sosyal ortamlara adapte olamayan, sosyal ortamları sevmediğinden ya da sevse de bir şekilde entegre olmayı beceremeyen kişinin durumu. toplum mu bu bireyi dışlar birey mi toplumu kendinden dışlar bilinmez.
bir sebepten ötürü inzivanıza çekilip bir şekilde yalnız yaşamayı öğrenir ve farkına varmadan alışırsınız. bu sırada yıllar gelir geçer yaş erer bilmem kaça siz hala evinizde odanızda kendi dünyanızda kendi düşlerinizin peşindesinizdir ve gene bir sebepten ötürü bir gün bir kalabalığa karışırsınız insanlar ne yaptığınızı, ne yapmayı planladığınızı, nelere sahip olduğunuzu sorarlar düşleriniz vardır sadece elinizde anlatsanız da anlamayacaklarını bildiğiniz o anlarda yalnızsınızdır.
tüm güvendiğiniz kaleler tükendiğinde hayat ve diğer insanlar size sıradan ya da siz hiç yokmuşsunuz gibi davrandığında annenizin telefonu yavrum diyerek açtığı an...
yazık ettiler diziye. dizi dediğinin bir amacı bir teması olur, neydi bu bölümün insanlara verdiği tema 'bana dokunmasın bin yıl yaşasın', 'herkes kendi adaletini yaşasın ve yaşatsın' ya da 'korkalım susalım suçlu cezasız kalsın.' hukuk, yasa, mahkeme, polis neden var o zaman? cidden yazık etti senarist hem efenin abisine, hem arkadaşlarına hem de ahlaki değerlere ve de adalete ama daha çok kendine ve diziye...
yağmur yağıyor seller alıyor arap kızı sudan rahatsız oluyor. hem kuraklık var diye bas bas bağırıyorlar hem de yağan yağmur, basan sular vs şeklinde devam eden söylenmeler bir türlü bitmiyor. musluğu açtığımda karın grultusuna benzeyen sesi işitmektense tepeden tırnağa yağan yağmurda ıslanmaya rağzıyım ben var mı su gibisi yağmur gibi güzeli... asıl çile yağmur değil bozuk alt yapı ama suç alt yapıdaysa eğer bunu yağmura atmak da hoş olmuyor bence.
genellikle savaşçı çarıyla başlanan ama 20. leveldan sonra kişiye şifacı ve büyücü çarları da açtırıp dev ana, kara kürk, sultanın gözdesi görevlerini, arzu halcinin bitmez tükenmez isteklerini üçer defa yaptıran ama bronz görevinden sonra yani 39. leveldan sonra pek de bir farklılığı kalmayan çok güzel tasarlanmış hazırlayanların eline sağlık dedirten bir yandan da yurdum insanının sanal madeni, bitkiyi para -sanal para- için toplayıp sattığı, bayan çara asılmaca durumlarının da olduğu online oyun.
kaybedilenin ardından hissedilen üzüntü, artık hiçbirşeyin önemi yok, ne mekanın, ne zamanın ne de kalabalıktaki yalnızlığın dedirtiyorsa, ağlanır kimseye açıklama kaygısı güdülmeden....
ya da kavuşulan bir mutluluksa sanki asırlardır beklenen o zamanda ağlanır hüngür hüngür, kalabalıktı sokak ortasıydı demeden..
bir umuttur peşinden gidilen, ama kaçıncı hayal kırıklığının enkazından son kez toplanmıştır, son çabaların, son çırpınışların sonuç vermemesidir ve vazgeçmektir kimi zaman...
bir bayram öncesi onkoloji kliniğinde bir vizit. çoğu bir dahaki bayramı görüp göremeyeceğini bilmediğimiz hastalarla dolu. her insanın yüzünde ölümle yaşama dair çizgiler vardır ama onların yüzünde daha fazla.
umut vermek istersiniz hastalara şifa vermek bazen kendinize kalmayacağını bilseniz bile kendi umudunuzu vermek istersiniz onlara ama herkes kendi hayatını yaşar gerçeği... üzer insanı.
o vizitte kansere yenik son dönemlerini yaşadığı hastalığından bitap düşmüş bir kadın, vizitin rutin konuşmaları bittikten sonra titreyen ince ve yorgun bir sesle hocaya 'bayramı ailemle evimde geçirebilir miyim' diye sordu tutamadığı üç damla göz yaşıyla. adeta öleceğimi biliyorum yaşama ümidim yok, ama son bayramımı son anlarımı sevdiklerimle geçirmek istiyorum, en çok onları özleyeceğim öldüğümde dermişcesine...
kaç bayramı kalmış hayatlarımızın, kaç sonbaharı kaç tane kışı? elveda demeye hazır mıyız evden her çıkışımızda ardımızda bıraktığımız sevdiklerimize. çaresizce ölmek, ölümü kabullenmek zorunda kalmak. ölüm ya da ayrılık sebep ne olursa olsun yeterince sevdik mi onları doya doya sarılabildik mi, en kısa mesafeye giderken bile kokuları kalıyor mu üzerimizde sarıldıktan sonra.
en hor kullanılan ve de en çok suistimal edilen kelimedir. söyleyene, söylediği kişiye, söyleme zamanına göre kullanılış amacı değişir, inanmak söylenen kişinin insifiyatine kalmıştır. iyi niyetli ama kullanılmaktan eskimiş ve de kirlenmiş bir kelimedir. herkes kullanabilir ama çok az insan gerçekten anlamını bilir.
hem duygusal olup mantıklı kalabilmektir aslında doğru olan ama insana acıdan üzüntüden başka birşey getirmez duygusal olmak. duygulu, duygusuz, mantıklı ya da mantıksız aslı olan ya herkes duygusal ve mantıksız olmalı ya da duygusuz ve mantıklı belki o zaman dünya yaşanabilen bir mekan olurdu.
öpüldüğü yerden kanar aşk
acı siyahtır oysa, akar ve boyar gözleri
gülüşlerimi tahliye et ey Panos! ... Cezasını çekmedim mi? ...
yüzüme kapattım telefonu, sesimi duymak istemiyorum
zamanla kabulleniyor insan arızalı ümitleri
meşgule düşen beklemeleri
kendimden kaçıyorum, beni saklayabilir misiniz? ...
içinden taşan bir kadının dalgaları ıslattı aynayı
ayna! ... Göstermiyor iç yıkımları
ağrıyan kırgınlıklarımın test sonucu geldi oysa
iyi huylu çıktı yüreğimdeki sevgi, kahrolsun ayrılık! ...
dikişleri kaynadı kesilen mavilerin
suya düştü öpüşüm, düpedüz intihar bu
dur!... Ölme öpüşlerim
ağzımla kuş tutsam yaranamam artık aşka
ben de düş kanatlarıyla lir çalarım
hadi uyan içimdeki kadın
kır zincirlerini… Dört ikilik bu hüzün senin
söyle şarkını, dillen, sahnedesin
sahne senin
ağlayacaksan başlamayalım
firar etti özlem, geceler tutuştu
hayatım uykuya daldı göğsümde, saçlarını okşadım
kim serdi üzerime bu sessizliği? ... Terlemek kötü
bağışlasın beni çocukluğum, koruyamadım yumuk ellerini
dağınık sevgilerin ortasında kaldı yaptığım kumdan kaleler
hadi baba! ... Bir kez olsun yardım et
teller örelim anılarımın çevresine
yaralanmasın sevişmelerim
uçakların arkasından su döktüm bekleyenler için
gemilerin rotasına çiçekler ektim
suladım tren garlarında unutulan hüzünleri
halinize gülün, halime değil
blöfünüzü gördüm, artık çekiliyorum
son kez sigaramı yakar mısınız? ... Ateşime kar yağdı…
siz hiç martılarla şiir içtiniz mi? ...
sızdınız mı bir yıldızın üzerinde dibe vurmuşken? ...
bıçak kemiğinize dayandı mı, kemiğiniz titrerken? ...
çıldırmak içten değil, dışarısızlığımdan geliyor
kimlerin albümünde fotoğrafım varsa tozunu alsın lütfen
öksürüyorum…
başlattığı bağımsızlık savaşı, girmiş olduğu mücadeleler ve yaptığı devrimler gibi mükemmel ve kusursuz kişiliğiyle yalnızca türk ulusunu değil tüm dünyayı kendine hayran bırakan, özgürlüğümüzü, toprağımızı ve sahip olduğumuz tüm güzelliklerimizi borçlu olduğumuz büyük önderimiz.
krzysztof ieslowski'nin ' üç renk üçlemesi', fransız yapımı film . mavi: bireysel özgürlük, beyaz: eşitlik, kırmızı: kardeşlik üzerinedir. kırmızıda diğer iki filmde de görülen yaşlı teyzeye yardım edilmesi ve filmin en sonunda diğer filmlerin baş karakterlerinin görülmesi dikkat çekicidir.
kankam! dostum, sırdaşım, çoğu zaman yoldaşım olan, yüreği kocaman ve sevgi dolu güzel insan. onun gibi bir kankanız varsa eğer hayatın acı tatlı her anını güzel geçirirsiniz. paranoyası hayata karşıdır, düzeni bozuk dünyayı sorgular cevapsız sorularına rağmen hayatı da olduğu gibi kabul edip sevmiş kişidir...
'belki birgün özlersin'
'sensizliğin acısını sen nereden bileceksin sen hiç sensiz kalmadın ki '... gibi şarkı sözleriyle de anlatılmaya çalışılan, ilişkide kurulamayan empatinin özlemidir ve leylasız mecnun'un leyla sandığı ve leyla kadar sevdiği kansızdan belki ilk defa beklediği istediğidir...
özellikle tatil zamanlarında olur. gece ve gündüzler uyumakla, deli gibi kitap okumakla, bilgisayar oyunu oynamakla ya da peşpeşe seyredilen filmlerle - ard arda seyredilmiş lost bölümleri de olabilir- geçmiş ise tatilin ortalarına doğru ten renginizin beyazlığından endişe eden aile eşrafından birinin sizi zorla dışarı çıkartma çabaları sonucunda aldığınız bol oksijenin ve gözünüze giren güneş ışığının etkisiyle: 'nerdeyim, neyim, ben kimim ve günlerden ne?' şeklinde gelişen şok durumu.
insanı çocukluktan çıkartıp büyüten,
özgürlüğü müebbet hapis cezasına çarptıran,
tüm hayellerin yıkıldığı, umutların tükendiği,
olmayacağını bile bile insanın içten içe bir mucizeyi, ölümü ya da geçmişe dönebilmeyi dilediği içinden asla çıkılmayan durum.......