişiyi zaptetmeye çalışıyorlar. sabahtan akşama kadar anlata anlata bitiremiyorlar konuları. bu yüzden mi kutsal ki?
koca yaz boyunca tatil yapanlar da öğretmenler değil mi? bayramlarda, seyranlarda izinli olanlar, okuldan geriye kalan zamanlarda özel ders verip köşeyi dönenler, dersanelerde ek iş bulanlar da onlar değil mi? kimi zaman öğrencilere kızan, kimi zaman söven, kimi zaman dövenler de olmuyor mu?
bir iş yapıyorlar ve bunun karşılığını para+izin olarak almıyorlar mı?
o zaman ben bunda kutsal olan bir taraf göremiyorum.
Polonya'nın kuzeyinde, Baltık Denizine kıyısı olan, şirin mi şirin, tatlı mı tatlı, gece hayatı hareketli olan bir kasabadır. trojmiasto'nun üçünün biridir. avrupa'nın en uzun ahşap iskelesinin üzerinde yürümek ve kışın ortasında, buz tutmuş denizi izlemek paha biçilmezdir.
ülkenin üç-dört şehrini gezmiş ve bir şehrinde de 8 ay yaşamış birisi olarak söyleyebilirim ki, hemen her şehrinde kasvetlenecek bir yön bulabilirsiniz. tabii ki ikinci dünya savaşı, ülkenin yakın tarihinde çok önemli bir yere sahip ve gittiğiniz yerlerde bir savaş müzesi, yıkık bir bina ve bolca savaş anısı bulabilmeniz de kaçınılmaz.
çam yarması erkeklerin bol olduğu bir ülke kendileri lakin kızlarını gördükten, tanıdıktan, sevdikten, sevildikten sonra bu kızlarla bu erkeklerin yan yana oluşunu bağdaştıramamaya başlıyorsunuz. ha iyisi var mıdır bu erkeklerin de? vardır...
8 ay boyunca trenle işe gidip gelirken hemen her gün insanlarla muhabbet ederek zaman geçirmek başka bir duygu... kimi zaman kızı, erkeği kimi zaman teyzesi, amcası, zaman zaman da iti, uğursuzu, sarhoşu laf atardı ama bir şekilde zaman geçerdi o yollarda...
bana tek bir kötü etkisi oldu bu ülkenin. o kadar rahat, canayakın, şeker, düşünceli kızla muhabbet ettikten sonra güzel ülkemin suratsız, kasıntı kızlarının yanına yaklaşasım gelmiyor. ülkemde bir kıza saati sor, gözleriyle ve tavırlarıyla perişan eder seni. orada bankta oturan kızın yanına otur. iki muhabbet eder, erkek arkadaşıyla tanışırsın. bir şeyler içer evlerinize dağılırsınız. ülkemizde bu oran binde bir ise orada bu oran yüzde ellinin üzerindedir. bu da benim çıkarımımdır.