eline alıp kağıt kalemi aklına gelmiyor ya bazen insanın ama içinde doludur herşey ya mürekkep olur akar ya da boğulursun hıçkırıklara.
üşüyen ellerini tutan sevgili, titreyen dudaklarına öpücük konduramıyorsa o anda.hemen ardından sımsıkı saramıyorsa seni
gövdesiyle bir çınar gibi yapayalnızsın.-
keşkeyle başlıyor pişmanlık cümleleri ve yalnızlığını her hissettiğinde güngeçtikçe artıyor keşkeler..
o olsaydı bir süper kahraman gibi küçüklüğümde korktuğum o cadının yaşadığı ve içinde karanlığın, yalnızlığın, haksızlığın olduğu
kuyudan çekip alır ve gökkuşağının altında bir şarap ısmarlardı bana.
islık çalardı belki bir melodi uydururdu hemen o anda.parmak uçlarını şevkatle gezdirirdi ruhumun dünya üzerindeki kütlesel yansımasında.
zat-ı şahaneleriydi benim için her söylediğinde haklı, her fikri eşsiz, her yaptığı hayranlık hissi bırakırdı üstümde.uzun yıllar
gözlerimi kırpmadan izleyebilir ve benim olduğu için şükrederdim.
çok uzun sürmedi aslolan her mutluluk gibi.tanrı ağzıma bir parmak bal çaldı sanki, tadı hala dudaklarımda...
işte o gün ballar-şerbetler damlayan sevgilinin dudaklarından zehirler akmaya başladı ayrılık diyordu.inanması güç olsa da zehirlenmiştim çoktan...
tanım: karakter kodlarında bozukluğa uğramış, mavi ekran insanlarıdır.
bir arkadaşımla bardaktan boşanıp, abazan bir biçimde boşalırcasına yağan yağmurun altında kızılaydan kurtulmak için dolmuş bekliyorduk, velhasıl bir tanesi durdu.
arkadaş tipi görmen lazım. nuri alço, şahin k. karması bir şey. mavi mavi ışıklar, garip bir müzik çalıyor bangır bangır, sanırsın ki arap şükrü'nün unplugged konserine gittin o derece. alttan püfür püfür esen bir ısıtma sistemi -tek iyi yanı o idi zaten-. bütün bu korku filmine benzer atmosferde kulaklıklarda çalan bangır bangır megadeth'i kapatıp adama korka korka, altına işeyecekmişcesine \"abi yenimahalleden geçiyor mu?\" dediğimi çok iyi hatırlarım, hatırlamaz olaydım. lanet kader, kahpe kader, neyse lan.
adam bıyıklarını ovuşturarak geçer gülüm dedi, o sırada sağol abi diyip kaçmak vardı ama arkamdaki otomatik kapı kapanınca sıça sıça bindik azizim, arkadaşla korka korka arkaya doğru geçerken adam gelin güllerim yamacıma dedi, arkadaş sanırım korkudan osurmuştu, çünkü iğrenç bir atmosfer ortamda vuku bulmuştu. neyse arkadaş geçtik bu herifin yanına. paraları verdik para üstü falan. herif michael schumacher, o kadar hızlı ve teknik sürüyor, nereye gülüm dedi, abi yenimahalleye at sen bizi dedik korka korka. -o değil de amma korkmuşum lan sünnetimde bu kadar korkmamıştım.- tamam gülüm atarız dedi adam.
neyse hoca, adam gidiyor. o sırada bildiğin muhabbetler, vay yavrum hepsi senin mi, o mal nedir ulan öyle falan. klişe liselim, belalım yazıları gözüme gözüme giriyor adeta, mavi ışık, karanlık ankara, yağmurda yağıyor. arkada megadeth çalıyor, bizim arkadaş yağmurda ıslanan süt görmüş kedi misali bana sırnaşıyor, bi ara uyudu zavallı. sonra adam ani fren durdu, kırmızı ışık mevzusu bilirsiniz ya. adam karı kızı kesmeyi bıraktı, 120 saniyelik kırmızı ışık süresini görünce işi abazanlığa vurdu.
açtı telefonu çatır çutur sesler, sanırsın kara murat birilerini dövüyor, ulan kafayı eğip bir bakayım dedim. anam ne görsem iyi. cinsel organlar havada uçuşuyor, adam izledikçe bıyığını ovuyor.. derken 120 saniyenin sonuna geldik, ama adam hala izliyor arkadaş. tam bu esnada adam vites koluna saldıracakken arkadan koro halinde kornalar çalar ve bizim psikopat aşağı inip ne var lan hırrrım diye bağırmaya başlar. ortalık karıştı polis neyim yok, yeşil ışık bitti bizim eleman hala yok ortalıkta.
tam o sırada dolmuşa geldi ve elimdeki bagetleri alıp olaya farklı bir boyut getirdi, bagetleri getirdiğinde üstünde kırmızı kırmızı şeyler vardı, ruj olmadığına emindim.
adam küfürler eşliğinde yenimahalleye doğru bir spin attı ve şu sözleri sarfetti:
"gülüm gelin gene olur mu, özletmeyin kendinizi. aynı yerdeyim ben. haydin öptüm."
dolmuşçular bazen böyle oluyorlar, nedenlerini bende bilmiyorum. okumayı sevelim.
filmlerden yanlış ders çıkaran gençlerdir ki bunlar bizzat benim abilerim olur. sağolsunlar en büyük yeteneğim olan bir kemiği aynı yerden üç kere kırabilmeyi onlara borçluyum. çok şey kazandırdı bu filmlerden etkilenen gençler bana zamanında. bu ceki çen filmlerini uygulamaya çalışanları bir nebze olsun anlayabiliyorum da bir insan neden mortal kombatı uygulamaya kalkar hala akıl sır erdirememişimdir.
neyse bu ceki çen filmlerine bayılan biri olan dedem zat-ı muhterem kişisi erkek torunlarına da aşılama gereği duymuş aynı sevgiyi. lakin ne bilsin adamcağız bu filmlerden öğrenilenlerin benim üzerimde türlü işkence metodları olarak deneneceğini. illa sokakta dayak yiyen genç olmaya gerek yok, evde olan versiyonları da pek bir verimli olup aynı etkiyi yaratıyor. hatta daha etkili çünkü tanıdık biri dövünce daha bir haz duyuluyor sonunda intikam alabileceğiniz için. çok dertliyim be bunlar yüzünden, neyse mevzuya dalayım artık..
günlerden bir gün benim asalak abilerim her zamanki gibi mortal kombat izlemektedir. dün gibi hatırlarım, o zamanlar vcd falan bilem yok, gece yayınını babam izletmemiş video kasete çekmiş bizim çakallar. aynı filmi defalarca seyretmişler hareketleri ezberlemek için. bizimkiler utanmasa sub zero misali etrafı dondurmaya uğraşacak falan. neyse bunlar zilyon kere aynı hareketleri denedikten sonra nedendir bilinmez kadın karakter sonya nın harekelerini yapmakta karar kıldılar e tabi doğal anca onu yaparlar zaten. deneme tahtasının ben olacağımdan habersiz bir şekilde masum masum onları izlerdim ben de. 7 yaşında falanım ufacık tefecik de bir şeyim o zamanlar. büyük abimin su istemesiyle yerimden kalktım ki kalkmamla düşmem bir oldu, sonya nın çelmesini denemişmiş 'lan bi çelmeyi sonya yapabiliyo sanki' diyemedim o zamanlar. bununla da kalmadı zaten o sırada küçük abim goro misali dört kol kuvvetiyle beni kaldırdı diye sevinirken anında koltukta bulunca kendimi, başımı ufalamaya başladım, isabet ettiremedi sağolsun, duvara kafayı toslayıp düştüm koltuğa. tam ben bunlardan kaçmaya çalışıp kapıya yönelirken, canım anneciğimin kapıyı kapayacağını hesaba katmamış olacağım ki anında elimi buzlu camdan geçmiş bir şekilde buldum. ardından benim fedakar ve cefakar abilerim sağolsunlar hastaneye götürme nezaketinde bulundular da eve 15 dikiş ve nur topu gibi bir alçıyla dönmüş bulundum.
velhasıl kelam ne evde ne de sokakta denemeyin bu hareketleri zira acı tecrübeler oluyor her zaman, olan benim gibilere oluyor. böyle de ezik bir çocukluk yaşatıyorlar insana.
moda tıpkı chanel'in dediği gibi sadece giysilerde değildir, havadadır. insanın kendine yakışanı giymesi stildir efenim, moda sadece ugg değildir ayrıca, aynı zamanda bir trend olarak bakıldığında şu an almak istediğiniz arabadan, evinizin hayallerinizde döşediğiniz halidir, şu an ne istiyorsanız genelde o'dur.
fransızca mode kelimesinden gelir dilimize, ingilizce fashion'dır mesela, ancak anlamı benim için zamanın ruhu gibidir, zeitgeist gibidir...
ancak moda'ya sektör ya da bir alan olarak baktığınızda,
moda sadece görüp beğendiniz barbour değildir mesela, bitmek bilmeyen teoriler, yaratmak için büyük bir güçtür. değişken, kendini aşan, zaman zaman tekrarlayandır.
moda, cadde kızı değildir efenim, eda taşpınar falan da değildir, moda şiir gibidir bazen, o'nun hakkında yazmak için çok şey bilmek gerekir, çok şey giymek değil...
moda, aynı zamanda kritik etmektir, bilirsiniz anna wintour gibi bir şeytan artık sizin de dünyanızda.
moda, bir tasarım dalıdır, tıpkı diğer sanat ve tasarım dalları gibi düşünme yetisi gerektirir, sadece bir tüyü garip bir yere koymak değil.
moda aynı zamanda zanaatkarlıktır, büyük bir ustalık talep eder, tek bir hata ile her şey değişir...
moda bir sanattır, berschka değil, moda paul poiret'dir, azzedine alaia'dır, sophia kokosalaki'dir...
bazen moda teknolojiktir, ancak hussein chalayan herşeyi sizden önce düşünmüştür o yüzden kısmet başka baharadır...
moda hayranlık, inanç ve kendi içinde bir beşeri bilimdir, sadece tülin şahin'in verdiği saçmasapan öğütler değil!
gerçek hayattan esinlenilmiş, izlenesi filmlerdendir.
scott hicks tarafından yönetilmiş, 2009 yılı avusturalya yapımı insanı içine çeken sıcacık bir film the boys are back. başrolde clive owen hayatının performansını çıkartıyor. abartıdan uzak, büyüklük taslamayan, kış günü içilen sıcacık çorba gibi bir film bu. eşini kaybeden joe warr'ın iki oğluyla arasında kurmaya çalıştığı bağı, babalığı tek başına öğrenmenin, sorumluluğun ve çabanın zorluğunu anlatıyor.
çekimleri çok sade olmasına rağmen görüntü yönetmenliği insanın aklını aklıyor, avusturalya'nın güzelliği mi yoksa özlenilen doğanın, günlük yaşamın alışılmış detaylarının tanıdıklığı mı sebebi bilinmez ama her planda ayrı bir büyü var.
oyuncuların hepsi birbirinden yetenekli ve doğal öyle ki acıları ya da mutlulukları asla yapay durmuyor, yan komşunuzun ya da en yakın arkadaşınızın hikayesini izler gibi izliyorsunuz ki yapay holivud klişelerinden uzakta rahat bir nefes almak için gerçekten en uygun liman the boys are back. çocuk oyuncu ve annesini kaybeden birazcık egzantrik ama dünyalar tatlısı artie rolündeki nicholas mcanulty izleyenin koruma içgüdüsüne ve neredeyse aynı anda bir çocuğun oyuncu ruh haline kaptırıyor, onunla beraber koşup, alakasızca bağrınmak istiyor insan.
ve tabii ki büyük, babasını tam olarak tanıyamamış, ergenliğin baskısı ve sevilmeme korkusunun pençesinde olan harry rolünde george mackay tüyleri ürpertiyor, kardeşiyle arasında kurduğu bağ, sorumluluk alma isteği, sevgi için gözyaşları o kadar doğal ki filmin bir yerinden sonra harry en sevilen ağabey halini alıyor.
kesinlikle izlenilmesi gereken, bir kaç ödül toplaması dilenilen, dünyalar tatlısı pamuk şeker gibi bir film. öyle ki ağlamak ve tebessüm etmek neredeyse kaçınılmaz, tanıdık gelen ancak uzun süre unutulmayacak bir hikaye anlatıyor the boys are back.
boş zamanı bol insandır. muhtemelen asosyal felandır da.
arkadaş ortamı kurulmuştur, muhabbet koyulaşmıştır güzeldir, biralar tokuşturulur, tuzlu fıstıklar yenilir, cipsler gelir gider, içimizdeki yavşaklar hemen kızlara yavşarlar falan, kızlarda bazen yavşar, yavşar işte olum hiç mi bilmezsiniz bu ortamları, konuşturmayın, utandırmayın şimdi.
tam o esnada bir internet bağımlısı genç kızımız atlar ve şöyle buyurur:
- bugün msnde sabahlıycam yaa, arkadaşlarla facebook'tan okey oynayacağım.
ulan arkadaş. o an durdum, hayal dünyasına daldım, orman, akan nehirin sesi, kuşlar, ağaçların altında orgazm sigarasını tüttürenler, lan hocu allaha sen inanmazsın yoga yapacaktım. uyandığımda azerice gonişirdim aybalam.
olayın hamına girek özünü inceleyek. msnde sabahlamak nedir gurban? msn erkek arkadaşın falan mı? ya da sürekli yatılı kaldığın bir yer mi, bi de büyük bir marifetmiş gibi göğsünü gere gere anlatıyor, gerçi fazla germişti; hatta öyle ki bi ara soyunmaya başlayacak sandım, kız arkadaşım dürttü beni kendine gel diye, öyle uyandım, hala azerice gonişirdim.
- ya sabaha kadar murtazacanla konuşcam, bizim ekip okey oynayacağız sabahlara kadar eğleneceğiz, ay ne güzel dimi.
+ he fadime, çok güzel. sorma gitsin.
- ya sen sussana bi yok satan nihilist bakkal her şeye maydonoz olma.
+ peki fadime peki.
- sabaha kadar sigaram, biram eğleneceğim.. msnde kankişlerimle konuşacağım oley oley, ben gidiyorum tutmayın beni, tutmaayıııııınnn..
ulan, andavalın önde koşturanı. sanki büyük bir marifetmiş. bak sen sabaha kadar msnde kalacakmış, murtazacana kamera açıp soyunacakmış.
asosyallik timsali, armut balam menem.
sevgilimle eve giderken hala azerice gonişirdim:
+ bu gala daşlı gala
cıngıllı daşlı gala
gorhuram yar gelmeye
gözlerim yaşlı gala ahey ahey, lan kopsana kızım haydi.
- hamdi, allah belanı versin diyeceğim de.. çok sevirem seni.
+ ahey ahey, dur lan kızım şimdi sözleri dinle, ehm ehm:
dağlar acem düşende
bülbüle gam düşende
ruhum bedenden oynar
yanıma sen düşende.
- ay ben seni çok seviyorum ya.
neden hepimiz insanız ve önemli olan da budur diyemiyorlar anlamıyorum.nasıl da köreltilmiş bu zihniyetler?bunlar derin devlet hikayeleri.ülke en başta bir iç karışıklıkla bölünecek ardından ırak gibi bir son ..bu hikayeyi hepimiz biliyoruz ancak şunu unutuyoruz :
kürt demek pkk demek değildir, ya da adını bile bilmediği evlatlara sahip doğuda yaşayan cahil bir topluluk da değildir evet öyleleri var ama çerkezin ya da lazın ya da arabın ve de türkün yok mudur cahil olanları ...
savaş yok ki barıştan söz edelim.
velhasıl yanlış düşüncelerin insanlarıdır.